Bu esasları şöyle sıralayabiliriz:
Birincisi: Zafer Yalnızca Allah’ın Elindedir.
İkincisi: Allahu Teala, Dünyada Mü’min Kullarına Düşmana Karşı Yardım Etme Sözü Vermiştir.
Üçüncüsü: Allahu Teala’nın Bu Zafer ve Yardım Sözü, Kamil İman Sahipleri İçindir. Her Mü’minin İse Bu Yardımdan Nasibi İmanı Oranındadır.
Dördüncüsü: Allahu Teala’nın Mü’minlere Vadettiği Bu Yardımın Gerçekleşmemesi, Şartlarının Yerine Gelmemesi Sebebiyledir.
Beşincisi: Bu Yardımın Gerçekleşmesi Gecikirse, Kulun Buna Layık Olması İçin Gerekli Şartları Tamamlaması Gerekir.
1- ZAFER YALNIZCA ALLAH’IN ELİNDEDİR
Allahu Teala şöyle buyurur: “Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındadır.”[958] Ayet, Arap dilinde sınırlandırmanın en üst şeklini içermektedir. Bu sınırlandırma ise, olumsuzluk belirten “ma” harfi ile istisna harfi olan “illa” harflerinin kullanılmasıdır. Bu anlam, Allahu Teala’nın “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse ondan sonra size kim yardım eder? Mü’minler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar”[959] ayetinde de bulunmaktadır. Huneyn Savaşı’nda sahabeden bazıları bu manayı gözardı edip çokluklarına aldanınca, Allah’ın izni olmadan sayı ve hazırlığın bir işe yaramadığını görmeleri için hezimet meydana geldi. Allahu Teala şöyle buyurur:
“And olsun ki Allah size bir çok yerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği fakat bir faydasının da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde de yardım etmişti. Bozgundan sonra Allah, Rasulü’ne ve mü’minlere güvenlik verdi ve görmediğiniz askerler indirdi; kafirleri azaba uğrattı. Kafirlerin cezası budur.”[960]
Allahu Teala, güvendikleri bu çoğunluk olmadan birçok yerde kendilerine yardım ettiğini onlara hatırlattı. Çokluğa aldanıp ona güvenmelerinin kendilerine bir yarar sağlamadığını ve yenildiklerini belirtti. Yenilgiden sonra kendilerine zaferin işe yaramayan çokluktan değil, Allah’tan olduğunu belirtmek için onlara yardım edip zafer verdi ve bir çoklarının gözden kaçırdığı, “Zafer yalnız Allah’tandır” prensibine dikkatlerini çekti.
2- ALLAHU TEALA, DÜNYADA MÜ’MİN KULLARINA DÜŞMANLARINA KARŞI YARDIM ETME SÖZÜ VERMİŞTİR
Bu, değiştirilmesi sözkonusu olmayan doğru bir söz ve Allahu Teala’nın değişmeyen kaderi bir yasadır. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurur:
“And olsun ki! Senden önce, bir çok peygamberleri ümmetlerine gönderdik. Onlara belgeler getirdiler. Dinlemeyip suç işleyenlerden öc aldık, zira mü’minlere yardım etmek bize hak olmuştu.”[961]
“Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah’ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek yoktur; and olsun ki peygamberlerin haberi sana da geldi.”[962]
“Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur..” Yani sosyal yasaları mutlaka gerçekleşir. “Ol, der hemen oluverir.” Bu yasalarından biri de mü’minlere verdiği sözdür: “Onlara yardımımız gelince..”
Yardım etme sözü, yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi, ahirette değil dünyada olan yardımdır. Allahu Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.”[963] “Nihayet biz iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.”[964]
Allahu Teala’nın bu sosyal yasalarının gereklerinden biri de, yeryüzünde mü’minlere iktidar vermesidir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Allah, sizlerden iman edip salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti…”[965]
“Kafir olanlar peygamberlerine dediler ki: “Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!” Rableri de onlara: “Zalimleri mutlaka helak edeceğiz!” diye vahyetti. Ve (ey iman edenler) sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimselere mahsustur.”[966]
Bu ve Nur Suresi’ndeki ayet, Allahu Teala’nın mü’minlere, önceki mü’minlere nasip ettiği gibi rahatça dinlerini yaşayabilecekleri ve hakim konumda olabilecekleri bir durumu nasip edeceğine işaret eder. Ayrıca Allahu Teala bunun şartlarını da açıklamaktadır. Şöyle buyurur: “Sizlerden iman edip salih ameller işleyenlere” ve “İşte bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimselere mahsustur.” Nur Suresi’ndeki ayette “Kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi” buyurması, değişmeyen bu ilahi yasayı vurgulamak ve daha fazla açıklamak içindir. Yani, sizden öncekiler için bu gerçekleştiği gibi, şartları yerine getirdiğiniz zaman sizin için de gerçekleşecektir, manasındadır.
