Filistin, Irak, Afganistan ve Diğer İslam Beldelerindeki Müslümanların Kanı Akmaya Ne Zamana Kadar Devam Edecek?
Filistin, Irak, Afganistan ve diğerlerinin dehşet verici durumunu görüpte, bu dehşet karşısında ağlayalım mı, öfkeden çığlık mı atalım, yoksa çaresizlik içerisinde yürüşlere koşup birşeyler yaptığımızı mı zannedelim?
Herhalde kalbinde biraz iman şuuru olup da, olan bitene karşı ALLAH korkusundan dolayı sessiz kalınmaması gerektiğini düşünen her müslüman kendince bu ve buna benzer soruları sormuş ve bu tür eylemleri yapmıştır.
Dikkat edilmesi gereken ve bir çoğumuzun gözden kaçırdığı şu hakikat malesef dile getirilmemektedir. Bir sorunla karşı karşıya kalan bir müslüman o sorunu sınırlı, aciz ve muhtaç olan aklı ile değil, sadece ALLAH (c.c.)’nun bizlere Muhammed (s.a.v) vasıtası ile emanet olarak bırakmış olduğu, Kuran’ı Kerim ve Resulullah’ın Sünneti ile çözüme kavuşturmak zorundadır. Bakınız ALLAH (c.c.) Kuran’ı Kerimin’de bunun ile alakalı ne buyurmaktadır:
O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab’ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. (Nahl:89)
Bu konuda aklın rolü, hükmün menatı, yani Kuran ve Sünnete göre çözülmesi gereken vakıayı anlamak, idrak etmekten öte gidemez. İşte tam burada malesef hatanın kaynağı ve müslümanların başarılı olamayışının temel nedeni yatmaktadır. Bakınız bunun ile alakalı ALLAH (c.c.) Kuran’ı Kerimin’de ne buyurmaktadır:
Onun önünde ve arkasında ALLAH’ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar ALLAH, onlarda bulunanı değiştirmez. ALLAH bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların ALLAH’tan başka yardımcıları da yoktur.(Rad:11)
Yani her şeye kadir ve hakim olan Rabbimiz şöyle dediyinde: …Bir şeyi dilediğinde ona sadece “Ol!” der, o da hemen oluverir (Bakara:117); kim buna karşı gelebilir ki, herhalde imanı olan hiçbir mümin bu konuda zerre kadar şüphe duymaz ve buna iman eder. Öyleyse müslümanların, olan bitene karşı takınmaları gereken tavır kesinlikle şu şekilde olmamalı; Filistinde, İrak’ta, Çeçenistan’da ve tüm islam beldelerinde müslümanlar öldürülür iken, namuslarına ve irzlarına saldırılırken ve müslümanların tüm servetleri heder edilir iken buna karşı çare olsun diye birtakım akli kararlara başvurmak sureti ile, para toplayalım, arkalarından hatim okuyalım, şer’i hedefler içermiyen boş sloganlar ile yürüyüşler organize edelim, gibi davranışlar olmamalı. Ne kadarda yapılan eylemler, birer islami eylemler olsada, mesele bir sorunun çözümü konusunda herhangibi islami eylem değil o konuda şeriatın göstermiş olduğu yol, metod izlenmeli. Örneğin şu denilemez; ben bana farz kılınan Ramazan orucunu Kuran’ı Kerim okuyarak ifa edeceğim. Kuran’ı Kerim okumak ne kadarda ibadet olsada, özellikle Ramazan ayında çok ecir getiren bir ibadet olsada, islam’ın emretmiş olduğu oruç ibadetini bu şekilde ifa etmiş olunamaz, bilakis oruç farzının ifa ediliş şeklinin böyle olduğuna iman edilirse ALLAH muhafaza kişi dinden bile irtidat edebilir.
Öyleyse bir sorunun veya problemin çözümünde izlenmesi gereken davranış şekli şöyle olmalı; her sorunun çözümü konusunda ve ibadetin veya farzın ifa ediliş şeklinde kesinlik en ince ayrıtısına varacak şekilde islam şeriatının bildirdiği metoda göre hareket etmediğimiz taktirde kesinlikle Rad suresinin 11 ayetinde bildirildiği gibi, ALLAH (c.c.) nusretini ve nasrını elde edemeyiz.
Yani hainlerin yapmış olduğu bu zulümün ve katliamların, durdurulmasının tek ve yegane çözümü, biz müslümanların tekrardan şeriatın dediğine hiç şeksiz ve şüphesiz bağlanmak suretiyle hayata geçirebiliriz. Şimdi akla şu gelebilir veya şu soru sorulabilir. Müminlerden hiçbir kimse zaten bunu söylüyor ve bu hakikata karşı çıkmıyor ki? Evet bu soruya verilecek cevap şu şekildedir:
1 – Kimin ne dediği veya ne iddia ettiği önemli değil. Kişi ben şeriatın dediğine veya Kuran ve Sünnet’in emrettiğine karşı değilim desin dursun. Mesele onun amelleridir ve onun dile getirdiği şeyi hayata geçirmesidir. Kişi kalkar Gazze’de şu günlerde gerçekleşen yahudi katliamlarına karşı sessiz kalıyorsa bu katliamların, orada var olduğu sürece hiçbir zaman durması mümkün olmayan sözde İsrail devletini haritatan silinmesi konusunda, şeriatın emretmiş olduğu fiili yerine getirmediği sürece, dili ile yüzbinlerce ben şeriata iman ediyorum ve Kuran’ın ve Sünnet’in emrettiğini kabul ediyorum dese ne yazar. Öyleyse ALLAH (c.c.)’nun yardımını ve nusretini elde etmek istiyorsak kesinlikle, hiçbir kınayacının kınamasına bakmaksızın ve bizlerin başına gelebilecek hertürlü imtihanı bilerek ve iman ederek, tek kişi dahi kalsak ve bunu yapmak veya söylemek suretiyle ne değişir demeksizin, sadece ALLAH (c.c.)’ya güvenerek onun bizden istemiş olduğu hükümleri harfiyen yerine getirmek zorundayız. Aksi taktirde durumumuzun değişmeyeceği gibi, ALLAH muhafaza ahirette göçtüğümüzde, öldürülen o müslüman çoçukların ve ırzlarına geçilip hunharca öldürülen o bacılarımızın, yakana yapışmalarından ve seni ALLAH’a şikayet edip havale etmelerinden vALLAHi kurtulamıyacaksın.
