Dinin amacı insanlara doğru yolu göstermek, ALLAH rızasına uygun bir hayatın kurallarını vermek, imtihan için yaratılmış geçici dünya hayatında insanların kulluk imtihanını kazanmalarına ve böylece iki cihanda mutlu olmalarına yardımcı olmaktır. Dinin amacı, insanların kendi akılları ve beşeri bilgi edinme yollarıyla ile elde edebilecekleri ve gelişme çizgilerine göre geliştirecekleri bilgiler, teknik ve teknoloji konularında bilgi vermek değildir. Bu konularda yeri geldikçe verilen misaller ve bilgiler amaç değildir,bu konularda insanları bilgilendirmek için verilmemiştir; dinin amacına yardımcı olsun, imanı ve din duygusunu güçlendirsin diye verilmiştir.
ALLAH Teâlâ yüceler yücesi, akıl ve fikrin kavrama kapasitesinin ötesinde bir varlık olduğu için, O’nun kullarına hitabı doğrudan (insanların konuşmaları ve bilgi alış verişinde bulunmaları şeklinde) olmamış, peygamberler vasıtasıyla olmuştur. Peygamberler de beşer (insan türünden) olduğu için din bilgisi onlara vahiy denilen ve keyfiyeti bilinmeyen ilâhî bir dil veya iletişim aracı ile verilmiştir. Peygamberler bu vahyi alacak şekilde eğitilmişler, aldıkları vahyi muhatapları olan insanlara eksiksiz fazlasız iletmişlerdir.
Peygamberlerin vahiy alıp iletmekten başka da vazifeleri olmuştur; bunların en önemli ikisi vahyi açıklamak ve yaşayışlarıyla ümmetlerine örnek olmaktır. Bir insanın diğerine örnek olabilmesinin ilk şartı kendi türünden olması ve yaptıklarının başkalarınca da yapılabilmesidir. Eğer peygamberlerin bütün hayatları olağanüstü mucizelerle dolu olsaydı, sıradan insanlara örnek olamazlardı. Onların örnek olmaları, iradeye bağlı ve her isteyenin yapabileceği fiillerde en güzeli, en doğruyu yaparak gerçekleşmiştir.
Peygamberimizin (s.a.) söz ve davranışlarının tamamı, ümmete örnek ve bağlayıcı olma yönünden aynı değildir. Kendine mahsus olanları, beşer olmasından kaynaklananları, nafile ve farz olanları, devlet başkanı, hakim, hakem olarak yaptıkları, tavsiye ve teşvik mahiyetinde olanları… vardır.
Kadı Iyâd isimli âlim (v.544/1149), İslam dünyasında bir zamanlar en fazla okunan kitaplardan biri olan ve Peygamberimizin şekil ve şemailini, ahlak ve özelliklerini anlatan eş-Şifâ isimli eserinde O’nun beşeri yönünü şöyle açıklamaktadır: “Resûlullah da (s.a.) diğer peygamberler gibi beşer nev’indendir (yani cin, melek veya başka türden bir yaratık değil, insandır), O’nun cismi ve dış varlığı tamamen beşerîdir, diğer insanlar için caiz ve vaki olan hastalıklar, değişmeler, acılar, sancılar ve ölüm O’nun için de caizdir…ALLAH resûlü hastalanmış, inlemiş, soğuk ve sıcaktan etkilenmiş, acıkmış, susamış, öfkelenmiş, canı sıkılmış, usanmış, yorulmuş, zayıflamış, yaşlanmış, bineğinden düşüp yaralanmıştır, inkarcılar kendisini yaralamış ve dişini kırmışlar, zehirli et vermişler, sihir yapmışlardır. O da maddi ve manevî araçlara/çarelere başvurarak tedavi görmüş, tedbirler almış nihayet Büyük Dostuna kavuşmuş ve dünyayı terketmiştir…
Hz. Peygambere eşi Zeyneb bt. Cahş bal şerbeti sunmuş ve bu yüzden onun yanında biraz fazla kalmıştı. Bunu kıskanan diğer iki eşi “Ağzından kötü bir koku geliyor, içtiğin bal şerbetinden olmalı!” deyince bir daha bal şerbeti içmemeye azmetmiş, olayın arkasından gelen vahiy, kadınlarını memnun etmek için ALLAH’ın helal kıldığı bir nesneyi kendisine haram kılmasının (bir daha içmeyeceğim demesinin) uygun olmadığını açıklamıştır (Tahrîm: 66/1).