3- ALLAHU TEALA’NIN BU ZAFER VE YARDIM SÖZÜ, KAMİL İMAN SAHİPLERİ İÇİNDİR. HER MÜ’MİNİN İSE BU YARDIMDAN NASİBİ İMANI ORANINDADIR
Allahu Teala şöyle buyurur: “Mü’minlere yardım etmek bizim üzerimize bir haktır”[967] Kulun imanı oranında, Allah’ın yardımından nasibi olur. İman derecesi yükseldikçe Allah’ın yardımından nasibi de artar. Bunun tersi olarak da iman derecesi düştükçe, Allah’ın yardımından nasibi de düşer.
Bu, imanın şubelerden oluştuğu ve eksilip çoğaldığı ilkesine dayanmaktadır. Bu ise Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in itikadıdır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “İman altmış küsur veya yetmiş küsur şubedir. Bu şubelerin en üstünü “La İlahe İllallah” sözü ve en alttaki ise yolda eziyet veren şeyleri kaldırmaktır. Haya ise, imandan bir şubedir.”[968]
Başka bir hadiste ise şöyle geçer: “Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Ben uykuda iken insanların üzerlerinde gömlekleri ile bana arzedildiklerini gördüm. Gömleklerin kimisi göğüslerine kadar, kimisi de daha aşağıya kadar idi. Ömer İbnu’l-Hattab ise üzerindeki uzun bir entariyi çekerken bana arzedildi.” “Bunu nasıl yorumladınız ey Allah’ın Rasulü?” dediler. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Din ile” dedi.”[969] Buhari, Sahih’inin, “İman” bölümünün başında “İman söz ve ameldir, artar ve eksilir” der. İbn-i Hacer şöyle der: “Ebu’l-Kasım el-Lalekai “Kitabu’s-Sünne”de Şafii, Ahmed, İshak bin Rahuye, Ebu Ubeyd ve diğer imamlardan bu şekilde nakletmiş ve sahih bir sened ile Buhari’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Değişik kentlerde binden fazla alimle görüştüm. İmanın söz ve amel olduğu, arttığı ve eksildiği konusunda birinin ihtilaf ettiğini görmedim.”[970]
Kişinin imanı artınca Allah’ın söz verdiği yardımdan da nasibi artar. Cihad alanında zafer iki şarta bağlıdır:
1- Genel Şart: İmani hazırlıktır. Bu ise, kişinin “Mü’minlere yardım etmek üzerimize bir haktır” ayetinde belirtilen mü’minlerden olabilmesi için kalbi, zahiri, ilmi ve ameli iman şubelerinden hepsini daima artırması ile olur.
2- Özel Şart: Bu ise cihad için yapılan maddi hazırlıktır. Silah hazırlayarak, mü’minleri savaşa teşvik ederek, Allah yolunda infak ve fedakarlık yaparak olur. Askeri eğitim ise bütün bu sayılanları kapsamaktadır. Allahu Teala şöyle buyurur: “Kafirler yakayı kurtardıklarını sanmasınlar. Çünkü onlar (bizi) aciz bırakamazlar. Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın..”[971] Allah Subhanehu ve Teala, kafirleri tamamen kuşattığını, onlara gücünün yettiğini ve kendisini aciz bırakamayacaklarını belirtmektedir. Ancak bunlarla beraber bize, ilahi yardım sözünün gerçekleşmesinin bir şartı olarak elimizden geldiği kadar her türlü hazırlığı yapmayı da emretmiştir. Çünkü dünya, imtihan yeridir ve işler, dünyada sebeplere bağlı olarak yürür. Allahu Teala, imanında doğruluk derecesini ölçmek için mü’mini kafir ile imtihan eder. Mü’minin, kafire karşı cihad etmesi, bunun için kuvvet hazırlaması bu imtihanın içine girer. Ayrıca, iman çağrısına icabet edeceğini veya etmeyip savaşacağını ortaya çıkarmak için de kafiri, mü’min ile imtihan eder. Allahu Teala, her iki tarafı da birbirleri ile imtihan etmesi konusunda şöyle buyurur: “Durum şu ki, Allah dileseydi onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbiriniz ile denemek ister.”[972]
Maddi hazırlık kapsamına giren şeylerden biri de, Müslümanların, düşmana karşı saflarını birleştirmeleridir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Allah ve Rasulü’ne itaat edin. Birbiriniz ile çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[973] Ayette, Müslümanların aralarında ihtilaf ve çekişmenin bulunmasının, başarısızlığın en açık sebebi olduğu ve mü’minlerin birbirlerini veli edinmelerinin ise zaferin en önemli şartı olduğu belirtilmektedir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Kim Allah’ı, Rasulü’nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır.”[974] Şüphe yok ki maddi hazırlık yapmak da, imanın unsurlarındandır. Çünkü bu, Allahu Teala’nın bir emrini yerine getirmektir. Yerine getirilen bu emir ise, Allahu Teala’nın şu buyruğudur: “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp, beslenen atlar hazırlayın..”[975] Bunun önemini vurgulamak için özel olarak üzerinde durduk. Bunun, imani hazırlık ile ilişkisi, özel olanın genel ile ilişkisi şeklindedir.
