Ma’lûm ecnebi komite tarafından sû-i isti’mâl edilen ve te’vîlât-ı faside ile te’vîl edilip yanlış ma’nâ verilen mes’elelerden birisi de şudur:
Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri “Uhuvvet Risalesi” isimli eserinde Müslümanlar arasındaki uhuvveti te’sîs sadedinde şöyle demiştir:
“Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, ‘Mesleğim haktır veya daha güzeldir’ demeye hakkın var. Fakat, ‘Yalnız hak benim mesleğimdir’ demeye hakkın yoktur. “ ( Yirmi İkinci Mektûb, Dördüncü Vecih)
Hem yine Yirminci Lem’a olan İhlâs Risâlesi’nde de aynı ma’nâda olarak şöyle buyurmuştur:
“Haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, ‘Mesleğim haktır,’ yahut, ‘daha güzeldir’ diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini imâ eden, ‘Hak yalnız benim mesleğimdir’ veyahut, ‘Güzel benim meşrebimdir’ diyemez olan insaf düstûrunu rehber etmek” (Yirminci Lem’a, İkinci Sebeb)
İşte Risâle-i Nûr’da birkaç yerde daha zikredilen şu düstûr, ehl-i sünnet içindeki hak mesiek ve mezheb sâhibleri hakkında carî olan ve Müslümanların uhuvvet ve ittifaklarını te’mîn eden ve hak ve hakikatin ve İhlasın iktizâ’ ettiği bir insaf düstûru iken; ma’lûm ecnebî komite tarafından sû-i isti’mâl edilmiş ve bu düstûrdaki kayıdlar nazar-ı i’tibâra alınmadan ve edille-i şer’ıyye mihenk yapılmadan yanlış ma’nâ verilerek, şu anda Alem-i İslâm içindeki cemâatlerin farklı farklı mesleklerine teşmil edilmiştir.
Maalesef şu zamanda Alem-i İslâm içinde birbirinden farklı cemâatler, ayrı ayrı meslekler türemiş, herkes kendi görüşüne ve hevâsına göre bir usûl, bir meslek tutmuş; kimi particiliği kendine meslek edinmiş, partiyle ve demokrasi ile dîne hizmet edeceğim demekte; kimi ırkçılığı meslek edinmiş, ırkçılıkla dîne hizmet etmek düşüncesinden kimi mektebler açarak, tabiat felsefesine dayanan dersleri insanlara öğretmekle İslâm’ı yücelteceğini düşünmekte; kimi zekât ve fitreleri vâkıflara toplayıp dilencilik yapmakla İslâm’ı azîz edeceğim demekte; kimi de susarak, halka bir şey anlatmadan insanları terbiye ve irşâd etmeye çalışmakta, böyle olduğu halde etbaı tarafından ehl-i velayet tanınmaktadır. Daha bunlar gibi nice bid’aya dayanan farklı meslek ve meşrebler, Alem-i İslâm’da çıkmış ve hâlâ da çıkmaya devam etmektedir.
Dîn nâmına ortaya çıkan ba’zı insanlar, hizmetlerini bid’at ve hurafeler üzerine bina edip hak olan Kitâb, sünnet, icmâ-ı ümmet (sahâbe-i kiram ve müctehidîn-i izamın icmâ-ı) ve kıyâs-ı fukahâya muhalif bir çığır açıyor ve halkı orada topluyorlar veya günâhlan ibâhe edip Müslümanlara, “Gelin günâhta ittifak edelim” diyorlar. Halbuki Dîn-i Mübin-i İslâm’a bid’alarla değil; sünnet-i seniyye dâiresinde hizmet edilir. İttifak, günâhları ibâhe etmekde değil; ancak “birr ve takvâ dâiresinde olabilir. Bir kimse bir şeyin harâmiyyetine inandığı halde onu işlese, günahkâr olur. Tevbe etse, Allah
onu mağfiret eder. Fakat, günâhlan ibâhe ederek veya bid’aları îcâd ederek dîne hizmet edenler, neûzü billâh dalâlet çukuruna sukut ederler.
Demek, haram olduğunu bildiği halde nefis ve şeytâna uyup günâh işlemek ayrıdır. Bu inşânın affı, ümîd edilir. Dîn nâmına günâhlan ibâhe etmek ve bid’aları îcâd etmek de bütün bütün ayrıdır. Böyle bir insân, Allah’ın dînini tahrif ettiği için Allah’ın azabından kendisini kurtaramaz.
