Bazı kimselerin dediği gibi Üstad Hazretleri Mehdi-yi Azam mıdır? Üstadımız eğer Mehdi-yi Azam ise, artık Mehdi gelmeyecek ise Üstad Hazretleri eserlerinde neden Hazret-i Mehdi geleceğinden bahsetmiştir? Hem Resul-i Ekrem (ASM)’in “Her yüz senede Cenab-ı Hak bir Müceddid-i din gönderiyor.” Ve “Mehdi-yi Azam yeryüzünde Hilafeti Muhammediye ünvanı ile kırk yıl hüküm sürecek” Hadis-i Şerifleriyle, “Üstadımız, Mehdi-yi Azamdır.” Diyen kimselerin bu sözlerinin Vech-i Tevfik’i nasıldır?
Çünkü Üstadımız, 14 ncü asrın müceddiddir. Kıyamet ise ”La yalemul gaybe illALLAH” 1500’den sonra kopacağına göre 15 nci asrın da bir müceddid-i olması yukarıdaki hadisin sırrı ile lazım gelmez mi? Hem diğer hadise göre “Mehdi-yi Azam kırk yıl Hilafeti İslamiye unvanı ile yeryüzünde hüküm sürecek” halbuki Üstadımız yirmi sekiz senelik bir ömrü hapishanelerde geçmiştir. Böyle bir saltanata mazhar olmadı. Bu ihtilaflı meselenin hallini sizden rica ediyoruz?
Elcevab; Evvela; Bu abd-i pürkusur, hiçbir davası olmamakla beraber Kur’an şakirtleriyle olmak bile, kendi kabiliyetinin çok fevkinde olduğunu anlamış ve sizin gibi mü’minlerle sohbet edip, şefaatinize nail olmak niyetiyle daha evvel birkaç kez yine bizden sorulan bu meseleyi, sualiniz münasebetiyle bir kez daha kaleme almış bulunmaktadır. Kalemimdeki ciddiyet, şahsı manevinizin dua ve himmetiyledir.
Saniyen; Hadis-i Şerifin nassı ile sabittir ki; Mehdi-yi Azam diye isimlendirilen ahir zamanın son Mehdisi, yeryüzünde hilafet-i İslamiye ünvanı altında Sünnet-i Nebeviye dairesinde dünyanın büyük bir sultanı ve hakim-i adil olarak kırk sene hüküm sürecektir diye bütün sahih kitaplarda mevcuttur.
Bu Hadis-i hiçbir İslam alimi, Üstad Hazretleri dahil tevil etmemişlerdir. Bu hadisin nası ile, ehl-i sünnet vel cemaate göre Mehdi-yi Azam, küre-yi arzda, İslam aleminde fiilen hilafet-i Muhammediye (ASM) namı altında, sünnet-i Nebeviyeyi ihya eden, kırk sene saltanat süren ve alem-i İslam’daki şer’i şerife muhalif olan cümle devletlerdeki bid’aları temizleyen bir hakim-i adildir. Fiilen hilafet-i ruy-i zemin vazifesini yapmayan müceddid-i dine ve müçtehidin-i izama ehl-i sünnet vel cemaate göre Mehdi-yi ahir zaman denilmez.
Salisen; Şiilerin Resul-i Ekrem (ASM)’den mervi olarak kabul ettikleri ve bütün ehl-i sünnet vel cemaat ulemasının ise mevzudur, aslı yoktur dedikleri bir hadiste Resul-i Ekrem (ASM) şöyle buyurmaktadır;
“Mehdi-yi ahir zaman çıkacak ve onun altı talebesi olacak. Mehdi vefat ettikten sonra o altı talebesi onun yerine geçecek ve onun yerine hüküm sürecek. Yani devlet idaresinde hükümdar olup, şeriat-ı garrayla hükmedecek.”
Firak-ı dalleden olan Şiiler, bu hadisin Resulullah (ASM)’den mervi olduğunu ileri sürmüşler. Fakat bütün ehl-i sünnet vel cemaat uleması ve hadis imamları ise bu hadisin mevzu ve asılsız olduğunu kitaplarında ispat etmişlerdir.
Çünkü Şiilerin inancına göre; Mehdi-yi ahir zaman hükümdar olmayan bir zata da denilebilir. Ehl-i sünnet vel cemaate göre ise; küre-i arzda, İslam aleminde fiilen hilafet-i İslamiye unvanıyla hüküm sürmeyen zata, Mehdi-yi ahir zaman veya Mehdi-yi azam denilmez.