4- ALLAHU TEALA’NIN MÜ’MİNLERE VADETTİĞİ BU YARDIMIN GERÇEKLEŞMEMESİ, ŞARTLARININ YERİNE GELMEMESİ SEBEBİYLEDİR
Bu da kulun imani ve maddi hazırlığı yeterince yerine getirmemesinin sonucudur.
Bu yardım sözünün gerçekleşmemesinin anlamı, kafirlerin Müslümanlara galip gelmesidir. Devletin küfrün ve kafirlerin elinde olmasıdır. Bütün bunlar ise, imandaki eksiklik, masiyet ve günahlar sebebiyle olmaktadır. Allahu Teala şöyle buyurur: “Başına gelen kötülük ise nefsindendir”[976], “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz sebebiyledir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”[977], “Bu da, bir kavim kendilerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır.”[978] İbn-i Kesir Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala bu ayette, mükemmel adaletini ve kişiye verdiği nimeti, onun işlediği günahları olmadan değiştirmeyeceği konusundaki hükmünü belirtir” Allahu Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şekilde haksızlık yapmaz, ama insanlar kendi kendilerine haksızlık yaparlar.”[979
Allahu Teala’nın bu sosyal yasası, insanların en seçkini de olsa, kimseyi kayırmaz. Bunun en açık örneklerinden biri, Uhud günü sahabenin Radıyallahu Anhum başına gelen yaralanma ve öldürülme olaylarıdır. Çünkü bazıları Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem emrine muhalefet etmişlerdi. Bundan şu sonuç çıkmaktadır: Toplu olarak yerine getirilen işlerde, bazılarının masiyetleri herkese zarar verir. Uhud günü sahabenin Radıyallahu Anhum başına gelenler ile ilgili olarak Allahu Teala şöyle buyurur: “(Bedir’de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud’da) kendi başınıza geldiği için mi “Bu nasıl oluyor” dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.”[980] [981]
Düşmanın Müslümanların başına musallat olması, günahları sebebiyle Allahu Teala’nın onlara verdiği bir cezadır. İnsan olan düşmanlar açısından durum böyle olduğu gibi cin olan düşmanlar açısından da böyledir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Kim Rahman’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı musallat ederiz.”[982] Kul işlediği günahlar sebebi ile şeytanın, kendisine musallat olmasına yol açar ve insanlardan olan düşmanları karşısında onu rezil eder. Allahu Teala şöyle buyurur: “(Uhud’da) iki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan (yerlerinden) kaydırmıştı.”[983]
Bu prensibi şöyle de belirtebiliriz; Müslümanların başarısızlığının sebepleri aslında zati olan iç sebeplerdir. Müslim’in Sevban’dan Radıyallahu Anhu rivayet ettiği şu hadiste bu açıkça belirtilmektedir: “Allahu Teala yeryüzünü benim için dürüp topladı, ben de doğusunu da batısını da gördüm. Ümmetimin mülkü, bana gösterilen yerlere kadar uzanacaktır. Bana iki hazine verildi: Kırmızı ve beyaz hazineler. Ben Rabbimden, ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini, ümmetime kendi nefislerinden başka bir düşman musallat edip çoğunu helak etmelerine meydan vermemesini talep ettim. Rabbim bu isteklerime şöyle cevap verdi: “Ey Muhammed! Bir hüküm verdim mi artık o geri alınmaz. Ben senin ümmetine ‘Onları umumi bir kıtlıkla helak etmeyeceğim, kendileri dışında, çoğunu helak edecek bir düşman da musallat etmeyeceğim, hatta yeryüzünün her tarafında bulunanlar, onlar aleyhinde toplansalar da. Ama kendi aralarında birbirlerini helak edecekler’ diye yazdım.” Bu hadis, Müslümanlar bozuklukta cezayı hak edecek dereceye gelmedikçe, Allahu Teala’nın, dışarıdan kafir düşmanı onlara musallat etmeyeceğini ve başarısızlıklarının ana sebebinin ise zati, yani kendileri olduğunu bildirmektedir.
