Assalamu aleikum
Röportaj: Sümeyye AVCI
Sayın, Jamile Neesgaard (20, Danimarka) ile Röportaj:
Sümeyye Avcı (Avcı) :Müslüman olmadan önce insan, hayat ve kâinat hakkında nasıl bir bakış açısına sahiptiniz?
Jamile Neesgaard (Neesgaard): Müslüman olmadan önce Hıristiyan’dım. Lakin bu din yani Hıristiyanlık düşünerek seçtiğim bir din değildi. Anne ve babamın Hıristiyan olmasından ötürü miras edindiğim bir din idi. Şöyle de diyebilirim: Hıristiyan olmamın sebebi İncil’in benim için önem arz etmesinden dolayı değildi.
Başım sıkıştığında veya bir belayla karşı karşıya geldiğimde Yaratıcı’ya çok dua ederdim. Nasıl ibadet etmem gerektiğini bilmiyordum. O zamanlar kimse kimseye bir şey anlatmazdı. Çünkü o zamanlar Darvin teorisine bağlı olmak çok moda idi. Benim Yaratana olan bağlılığım tamamen içgüdüseldi. Aklî/entelektüel bir bağım yoktu. Benim o zamanki durumumu bugünkü bilinçsiz Müslümanlarla kıyaslayabiliriz. Bugünkü Müslümanlar Müslüman olduklarını dile getirirler fakat kanaatlerinin ne kadar sahih olduğu konusunda emin olmamakla beraber akıllarını da kullanmamaktadırlar.
Avcı : İslâm’dan önceki yaşantınızı biraz anlatır mısınız?
Neesgaard : İslâm’dan önceki yaşantım, içinden çıkılamayacak kadar karma karışık cahilane ve oldukça üzücüydü. Daha çocukken yaşamış olduğum toplumun ne kadar egoist bir toplum olduğunu kavramıştım. Henüz ilkokul 1. sınıfta Batı’nın fikir bombardımanı ile karşı karşıya kalmıştım. Benim modern ideallerimin olması gerektiğini anlatırlardı. Oysa bu idealleri yaşamak imkânsızdı. Batı’nın kadına olan bakışının kurbanı oldum. Bu da bende çok büyük olumsuz etkiler yarattı. Çünkü Batı’nın aşıladığı fikirler sonucunda tek düşüncem; görünüşümün iyi olup olmadığı, elbiselerimin yakışıp yakışmadığı olmuştu. Onların fikirlerine göre belirli bir giyim tarzı olacağı gibi bir gram fazla kilo da almamalıydım. Aksi takdirde çevrem beni dışlayacaktı. Bu da üzerimde büyük bir baskı yarattı. Toplumun omuzlarıma yüklediği baskının yanı sıra çevremde de sürekli baskı görüyordum.
İlköğretim yıllarım çok kötü ve ağır senelerdi. Çünkü sürekli Batı kadınının ideallerine göre yaşamam gerekiyordu ki, bu da insanlık dışı bir şey olduğunun göstergesiydi. Benim tanıdıklarımın beni örnek almasına ve okul notlarımın yüksek olmasına rağmen bu bana yeterli gelmedi. Hayatımda büyük bir boşluk hissediyordum. Bu baskı havası en sonunda psikolojik yönden oldukça yıprattı ve içimde esen fırtınalar bende şu düşünceye yol açmıştı: ‘Hayat yaşamaya değer mi’�
Avcı : Sizi Müslüman olmaya iten sebep neydi?