Ma’lûm ecnebî komite, Üstâd’ın mezkûr cümlelerini bâtıl bir surette te’vîl edip, sanki Üstâd Bedîüzzamân, şu zamandaki cemâatleri ve onların mesleklerini kasdediyormuş gibi ma’nâ ederek, “Her cemâat, kendi mesleğine ‘hakdır ve daha güzeldir,’ diyebilir, fakat, ‘hak ve güzel olan yalnız benim mesleğimdir,’ diyemez. Kimse kimseye karışmamalıdır, bu yeni mesleklerin hepsi de güzeldir” diyerek Müslümanları aldatmaya çalışmakta ve Alem-i İslâm arasına ihtilâfât ve fitne atıp Kur’ân ve hadîsi tahrif etmeye ve muharrif cemâatleri Alem-i İslâm’a sokmaya gayret etmekte ve buna da Üstâd Bedîüzzamân’ı âlet etmektedir.<<<ahmednadim ardndan
Halbuki Üstâd’ın zikrettiği bu düstûrun, zamânımızdaki meslek ve meşreblerle hiçbir alâkası yoktur. Üstâd’ın mezkûr cümlelerinde zikrettiği meslekten muradı, ehl-i sünnetin müctehid ulemâsının meslekleridir. Kur’ân ve hadîsin muhkemâtı bellidir. Nazarî fürûâtta da ehl-i sünnetin müctehid imamlarının ictihâdları bellidir. Hak meslek ve meşrepler, sâdece ehl-i sünnetin müctehid imâmlannm Kur’ân ve hadîsten istinbât ettikleri mesleklerdir. Bu zaman, ictihâd zamanı olmadığı ve içtihada ehliyetli kimse de bu lunmadığı için, herkesin ehl-i sünnetin müctehid imamlarını taklîd etmesi lâzımdır. O halde hiçbir Müslümanın, müctehid imamların gösterdikleri mesleklerden başka mesleği olamaz. O halde yeni îcâd edilen bütün bu meslekler bâtıldır ve Üstâd’ın bu sözlerinde bahsi geçen hak meslekten murâd, ehi-i sünnetin müctehid imamlarının mesleğidir. Demek bu düstûr, ehl-i sünnetin hak mezhebleri arasındaki ictihâdî ihtilâflarla alâkalıdır, -hâşâ- bugünkü bâtıl mesleklerle hiçbir alâkası yoktur.<<<inşirah a cvp
Evet, dikkat edilirse görülecektir ki, Üstâd Hazretleri birinci cümlede, “Sen mesleğini ve efkânnı hak bildiğin vakit” diyerek ve ikinci cümlede de “Haklı her meslek sahibinin ” buyurarak kayıd koymuş ve bu kayıd vasıtasıyla şu düstûrun, hak mezhebler arasında câri olan ve, “Ümmetimin ihtilâfı rahmettir” hadîsiyle ifâde edilen, ictihâdlardaki müsbet ihtilâf hakkında geçerli olduğunu, yoksa şu andaki cemâatler ve onların ayrı ayrı meslekleriyle alâkalı olmadığını sarahaten ifâde etmiştir. Çünkü, metinde “hak” ta’bîri geçiyor. Hak ise Kur’ân, hadîs, icmâ’-ı ümmet (sahâbe-i kiram ve müctehidîn-i izamın icmâı) ve kıyâs-ı fukahâdır. Bundan başka hak yoktur. Kur’ân, hadîs, icmâı ümmet (sahâbe-i kiram ve müctehidîn-i izamın icmâ-ı) ve kıyâs-ı fukahâya muhalif olan şey ise bâtıldır. O halde hak mezheblerin müctehidleri arasındaki meslek ihtilâfının ve ayrı ayrı ictihâdların hepsi de haktır ve güzeldir. Şu anda müctehid olmadığından dolayı her bir Müslüman, hak olan bir mezhebe ittiba’ etmeli, yeni bir meslek çıkarmamalıdır. Bir Müslüman herhangi bir hak mezhebe ittiba’ etse, o vakit mesleğini hak olarak bilebilir ve, “Mesleğim haktır ve daha güzel dir” diyebilir. Fakat, diğer hak mezheb ve mesleklere bâtıldır diyemez ve dememelidir.<<<2. cvp ahmetnadm
İşte şu noktadan anlaşılıyor ki, Üstâd Bedîüzzamân’ın zikrettiği bu düstûr, müctehidlerin meslekleri ile alâkalıdır. Yoksa, zamânımızdaki cemâatler ve onların meslekleriyle alâkalı değildir.