Müslümanların başarısızlık ve zayıflıklarının sebebini, kafirlerin hile ve planlarına bağlayanların yanlışlıkları ortadadır. Yahudilerin plan ve taktiklerinden korkutan ve her türlü kötülüğü ve fesadı onlara nisbet eden kimi yazarlar bu hatayı işlemektedirler. Halbuki her Müslümanın bilmesi gereken gerçek şudur ki; Müslümanların başına ne musibet gelirse gelsin, bu musibetlerden birinci derecede Müslümanların kendileri sorumludur. Çünkü Allahu Teala, “Başına gelen kötülük ise nefsindendir”[984] buyurmaktadır. Üstelik Allah Subhanehu ve Teala, kamil imana sahip olan mü’minlere karşı kafirlerin hile ve oyunlarının zayıflığını şu ayette bildirmektedir: “Onlar size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.”[985] Eziyet, küçük zarardır. Bu ise, zararın genelinden bunun istisna edilmesinden anlaşılmaktadır. Güzel sonuç ise takva sahiplerinindir. Allahu Teala şöyle buyurur: “O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.”[986] Bu ayet, kafirlerin hile ve düzenlerinin zayıflığını gösteren açık bir nasstır. “Bu, Allah’ın, mü’minlerin mevlası olmasından dolayıdır. Kafirlere gelince, onların mevlaları yoktur.”[987] Dolayısıyla Müslümanların başarısızlığı, düşmanları sebebiyle değil önce kendileri sebebiyledir. Müslümanlar isyan ve günahlarla düşmanlarına fırsat ve imkan vermişlerdir.
Bu dördüncü esas ışığında Müslüman fert ve cemaatlarin, kendilerini özeleştiriye tabi tutmaları gerekir. Günah ve yapılması gerekenleri eksik olarak yerine getirme olmadan, musibetin gelmediğini bilerek hesaplarını bunun ışığında gözden geçirmeleri gerekir. Bu özeleştirinin yapılması vaciptir. Çünkü Allahu Teala şöyle buyurur: “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki de tuttukları kötü yoldan dönerler.”[988] “Belki yollarından dönerler diye and olsun onlara büyük azaptan önce dünya azabından tattırırız.”[989] Bütün şeriatlarda bunun kesin bir esas olduğunu görmek için önceki peygamberlerin ümmetlerine bakmak yeterlidir. Allah yolunda başlarına bir şey geldiği zaman bunun, işledikleri günahlar sebebiyle olduğunu anlamış ve hemen Allah’a tevbe ve istiğfar etmişlerdir.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdir. Allah, sabredenleri sever. Dedikleri ancak şu idi: “Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla. Sebatımızı artır, inkarcı topluluğa karşı bize yardım et.”[990] Kur’an-ı Kerim’de kıssaları geçen bahçe sahipleri de, bahçeleri telef olunca bunun günahları sebebiyle olduğunu anlamış ve hemen tevbe ederek Allah’a yönelmişlerdi: “Ortancaları: Ben size Allah’ı anmanız gerekmez mi? dememiş miydim? dedi. Rabbimizi tenzih ederiz; doğrusu biz yazık etmiştik, dediler. Birbirlerini yermeye başladılar. Sonra şöyle dediler: Yazıklar olsun bize; doğrusu azgınlık edenlerdendik. Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir; doğrusu artık, Rabbimizden dilemekteyiz.”[991]
5- BU YARDIMIN GERÇEKLEŞMESİ GECİKİRSE, KULUN BUNA LAYIK OLMASI İÇİN GEREKLİ ŞARTLARI TAMAMLAMASI GEREKİR
Allahu Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.”[992] Bu, Allahu Teala’nın değişmez yasasıdır. Başına gelen musibeti Allah’ın kaldırması ve nimetler vermesi için kulun, öncelikle kendi durumunu düzeltmesi gerekir. Allah’a itaatsizlik ve ihmalinde devam ettiği halde musebitlerden kurtulmayı beklemesi anlamsızdır. Yukarıda üzerinde durduğumuz dördüncü madde, Müslümanların geri kalıp kafirlere karşı rezil olmalarının sebebinin, zati yapılarından kaynaklandığını belirtir. Beşinci madde ise başarısızlık ve yenilginin değişmesi için değişikliğin bizzat içeriden ve Müslümanların kendilerinden başlaması gerektiğini gösterir.
