Geçen bölümde bahsetmiş olduğumuz “Batıdaki kadının yeri” adlı konumuzda, Batının tarihte ve günümüzde kadına vermiş olduğu değerin ne kadar vahim olduğunu görmüştük. İşte bahsetmiş olduğumuz Batıdaki bu durum, Batının ağzında sakız gibi çiğneyip durduğu, onunla övünüp ve İslam’a saldırdığı kadın erkek eşitliği fikrinin ne kadar düşük bir fikir olduğunu görebiliriz. Bundan dolayı Batıdaki kadın erkek eşitliği fikri bir farazidir ve kadınlara faydadan çok zarar getirmektedir.
Kadınları ailelerinden koparıp kadın-erkek eşitliği yarışına sokan, bir mal gibi moda sektörü ve medyalarda sergileyen, tacizlere maruz bırakan, gece gündüz çalışmaya zorlayan, kendilerini çirkin gösterip güzellik ideallerine ulaşmak için milyonlarca para harcatan, ev kadınlığını ve anne olmayı değersiz sayan ve kadınların şeref ve onurunu hiçe sayıp ayaklar altında çiğneyen Batının kendisi değil midir?
İslam’da kadına ne gibi değer ve haklar verildiğini incelemeden önce, İslam’ın beşiği olan Arap yarımadasında ki müşriklerin cahiliye devrinde kadınlara vermiş oldukları değere bir göz atalım.
Cahiliye dönemi, Arap toplumunda çevrede ki diğer cahiliye toplumları gibi kadına son derece kötü muamele edilirdi. Ona insan olarak hiçbir hak tanınmazdı. Erkeğe göre konumu utanılacak düzeyde düşük tutulurdu. Bu konum, insandan çok bir eşya konumu idi. Daha çocuk yaşta iken bu baskılar kendini gösterir, kimi zaman da diri diri toprağa gömülürdü. En şanslı zamanında horlama, sıkıntı ve ezilmişlik altında yaşardı. Evlendiği zaman kocasının mallarından bir mal sayılır, deveden ve attan daha ucuz, daha değersiz tutulurdu. Bu sıkıntı ve baskılar boşanınca da şiddeti artarak sürerdi. Çünkü eski kocası razı olup izin vermedikçe evlenmesi engellenirdi. Bazen de eski kocasına yeniden geri dönmek ister, fakat bu dönüşüne bu defa da ailesi karşı çıkardı.
Bunun yanı sıra toplum kadını bir gönül eğlencesi, bir zevk aracı olarak kullanıyor, erkekleri baştan çıkaran bir fitne unsuru, bir ayartma faktörü, çıplak ve hayasız bir şehvet aracı olarak başı boşluğun kucağına atıyordu.
İslam’dan önceki müşrik Araplara göre, erkek gibi savaşamaz, ailenin namus ve şerefini koruyamaz düşüncesiyle kız çocuğundan utanç duyulurdu. Bu yüzden Arap kabileleri arasında küçük kız çocuklarını öldüren, diri diri toprağa gömenler vardı. İşte Kur’anı Kerim, asırlarca bu anlayış içinde bulunan toplumun çirkin davranışlarını şiddetle kınamıştır.
“Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” (Nahl: 58-59)
İslam’dan önce, yalnız cariyeler değil, hür kadınlar dahi miras yoluyla varislere intikal ederdi. Kişi öldüğü zaman başka kadından doğmuş oğlu veya akrabası, ölenin karısının üzerine elbisesini atar “malına varis olduğum gibi karısına da varis olurum” derdi. Böylece kadın ona kalır, dilerse onu başka biriyle evlendirip karşılığında para alır dilerse kendisi onunla evlenirdi. Kadının isteyip istememesi önemli değildi.
Bazı insanlar, varisi bulundukları yetim kızların mallarını ele geçirmek için, hoşlanmadıkları halde onlarla evlenirdi. Evlendikten sonra da hayatı o yetimlere zindan ederlerdi.
İslam’dan önce erkek istediği kadar kadınla evlenebilirdi. Bazı kimselerin 5, 10, 15, 20 hatta daha fazla kadına sahip olanlar da vardı. Cahiliye döneminde Araplar arasında bunlara benzer nice gelenekler vardı.
Bu geleneklerin tümü iki cins arasındaki ilişkiyi mal alım-satımı, ya da hayvanlar arası ilişkiler düzeyine düşürmekte idi.
İşte, İslam kadın-erkek ilişkilerini bu hayvansal çukurdan çıkartarak o yüce ve onurlu, insan onuruna yaraşır düzeye getirdi. O insan ki, yüce ALLAH tarafından şerefli kılınmış, kendisini diğer varlıklardan üstün kılmıştır.
ALLAH insanı, hayvandan farklı muayyen bir fıtrat üzerine kadın ve erkek olarak yaratmıştır. Erkek insan olduğu gibi kadın da bir insandır. İnsanî özellikler açısında erkek ile kadın arasında fark yoktur. Kadın ve erkek olarak, her ikisini toplumun bir parçası sayıp hiç ayırım yapmadan toplumda yaşamalarını taktir etmiştir.
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve ALLAH’a inanırsınız.” (Ali-İmran: 110)
“Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alı korlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, ALLAH ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara ALLAH rahmet edecektir. Şüphesiz ALLAH azîzdir, hikmet sahibidir.” (Tevbe: 71)
İnsan neslinin devamını, kadın ve erkeğin birlikteliğine ve toplumda beraber yaşamalarına bağlı kılmıştır. Cenab-ı ALLAH, erkekte olduğu gibi kadında da açlık, susuzluk, def-i hacet gibi organik ihtiyaçları yarattığı gibi, beka, nevi ve tedeyyün (dindarlık) iç güdüsünü da yaratmıştır. Birinde bulunan organik ihtiyaçlar ve içgüdüler diğerinde de vardır. Birinde yarattığı, düşünme gücünün aynısını diğerinde de yaratmıştır. Erkekte bulunan akıl kadında da mevcuttur. Çünkü, Cenab-ı ALLAH aklı, sadece “insan” için yaratmıştır. ALLAH’u Teala iki cinsi, ALLAH’a kulluk mertebesinde eşit saymıştır.