Neesgaard : 15 yaşındayken ve Batı hayat tarzının üzerimde oluşturduğu hayat tecrübesiyle şu karara vardım ki; yaşadığım hayatın amacı böyle bir yaşam tarzı değildi, olmamalıydı. Derin bir düşünceye daldım acaba yaşadığım bu hayat doğru muydu?� Etrafımdaki her şeyin -ben dâhil olmak üzere-, kendi kendine var olmasının imkânsız olduğu ya da ebedî olamayacağı düşüncesine vardım. Bu düşüncelerin sonucunda şu karara vardım ki: insan, hayat ve kâinat bir yaratıcı tarafından yaratılmıştır. Çünkü aklım, bunun dışında başka bir şeyi tasdik etmedi. Ama halen fıtraten rahatlamışta değildim. Çünkü daha dünyada var oluş gayemin cevabını hâlâ bulamamıştım. Yaratıcının varlığına iman etmiştim ama yaratıcı bizden neler yapmamızı istiyordu? Bunun yanıtını bulamamak beni son derecede rahatsız ediyordu. Bütün kültürleri araştırdıktan sonra bunların hepsinin aklımı ikna etmediğini ve fıtratımı tatmin etmediğini gördüm. En sonunda pes ettim. ‘Her şeyin bir yaratanı var ama yaratan, yaşam tarzını insanın kendisine bırakmıştır’ kanaatine vardım. İslâm’ı araştırmayı hiç düşünmemiştim ki, bunu da istemiyordum. Çünkü İslâm hakkında ‘İslâm kadını baskı altında tutan, ezen bir ideoloji’dir diye telkin edilen yoğun bir kara propagandanın tesiri altında olumsuz kanaatlere sahip olmuştum. Ben, nasıl bir kadın olarak Batı’nın kurbanı olmuşsam; Müslüman kadının da aynı şekilde İslâm’ın kurbanı olduğunu ve baskısı altında kaldığını düşünüyordum. Çünkü etrafımdaki cahil Müslüman kadınlardan böyle görmüştüm, hatta öyle ki bazen onlara acıyordum da’
Hayatımda uzun bir tatminsizlikten sonra bir Müslüman bayanla tanıştım. ‘İslâm’ın yegâne sahih bir ideoloji olduğunu, bunu bana aklî yollarla ispatlayacağını ve aklıselim olan bir insanın bunu inkâr edemeyeceği’ iddia ediyordu. İlk defa kendisine ve fikirlerine güvenen birine rastlamıştım. En sonunda onu dinlemeye karar verdim; okuduğu Bakara Sûresi 23. ayet bana çok etki yaptı:
Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’ın doğruluğundan şüpheli iseniz, haydi onunkilere benzer bir sure ortaya getiriniz ve davanızda sadık iseniz, bu hususta ALLAH’ın dışındaki şahitlerinizi yardıma çağırınız.
Hiç bir insanın Kur’an gibi değerli bir nizamı düzenlemeyeceğini, onu ancak Yaratıcı’nın yazabileceği kanaatine vardım. Ve Kur’an’ın, ALLAHu Teâlâ’dan olduğuna iman ettim. İslâm’a olan ilgim gittikçe arttı en sonunda İslâm’ın hak olduğuna iman ettim. Artık Müslüman olmam için hiç bir engel kalmamıştı. Ama ailemin ve arkadaşlarımın nasıl bir tepki vereceği beni çok düşündürüyordu. Düşündüm ki, kıyamet günü beni hesaba çekecek olan ailem veya çevrem değil, aksine ALLAH Subhanehû ve Teâla’dır. Bu yüzden Müslüman olmadan ölmek beni korkutuyordu. ‘Haydi, Müslüman olmadan ölürsem’� O kadar dehşet korkular içinde kaldım ki, hemen telefona sarıldım ve tanıştığım bayanı aradım. Ona Müslüman olmak istediğimi söyledim. Ona gittim ve ALLAH Azze ve Celle’nin tek ilah olduğuna, yaşantım boyunca yalnızca O’na itaat edeceğime, Hazreti Muhammed SallALLAHu Aleyhi ve Sellem’in O’nun elçisi olduğuna şahadet getirdim. Yalnızca O’na itaat edeceğime, bütün akıl dışı ideolojileri ve batıl nizamları inkâr edeceğime söz vererek İslâm’ı seçtim. Elhamdülillah, böylece Müslüman oldum. Yalnızca ALLAH Azze ve Celle’ye kulluk edeceğim için ve hayatta olan amacımın bilinci ile ilk defa bu kadar huzurlu ve mutlu idim. Daha dışarıya çıkmadan İslâmî kıyafet olan cilbab ve himarı büyük bir gururla giydim. Artık Batı hayatının vermiş olduğu o, ezilmiş, aşağılanmış ve araç olarak kullanılan kadın hüviyetinden kurtulmuştum. Öyle huzurluydum ki anlatamam.
Avcı : Peki Müslüman olduğunuzu çevreniz ve aileniz öğrendiklerinde ne gibi tepkilerle karşılaştınız ve bu tepkilerin sizde nasıl bir etki yaptığını biraz anlatır mısınız?
