Her güzel şey sevmekle başlar. Zoru kolay, uzağı yakın, düşmanı dost eden bir iksirdir o. Hele bir de Güzeller Güzeli’ne (cc), imandan kaynaklanıyorsa… Fakat eğer, insanlığın ve Müslümanlığın gereği olan bu muhabbet, tevhide dayanmıyorsa; o zaman, güzelliğe değil musibete sebep olur. Çünkü ancak imandan neş’et eden muhabbetin neticesi kardeşlik olabilir. Temelinde maddî menfaatlerin bulunduğu beraberlikler, menfaatler çatıştığı anda düşmanlığa dönüşür ve insan, sosyal çevresinde imanî düstura lâkayt kaldıkça nefsinin emrine boyun eğmeye mahkûm olur.
Yakın tarihimizin parlak ve çileli siması Said Nursî, işte bu birbirine taban tabana zıt iki hayat sistemi arasındaki farklılığın, hareket noktasındaki farklılıktan meydana geldiğini şu şekilde özetlemektedir. Önce tabiatperestleri ele alır: “…Hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı, ˜kuvvet’ kabul eder. Hedefi ˜menfaat’ bilir. Düstur-u hayatı ˜cidal’ tanır. Cemaatlerin rabıtasını, ˜unsuriyet: menfi milliyeti’ tutar. Semerâtı ise, ˜hevesât-ı nefsiyyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyyeyi tezyîd’dir.”
Bu tespiti yaptıktan sonra neticesini de şöylece özetler: “Halbuki kuvvetin şe’ni ˜tecavüz’dür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde ˜boğuşmak’tır. Düstur-u cidalin şe’ni ˜çarpışmak’tır. Unsuriyetin şe’ni başkasını yutmakla beslenmek olduğundan; ˜tecavüz’dür… İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur(yitmiştir).”
Mukabil olarak ele alınan Kur’ân’ın öngördüğü hayat tarzı ise şu şekilde özetlenir: “Amma hikmet-i Kur’âniyenin ise, nokta-i istinadı, kuvvete bedel ˜Hakk’ı kabul eder. Gayede menfaate bedel, ˜Fazilet ve Rıza-i İlâhî’yi kabul eder. Hayatta düstur-u cidal yerine, ˜düstur-u teavün’ü esas tutar. Cemaatlerin rabıtasında; unsuriyet, milliyet yerine ˜Râbıta-ı dinî ve sınıfî ve vatani’ kabul eder. Gâyâtı, hevesât-ı nefsâniyyenin tecavüzâtına sed çekip, ruhu maâliyata teşvik ve hissiyât-ı ulviyyesini tatmin eder ve insanı kemâlat-ı insaniyeye sevk edip insan eder…”
Devamını okuyun "Bediüzzaman ve Fena Fi’l İhvan"