(Bid’at) ne demektir? İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkînin (Mektûbât) kitabının birinci cildinin ellidördüncü ve yüzaltmışbeşinci ve yüzseksenaltıncı ve ikiyüzellibeşinci ve ikiyüzaltmışıncı ve üçyüzonüçüncü mektûblarında bid’atin ne olduğu ve bid’at işlemenin zararları çok iyi anlatılmaktadı
(Bid’at), sünnete [yâni, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği din bilgilerine] muhâlif olan, ters düşen, îtikat ve amel ve sözler demektir. Allahü teâlâ, kullarını kendisine ibâdet etmek için yarattı. İbâdet, züll ve zillet demektir. Yâni, insanın Rabbine, mâbuduna, hakîr olduğunu, âciz, muhtaç olduğunu göstermesidir. Bu da, her aklın, nefsin ve âdetlerin güzel ve çirkin dediklerine uymayıp, Rabbin güzel ve çirkin dediklerine teslim olmak ve Rabbin gönderdiği Kitaba ve Peygamberlere inanmak ve bunlara tâbi olmak demektir. Bir insan, bir işi, Rabbinin izin verdiğini düşünmeden, kendi görüşü ile yaparsa, Ona kulluk yapmamış, müslümanlığın îcâbını yerine getirmemiş olur. Bu iş, îtikatta, inanmakta ise ve inanılması lâzım olduğu sözbirliği ile bildirilmiş olan şeylerden ise, bu inanışı (Küfre sebep olan Bid’at) olur. Bu iş, îtikatta olmayıp da, yalnız dinden olan sözde ve işte kalırsa, fısk, büyük günah olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Bir kimse, dinde olmıyan birşey meydana çıkarırsa, bu şey red olunur. ) Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, dinden olmıyan bir îtikat, bir söz, bir iş, bir hâl ortaya çıkarılır ve bunun din ve ibâdet olduğuna inanılırsa, yâhut islâmiyetin bildirmiş olduklarında bir ziyâdelik veya noksanlık yapılırsa ve bunu yapmakta sevap beklenirse, bu yenilikler, değişiklikler, (Bid’at) olur. İslâmiyete uyulmamış, ona îman edilmemiş olur. Dinde, ibâdette olmayıp, âdette olan yenilikler, yâni yapılırken sevap beklenilmiyen değişiklikler bid’at olmaz. Meselâ, yimekte, içmekte, binme ve taşıma vâsıtalarında, binâlarda yapılan yenilikleri, değişiklikleri dînimiz red etmez. [Bunun için, masada, ayrı tabaklarda, çatal kaşık ile yimek, otomobile, tayyâreye binmek, her çeşit binâ, ev ve mutfak eşyası kullanmak ve bütün fen bilgileri ve fen âletleri, fen işleri dinde bid’at değildir. Bunları yapmak ve faydalı yerlerde kullanmak câizdir. Hattâ, farz-ı kifâyedir. Meselâ radyo, ho-parlör, elektronik makinalar yapmak ve bunları ibâdetlerin dışında kullanmak câizdir. Ho-parlörü dünya işlerinde kullanmak câizdir. Fakat, ho-parlör ile ezan, Kur’an-ı kerim, mevlid okumak, ibâdeti değiştirmek olur, bid’at olur. Ezanın uzaklardan işitilmesi için ho-parlör kullanmamalı, her mahalleye câmiler yapmalı, her mahalle câmiindeki müezzin efendiler ayrı ayrı ezan okumalıdır. ]
Enes bin Mâlik, birgün ağlıyordu. Sebebi soruldukta, (Resûlullahdan öğrendiğim ibâdetlerden, değiştirilmemiş bir namaz kalmıştı. Şimdi, bunun da elden gittiğini görüyor, bunun için ağlıyorum) dedi. Yâni, şimdiki insanların çoğu, namazın şartlarını, vâciblerini, sünnetlerini, müstehablarını yerine getirmiyor, mekruhlarından, müfsidlerinden, bid’atlerinden sakınmıyorlar. Onun için ağlıyorum dedi. Bunlar, Peygamberlerin, Evliyânın, sâlih, sâdık müminlerin büyüklüklerini anlıyamayanlardı
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Bir ümmet, Peygamberi öldükten sonra, dinde bid’at yaparsa, buna benzer bir sünneti gayb eder). Yâni, küfre sebep olmıyan bir bid’at yapılırsa, bunun cinsinden bir sünneti terk ederler.
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Bid’at sahibi, bid’atini terk etmedikce, tevbe etmesini, Allahü teâlâ nasip etmez). Yâni, bir kimse, bir bid’at ortaya çıkarırsa veya başkasının çıkarmış olduğu bir bid’ati yaparsa, bu bid’ati iyi bildiği ve karşılığında sevap beklediği için, bundan tevbe edemez. Bu bid’atin kötülüğünden veya küfre sebep olmasından dolayı hiçbir günahına da tevbe etmesi nasip olmaz.
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Allahü teâlâ, dinde bid’at olan birşeyi yapan, bu bid’ati Allah rızası için terk etmedikçe, onun hiçbir amelini kabûl etmez). Yâni, îtikatta veya amelde veya sözde yâhut ahlâkta bid’at olan birşeyi yapmaya devam edenin bu cinslerden ibâdetleri sahih olsa da, hiçbirini kabûl etmez. İbâdetlerinin kabûl olması için, bu bid’ati, Allahdan korkarak, ondan sevap bekliyerek yâhut rızasına kavuşması için terk etmesi lâzımdır.