Tenkit ile tebliğ… Kelime olarak da ne kadar birbirine benziyor değil mi? Bu iki kelime bugün en çok karıştırılan iki kavramı temsil etmekte.. Oysa ki bu iki kavram arasında ince bir nüans farkı vardır. İşte bu fark, bir şekilde gözden kaçırılmak suretiyle mümin vasat yoldan ayrılabiliyor. İnşALLAH bizler bu iki kelime arasındaki ince ve önemli farkı, kelimelerin lugat manalarına girmeden dinin çizdiği çerçeveye göre beyan etmeye çalışalım.
Tenkiti, bir hatayı söylemek manasında kullandığımız zaman, ki çoğu zaman böyle kullanılıyor, İslam alimlerince üç kişinin tenkidi üç şeyinden dolayı farz olur:
1. Kafiri küfründen dolayı tenkit etmek farzdır. Bir Müslüman, bir kafirin küfründen kesinlikle hoşnut olamaz. Bu küfrün küfür olduğunu hem kafire, hem de diğer insanlara söylemelidir.Bu sebeple bu tenkit farz olur.
2. Bidatkarın bidatının tenkidi farzdır. Bir bidatkar adam, İslamiyete, dinin asliyetini bozan bir bid’at sokuyorsa, örneğin bir haramı meşru bir şekilde hatta sevaplı bir amel olarak gösteriyorsa, bu bid’atkarın bid’atını tenkit etmek her gören müslümana farzdır. Hem bidatçıyı, hem de ümmet-i Muhammedi bu bidata karşı ikaz etmesi zaruridir.
3. Fasık-ı mütecahirin (açıktan sıkılmadan günah işleyen bir adamın) fıskını ve günahını tenkit etmek farzdır. Yani bu hareketinin günah olduğunu söylemek zaruridir.
İşte bu üç kısımda saydığımız kişilerin, saydığımız amellerini tenkit etmezsek, tebliğ vazifesini yerine getirmemiş oluruz. Bu saydığımız tenkitler, tebliğe girmektedir. Emr-i bi’l maruf, nehy-i ani’l münkerdir bu çeşit tenkit.. Marufu emir, münkerden nehiy ise her müslümanın bildiği ölçüde yapması farz olan bir vazifesidir. Peki madem öyle, neden Üstad Bediüzzaman Hz.leri “tenkit etmeyi” yasaklamıştır? Ya da Üstad Bediüzzaman Hz.lerinin yasakladığı tenkit hangi tenkittir?
Üstad Bediüzzaman Hz.leri, şimdiki elastik manasıyla değil, belki hakiki manasıyla tenkidi yasaklamıştır. Tenkidin hakiki manası, bir müslümanın şahsi bir kusurunu araştırarak, o kusuru ortaya çıkarıp onunla o Müslüman kardeşini aşağılamak demektir. Bu manada tenkit, tecessüs manasını da içine alır ki, yasak olan tenkit işte budur. Yani bir mümin kardeşimiz, kimsenin bilmediği bir günah işlemiş. Onu da açığa çıkarmamış. İşte biz o müminin gizli günahını ortaya çıkarıp tenkit edemeyiz. Ya da şahsi kusurunu araştırıp tenkit edemeyiz. Bu dediğimiz manada tenkit, her müslümana yasaktır.
İşte bugün kimileri, yasak olan tenkit manasını umum tebliğ manasına bile teşmil ederek emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker vazifesini farkında olmayarak ortadan kaldırıyor. Bazı kardeşler de bu kavram kargaşasına kapılıp, tenkit konusunda tefrite giderek, farz olan tebliği dahi yapamaz duruma geliyorlar.
O zaman bizler, her konuda olduğu gibi tenkit konusunda da ifrat ve tefrite girmeden; yani kardeşlerimizin şahsi kusurlarını araştırarak ifrat etmeden, ama “sakın kimseyi tenkit etmeyin” sözlerine de kanıp üzerimize farz olan tebliğ vazifemizi ihmal etmeden İslam’ın gösterdiği hudutlar çerçevesinde gitmeliyiz. Ki bunun adı “sırat-ı mustakim”dir. Cenab-ı Hak bizleri sırat-ı mustakimden ayırmasın.
Muhammed Beşir