Nitekim, Üstâd Hazretleri Lemeât’ta da bu düstûru îzâh etmiş ve sonunda mes’eleyi mezheblere ve müctehidlere bağlayarak, “hak meslekten muradın” müctehidlerin meslekleri olduğunu ifâde etmiştir. Bu eserinde Üstâd Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Hakkı bulduktan sonra ehakk için ihtilâfı çıkarma ” “Ey talib-i hakikat! Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Ba ‘zan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen.”
“İslâmiyyet, selm ve müsâlemettir; dâhilde niza ve husûmet istemez”
“Ey âlem-i Islâmî! Hayâtın ittihâdda. Ger ittihâd(birlik üzere amilolmak) istersen, düstûrun bu olmalı:
“Hüve’l-hakku yerine hüve hakkun olmalı; hüve’l-hasen yerine hüve’l-ahsen olmalı.
“Her Müslim kendi meslek, mezhebine demeli: ‘İşte bu haktır; başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir. ‘
“Dememeli: ‘Budur hak; başkaları battaldır. Yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir.’
“Zihniyyet-i inhisar (bir elden idare;tecavüz etmeme), hubb-i nefisten(nefis sevgisinden) geliyor. Sonra maraz oluyor; niza(çekişme,kavga) ondan çıkıyor.
“Dert ile dermanlar taaddüdü(çoğalma) hak olur; hak da taaddüt eder. Hâcât ve ağdiyenin tenevvüü(çeşitlenmek)hak olur; hak da tenev-vü’ eder.
“İsti’dât, terbiyeler tekessürü(çoğalması) hak olur; hak da tekessür eder. Bir madde-i vahide(tek madde), hem zehir ve hem panzehir.
“İki mizaca göre mesâil-i fer’îde(benzeri bulunmayan mesele) hakikat sabit değil; izafî ve mürekkep. Mükellefin mizaçlar
“Ona bir hisse verip ona göre ederek tahakkuk ve terekküp(birleşmek),her mezhebin sahibi mühmel(ihmal edilmiş) mutlak hükmeder.
“Mezhebinin hududu ta yînini bırakır temayül-i mizaca. Taassub-i mezhebi ta ‘mime sebeb olur.
“Ta ‘mimin iltizâmı sebeb olur nizâa. İslâmiyyetten evvel tabakât-ı beşerde derin uçurumlar,
“Hem tebâüd-i acibi istedi bir vakitte taaddüd-i enbiyâ, tenevvü-i şerâyi’, müteaddit mezhebler.
“Beşerde bir inkılâb İslâmiyyet yaptırdı, beşer tekârüb etti, şer’etti ittihâd, vâhid oldu peygamber.
“Seviye bir olmadı; mezheb taaddüt etti. Terbiye-i vahide kâfî geldiği zaman, ittihâd eder mezhebler.”(Lemeat)
Üstâd’ın Lemeât’taki şu ifâdeleri ve bu düstûru nihâyetinde mezheblere bağlaması, hiçbir karanlık nokta bırakmayacak derecede bir açıklıkla, şu düstûrun, hak mezhebler arasındaki ictihâd farklılıkları hakkında carî olan bir düstûr olduğunu, yoksa şu zamandaki cemâatler ve onların ayrı ayrı meslekleriyle alâkalı olmadığını göstermektedir.
Hem Üstâd Hazretleri, “Rumuz” adlı eserinde Kur’ân’ın yedi cihette mu’cize olduğunu îzâh ederken, Kur’ân’ın câmiıyyetini beyân etmiş ve Kur’ân âyetlerinin ayrı ayrı vücûh ve ihtimâller üzere nazil olduğunu ve bütün zamanlardaki beşerin bütün tabakâtma hitâb ettiğini ifâde ederek, ehl-i sünnet ulemâsının mezheb ve meslek ihtilâfının bu vücûh ve ihtimâllerden neş’et ettiğini anlattıktan sonra şöyle demiştir:
“Eğer desen: ‘Tasvirden anlaşılır ki, taaddüd-i mesâlik(çeşitli yollar) ve ihtilâfı turûk(tarik,yol) matlûbtur(istenilendir).’
“Cevâb: Evet, matlûbtur. Hem zarurîdir. Eğer hodgâmlıktan neş’et eden inhisar(tek elden) zihniyyetiyle başkaların reddine kalkışırsa, elbuğzu fillâhı sû-i isti’mâl ederse, o vakit ihtilâf zarardır. Yoksa el-hubbu fillâh düstûrunu esâs tutsa, tekâmülde teavün(yardımlaşma) kânununu bilse, şerîatın vüsâtini, tabîbliğini düşünse, ihtilâf imtizaca(iyi geçinmek) sebeb olur.
