Mezheb’ kelime anlamı itibariyle ‘gidilen yol’, ‘mecra’ anlamları taşır. Dini ıstılahta ise içtihat (rey; görüş; hüküm) derecesine ulaşmış olan alimin dini meseleleri bir bütün sistem halinde ortaya koyması, bir anlamda teknik yorumlar bütünü oluşturmasıdır.
Kısaca ifade etmek gerekirse, her Müslüman; Kur’an’ın hükümlerini, Resulüllah’ın (sav) hadislerini ve sünnetini, daha sonraki sahabe ve tabiinin görüşlerini ve bunlara ait bütün ilimleri tam manasıyla öğrenip uygulayamayacağına göre bunları bilen bir alime tabi olmak zorundadır. Bu durum fiili bir zorunluluk olup farz veya vacip değildir.
Bu zorunluluk, hem kişisel bilgi ihtiyacını gidermek hem de cemaat halinde uygulanması gereken namaz, Hac vb. gibi ibadetlerde, idarede, yargıda ve daha bir çok sosyal alanda bütünlüğü ve birlikteliği koruyabilmekten kaynaklanıyordu.
İşte, alimler içerisinde de öyleleri vardır ki, diğerleri onun görüşüne ve ilminin sağlamlığına tabi olmuşlardır. Yetiştirdiği talebeleri, yazdığı eserleri, nesilden nesile o görüşleri devam ettirdiler. Böylece, o en güvenilir alimin sistemli görüşleri, sağlam hüküm ve prensipleri etrafında, zamanla bir yorum tarz ve tekniği, bir okul, bir ‘mezheb’ oluşmuştur.
Peygamberimiz zamanında ‘mezheb’ var mıydı?
Mezhepler ayet ve hadisleri farklı anlamaktan kaynaklandığına göre, Peygamberimizin zamanında mezhep olması düşünülemez.
Çünkü Resulullah (sav) zamanında bir mesele olduğunda, sahabiler Peygamberimize geliyor, soruyordu. Peygamberimiz hüküm veriyor, muhakeme için gelenlerin davalarını neticeye bağlıyordu.
Şayet sorulan şey yeni ve hakkında ayet nazil olmayan bir mesele ise Allah’ın hükmünü bekliyordu. Bu sual üzerine o meselede hükmü ya Allah’ın bildirmesi ile Resulullah (aleyhisselam) veriyordu veya bir ayet iniyor, mesele hakkında hüküm bildiriyordu. Şayet indirilen ayet-i kerime açıklamaya muhtaçsa, Peygamberimiz (sav), o ayeti izah ediyordu.
Resulullah bir meselede ne diyorsa, Sahabiler onu yapıyorlardı. Çünkü bununla ilgili Allah’ın emri kesindi: “Deki; ‘Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” (1)
Başka bir ayet-i kerime ise şu mealdeydi:
“Peygamber size ne emretmişse alın, neyi yasaklıyorsa ondan da kaçının…” (2)
Böyle olunca, Asr-ı Saadette her meselede hükmü Allah ve Resulü bildirdiği için, Resulullah hayatta iken farklı mezheplere ihtiyaç yoktu.
Mezhepler nasıl ortaya çıktı?
Peygamberimizin vefatından sonra İslâm alemi genişledi. İran, Irak, Suriye gibi yerler fethedildi. Hz. Ömer (ra) Zeyd b. Sabit, Abdullah bin Ömer (ra) Medine’de kalırken, pek çok sahabi efendimiz de yeni fethedilen yerlere dağıldı.
Mesela Abdullah bin Mesud (ra) Irak’a; Ebu Mûsa el-Eşari (ra), İmran bin Huseyn (ra) ve Enes Bin Malik (ra) Basra’ya; Ebu’d-Derda (ra), Muaz bin Cebel (ra), Muaz bin Cebel (ra) Muaviye (ra) Ubade bin Samit (ra) Şam’a gitti. Her Sahabi bulunduğu yerde fetva ve ilim öğretme işleri ile meşgul oldular.
Sahabiler, kendilerine sorulan suallerde evvela, Kur’an’a müracaat ediyorlardı. Sualin cevabını Kur’an’da bulamadıklarında hadislere bakıyorlardı. Hadislerde de bulamazlarsa, Kur’an ve hadise dayanarak kendileri içtihad yapıyorlardı.
Çünkü bu sahabiler aynı zamanda Resulullah (sav)’in yanında uzun süre kalmalarından dolayı, Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarabilme anlayışına sahiptiler. Yani müçtehit idiler.
Bir yandan Müslümanların dini meselelerine çözüm bulan, fetva veren bu Sahabiler, diğer taraftan dini ilimler sahasında pek çok talebe yetiştirdiler. Böylece Peygamberimizin bırakmış olduğu ilim ve hikmet mirası, Sahabiler yoluyla kendilerinden sonraki nesil olan Tâbiin’e intikal etti.