Neesgaard : Fikirlerimin 180 derece değişmesinden dolayı elbette çok tepki aldım. Sonuçta hayata olan bakışımı değiştirmiştim; tepkiler almamam imkânsızdı. Müslüman olmamın akabinde, müteakip günü, okula gitmeden önce annemin karşısına İslâmî kıyafetle çıkmaya karar verdim. Daha henüz Müslüman olduğumu kimse bilmiyordu. Annemin tepkisi sert oldu ‘Ne yaptığını sanıyorsun! Okuldan sonra doğruca eve gel!’ dedi. Bir anlık heves olduğunu zannediyordu. Okula gittim; o zamanlar 9. sınıfa gidiyordum. Herkes şoktaydı. Bütün arkadaşlarım artık benimle görüşmeyeceklerini dile getirdiler. Artık eskisi gibi bir dostluk kuramazdık birlikte. O gün, okul sonrası bir Müslüman bayan gelip beni alacaktı. Müslüman bayan beni almaya geldiğinde benim öğretmen ve eski arkadaşlarımla tartıştığıma şahit oldu. Bana yardımcı olmak için tartışmaya katıldı. Fakat Batılı fikirlerinde saplantılı ve bağnazlaşan öğretmen öyle kudurmuştu ki, Müslüman bayana kızmasıyla sert bir şekilde onu itmesi bir oldu. Müslüman bayanın düşmesi ve bahçe duvarına çarpmasıyla birlikte kaburgası kırıldı ve kolu yerinden çıktı. Bunu gören bir erkek kardeş öğretmene kızdı. Bütün olanlardan dolayı hiç bir suçum olmadığı halde bana iki seçenek sunuldu; ya kendim okulu terk edecektim, ya da atılacaktım. Her halükarda artık kabul edilmiyordum. Artık Batının kirli yüzünü daha iyi anlamıştım. Onların sunduğu sapık düzende nasıl yaşamışım hayret ediyordum kendime.
Avcı : Annenizin tepkisi sadece kızmak mı oldu?
Neesgaard : Hayır! Annemin tepkisi daha ağır oldu. Okuldan eve döndüğümde annem halen şoktaydı ve çok ağlıyordu. Küçük kızını kaybettiğini düşünüyordu. Benden de utanıyordu artık benimle yolda yürümek istemiyordu. Beni bir Hıristiyan okuluna yazdırmayı düşünüyordu. Bu arada babamla annem boşandıkları için -ki Batıda uzun müddet evli olan bir çifte rastlamak imkânsızdır- ayrı evlerde kalıyorlardı. Babam da erkek kardeşimle görüşmemi engellemişti. Kardeşimi tehdit ediyordu, artık benimle görüşmesini tamamen yasaklamıştı. Sebebi ise kardeşim de Müslüman olmak istiyordu ve onlar, buna karşıydılar. Bir süre sonra artık benim bu yolda ciddi olduğumun farkına vardıktan sonra, annem bana iki seçenek sundu; “ya Batı’nın istediği gibi giyinecektim (yani İslâmî kıyafetimi çıkartacaktım) ya da evi terk edecektim.” Hiç düşünmeden kendime kalacak bir ev aramaya başladım. Başörtümü ve cilbabımı çıkarmayı düşünemezdim. Çünkü ben Rabbime ‘O’na karşı gelmeyeceğime’ dair söz vermiştim. Annemin bu tepkisi ALLAH Azze ve Celle’nin yardımı ile beni daha da güçlendirdi. Bu durum bende asla negatif bir duygu oluşturmadı, Elhamdulillah.
Ama bugün, yani aradan 5 sene sonra annem ve babamla iyi bir ilişkim var. Şimdi Müslüman olduğuma seviniyorlar ve -Elhamdulillah- şu anda annem de Müslüman olmak istiyor. İnşaALLAH Rabbimin hak yolunu açık görür.
Avcı : Müslüman olduktan sonra, özellikle de bir kadın olarak hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu?
Neesgaard : Elbette birçok değişiklikler oldu. İslâmın kadına verdiği hakları hiç bir ideoloji ve nizam vermemiştir. Kâfirler, Müslüman kadının baskı altında olduğunu öne sürerler, hiçbir zaman Batılı kadınların baskı altında olduğunun farkında dahi değillerdir. Cahiliye dönemimde biri bana bir şey yapsaydı kimsenin kılı kıpırdamazdı. Çünkü kâfir sadece kendi egosunu düşünür. Ama şimdi başıma en ufak bir şey gelse bütün Müslüman kardeşlerimin -sonucunda öleceklerini bilseler dahi-, beni koruyacaklarını biliyorum. Elhamdulillah ancak İslâm, insanı şereflendirir ve değerli bir varlık kılabilir.