“Elhâsıl: Herkes kendi mesleğine Hüve hakkun’ demeli, Hüve’I-hakk’ dememeli. Veyahut Hüve’l-ahsen’ demeli, ‘Hüve’l-hasen’ dememeli.” (Rümuz)
İşte şu düstûr Risâle-i Nûr’un mezkûr mufassal yerlerinde böyle îzâh edilmiştir. Bütün bunlara dikkat edildiğinde açıkça görülür ki; şu düstûr, hak mezhebler ve müctehidlerin meslekleri hakkında carî olan bir düstûrdur. Çünkü, Üstâd’ın bütün bu cümlelerinde “hak” kelimesi geçmektedir. Hak ise Kur’ân, hadîs, icmâ’-ı ümmet (sahâbe-i kiram ve müctehidîn-i izamın icmâı) ve kıyâs-ı fukahâdır. Bundan başka hak yoktur. O halde bir Müslüman herhangi bir hak mezhebe ittiba’ etse; o vakit mesleğini hak olarak bilebilir ve, “mesleğim haktır ve daha güzeldir” diyebilir. Fakat, diğer hak mezheb ve mesleklere bâtıldır diyemez. Çünkü, bir mesleğin ve fikrin hak olup olmadığı edille-i şer’ıyye denilen Kitâb, Sünnet, İcmâ-i Ümmet (sahâbe-i kiram ve müctehidîn-i izamın icmâı) ve Kıyâs-ı Fukahâ mîzânlarına vurularak anlaşılır. Eğer o meslek ve fikir bunlara uygunsa haktır, eğer uygun değilse bâtıldır. Burada iki mühim nokta vardır:
Birincisi: Dînin yüzde doksanını teşkîl eden muhkemât-ı şeriatta ihtilâf yoktur. Bunlar Kur’ân’ın ve onun tefsîri olan hadîs-i şeriflerin hâlis malıdır. Bunlarda ictihâd olamaz ve bunlar asla değişmez.
Demek şu muhkemâtta tek bir meslek vardır. Farklı farklı meslekler olamaz.
İkincisi: Yüzde on nisbetinde olan ictihadı nazariyyâttır ki, bu da iki kısımdır:
Birisi: Müctehidierin üzerinde icmâ’ ve ittifak ettiği nazariyyâttır ki, bu kısım mesâilde her hangi bir mü’minin ve hattâ müctehidin bu icmâa muhalefet etmesi caiz değildir. Bu kısımda da tek bir meslek vardır.
Diğeri: Müctehidierin hakkında ihtilâf ettikleri nazariyyâttır ki, işte mezheb ihtilâfı ve ayrı ayrı meslekler burada vardır. Daha sonra îzâh edeceğimiz üzere, hak mezheblerin ve o mezheblerdeki müctehidierin ayrı ayrı ictihâdlarının hepsi de haktır. Bir mü’min, şu ihtilâfı mevzularda müctehidlerden herhangi birisinin mezheb ve mesleğine ittiba’ etse, o vakit mesleğini ve fikrini, ya’nî ittiba’ ettiği müctehidin meslek ve fikrini hak olarak i’tikâd etmekle beraber, diğer müctehidierin ve onlara ittiba’ edenlerin mesleklerini de hak ve güzel olarak kabul etmesi lâzımdır. Fakat, kendi mezhebini veya meslek ve fikrini daha güzel görebilir ve öyle görmesi de lâzımdır.
İşte Ustâd’ın zikrettiği şu güzel düstûr, müctehidînin ictihâdlarının hepsinin de hak olduğunu ve nazariyyâtta hakkın taaddüd edebileceğini ifâde ederek, her hangi bir hak mezheb ve meslek sâhiblerinin, mezheb ve meslek taassubuyla, “Yalnız benim mezhebim haktır ve yalnız benim mesleğim güzeldir” diyerek, diğer hak mezheblere veya mesleklere hatâ isnâd etmemesi gerektiğini ifâde etmektedir. Tâ ki, bu suretle Müslümanların uhuvvet ve ittifakı te’mîn edilmiş olsun.