Sahabilerden ders alan ve kendilerine Tabiin denilen zatlar, çeşitli İslam merkezlerinde bulunuyorlardı.
Mesela Medine’de Salim bin Abdullah bin Ömer, Zühri, Yahya bin Said, Mekke’de Atâ bin Rabah, Kûfe’de İbrahim en-Nehai, Basra’da Hasan el-Basri, Şam’da Mekhul bin Muslim el-Huzelî, Yemen’de Tavus bin Keysan (rahmetullahi aleyhim ecmain) bu zatlardan bir kaçı idi.
Bu imamların her biri kendisinden ders aldığı sahabinin rivayet ettiği hadisleri ve çeşitli meselelerdeki fetvalarını derlediler, bir araya topladılar. Bunlar da kendilerine sorulan suallerin çoğunu evvela Kur’an’da, sonra da hadislerde ararlar, cevabını bulamadıkları meselelerde, kendi içtihatları ile verdiler.
Tabiin imamları da Sahabiler gibi bir yandan Müslümanların suallerini cevaplandırırken, bir yandan da talebe yetiştirmekle meşgul oluyorlardı. Çevrelerinde halkalanan talebelere İslam ilimlerinden ders veriyorlardı. İslam hukukunun temelini kurma, karşılaşılan yeni meseleleri enine boyuna inceleyip hükümlerini açıklama hususunda talebelerine rehberlik ediyorlardı.
Tabiinin yetiştirdiği bu talebelere “Tebe-i Tabiîn” denir ki, meşhur olanları şunlardır:
İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Evzaî, Leys Bin Sa’d, İmam Şafiî, Ahmed bin Hanbel, Süfyan-ı Servi, Süfyan bin Uyeyne (rahmetullahi aleyhim).
Bu zatlardan bazıları, mesela İmam-ı Azam, her ne kadar birkaç sahabiyi görmüşse de ilmi hüviyet itibariyle Tebe-i Tabiinden sayılır.
Tabiin alimleri Sahabilerin fetvalarını topladıkları gibi Tebe-i Tabiin alimleri de Tabiinin fetvalarını topladılar. Ayrıca kendileri de fetva verdiler. Yeni karşılaşılan meselelerde fikri çalışmalarda bulundular ve belli esaslar ortaya koydular.
Tebe-i Tabiin devri, başta tefsir ve hadis olmak üzere bir çok ilmin tahsil edildiği münbit ve bereketli bir zamandı.
Müçtehid derecesinde pek çok imam vardı. İşte fıkhi-ameli mezheplerin teşekkülü Tebe-i Tabiin zamanına rastlar. Gerek sahabilerin, gerekse Tabii’nin temel meselelerinin dışında kalan teferruatla ilgili meselelerde, Kur’an ve Sünnet ışığında yaptıkları içtihatlar neticesinde, aynı konuda farklı fetvalar ortaya çıktı.
Müslümanlar, kendi bölgelerinde yaşayan imamın fetvalarını biliyor, onu tercih ediyor ve onunla amel ediyordu. İşte bu tercih ve taraftarlık, zamanla yerini “gidilen yol” manasına gelen “Mezhepleri” ortaya çıkardı.
Hanefi Mezhebi’nin ortaya çıkması
Hanefi mezhebinin temeli, İmam-ı Azam’a yani Ebu Hanife’nin (H.80-150 / M.699-767) içtihatlarına dayanır.
Aynı şekilde İmam-ı Azam’ın talebeleri de onun rivayet ettiği hadisleri, kabul ettiği görüşlerini toplayarak sistemleştirdiler. O görüşlerinden yeni yeni eserler telif ettiler. Zaman içerisinde bu eserlere şerh yazdılar. İmamların görüşlerine ve fıkıhtaki usullerine uygun yeni yeni hükümler çıkardılar. Bunlarda çeşitli bölgelere dağıldılar. Böylece İmam-ı Azam’ın görüşleri bir mezhep halini aldı.
İmam-ı Azam’ın talebeleri arasında en meşhurları; İmam Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed’dir. Bu iki İmamın zaman zaman İmam-ı Azam’dan farklı fetvalarda verdiklerini de burada ifade edelim. Bunun en mühim sebeplerinden birisi, o alimler zamanında hadislerin daha derli toplu hale gelmesidir. Bunlar kendilerine sahih bir hadis ulaştığında (İmam’ın fetvasına aykırı bir şey söylüyorsa) hocalarının fetvalarına zıt hükümler vermişlerdir.
Mâliki Mezhebi’nin ortaya çıkması
Maliki mezhebi, İmam Malik Hz.lerinin (ö. 179 / 795) içtihatlarına dayanır. Zaman içerisinde İmam-ı Malik’in talebeleri de onun rivayet ettikleri hadisleri ve görüşlerini toplayarak benimsemiş ve sistemleştirmişlerdir. Onun talebeleri de onun metoduna uygun şekilde karşılaştıkları yeni meselelerde fetva verdiler, böylece de Malikî mezhebi ortaya çıktı.
