HakikatKitabevi

Kitap-Download

64 — ÜÇÜNCÜ CİLD, 62. ci MEKTÛB

Bu mektûb, mubârek oğlu Muhammed Ma’sûm “medde zillühül’âlî” için yazılmışdır. İnsanın aslının adem olduğunu, ademde hiçbir iyilik bulunmadığını bildirmekdedir:

İnsanın hakîkati, ya’nî zâtı, kendisi, onun nefsidir. Buna, (Nefs-i nâtıka) denir. İnsan, ben deyince, nefsini göstermekdedir. Bu nefs-i nâtıkanın hakîkati, aslı da, (Adem)dir. [Adem, yokluk demekdir.] Adem üzerine, vücûd [ya’nî varlık] ışıkları ve vücûdün sıfatları gelmiş olduğu için, kendini var sanmışdır. Kendini diri, âlim, kâdir sanmakdadır. Hayât, ilm gibi güzel sıfatları, kendinin sanmış, bunların bulunmasına kendisi sebeb oluyor sanmışdır. Bunun için, kendini kâmil ve iyi bilmekdedir. Bütün kötülüklerin kaynağı olan ademden kendisine gelmiş ve öz malı olmuş bulunan kötülükleri, kusûrları unutmuşdur. Bir kimse, Allahü teâlânın lutfüne, ihsânına kavuşarak, katmerli câhilliğinden ve yanlış inancından kurtulursa, kendinde bulunan iyiliklerin, güzelliklerin, kendi malı olmadığını, başka yerden geldiklerini, bunların varlıkda kalmalarına kendisinin sebeb olmadığını anlar. Kendi hakîkatinin, özünün, bütün kötülüklerin kaynağı olan adem olduğuna inanır. Allahü teâlâ ihsân ederek, bu inanışı kuvvetlenirse ve kendindeki kemâlleri, iyilikleri sâhibine geri verip, bu güzel emânetleri yerine teslîm ederse, kendini yalnız adem bilir. Kendinde hiçbir iyilik göremez. Bu zemân, kendinin ne adı kalır, ne nişânı, izi kalır. Ne maddesi kalır, ne eseri kalır. Çünki kendi, yalnız ademdir. Adem de hiçbir şey değildir. Her bakımdan yokdur. Çünki, herhangi bir bakımdan var olsa, güzelliklerin, iyiliklerin hepsinin onda bulunmadığını söylemez. Çünki, var olmak, bir güzellikdir. Hattâ bütün güzelliklerin başlangıcı, kaynağıdır.

Bütün bu bildirilenlerden anlaşılıyor ki, insanda tam bir (Fenâ), ya’nî yokluk hâsıl olması için, kendinin yok olması lâzım değildir. Zâten var değildir ki, yok olması düşünülsün. Kendini var sanan bir yoklukdur. Bu yanlış zannından kurtulur ve kendini var bilmez ve görmezse, adem olduğunu anlar. Demek ki, fenâya kavuşmak için, (Zevâl-i şühûdî) lâzımdır. (Zevâl-i vücûdî) hiç lâzım değildir.

[Ademin bütün kötülükleri, nefs-i emmârede toplanmışdır. Nefs-i emmâre, hiç iyilik yapmak istemez. Hep kötülük yapmak ister. Kendisine ve başkalarına zararlı olan şeyleri sever. İnsanın dünyâda ve âhıretde se’âdete kavuşması için, nefsine uymaması, onu za’îfletip, zarar yapamıyacak hâle düşürmesi lâzımdır. Nefsi za’îfletecek birinci ilâc, islâmiyyete uymakdır. Harâmların hepsi, dünyâ malına, mevkı’ine, zevklerine düşkün olmak, nefsin gıdâsıdır. Onu besler, kuvvetlendirirler. Nefs kuvvetlenince, bütün iyiliklerin, güzel ahlâkın, fennin ve medeniyyetin menbaı, kaynağı olan islâmiyyete saldırır. Din ile, îmân ile, Allahü teâlânın emrleri ile alay eder. Herkesin kendi gibi taşkın, şaşkın olmasını, haksızlık, kötülük, zulm yapmasını ister. Kendisi gibi olanlara ilerici, kendine uymıyanlara gerici der. İnsanın en büyük düşmanı, kendi nefsidir ve nefslerini beslemiş, azdırmış olan gâfil, câhil kimselerdir.]