Bu noktadan şu düstûrun gâye-i maksadı, dînin aslı ve esâsı olan ve dînin yüzde doksanını ihtiva eden muhkemât-ı şeriatta Müslümanların ittifak ettiklerini ve etmeleri gerektiğini ve yüzde on nisbetinde olan ihtilâfî nazariyyâtta ise müctehidlere ittiba’ edilmesi şartıyla hepsinin de hak olduğunu ifâde ederek, Müslümanların hakta, ya’nî kitâb ve sünnetin muhkemâünm ve kitâb ve sünnete uygun olan hak mezheblerin dâiresi içinde ve bu esâs üzerine ittifak etmelerini te’mîn etmektir. Fakat, şu kayıdlar ihmâl edilerek, şu düstûr zamânımızdaki cemâatlere ve onların ayrı ayrı mesleklerine de teşmîl edilse, ya’nî sanki Üstâd Bedîüzzâmân şu anki cemâatleri kasdediyormuş gibi sen, “Benim cemâatim ve mesleğim haktır ve daha güzeldir” diyebilirsin, fakat kimseye karışamazsın, edille-i şer’ıyyeye uymasa da her cemâa-tin mezheb ve mesleği haktır denilse, Kitâb ve Sünnet ve onlara istinâd eden icmâ’ ve kıyâs-ı fukahâ mihenk yapılmazsa; o vakit Müslümanların hakta ittifakları ve hakka plan bağlılıkları izâle edilmiş olur ve Üstâd’ın şu cümlelerde gâye-i maksadı olan hakta ittifaka taban tabana zıd bir netice ortaya çıkar. Ya’nî, Kur’ân ve hadîse bakmadan ve hak mezheblere riâyet etmeden herkes kendi re’yine göre hareket eder ve Müslümanlar farklı farklı yollara sülük edip ümmet tefrikaya düşer. O vakit kimin etbaı çok ise haklı o zannedilir.
İşte şu fâsid te’vîlin netîceieri düşünülse, Üstâd’ın muradının asla böyle bir şey olmadığı anlaşılır. Hem yine anlaşılır ki, hakkın mihengi olan Kitâb, Sünnet, İcmâ-i Ümmet (sa-hâbe-i kiram ve müctehidîn-i izamın icmâı) ve Kıyâs-ı Fukahâyı ortadan kaldıran ve her bâtıl fikre de hak dedirten böyle fâsid bir ma’nâyı ve bâtıl bir te’vîli her hangi bir Müslümanın bilerek söylemesi mümkün değildir. Demek bu bâtıl te’vîlin menşei, o ecnebî komitedir ki; İslâm’ı tahrîf etmek ve muharref meslekleri hak olarak göstermek niyyetiyle ba’zı safdil Müslümanları aldatarak böyle hîleli sözleri Âlem-i İslâm içinde yaymaktadırlar.
Elhâsıl: Üstâd Hazretlerinin bu sözleri, müctehid ulemânın ictihâdları ve onların meslekleri arasındaki ihtilâfla alâkalıdır. Zîrâ, onların mesleklerinden başka hak meslek yoktur. Kitâb, sünnet, icmâ’-ı ümmet (sahâbe-i kiram ve müctehidîn-i izamın icmâı) ve kıyâs-ı fukahâya muhalif olan meslek ve efkâra hak denilmez. Onlar bid’at ve dalâlet tir. Mü’min, her hâlini ve her fikrini şu edille-i şer’ıyyenin mîzânlanna vurmalıdır. Kitâb, sünnet, icmâ’-ı ümmet (sahâbe-i kiram ve müctehidîn-i izâmm icmâı) ve kıyâs-ı fukahâya dayanmayan başka bir meslek kabul etmemelidir. O mîzâna uymayan her türlü meslek ve fikirleri de bid’at ve dalâlet bilmeli ve reddetmelidir. Üstâd Bedîüzzamân’ın On Üçüncü Lem’a olan Hikmetü’l-İstiâze Risâlesindeki şu sözlerine dikkat edilse ve mezkûr düstûr bu ölçülere göre ma’nâ edilse, murâd-ı Üstâdâneleri gayet iyi anlaşılacaktır.
“İşte, ey ehl-i hak ve ehl-i hidâyet! Şeytân-ı ins ve cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çâresi: Ehl-i Sünnet ve Cemâat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’ân-ı Mu ‘cizü ‘1-Beyân’ın muhkemât kalesine gir ve Sünnet-i Seniyyeyi rehber yap, selâmeti bul.”( On Üçüncü Lem’a, Yedinci İşaret)
“işte, ey şeytânın desiselerine mübtelâ olan bîçâre inşân! Hayât-ı dîniyye, hayât-ı şahsiyye ve hayât-ı ictimâıyyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-i fikir ve istikâmet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen, muhkemât-ı Kur’âniyyenin mîzânla-rıyla ve Sünnet-i Seniyyenin terâzîleriyle a ‘mâl ve hâtırâtını tart. Ve Kur’ân ‘ı ve Sünnet-i Seniyyeyi dâima rehber yap. Ve Eûzü billahi mine ‘ş-şeytâni’r-racîm de, Cenâb-ı Hakk’a ilticada bulun.”( On Üçüncü Lem’a, On Üçüncü İşaret)