Rabian; El işaa adlı eserin 112nci sayfasında mealen şöyle denilmektedir;
“Resul-i Ekrem (ASM), hadis-i şeriflerinde Hazret-i Mehdinin geleceğini ve dünyada hilafet-i Muhammediye (ASM) unvanıyla kırk yıl hüküm süreceğini, Hazret-i İsa (AS)’in da semavattan nüzul ile kırk beş yıl hakimiyet süreceğini, hem önce Hazret-i Mehdinin geleceğini, otuz üç yıl hilafet-i Muhammediye unvanıyla şeair-i İslamiyeyi ihya etmek ve inkilabat-ı zamaniye ile çok ahkam-ı Kur’aniyenin ve şeriat-ı Muhammediye’nin (ASM) kanunlarının bir derece tatile uğramasıyla o zat, İslam aleminin birlik ve beraberliğini temin edip, hilafet-i İslamiyeyi ittihad-ı İslam’a bina ederek vazife göreceğini, daha sonra yedi veya dokuz yıl semavattan nüzul eden Hazret-i İsa (AS) ile beraber vazife görüp, Müslümanlarla İsevi ruhanileri ittifak edip, Kur’anı tüm devlet idarelerinde hakim kılıp, din-i İslam’a hizmet edeceklerini, Hazret-i Mehdi bu vazifelerini itmam ettikten sonra vefat edip, Hazret-i İsa (AS)’in otuz sekiz veya otuz altı yıl yalnız başına din-i İslam’a hizmet edeceğini haber vermiştir.”
Bu hadislerden anlaşılıyor ki, Hazret-i Mehdi ile Hazret-i İsa (AS)’in toplam hizmet süreleri seksen beş yıldır. Bunun yedi veya dokuz yılında beraber hizmet ettikleri için, bu yedi veya dokuz yılı toplam hizmet süreleri olan seksen beş yıldan çıkarırsak yetmiş sekiz veya yetmiş altı yıl kalır. Bu süre 1411 ile 1506 tarihleri arasında din-i İslam’ın bütün cihanda hakim olacağı sürenin toplamıdır.
Şimdi Hicri 1411 yılındayız. 1506’ya kadar doksan beş yıl var. Bu doksan beş yıldan İslam hakimiyetinin toplam süresi olan yetmiş sekiz veya yetmiş altı yılı çıkarırsak on yedi veya on dokuz yıl gibi bir boşluk süresi ortaya çıkar. Bu on yedi veya on dokuz yılında 1411’i müteakip mi, yoksa 1506’dan evvel mi olacağı şüphelidir.
Hamisen; Üstadımızın mübarek talebelerinden bir zat, Üstadın vefatından sonra, manevi alemde terakki ederken velayet makamlarından biri olan Mehdilik makamının gölgesi altına girdiğinden kendisini o makamda görmüş ve Mehdi olduğunu ilan etmiş. Bu fitneyi söndürmek niyetiyle Üstadımızın bazı talebeleri “Üstadtan sonra Mehdi gelmeyecek” diye bazı telkinatta bulunmuşlardır. O mücadelenin ifrat ve tefriti yüzünden bugünkü hal meydanı almıştır. O zat her ne kadar mesul olmasa da ifrat sebebiyle o hisse kapılmasından meydana getirdiği zarar ne kadarsa, “Üstadtan sonra Mehdi gelmeyecek” diye bütün Müslümanların ümidini kırmak ve “Cenab-ı Hak her yüz senede bir müceddid-i din gönderiyor” diyen Resul-i Ekrem (ASM) tebşiratından bu asırdaki insanları hissesiz çıkarmak sebebi ile verilen zarar ise, ondan daha büyüktür.
Bu tehlikelerden, ifrat ve tefritten kurtulmak için Üstad Hazretlerinin ileride nakledeceğimiz beyanatlarına istinaden Risale-i Nurun cereyanı, Mehdilik cereyanıdır. Ve bu cereyanın üç mümessili var diye biliriz.
Birinci Mümessili; Üstadımız ve Risale-i Nurun mevcut talebeleri.
İkinci Mümessili; Hayat-ı İçtimaiyeyi İslamiye de hilafet unvanıyla kırk sene hükümdar olacak ve Risale-i Nuru kendisine program edecek zat ki, Hazret-i Mehdidir ve onun cemaat-ı nuraniyesi.
Üçüncü Mümessili ise; Hazret-i İsa ve onu şakirtleridir. Hazret-i İsa ki, peygamberdir, hiçbir veli ona yetişmez. Bu Kur’ani hizmetin başına geçip beşeri dünya ve ahrette mesut edecek bir saltanatın başına geçecek ve kırk beş yıl yeryüzünde hüküm sürecektir.
Evet Risale-i Nur, takriben 250 senelik bir zamanı, kendisi ile meşgul eden ve edecek bir hakikat-ı Kur’aniyedir. Üstadımız Risale-i Nurdan sonra hakikat aleminde başka bir cadde-i Kur’aniye kıyamete kadar açılmayacağını ve ancak bu dairede iki tane müceddid daha geleceğini ve bu zatların Risale-i Nuru zirve-yi fulyasına ulaştıracaklarını yani şeriat ve hayat dairelerinde müceddidlerin geleceğini haber vermiş. İnşALLAH bu vad-i İlahide tahakkuk edecektir.
