|
Bana arkadaşını söyle... 29 ARALIK 1997
İnsan, ancak kendisi gibi olan kimselerle arkadaşlık yapar, kendisi gibi olan kimseleri sever, kendisi gibi olan kimseleri tavsiye eder. Doğruyu bulmakta güzel bir ölçüdür bu. Atalarımız ne güzel söylemişler: “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyliyeyim.” Gerçekten de insan, ancak kendisi gibi olan kimselerle arkadaşlık yapar, kendisi gibi olan kimseleri sever, kendisi gibi olan kimseleri tavsiye eder. Doğruyu bulmakta güzel bir ölçüdür bu. Her insanı inceleyip, geçmişini araştırıp, nasıl biri olduğunu tespit etmek zordur. Hele, ilmi olmayanların, dinî konularda, gerçek âlim ile, sinsi din düşmanlarını ayırt etmesi çok zordur. Çünkü, düşmanlar çok sinsi hareket ediyorlar. Bunu anlamanın en kolay yolu, kimlere hücüm ediyorlar, kimlere arka çıkıyorlar, bunu iyi tespit etmek lazımdır. Bu takdirde iş kolaylaşır. Yaptıklarının tersini yapmalı Her devirde olduğu gibi, sinsi düşmanların, günümüzdeki temsilcileri de, kendilerine İslâm âlimlerini hedef seçtiler. Bunları kötülemek için ne gerekiyorsa yapıyorlar. İmam-ı a'zam, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi İslâm büyüklerini her fırsatta kötülüyorlar. Bununla da yetinmeyip, sinsi düşmanlığı temsil eden, kendilerinden önceki kuklaları göklere çıkarıyorlar. Bir kimsenin gerçek niyetini anlamak için, övdükleri ve kötüledikleri kimselere bakmak kâfi. Bakın, zamanımızdaki bu zihniyetin temsilcisi olan reformcu prof.ların konuşmalarına. İslâmiyete en büyük zararı veren İbni Teymiyye, onlara göre âlimlerin baş tacı... Osmanlıya isyan eden, zındıklığına mahkemece karar verilip idam edilen Şeyh Bedreddin, buna göre eşi, benzeri bulunmayan ilerici bir âlim. Bunların uzantısı olan, Abduh, Reşit Rıza, Efganî, Hamidullah zamanlarının ilerici, aydın tek din adamları. Bunlar varken, İmam-ı a'zam, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi âlimler de kim oluyormuş. Tabiî bu arada, Hallacı Mansur, Hacı Bektaş-ı velî ve Mevlana gibi gerçek manada büyüklerden de bahsediyorlar... Bunlardan bahsetmelerinin iki sebebi var: Birincisi, dikkati çekmemek, bunların arasına yukarıdaki kimseleri de karıştırarak, işin aslını bilmeyenleri kandırmak. İkincisi, bu zatların kapalı, izaha muhtaç çok sözlerinin oluşu. Bu sözlerini, istedikleri gibi izah ederek, dine zarar vermek. Mesela, Mevlana hazretleri, “Kim olursan ol, yine gel” demiş. Bu kapalı bir söz olup, izah gerekir. İstismarcılar, bu sözü esas alıp, “Bak, Mevlana, kim olursan ol, yine gel, diyor. Dinli dinsiz ayırımı yapmıyor. Herkesi sevmeliyiz. Herkesi kardeş bilmeliyiz” diyerek, dinsizlik olan hümanizmi aşılıyorlar. Halbuki, Hz. Mevlana, “Kim olursan ol gel, biz kimsenin geçmişine bakmayız, geçmişine tevbe edip, müslüman olan kimseyi, bağrımıza basarız, kardeş biliriz” diyor. Kâfirleri de kardeş biliriz, demiyor. Demez, çünkü Kur'an-ı kerim, (Ancak müslümanlar kardeştir) diyor. Bu ilahiyatçı prof.lar gibi, Resulullah ne yaptıysa, tersini yapmaz. Nitekim, Mevlana'nın talebeleri arasında, ateşperest, ateist, Yahudi, Hıristiyan yoktu. Bozulmanın sebebi; cehalet Bugün müslümanların bu hâle düşmesinin en önemli sebebi cehalettir. Cahil kimseyi kandırmak kolaydır. Din düşmanlarının bu kadar taraftar toplamasının sebebi budur. Peygamber efendimiz, “İlim olan yerde müslümanlık vardır, ilim olmayan yerde müslümanlık yoktur” buyurmuştur. Bunun için masonlar, Osmanlıların son zamanlarında, tanzimatta, medreselerden fen derslerini; din derslerinin de, yüksek kısmını kaldırılmışlardır. Kısaca o devirde okumuşların dinsizliği, müslümanların da cahilliği yaygınlaşmıştı. Osmanlı devletinin yıkılış sebebi de budur. Çünkü, İslâm dini ilim üzerine kurulmuştur. İlim olmayınca, hakiki din adamı kalmayınca, İslâmiyet bozulur. Bulut olmayınca, yağmur beklemek, mucize istemek olur. Allahü teâlâ bunu yapabilir. Fakat, âdeti böyle değildir. İslâm âlimi yetişebilmesi için, İslâm ilimleri meydana çıkıp, yayılıp, böyle yüz sene geçmesi gerekir. Düşmanlar, İslâm güneşini söndürdü. Bunların önderliğini, İngilizler yaptı.
|