Allahu Teala’nın verdiği sözün yerine gelip gelmemesi ile alakalı olarak gözönünde bulundurulması gereken beş asas bunlardır. Müslümanların ve özellikle cihad ve davet alanında çalışanların, bu esasları akıldan çıkarmamaları gerekir.
İbnu’l-Kayyim Rahimehullah, “el-Cevabu’l-kafi limen Seele ani’d-Devai’ş-şafi” isimli eserinde bu esasları ayrıntılı olarak ele almıştır. Kitabında, günahların kişiler ve toplumlar üzerindeki olumsuz etkilerini belirtmiştir. “İğasetu’l-Lehfan min Masayidi’ş-Şeytan” isimli kitabında da mü’minlere Allah’ın yardım etmesinin şartlarını, yardımın gelmemesinin sebeplerini ve bunun hikmetini belirtmek için güzel bölümler ayırmıştır.[993] İbn-i Teymiye de Rahimehullah, “Başına gelen kötülük ise nefsindendir”[994] ayeti ile ilgili olarak, yine bu meseleyi anlatmak üzere “el-Hasene ve’s-Seyyie” isimli kitabını yazmıştır. Bütün Müslümanları ve özellikle İslam için çalışan kardeşlerimizi, bu kitapları okumaya ve iyice anlamaya davet ediyorum. Çünkü her Müslümanın mutlaka bilmesi ve amel etmesi gereken bu esasları ortaya koymaktadır.
İbnu’l-Kayyim Rahimehullah, “İğasetu’l-Lehfan” isimli kitabında şöyle der: “Allahu Teala dinine, taraftarlarına ve hem ilim olarak hem de amel olarak dinini yerine getiren evliyasına yardım etmeyi üzerine almıştır. Sahibi hak olduğuna inansa da, batıla yardım etmeyi üzerine almamıştır. Üstünlük ve izzet de Allah’ın, Rasullerini kendisiyle gönderdiği, kitaplarını onunla indirdiği “İman”ın sahipleri içindir. Bu iman ise ilim, amel ve haldir. Allahu Teala “İman etmişseniz mutlaka siz en üstünsünüzdür”[995] buyurmaktadır. Kul, sahip olduğu iman derecesi nisbetince üstün olur. Allahu Teala; “İzzet, Allah’ındır, Rasulü’nündür ve mü’minlerindir”[996] buyurmaktadır. Kişi iman ve hakikatlerine sahip olduğu oranda izzet sahibi olur. İzzet ve üstünlükten nasibini alamıyorsa, ilim, amel, zahir ve batın olarak yitirdiği iman hakikatleri sebebiyledir.
Kulu korumak da imanı oranında olur. Allahu Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah iman edenleri korur.”[997] Kulun savunması az olursa, imanının azlığındandır.
Allahu Teala’nın, mü’min için yeterli olması da, o mü’minin imanının derecesine göredir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey Peygamber, Allah sana da, sana tabi olan mü’minlere de yeter.”[998] Yani Allahu Teala sana da, sana tabi olan müminlere de kafidir. Onlara kafi olması, Rasulü’ne tabi olmaları ve itaat etmeleri oranındadır. İmanda ne kadar eksiklik olursa, Allahu Teala’nın kişi için yeterli olması da o kadar az olur. Bilindiği gibi Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebine göre iman artar ve eksilir.
Allahu Teala’nın kuluna velayeti de kulun imanı ile orantılıdır. Allahu Teala şöyle buyurur: “Allah, mü’minlerin velisidir”[999] ve yine “Allah, iman edenlerin velisidir”[1000] buyurmaktadır.
Allahu Teala’nın özel beraberliği de iman ehli içindir. Şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah mü’minler ile beraberdir.”[1001] İman az ve zayıf olursa, Allahu Teala’nın, kula velayeti ve onunla özel beraberliği de imandan nasibi kadar az ve zayıf olur.
Yardım etmesi ve tam destek vermesi de ancak tam iman sahipleri içindir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.”[1002] Başka bir ayette ise şöyle buyurur: “Nihayet biz iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.”[1003]
İmanı az olanın yardım ve destekten nasibi de az olur. Dolayısıyla, kulun şahsına veya malına bir musibet gelirse veya düşmana karşı mağlup olursa, bu onun vacibi terketmesi veya haramı işlemesi sebebi ile meydana gelen günahları nedeniyledir. Bu ise imanının eksikliğindendir.