2 – Bir ikinci konu ise, yerine getirilen her emrin ifa edilişi sureti ile bu sorunun hemen hallolunduğunu zannına kapılıp sabırsızlık göstermemiz yatıyor. Buna en bariz örnek ALLAH’ın Resulünün hayatından ve bu konu ile alakalı olan ayeti celilelerden örnek vermek istiyorum. Alemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed (s.a.v.)’in Mekke’de, her türlü işkenceye maruz kalan ilk şehit sahabi olan Sümmeye (r.anha)’nın ve onun koçası olan Yasir (r.a.)’nın, akıllara durgunluk veren ve duyguların artık dayanamadığı o halleri karşısında bakınız Resulullah sabır örneğinin bu konuda ne kadar önemli olduğunu ve bize emredilen metodun dışına herne olursa olsun çıkmamamız geretiğini bizlere ne kadarda açık bir şekilde göstermektedir. Resulullah ile Sümmeye (r.anha)’nın, adeta ölümün ağzında iken, aralarında geçen şu konuşmaya bir bakın ve ölümü hiç korkmadan ALLAH (c.c.) için verebilen bir kadın sahabi örneğine şahit olun. Nitekim bir keresinde Resul (sas), onlarla karşılaştı. Onlara azab, işkence ediliyordu. Resulullah (sas) onlara dedi ki: “Sabredin Yâsir ailesi! Muhakkak ki size Cennet vaad edilmiştir. Muhakkak ki ben, sizin için ALLAH’tan bir şeye malik değilim.” Resulullah (sas) onlara, “Muhakkak ki size Cennet vaad edilmiştir” deyince, Yâsir’in hanımı Sümeyye demiştir ki: “Muhakkak ki ben onu açıkca görüyorum ya Resulullah.”(İslam Devlet i/ Takiyyuddin En-Nebhani)
Görüldüğü gibi yapılması gereken emrin ifa ediliş esnasında karşı karşıya kalabileceğimiz hertürlü sıkıntı bizi umutsuzluğa kapılmamıza sebeb olmadığı gibi, bilakis bizleri dahada motive etmesi gerekiyor. Ve yine bakınız ALLAH (c.c.) dünyada şeriatın emretmiş olduğu bir emri ifa ederken karşılaşabileceğimiz her türlü sıkıntı karşısında bunu bir imtihan olarak görüp sabredenlerden olmamız gerektiğini ve bu sabrın sonundada inşALLAH zafer olduğunu Rabbimiz bizlere bildiriyor ve şöyle buyuruyor:
Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler: ALLAH’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki ALLAH’ın yardımı yakındır. (Bakara:214)
İşte bu ayeti celilede Rabbimiz her imtihanın ve onun için katlanılan fedakarlığının sonunda muhakkak ALLAH (c.c.)’nun yardımının yakın olduğunu bildirmektedir. Ve yine bir başka ayet-i celilede bakınız ALLAH (c.c.) ne buyuruyor:
Yoksa ALLAH içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? (Ali-İmran:142)
Yani bize emredilen farzların yerine getirilmesi esnasında kesinlikle nefse kapılıp bir takım akli yorumlar getirmek suretiyle, başka bir yola sapmadan, sadece bize gösterilen yolu takip eden muttakilerden ve sabredenlerden olmadığımız müddetce, ne dünyada Rabbimizin yardımını ve nusretini elde edebiliriz, nede ahirette cenneti elde edebiliriz ALLAH muhafaza.
Son olarakta bakınız Rabbimiz dünyada onun yardımını ve nusretini elde edebilmemizin ve onun rızasını kazanıp cennet nimetini kazanmanın, ancak onun emrini hayatta olduğumuz sürece ve son nefeslerimizi alıp verdiğimiz o ecel anına kadar, yerine getirmek sureti ile mümkün olduğunu Ahzab Suresinin 10-14 ayeti celilerinde bakınız ne kadar açık dile getirmektedir:
Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vadinin üstünden ve alt yanından) üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz ALLAH hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman; (Ahzab:10)
İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı (Ahzab:11)
Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık (iman zayıflığı) bulunanlar: Meğer ALLAH ve Resûlü bize sadece kuru vaatlerde bulunmuşlar! diyorlardı. (Ahzab:12)
Onlardan bir gurup da demişti ki: Ey Yesribliler (Medineliler)! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün! İçlerinden bir kısmı ise: Gerçekten evlerimiz emniyette değil, diyerek Peygamber’den izin istiyordu; oysa evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı. (Ahzab:13)
İşte tüm bu söylenenden sonra fazla söze muhal bırakmadan Gazze, Filistin, Irak, Afganistan ve tüm islam beldelerinde akan her damla kanın durmasını sağlayan tek şer’i çözüm islam ordularının bir halife liderliğinde tekrar cok değil 85 yıl öncesinde olduğu gibi harekete geçmesidir. ALLAH (c.c.) bizlere en kısa zamanda o şanlı ordularda tekrar şehid olmayı nasip etsin (Amin).
Mehmet Aydın