Her müslüman mü’min midir? İşte sorunun yanıtı
“Müslüman ayrı, mü’min ayrı mıdır? Her Müslümana mü’min, her mü’mine de Müslüman denir mi? Müslümanla mü’mini ayrı ayrı düşününce nasıl bir sonuç ortaya çıkıyor?
2008-07-22
“Müslüman ayrı, mü’min ayrı mıdır? Her Müslümana mü’min, her mü’mine de Müslüman denir mi? Müslümanla mü’mini ayrı ayrı düşününce nasıl bir sonuç ortaya çıkıyor? Gerçekten böyle insanlar var mıdır? Yani sadece Müslüman, sadece mü’min…”
Toplumda iman esaslarına inandığı halde, ticaret, hukuk, ceza gibi İslam’ın sosyal hayata bakan yönlerini kabul etmeyen kimselere rastlayabiliriz.
Buna karşılık, hiçbir şeye inanmadığı halde, İslam’ın sosyal hayata getirdiği prensiplere taraftar olduğunu söyleyenlere de rastlamak mümkündür. Konunun anlaşılması için öncelikle “İslam-iman ve müslim-mü’min” kavramlarının içeriğine bakmak gerekiyor. İslam; “teslim olmak, boyun eğmek” demektir. Terim olarak da “İslam”, ALLAH Resulünün haber verdiklerini kabul edip, bütün varlığıyla teslim olmak, itaat etmek ve boyun eğmektir. İslam’ı kabul edene de Müslüman denir.
İman ise, bir şeye hiç tereddüt etmeden kesin olarak inanmaktır. Terim olarak iman, ALLAH’ın varlık ve birliğine, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) O’nun peygamberi olduğuna ve peygamber olarak insanlara duyurduğu şeylerin hak ve doğru olduğuna inanmaktır. Bu iki kavram, ruh ve beden gibi birbirinden ayrılmayan, ayrıldığında bir anlam ifade etmeyen şeylerdir.
Konuyu açıklamak için ayet ve hadislerden birer örnek verelim. Benî Esed kabilesinden bir topluluk, Peygamberimize geldiler. Bunlar gerçekten iman etmedikleri halde ganimetlerden pay alabilmek için kelime-i şehadet getirip mü’min olduklarını söylediler. Peygamberimiz tereddüt içindeyken şu ayet nazil oldu: “Bedevilerden bazıları ‘İman ettik’ derler. Onlara de ki: Hayır, iman etmediniz. Siz ‘Müslüman olduk’ deyin. Çünkü iman henüz kalbinize girmiş değildir.”1
Bir defasında Peygamberimiz, kalplerini İslam’a ısındırmak amacıyla birkaç kişiye ganimetten pay dağıtıyordu. İçlerinden birisine bir şey vermedi. Bunu fark eden Sa’d bin Ebi Vakkas, Peygamberimize sebebini sordu: “Ya ResulALLAH, falan adamı niçin bıraktınız? VALLAHi, ben onu çok iyi bir mü’min biliyorum” dedi. Peygamberimiz, “Yahut Müslüman” buyurdu. Hz. Sa’d biraz sonra tekrar sordu: “Ya ResulALLAH, falanı niçin bıraktınız? VALLAHi ben onu iyi bir mü’min biliyordum.” Peygamberimiz yine “Yahut Müslüman” dedi. Hz. Sa’d’in üçüncü defa sorusuna Peygamberimiz yine aynı cevabı verdi.2
Konu günümüzde nasıl görülüyor? Bediüzzaman meseleye şöyle bir açıklık getiriyor:
“Eskide bazı dinsizleri gördüm ki, Kur’ân’ın hükümlerine bütünüyle taraftar olduklarını gösteriyorlardı. Demek o dinsiz kişi, bir yönüyle Hakk’ı kabul ettiği için İslamiyet’e mazhardı. ‘Dinsiz bir Müslüman’ denilirdi. Sonra bazı mü’minleri gördüm ki, Kur’ân’ın hükümlerine taraftar olmuyorlar, kabul etmiyorlar; ‘gayr-ı müslim bir mü’min’ tabirine mazhar oluyorlar.”
Zamanımızda da bu tür insanlar yok değildir. Böyleleri inandıklarını söyledikleri halde Kur’ân’ın bazı hükümlerine karşı çıkarlar, Batı kaynaklı hükümleri kabul ederek onların uygulanmasını isterler. Bu durumda olanlar “gayr-ı müslim mü’min” sınıfına girerler, Müslüman olmayan mü’min olurlar. Bunun tam tersi de söz konusudur. Yani İslam’ın sosyal hayta getirdiği bazı ahkâmı kabul ettikleri halde, iman nimetinden mahrumdur, bunlar da “gayr-ı mü’min müslimdir”; yani mü’min olmayan Müslümandır. Her ikisi de yeterli değildir, kişiyi kurtarmaz. Bu kabullerin âhiret açısından bir değeri yoktur. Ancak ikisi bir arada olursa makbul görülür.
1. Hucurat Suresi, 14.
2. Müslim, İman:237.
3. Mektubat, s. 31.
MEHMET PAKSU NUN YAZISI ( KAYNAK:KADINCA KARARINCA )