Şafi Mezhebi’nin zuhuru
İmam Şafii, Maliki ve Hanefi mezheplerinin usullerinin yayılmaya başladığı ilk zamanlarda yetişti. (H.150-204 / M.767/819).
İmam-ı Şafii Hz.lerinin, bu iki İmam’dan sonra dünyaya gelmesi, kendisi için Allah’ın büyük bir lütfu idi. Çünkü o ilimle meşgul olduğu zamanlarda, bu iki mezhep teşekkül etmiş, usülleri belirlenmiş ve bir çok yerde yaygınlaşmıştı. Dolayısıyla İmam-ı Şafi Hz.leri mezheplerin yollarını inceleme fırsatı buldu. Ve onlardan farklı bir usül takip etti. Ve fıkhın usulleri ile ilgili İslam tarihinde ilk eser olan ‘er-Risale’ isimli kitabını yazdı.
Diğer taraftan, Sahabilerin her biri (tabii olarak) bütün hadisleri bilmiyordu. Hakkında hadis ulaşmamış meselelerde kendi içtihatları ile fetva veriyorlardı. Bu da birbirinden farklı değişik yerlerde yaşayan sahabiler arasında, aynı konu hakkında farklı hükümler vermesine yol açıyordu.
Sahabilerin içtihatları İmam-ı Şafii zamanında derlenip toplanmıştır ve böylece aynı meselede sahabilerin verdikleri farklı fetvalar gün yüzüne çıkmıştı. İmam- Şafi bunların çoğunu sahih hadislere dayanarak eledi.
Yine, önceki alimlerin o konuda kendilerine bir hadis ulaştığı takdirde, o hadisi bilmeden evvel kendi içtihatlarıyla verdikleri fetvalardan vazgeçtiklerini gördü. Bunun için önceki alimlerin ittifak etmedikleri içtihatlara sarılmayı bıraktı.
Zaman içerisinde fakihler onun etrafında toplandılar, onun kitaplarını şerhettiler. Onun geliştirdiği usüle uygun fetvalar verdiler. Böylece Şafii Mezhebi doğdu.
Hanbeli Mezhebi
Hanbeli Mezhebi’nin esasları, Ahmed b. Hanbelin içtihatlarına dayanır. Yine bu mezhep de onun talebeleri tarafından sistemleştirilerek batıl olan ve sahih kavillere dayanmayan görüşlerin zararlarından bertaraf edilerek günümüze kadar ulaştırılmıştır.
Günümüze ulaşamayan Sünni mezhepler ve Sonuç
Sahabe, Tabiin ve Tebe-i Tabiin devirlerinde müçtehitlerin fazla olması, birçok mezhebin ortaya çıkmasına sebep oldu. Zaman içerisinde onun üzerinde Sünni fıkhi mezhep ortaya çıktı.
Zaman geçtikçe mezhep imamı durumunda olan alimlerin birçoğu kendilerinden daha alim gördükleri veya aynı meselede aynı içtihatta ittifak ettikleri imamların mezheplerine girdiler. Çünkü bu mübarek zatlar, içtihat yaparken nefsine kapılmaktan, ilmi enaniyet ve taassuptan tamamen uzaktılar. Bunun için de hakkı nerede bulsalar kabul ediyor, sahip çıkıyorlardı.
Müçtehitlerin yaptıkları içtihatların, verdikleri fetvaların yayılmasında ve bir mezhep halini almasında talebelerinin büyük rolü oluyordu. Bazı imamların talebeleri, hocalarının fetvalarını tertib ve tasnif ederek bir sistem haline getirirken; pek çok talebe aynı başarıyı gösteremedi.
Bazı mezheplerin yayılamamasının ve zamanla mensubu kalmamasının bir diğer sebebi de, Kur’an ve hadisi esas aldıkları halde bunların işaret ettiği; kıyas, örf, adet gibi hususları nazara almamalarıydı. (Dolayısıyla görüşleri, ortaya çıkan yeni durumlara açıklık getirmekte yetersiz kalıyordu.)
İşte bu ve benzeri sebeplerden dolayı, bugün Müslümanların ekseriyetinin tabi olduğu dört hak mezhep varlığını devam ettirirken, diğer hak mezhepler kitap sayfalarında kalmaktan kurtulamadı.
Bu imamlardan bazıları şunlardır; Amr el-Evzai, Süfyan-ı Servi, Ebu’l Haris el-Leysi, Davud ez-Zahiri, İbn-i Cerir et-Taberi, Hasan-ı Basri (rahmetullahi aleyhim ecmain).
Dipnotlar:
1-Âl-i İmran Sûresi, 31.
2- Haşr Sûresi, 7.
İSMAİL MUTLU