Böylece “…Allah kafirlere, iman edenler aleyhinde asla fırsat vermeyecektir”[1004] ayetini anlamaya çalışan bir çoklarının seslendirdiği problem de ortadan kalkmış olmaktadır. Ki bunların çoğu bu ayeti açıklarken; hüccet (delil) bakımından mü’minlere karşı bir fırsat vermeyecektir, derler.
Halbuki olay, bu ayetlerde anlatılanın aynısıdır. Ancak tam iman sahiplerine karşı onlara fırsat verilmeyecektir. Ama iman zayıf olursa, bu zayıflık sebebiyle mü’minlere karşı kafirlerin eline fırsat geçmiş olmaktadır. Allah’a itaati terkettikleri için kendilerine karşı kafirlere yol ve fırsat vermiş olmaktadırlar. Mü’min galiptir, azizdir, desteklidir, yardım görendir. Allah ona yeter ve nerede olursa olsun, hem zahirde ve hem de batında imanın hakitani ve gereklerini yerine getirirse, bütün dünya üzerine toplansa bile, onun savunucusu bizzat Allahu Teala’dır. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurur: “Gevşemeyin, üzülmeyin, iman etmişseniz mutlaka siz en üstünsünüzdür.”[1005]
“Ey iman edenler! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız. Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir.”[1006]
Bu kefil olma, iman ve amelleri sebebiyledir. Ki bunlar Allahu Teala’nın askerlerinden olan mü’minlerdir. Allahu Teala onları, bu imanları ile korur, her zaman bu korumayı sürdürür ve asla kesmez. Kafirlerin ve münafıkların, Allahu Teala’dan başkası için işledikleri ve Allahu Teala’nın emrine uygun olmayan amellerini boşa götürdüğü gibi.
İbnu’l-Kayyim Rahimehullah, “el-Cevabu’l-Kafi” isimli kitabında günahların ilahi cezası hakkında şöyle der: “Cezalardan biri de, kişinin, günahı küçümsediği ve basit gördüğü gibi, Allahu Teala’nın da onu, yaratılanların gönlünde sevimsiz, değersiz ve kendinden korkulmayan biri haline getirmesidir. Kul, Allahu Teala’yı sevdiği oranda insanlar da onu severler. Allah’tan korktuğu oranda insanlar da ondan korkarlar. Allahu Teala’yı ve değerlerini yücelttiği oranda kullar kendisini yüceltirler. Allah’ın değerlerini çiğneyen kulun değerlerini insanlar nasıl çiğnemesin! Allahu Teala’yı küçümseyen ve gerektiği gibi yüceltmeyen kulu insanlar nasıl küçümsemesin ve horlamasın! Allah’ın yasaklarını çiğnemeyi basit gören kul, insanların nazarında nasıl basit ve hor görülmesin!
Allahu Teala, Kur’an’da günahları belirtirken buna işaret etmiş ve günahlarından dolayı, bunları işleyenleri rezil etmiş, kalplerini örtmüş ve günahlarıyla mühürlemiş, kendisini unuttukları gibi onları unutmuş, dinini horladıkları gibi onları horlamış ve kendisini hesaba katmadıkları gibi Allahu Teala da onları hesaba katmamıştır. Bu nedenle Allahu Teala, yarattıklarının kendisine secde ettiğini belirttiği ayette şöyle buyurur: “Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur.”[1007] Allahu Teala’ya secde etmeyi horlayıp küçümseyerek ona secdeyi terkedince, Allahu Teala da onları horlamıştır. Allahu Teala’nın onları horlamasından sonra artık kimse onları değerli kılamamıştır. Allah’ın horladığını kim değerli kılacaktır? Veya değerli kıldığını kim horlayacaktır?”[1008]
İbnu’l-Kayyim Rahimehullah başka bir yerde de şöyle der: “Günahların cezalarından biri de nimetleri yok etmesi ve musibetleri kulun üzerine çekmesidir. Kulun yitirdiği her nimet, mutlaka bir günahı sebebiyledir. Başına gelen her musibet mutlaka bir kötülüğü sebebiyledir. Ali Radıyallahu Anhu şöyle der: “Günah olmadan bela gelmez ve tevbe olmadan da bela gitmez.” Allahu Teala şöyle buyurur: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”[1009] “Bu da, bir topluluk kendilerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Allah işitendir, bilendir.”[1010]
Allahu Teala, kendi durumunu değiştirmedikçe kula verdiği bir nimeti değiştirmeyeceğini bildirmiştir. Allah’a olan itaatini masiyete, şükrünü küfre, razı olmasının sebeplerini kızdıracak sebeplerle değiştirirse, tam bir karşılık olarak Allahu Teala da kula verdiklerini değiştirir. Allah kullara haksızlık yapmaz. Kul, masiyeti itaatle değiştirirse, Allah da cezayı mükafata, zilleti izzete çevirir. “Şüphesiz bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.”[1011]”[1012] İbnu’l-Kayyim’in Rahimehullah bu açıklamaları, belirttiğimiz beş esası en açık biçimde ortaya koymaktadır.