Kâfirler Müslüman kadını hor görmektedir. Her dışarı çıktığımda kinle baktıklarına şahit oluyorum. Bunun için çok üzülüyorum. Çünkü biz Müslümanlar bir milyarı aşkın insan olmamıza rağmen, hangi cesaretle kâfirler Müslüman kadınını aşağılayabiliyor. Eğer İslâm Devleti olan Raşidi Hilâfet olsaydı hiç bir kâfir bir Müslümana karşı en ufak bir ses dahi çıkartamazdı.
Şimdi Elhamdulillah, mutluluğu İslâma girmekle yakaladım. Kâfirin kıyafetime olan kinini gördüm. Kâfirlerden yaşamış olduğum bu negatif olaylar bir zamanlar, Hıristiyan olduğum dönemlerde benim gibi olan zavallı kişilerden gelen bir şey. ALLAH Azze ve Celle onları hidayete erdirsin.
Artık insanlarla bambaşka bir bağım var. Önce menfi bir bağ iken, İslâm bu menfi bağı kökten yok etti. Şimdi ailem ve arkadaşlarımla olan bağım sadece ALLAH Azze ve Cellenin rızasını kazanmak olmuştur. Müslüman olduktan sonra en büyük değişimim insanın değerli bir varlık olduğunu görmemdir. Müslüman bir Türk erkekle evliyim ve Rabbim bize bir çocuk verdi. ALLAH Azze ve Celleye çok şükrediyorum zor günlerimde tek yardımcımdı. Osuz ben bugün burada olmazdım.
Avcı : Bir Müslüman kadın olarak bugünün Müslümanların durumuna nasıl bakıyorsunuz?
Neesgaard : 3 Mart 1924’te Hilâfetin yıkılışından bu yana Müslümanların durumu içler acısı. Hem askerî ve siyâsi hem de iktisâdî ve kültürel olarak kâfirlerin sömürüsü altına girdiler. Kâfir devletler Müslümanları her seferinde aşağıladılar. Bunu savaşla, ırza geçmekle, boykot uygulamakla yaptılar. Kısa bir süre önce iki cihanda önderimiz Rasulullah SallALLAHu Aleyhi ve Sellemi karikatürler ile aşağıladılar. ALLAH Azze ve Cellenin kelamı olan Kuran-ı Kerimi tuvalete attılar. Kâfir devletler Müslümanlara karşı gece gündüz savaşıyorlar. En kötüsü Müslümanların başındaki hain yöneticilerin kâfirlerle işbirliği içinde oluşudur. Yani İslâmı yok etmek isteyenler sadece kâfirler değil, aynı zamanda bunun için çalışan birçok sözde Müslüman yöneticiler de vardır. ALLAH Azze ve Cellenin Şeriatının yönetime geçmemesi için ellerinden geleni yapmaktalar. İşte tüm bunların oluşu İslâm Devletinin olmayışından dolayıdır. Yoksa İslâm Hilâfet Devleti olmuş olsaydı, değil hainler, kâfirler dahi bu komplolara asla cesaret edemezlerdi.
Avcı : Son olarak Müslümanlara ne söylemek istersiniz?
Neesgaard : Ey Müslümanlar! Hilâfetin kalkanını, Halife al-Mutasımı hatırlamıyor musunuz? O büyük bir ordunun lideri idi. Bir Müslüman kadını kâfir Romalılardan kurtarmak için koskoca ordu göndermişti. Ne kadar büyük bir Ümmet idik hatırlamıyor musunuz? İslâm Devletini parçalamak için nasılda çaba harcadılar bunları unuttunuz mu ki kâfirlerle dostluk içindesiniz?
Ey Müslüman kardeşlerim! Kuran ve Sünnete sarılın. Bilin ki ondan başkası bizi bu durumumuzdan kurtarmayacaktır. Kalkın ve tebliğ edin ki memleketimizdeki yönetim ALLAH Azze ve Celleye sadık olanlara ve sadık Ümmetine verilsin. Taviz vermeden talep edin ki ALLAH Azze ve Celle�nin sözü bizim üzerimize ve dünyaya hâkim olsun.
Ey Müslümanlar bilin ki en ufak iyiliğiniz melekler tarafından yazılmaktadır. Fiillerimiz kıyamet gününde şahidimiz olacak. Bu yüzden zalim yöneticilere hakkı bildirelim ki kıyamet gününde. Rabbim biz onlara hakkı bildirenlerden olduk diyebilelim. Son olarak size Fussilet Sûresinin 33. Ayeti Kerimesini hatırlatarak bitirmek istiyorum:
İnsanları ALLAH’a çağıran, iyi iş yapan ve Ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir? (Fussilet 33)