|
Musa Carullah Bigiyev (2) 9.10.2000
Dün, ölümünün 50.yılı dolayısıyla anılan, Reformcu Musa Carullah Bigiyev’in Osmanlı düşmanlığından bahsetmiştim. Bugün bu konuyu biraz açmak istiyorum. İşin garibi, Osmanlı’nın 700. Yılını kutlayanların aynı zamanda Bigiyev’in ölüm yıldönümünde ona övgüler yağdırmaları. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” demekten insan kendini alamıyor. Bigiyev ve benzerleri Osmanlıya niçin düşmandı? Şunun için düşmandı: Osmanlı İslamın gerçek temsilcisi idi. Bozulmamış, deforme olmamış islam sadece Osmanlıda kalmıştı. Osmanlı alimleri, reformlara, bid’atlere kapılarını sıkı sıkıya kapatmıştı. Peygamberimiz ve Eshabının yaşadığı islamı esas almıştı. Bunun için de, İmam-ı azam Ebu Hanife, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik, İmam-ı Ahmed İbni Hanbel, Abdülkadir Geylani, İmam-ı Rabbani, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Şeyh Edebali gibi Peygamberimizin ilimde gerçek varisi olan alimleri kendilerine rehber edinmişlerdi. Medreselerde bu bozulmamış inanç veriliyordu. İşte, Bigiyev ve diğer reformcuların düşmanlığı burada başlıyor. Çünkü Osmanlılar işi sağlam tutunca, bunlar maksatları doğrultusunda dini bozamadılar. Bunun için de karalama kapmanyası başlattılar. Bigiyev diyor ki: “Osmanlı Devleti, medrese tahsili ile işe başladı. Medreselerde kelam, fıkh... gibi ilmler okutuldu. İctihad kapısı kapatıldı. Bundan da maksatları, Müslimanları sömürmek, rahat yaşamaktır. Bu hocalar, fikren ve ahlaken cahil oldukları halde, din alimi kılığındadırlar. Şimdi medreselerde islamiyetten birşey kalmadı” Halbuki, bu sözleri söylediği zaman, dünyanın hangi yerinde Müslimanlık kalmış ise, onun beğenmediği medreselerde kalmış idi. Vaktiyle Molla Fenariler, Molla Hüsrevler, Ebussu’udlar, İbni Kemaller, Gelenbeviler bu medreselerde yetişmişti. Bakın Bigiyev’e göre Osmanlılar daha ne suçlar (!) işlemişler: “İslâmiyet, kelâm ilimleri cereyanları ile kirletildi ve tahrif edildi. Manası boş, beyhude nazariyelerden bahseden, bunun üzerine bütün ilimleri inkâr eden kelâm kitapları islâm memleketlerinin her tarafında yayıldı. Mezheplerin sınırlandırılmasnı inkâr ederim. İslâmın aklı, mademki tutkundur terakkiye imkân yoktur. Aklı olan dini eseratten kurtulmalı, akıl en büyük ilahi hüccettir. Mutlaktır, hududun biriyle mahdut değildir. Dört mezhebin hududunu kırmalı, aklın hürriyetini temin etmeli. Osmanlılar böyle yanlış, fena ve sabit kaidelere bağlı kaldılar. Medereseleri çekirge hücumu gibi istilâ etmiş fıkıh, kelâm; mantık; usul, tefsir, nahv ,sarf ve hikmet kitaplarına dair yazılmış haşiyeleri, şerhleri görünüz de söyleyiniz, o kitaplarda akıldan, fikirden; İslâmiyetten bir eser var mı?” İslamiyette, kelam ve fıkıh en önemli ilimlerdir. Biri nasıl inanılacağını diğeri de islamiyetin nasıl yaşanılacağını gösterir. Bu iki ilim atılırsa geriye ne kalır. Zaten bütün mesele de burada. Bu ilimler olmayınca, herkes eline bir meal alacak nasıl anladıysa öyle ibadet yapacak. Veyahut da, Bigiyev gibi reformcular nasıl bildirdiyse ona göre hareket edecek. Dolayısıyla din diye ortada bir şey kalmayacak. Bütün istedikleri zaten bu. Aslında Reforcular dine de inanmamakta; dini sadece dünyada insanları terbiye eden ahlâkî bir sistem olarak görmekteler. Bu düşüncelerini bakınız şu ifadelerinde nasıl sinsice yerleştirmişler: “İyi ahlâk ve faziletler gibi iç yaşayışlar ekseriya manevî olmak itibarıyla bu yolda hiçbir fiilî müeyyide, manevî bir nüfuz derecesinde tesiri haiz olamıyacağı gibi manevî nüfuzlar içinde de dinin kuvvet derecesine yetişebilecek hiçbir şey yoktur.” Demek ki, bu reformcular dinin aslî olduğuna hakiki bir itikat ile inanmadıkları halde insanların ahlâkını muhafaza ve dünyalarını geliştirmek için dine ihtiyaç bulunduğuna yani cemiyetin faydalı ve emin bir ferdi olabilmek üzere insana katiyen din lâzım olduğuna kaildirler ki, bunun manası dine dünya için lâzım olması hasebiyle inanmak demektir. Reformcular hakkında şüphe uyandıran önemli bir sebep bunların insan ahlâkını korumak için din kadar emniyet ve itimat veren bir kuvvetlendirici müeyyide bulunamayacağını ve hattâ hiçbir milletin dinsiz yaşayamayacağını söyleyerek dine tam bir hararetle taraftar göründükleri halde eserlerinin gizli noktalarında kalemlerinden dökülen parolalı ifadelere göre, kendilerinin gizliden gizliye dine inanmamakta olmalarıdır. Bigiyev’in gerçek yüzünü, 1917’de Moskova’da toplanan, Reform hareketlerinin tartışıldığı Rusya Müslümanları Kurultayında divan üyesi sıfatıyla yaptığı konuşma açık şekilde ortaya koyar. Keşke yerim müsait olsa da bu 500 sayfalık tartışmaların ve alınan kararların tutanaklarını ibret alemi için verebilsem. Konuşmalardan sadece bir pragraf almakta yetineceğim. Zaten herşeyi, gerçek niyetlerini ortaya koyuyor bu paragraf. “ Efendiler, unutmayınız ki, Kur’anın bazı kuralları eskimiştir. Bunları tarihin malı saymak lazım...” ( Rusya’da Birinci Müslümanlar Kongresi Tutanakları- Kültür Bakanlığı yayınları sh.394) Bilmem başka söze ihtiyaç kaldı mı? Herhalde reformcuların gerçek niyetleri anlaşıldı.
|