Beş esası Allah’ın izni ile böylece açıkladıktan sonra, “Müslümanlar olarak bizler acaba ne durumdayız?” diye sorabiliriz. Müslümanlar bugün bir milyardan fazladır. Müslümanların yaşadıkları ülkeler servet yönünden dünyanın en zengin ülkeleridir. Doğudan batıya kadar uzanır. En önemli deniz geçitlerine ve boğazlara sahiptir. Acaba bu bir milyar Müslüman bugün ne durumdadır? Acaba dünyada onların konumu ve ağırlığı nedir?
Allah’ın kendilerine gazap ettiği, zillet ve aşağılık damgası vurduğu, lanet ettiği iki milyonu aşmayan Yahudi bir topluluk acaba yüzmilyondan fazla Müslümana nasıl musallat olmuştur? Müslümanların ülkelerinde demiyorum, bilakis Müslüman ülkelerin kalbinde kendine nasıl bir devlet kurabilmiştir?
Allah’ın Kitabı’nda şunu okumaktayız: “O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.”[1013]
“Onlar size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.”[1014]
“Kafirler sizinle savaşacak olsa, gerisin geriye kaçarlar.”[1015]
Halbuki bugün, bunun tam tersi bir gerçekle karşılaşıyoruz. Asli kafirlerden ve mürted yöneticilerden olan kafirler, Müslümanlara en kötü azabı tattırıyorlar. Müslümanların erkeklerini öldürüyorlar, zindanlara dolduruyorlar ve işkenceler ile yok ediyorlar. Müslümanların kadınlarını esir alıyorlar ve tağutların zindanlarında onların ırzına geçiyorlar. Halkın rızıklarını kesmeleri, servetlerini yağmalamaları, dini değiştirmeleri, nesillerin İslam’dan uzak yetişmeleri için fitneleri ve ahlaksızlıkları yaymaları da yaptıkları en belirgin işlerindendir.
Bugün, geniş çaplı bir halde İslami ilimler hakkında çalışmalar yapıldığını görmekteyiz. Ancak bu çalışmaların hiçbir faydası olmamakta ve Müslümanların mevcut durumundan hiçbir şeyi değiştirememektedir. Bunun sebebi ise ilmin bereketinin bulunmamasıdır.[1016] Çünkü bu ilmin ve yapılan çalışmaların hedefi, Allah’ın rızasını kazanmak değil, liderlik, memurluk, sultanların batıllarını gizlemek ve hatta desteklemek ya da memleketlerde azgınlaşarak her tarafı fesatla dolduran kafirlerin iktidarlarını güçlendirmektir. İman eden ve salih amel işleyen ilim ehli elbette bunun dışındadır. Bugün İslami neşriyatın çokluğu, sesli ve görüntülü yayınlar, gazeteler, dergiler, haklı veya haksız verilen akademik ünvanlar, İslam adına düzenlenen konferans ve kongreler, yarışmalar, İslam enstitüleri, radyolar, televizyonlar ve her seviyeden yayınlara baktığımızda, eşi görülmemiş bir çokluk ve çeşitlilik olduğunu görürüz. Ancak bütün bunların ne kadar yarar sağladığını sorgulamamız gerekir.
Burada Müslümanların içinde bulunduğu durum üzerinde uzunca duramayacağız. Bu konu ile ilgili yapılmış uzun çalışmalar bulunmaktadır. Mesela Dr. Muhammed Cemil el-Mısri’nin “Kitabu Hadiri’l-Alemi’l-İslamî” isimli çalışmasına bakılabilir. Ben burada, sadece belirttiğim beş esasın bugün üzerinde bulunduğumuz durumumuzla ilgisini her Müslümanın bilmesini hedefledim. Şöyle ki:
Müslümanların yardım ve zaferden yoksun kalmalarının sebebi, ilim ve amel olarak imandaki büyük eksikliktir. Allahu Teala; “Mü’minlere yardım etmek bizim üzerimize bir haktır”[1017] buyurmaktadır. Allah’ın verdiği bu söz neden bizim için gerçekleşmiyor? Allahu Teala şöyle buyurur: “Gevşemeyin, üzülmeyin, iman etmişseniz mutlaka siz en üstünsünüzdür.”[1018] Bu, yukarıda işlediğimiz esasların üçüncüsüdür.
