|
Dimyat’a pirince giderken... 10 OCAK 1998
Tasavvuf büyükleri, asırlardır, bıkmadan, usanmadan, İslâmın güzel ahlâkını anlatıp, İslâmı herkese sevdirmişlerdir. Her hâlleri ile İslâmiyeti yaşayarak örnek olmuşlardır. Bu büyükler ayrıca, İslâmiyeti dünyaya yaymakta bir nevi öncü kuvvet olmuşlardır. Tasavvuf büyüklerinin dini yaymaktaki bu önemli fonksiyonunu gören İslâm düşmanları, bütün güçleri ile tasavvufa yöneldiler. Yüz yıldır, tarikat diyerek, birçok şey uyduruldu. Eshab-ı kiramın yolu unutuldu. Cahiller, sahtekârlar şeyh maskesi altında, müslümanlara her çeşit günahı işlettiler. İslâm memleketlerini, gerçek manada tasavvuf ile ilgisi olmayan, müslümanları sömüren sahte mürşidler, sahte şeyhler istila etti. Eskiden, yani zamanımızdan 100-150 yıl önce, dinimizin emir ve yasaklarını öğreten; severek, zorlama olmadan yapılmasını sağlayan, insanlara dinimizin güzel ahlâkını aşılayan birçok tarikat, birçok şeyh vardı. Müslüman kılığında ajan Fakat, Osmanlıların son zamanlarından itibaren, tarikatlar bozulmaya başladı. Tarikatlara, çeşitli ajanlar sızdı. Müslüman kılığındaki bu ajanlar, yerine göre talebe, yerine göre şeyh, mürşid rolünde olarak çeşitli yollar ile tarikatlara haramlar, bid'atler karıştırdılar. Din ile ilgisi olmayan, dinimizin yasak ettiği şeyleri, dinimizin emri olarak gösterdiler. Mesela, 18. asırda yaşamış meşhur İngiliz casusu Hempher, hatıratında, “İslâm ülkelerinde talebe, mürşid kıyafetinde beşbin ajanımız vardı” diye yazmaktadır. Bilhassa son zamanlarda, tarikat adı altında, insanların imanını çalmak için uğraşan, sayısız sahte şeyhler türedi. Namaz kılmanın farz olmadığını, kadınların açık gezmesinin sevap olduğunu açıkça söyleyebilen şeyhler çıktı ortaya. O hâle geldi ki, insanlara dini sevdirmek olan tarikatın gayesini, insanları dinden uzaklaştırmak şekline çevirdiler. “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” sözünü öne sürerek, topladıkları müslümanların imanlarını, itikadlarını bozdular. Bu söz, dine uygun tasavvuf ehli bir kimse olduğu zaman için geçerlidir. Yoksa her önüne gelen, ne olduğu belirsiz kimselere gidip, tâbi olmak değildir. Böyle kimseler şeytandan daha kötü kimselerdir. Böyle bozuk bir tarikata girmek, yağmurdan kaçalım derken, doluya tutulmaktan, Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan da olmaktan daha kötüdür. Çünkü bulgursuz yaşanır da, imansız yaşanmaz. Bunların tuzaklarına düşen kimse, sahte, cahil doktora giden hastaya benzer. Sahte doktora giden,hayatından olduğu gibi, sahte şeyhe giden de dininden, imanından olur. Hakiki tasavvuf âlimi olmadığı zaman, eskiden yaşamış, bilinen meşhur evliyaların, mürşid-i kâmillerin kitaplarını okuyarak, dinimizi ve dinimizin güzel ahlâkını buralardan öğrenmeliyiz. Hele hele şu karışık zamanda, din hırsızlarının, ırz, namus düşmanlarının kol gezdiği bir zamanda, bilhassa kadınların sokak sokak şeyh aramaya çıkması çok yanlıştır. Bunların yapacağı şey, her müslüman gibi, muteber bir ilmihal kitabından dinini öğrenmek, beyine karşı vazifelerini îfa etmek, çocuklarını İslâm terbiyesi ile yetiştirmek, ev işlerini yapmak olmalıdır. Başta İngilizler olmak üzere İslâm düşmanları, 18. asırda taktik değişikliği yaptılar. Kaba kuvveti bırakarak, âlimlere ve ilme yöneldiler. Âlimleri ve ilmi ortadan kaldırdıkları takdirde, cahil kalan müslümanları istedikleri tarafa yöneltmenin çok kolay olacağını anlamışlardı. Zehirli tohumların meyveleri Halk cahil bırakıldıktan sonra, ondört asır devam edegelen din bilgileri; çürümüş, kokuşmuş denilerek, bir çırpıda atıldı. Daha Kur'an-ı kerimi doğru dürüst yüzünden bile okuyamayan kimselerin önüne, dini bozmak, yeni bir din kurmak maksadıyla ilahiyatçı prof, dekan, rektör, tarikat şeyhi ünvanları alet edilerek, dini yok etmek maksadıyla hazırlanmış mealleri, tefsirleri koydular. Sonra da, “Dininizi buradan öğrenin” dediler. Aslında bu, dinden uzaklaştırmak için hazırlanmış sinsi bir tuzaktı. Bu tehlikelerden, sahte şeyhlerden, aydın din adamı kılığındaki sinsi din düşmanlarından kurtulmanın yolu da eskiye dönüp, dini, hakiki ehl-i sünnet âlimlerinin, fıkıh, ilmihal kitaplarından öğrenmektir. Bilenleri ve elinde ehl-i sünnet ölçüsü olanları, kimse kandıramaz. İlmin olmadığı, âlimin bulunmadığı yerde, din de kalmaz. Nitekim, hadis-i şerifte, (İlim bulunan yerde müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde müslümanlık kalmaz) buyuruldu.
|