Nasıl ki Nakşi tarikatında İmam Nakşibendi’den sonra çok müceddidler o tarikatın tasfiyesi için geldiler, ikinci bir caddeyi açmadılar. Öylede Risale-i Nurun hakikat dairesinden başka bir daire açılmayacak denilse doğrudur. Amma Risale-i Nur mesleğinin geliştirilmesi için, şeriatın ihyası için ve içtimai hayatın düzelmesi için başka bir müceddid-in gelebileceğini tekzib etmek ise yanlıştır.
Evet Üstadımız, biri İman ve şeriat, diğeri hayat-ı içtimaiye cihetiyle iki müceddidin daha geleceğini haber vermiş.
Risale-i Nur hakaik-i imaniye ve Kur’aniye ye bir yol açmış. Bu yolunda üç vazifesi var. Biri iman, biri şeriat, diğeri de hayattır. Bu vazifelerinde üç mümessili var. Bu mümessillerden biri iman, biri şeriat, biri de hayat vazifesi ile muvazzaftırlar.
İşte Risale-i Nurda geçen “Ahir zamanda gelecek zat” cümlesinde geçen zattan ve mehdi tabirinden murat bu üç mümessilin mecmuudur. Risale-i Nur dairesi içinde bu zatlar (Yani bu üç müceddid olan Üstad (RA), Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa (AS)) bu vazifeleri yapacaklar demektir.
Sadisen; Üstadımız Risale-i Nurda açık ifade ile, 1300’den bir asır sonra deccal ve Mehdi geleceğini haber vermiştir. Yani 1400’den 1500’e kadar olan tarihler arasında gelecekleri bekleniliyor ve bu tarihler yani 1400 ile 1500 tarihleri arasında Hazret-i İsa (AS)’in da nüzulü bekleniliyor.
Üstadımızın sırrı İnna Atayna Sikke-i Tasdik-i Gaybi ve Kastamonu Lahikası gibi bazı eserlerden anlaşıldığına göre Mehdi-yi Azam, deccal-ı A’ver-i Ekber ve Hazret-i İsa (AS)’in nüzulü 1400 ile 1500 tarihleri arasında bekleniliyor ve henüz gelmemişlerdir.
Beşinci Şuada Üstadımız hadisleri izah ve te’vil ederken, bir te’vili şudur diyor. Manası çıkmış, zuhur etmiş demiyor. Müracaat edilsin.
Beşinci Şuada bahsedildiği deccal ve süfyan meselesi ise, deccal-ı ekberden evvel gelen küçük deccallar demektir. Yoksa büyük deccal ve büyük Mehdi 1400’den sonra geleceklerini kesin bir şekilde nurlarda da söylüyor. Yani Lenin ve emsali gibi gelmişler, büyük deccalın pişdarı oldukları gibi, Risale-i Nurda Hazret-i Mehdi-yi Azam ve Hazret-i İsa’nın pişdarıdır.
Sabian; Üstadımız Mektubat adlı eserin 440ncı sayfasında şöyle buyurmaktadır;
“Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u a’zam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zâtları göndermiş; fesadı izale edip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmedîyi (ASM) muhafaza etmiş. Madem âdeti öyle cereyan ediyor, âhir zamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a’zam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır. Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelal; Mehdi ile de âlem-i İslâm’ın zulümatını dağıtabilir. Ve va’d etmiştir, vaadini elbette yapacaktır.”
Üstadımız burada Mehdi-yi ahir zamanın hakim olacağını haber vermiş. Yani Hazret-i Mehdi halife-i ruy-i zemin olacaktır. Halbuki Üstadımızın hayatı hükkamların hakareti ve zillet altında geçmiştir. Böyle bir zatın Mehdi-yi Azam olduğunu dava etmek ifrattır ve Üstadın Mektubattaki izahatını dinlememekten başka bir şey değildir.
Hem en büyük bir müçtehid olacaktır demiş. Halbuki İçtihad Risalesi şahid-i kat’idir ki, Üstadımız içtihad yapmamış ve müçtehid değildir. Böyle bir şeyi dava etmek bu cümleyi ve İçtihad Risalesini kabul etmemektir.
Üstadımız imani meselelerde müçtehiddir ve Risale-i Nur ise Kur’an ve hadisten sonra en büyük bir hüccet-i imaniyedir ve Mehdinin pişdarıdır diyebilirsiniz ve Mehdidir diyemezsiniz diyor. Yani Risale-i Nur, Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa (AS)’den yüz sene evvel gelip, tecdid vazifesi yapıyor. Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa (AS) ise, Risale-i Nurda yüz sene sonra gelip, onu imani bir program olarak neşredecekler. Ahkam ve furuattaki tecdidatı, Hazret-i Mehdi ile Hazret-i İsa (AS) yapacaktır. Yani Risale-i Nur, akaide ait olan mesailin müçtehidi ise, Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa ise ahkam ve furuatın müceddididirler.