İçinde bulunduğumuz bela, bölünme, dağılma ve zillet, günahlarımız ve ihmalkarlıklarımız sebebiyledir. Çünkü Allahu Teala şöyle buyurur: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (bununla beraber) Allah çoğunu affeder”[1019] “Başına gelen kötülük ise nefsindendir.”[1020] Bu kötülük ve günahlardan biri, belki de en önemlisi, cihadı terketmektir. Cihadı terketmekten de daha kötü olan ise, bu terketmeye kılıf uydurmak ve bu kılıf için şer’i delilleri eğip bükmektir. Bu ise dördüncü esastır.
Allahu Teala’nın yardım ve desteğinden mahrumiyet ve içinde bulunduğumuz bu aşağılık ve zillet halinden kurtulmanın tek yolu, hayatımızı Allah’ın razı olduğu ve sevdiği bir hale dönüştürmektir. Çünkü Allahu Teala; “Şüphesiz bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah, onlarda bulunanı değiştirmez”[1021] buyurmaktadır. Bu ise beşinci esastır.
Şimdiye kadar söylenenler ışığında şunları söyleyebiliriz: Bugün İslam’ın egemenliği için çalışan İslami akımlar ve hareketler, Allah’ın vereceği yardım, zafer ve üstünlük için olması gereken şartları yerine getirmiş değillerdir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şekilde haksızlık yapmaz, ama insanlar kendi kendilerine haksızlık yaparlar.”[1022]
[958] 3 Al-i İmran/126
[959] 3 Al-i İmran/160
[960] 9 Tevbe/25-26
[961] 30 Rum/47
[962] 6 En’am/34
[963] 40 Mü’min/51
[964] 61 Saff/14
[965] 24 Nur/55
[966] 14 İbrahim/13-14
[967] 30 Rum/47
[968] Müslim, Ebu Hureyre’den Radıyallahu Anhu rivayet etmiştir.
[969] Buhari
[970] Fethu’l-Bari, 1/47
[971] 8 Enfal/59-60
[972] 47 Muhammed/4
[973] 8 Enfal/46
[974] 5 Maide/56
[975] 8 Enfal/60
[976] 4 Nisa/79
[977] 42 Şûra/30
[978] 8 Enfal/53
[979] 10 Yunus/44
[980] 3 Al-i İmran/165
[981] Bknz: Eş-Şınkiti, Advau’l-Beyan, 3/452-456
[982] 43 Zuhruf/36
[983] 3 Al-i İmran/153
[984] 4 Nisa/79
[985] 3 Al-i İmran/111
[986] 4 Nisa/76
[987] 47 Muhammed/11
[988] 30 Rum/41
[989] 32 Secde/21
[990] 3 Ali İmran/146-147
[991] 68 Kalem/28-32
[992] 13 Rad/11
[993] Bkz. İğasetu’l-Lehfan, 2/188-208, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, hicri 1407
[994] 4 Nisa/79
[995] 3 Al-i İmran/139
[996] 63 Munafikun/8
[997] 22 Hac/38
[998] 8 Enfal/64
[999] 3 Al-i İmran/68
[1000] 2 Bakara/257
[1001] 8 Enfal/19
[1002] 40 Mü’min/51
[1003] 61 Saff/14
[1004] 4 Nisa/141
[1005] 3 Al-i İmran/139
[1006] 47 Muhammed/35
[1007] 22 Hac/18
[1008] İbnu’l-Kayyim, el-Cevabu’l-Kafi, 80-81
[1009] 42 Şûra/30
[1010] 8 Enfal/53
[1011] 13 Rad/11
[1012] İbnu’l-Kayyim, el-Cevabu’l-kafi, 85-86, Daru’n-Nedveti’l-Cedide, hicri 1400
[1013] 4 Nisa/76
[1014] 3 Al-i İmran/111
[1015] 48 Fetih/22
[1016] Bkz. El-Cevabu’l-Kafi, 60-96
[1017] 30 Rum/47
[1018] 3 Al-i İmran/139
[1019] 42 Şûra/30
[1020] 4 Nisa/79
[1021] 13 Rad/11
[1022] 10 Yunus/44
Abdulkadir Bin Abdulaziz