“ALLAH, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vadetti. ALLAH’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.” (Tevbe 72)
Kur-anı Kerim, kadın ve erkeğin birbirlerini tamamladıklarını, birisi olmadığı taktirde diğerinin de olamayacağını insanlık bakımından aralarında bir fark bulunmadığını söyler.
Hucurat Suresinde bu hususla ilgili şöyle zikredilmektedir:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.” (Hucurat 13)
“Sizi bir tek candan (Âdem’den) yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini (Havva’yı) yaratan O’dur.” (A’râf 189)
Burada kadının, erkeğin kendisinden yaratıldığı, kendisi gibi insan olduğu, ancak onunla huzur bulacağı ve rahat edeceği anlatılmaktadır. Peygamber (sav) de kadınların, “erkeklerin bir parçası” olduğunu söylemiş ve Veda Haccında şöyle buyurmuştur: “Kadınlar hakkında ALLAH’tan korkunuz. Çünkü siz onları ALLAH’ın bir emaneti olarak aldınız…”
ALLAH’u Teala şöyle buyurmuştur:
“Onlarla iyi geçinin.” (Nisa 19)
İnsanların yaratıcısı yüce ALLAH erkek ve kadını yaratırken onların tabiatını, neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu en iyi şekilde bilen de O’dur. Bundan dolayı İslam’da erkek ya da kadın olmasına bakılmaksızın, insan, olma vasfı ile insan için haklar ve yükümlülükler verildi. Özel nassa dayanarak kadına bazı özel hükümler verildiği gibi erkeğe de verilmiştir. Sünnette bu husus ayrıntılı olarak beyan edilmiştir.
İslam, insanı imana davet ederken ve İslam davetini yüklerken erkek ile kadın ayrımı yapmamıştır.
Aynı şekilde namaz, oruç, hac ve zekat gibi ibadetlere taalluk eden teklifleri yaparken de bir ayırım yapmamıştır. Kadın-erkek ayırımı yapmadan ahlaki karakterlerin Şer-i hükümlere göre olmasını istemiştir. Alış-veriş, icare (kira), vekalet, kefalet ve benzeri muamelat hükümlerinde, ALLAH’ın hükümlerine karşı gelenlere uygulanması gereken hadlerde, cinayetlerde ve tazir cezalarında kadın-erkek farkı gözetmeksizin tümünü “insan” olarak ele almış ve aynı kategoride değerlendirmiştir. Erkek ve kadın ayrımı yapmadan ilim öğrenme ve öğretme görevini tüm Müslümanlara farz kılmıştır. Kadın istediğinde, kadınlığını istismar etmeyen herhangi bir işte çalışabilir, mülk sahibi olur, miras alır, miras bırakır, vasiyet eder, vasiyeti yerine getirilir, borç alıp verebilir. Kur’an kadına her türlü mülkiyet ve mülkün de tasarruf hakkı tanıdığı gibi biat verme hakkı tanımıştır. Mumtehine sûresinde ALLAH (cc) şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, ALLAH’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için ALLAH’tan mağfiret dile. Şüphesiz ALLAH, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Mumtehine 12)
Önceden belirtildiği gibi bazı hükümler sadece kadına, bazıları da sadece erkeklere aittir. Mesela; şeriat kadını bir ana ve evinin eğitimcisi olarak takdim ettiği gibi erkeği de evin yani, ailesinin rızkını temin etmekle mükellef kıldı. ALLAH’u Teala cihadı erkeklere farz kılarken kadınlara mubah kılmıştır. Bu gibi bir çok hükümler mevcuttur.
İslam, Şer-i teklifleri getirirken, hem kadını hem de erkeği bu hükümlerle mükellef kılmıştır. Her ikisinin fiillerine çare getiren Şer-i hükümleri beyan ederken, kadın ve erkeğin birbirine eşit olup olmadığını, aralarında üstünlüğünün bulunup bulunmadığını dikkate almamıştır. Kadının erkeğe veya erkeğin kadına eşit olma meselesi, İslami hayatta bir problem değildir. Çünkü İslam cemaat ve toplumun birbirleriyle kaynaşmalarını garanti eden kuvvetli bir temel üzerine kurulmuştur.
ALLAH Teala:
“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsra 70) diyerek, şerefli kıldığı insanın kerametine layık gerçek saadeti hem erkek, hem de kadın için temin etmiştir.
Görüldüğü gibi Batının İslam’a, kadın-erkek eşitliği fikri ile açmış olduğu savaşın ne derece yanlış olduğu ortadadır. Batı, ne yazık ki İslam’ın kadına vermiş olduğu değeri hiç bir zaman vermemiş ve vermemektedir. Bundan dolayı Batıda kadının yeri değersizdir. İslam da ise, kadınlar bütün haklara sahip olduğu gibi onların ırz ve namusları korunur, bir mal gibi alınıp satılmaları yasaklanır. Hatta İslam kadının düşmüş olduğu hayvanî seviyeden çıkartıp, layık olduğu mevkiine yerleştirmiştir. Kadın bir insandır, bir annedir. Resul (sav) de; “Cennet, annelerin ayakları altındadır!” buyurmuştur.
Hiçbir nizam İslam kadar kadına değer vermemiştir. Zira İslam, insan (Kadın-erkek) fıtratına en uygun dindir.
Yurdagül Ü. Sadık