Saminen; Hüsnü zanla, dava etmemek şartıyla ulvi makamatta terakki eden bir şahsın Üstadını o makamda gördüğünde, keşf ettiğinde halka söylememek şartıyla böyle Rabbi ile kendi arasında olan bir inanca ve itikada sahip olması o şahsa zarar vermez. Fakat o şahıs, manevi alemde gördüğünü bu maddi aleme tatbik etse hatadır.
Evet makamat-ı velayette bir makam vardır ki, makam-ı mehdi tabir edilir. O makamda bulunan mürşit zat kendisinin mehdi olduğunu ilan etmesinden mesul olmadığı gibi o mürşidin irşat ve terbiyesiyle o mehdilik makamının gölgesi altına giren talebesi de mürşidini o makamda görmekle mürşidinin mehdi olduğuna inanmasından ve böyle itikat etmesinden mesul olamaz. Fakat bu manevi alemde gördüğünü, maddi alemde tatbik ederse hata eder. (Tafsilatlı bilgi için Telvihat-ı Tis’a adlı esere müracaat edilsin)
Üstadımızın bazı talebelerinin Üstad Hazretlerine göndermiş oldukları lahika mektuplarında “Üstadım, sen mehdisin” dedikleri mektuplar, bu nevidendir. Yani Üstadın bazı talebeleri manevi alemde terakki ederken Üstadı, mehdilik makamında gördüklerinden o manevi alemde gördüklerini, keşfiyatlarını Üstad Hazretlerine beyan etmişlerdir.
Üstadımız ise, alem-i sahv de olduğu için o makamlardan geçtiği halde kendisine mehdi dememiştir. Ve alemi sahv da olan Üstadımızın müdakkik ve alim talebeleri de (Hacı Hulusi Bey, Hoca Sabri, Mehmet Feyzi Efendi, Hasan Feyzi, Hafız Ali, Hakkı Efendi, Hüsrev, Ref’et Bey vb. gibi) bu davada, yani Üstadlarının Mehdi-yi Azam olduğu davasında bulunmamışlardır. Manevi alemde Üstadı o makamda gören şahısların mektupları hüsnü zanla ve o manevi makama göre yazılmış mektuplardır. Alem-i maneviyeye bakar, alem-i maddiye bakmaz. Onların bu keşfiyatlarını alem-i maddiye tatbik etmek ise hatadır.
Daha sonra Üstadımız o talebelerinin hatalarını Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı eserin dokuz-on sahifelerinde mehdilik mevzuunda tashih etmiştir. Keşfiyatlarının doğru olduğunu, fakat iki noktayı iltibas ettiklerini o mektupta onlara haber vermiş, keşfiyatlarındaki o iki iltibas noktasını tashih etmiştir. O iltibastan;
Birincisi; Alem-i manevi ile alem-i maddiyi iltibas etmek.
İkincisi; Üç mümessilin ve cemaatların yapacakları vazifeleri bir şahısta ve talebelerinde görmeleridir.
Üstad Hazretlerinin bu mektubuyla, keşfiyatlarında iki noktayı iltibas eden o talebeler, Üstadın bu tashih ve ilanıyla böyle bir davadan vazgeçtiler.
Tasian; bu mehdilik meselesi ile Risale-i Nur ve Risale-i Nur müellifi ve Risale-i Nurun müdakkik, has ve eski talebeleri mesul tutulamaz. Çünkü Risale-i Nurda böyle bir şey mevcut değildir. Hazret-i Mehdinin geleceğine dair hüccet ve deliller ise daha sonra zikredeceğimiz eserlerdeki nakillerden de anlaşılacağı üzere çoktur. Hem Risale-i Nur müellifide böyle bir şeyi, yani mehdi-yi Azam, Mehdi-yi ahir zaman olduğunu dava etmemiş. Belki Mehdi-yi Azamın bir pişdarı olduğunu ilan etmiştir ve hem de Üstadın has ve müdakkik talebelerinden de böyle bir şey sudur etmemiştir. Yani Üstadlarının Mehdi-yi Azam olduğu davasında bulunmamışlardır. Öyle ise Risale-i Nur ve Risale-i Nurun müellifi olan Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ve Risale-i Nurun has ve müdakkik şakirtlerini bununla mesul tutmak hatadır. Çünkü onlar böyle bir şeyi dava etmemişler. Ahir zaman mehdisinin geleceğini de çok defa gerek yazı ile gerek şifai olarak söylemişlerdir.