Medine’ye gelip hurma ağaçlarının erkek hurmalarla tozlaştırılması (bir nevi çiftleştirilmesi) olayını ilk görünce “Bunu yapmasanız olmaz mı?” demiş, sahâbe yasakladığını zannederek tozlaştırmayı terk etmişler ve hurmalar iyi ürün vermemiştir. Durum kendisine arz edilince “Ben yalnızca yapmasanız olmaz mı dedim, yasaklamadım, bu dünya işidir, siz onu daha iyi bilirsiniz.” buyurmuştur. Bu örneklere göre “O, kendi arzusuna göre konuşmaz, o (söylediği veya tebliğ ettiği) kendisine vahy edilen ALLAH sözüdür” mealindeki âyeti (Necm: 53/4 ) genel mânada değil, özelleştirerek almak ve şöyle yorumlamak gerekmiştir: Onun tebliğ ettiği vahiydir veya din olarak söyleyip yaptıkları vahiydir, beşer olarak, dinle alakası olmayan (mübah alanda) söyleyip yaptıkları kendine aittir; beşeri bilgi ve tecrübesine dayanır. Ancak O, hiçbir zaman ALLAH rızasına aykırı bir şey söylemez ve bir davranışta bulunmaz, yanılarak bulunması halinde ise derhal vahiy yoluyla düzeltilir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.) hem kendisi hastalandıkça hem de çevresindekilerin sağlıkları bozulunca çeşitli tedavi yolları ve ilaç olarak kullanılan nesnelerden bahsetmiş, bunları tavsiye etmiştir. Bazı araştırmacılar bunların tamamının veya çoğunun vahiyle bildirildiğini, isabetli olduğunu, yanlış veya yetersiz olma ihtimalinin bulunmadığını, bu mânada bir “Peygamber tıbbı: Tıbb-ı Nebevî” bulunduğunu savunmuşlardır. Ancak tavsiye edilen şeyler teker teker ele alındığında böyle bir anlayışın doğru olmadığı ortaya çıkar. Peygamberimizin (s.a.) tavsiye ettiği tedavi şekillerinin ve ilaçların (ilaç yerine kullanılan nesnelerin) hemen tamamı, hem içinde yaşadığı toplum tarafından hem de daha eski topluluklarca bilinmekte ve kullanılmaktadır. Buhârî’nin rivayet ettiği şu hadis de bizim anlayışımızı desteklemektedir: “Sizin ilaçlarınızda eğer bir fayda varsa ancak kan alanın aletinde, bal şerbetinde ve derde uygun olarak yapılacak ateşle dağlamada vardır; ben dağlanmayı sevmiyorum.” Hadiste “…sizin ilaçlarınızda” buyruluyor; bu ifade, “Öteden beri kullanmakta olduğunuz ilaçlar ve tedavi araçlarınızda” demektir. Yasaklamamakla beraber yine öteden beri kullanılan “yarayı ateşle dağlama” tedavisinden de hoşlanmadığını söylüyorlar.
Genel olarak O’nun, tıpla ilgili tavsiyelerinden şu sonuçları çıkarmak mümkündür:
a)Bir hadiste de geçtigi üzere “ALLAH yarattığı her derdin devasını da yaratmıştır, insanlar onu bulup hastaları tedavi etmeye çalışmalıdırlar.
b) İlaç ve tedavi şekilleri ile araçları dünya işidir ve beşeri bilgi alanına girer. Beşeri bilgi de zamana, mekana, şartlara bağlı olarak değişir ve gelişir. Peygamberimizin tavsiye ettiği tedavi araçlarının çoğu beşeri bilgi ve tecrübeyle elde edilmiştir. Onları aşmak ve daha iyileriyle değiştirmek dine de, sünnete de aykırı değildir.
c)Peygamberimizin tavsiye ettiği, yaşadığı zamanın şartları içinde iyi ve geçerli olan tedavi araçları, uygun kullanıldığında insanlara hiçbir zaman -faydasından daha fazla- zarar vermez; zarar verecek olsaydı ALLAH, Peygamberini uyarır, insanlara zarar verecek bir tavsiyede bulunmasını engellerdi
Peygamber’in tıpla ilgili tavsiyelerinin din ve vahiy ile ilişkisi konusunda, büyük âlim ve Buhârî şârihi İbn Hacer’in şu sözleri dikkat çekicidir: “Tıp (tedavî) ikiye ayrılır: Kalbin tıbbı, bedenin tıbbı. Kalbin (insanı insan yapan manevî varlık/yapının, bir mânada ruhun) tedavisi ancak Resûlün (s.a.) Rabbinden getirdiği (vahiy, din) ile olur. Bedenin tedavisine gelince bu konuda Hz. Peygamberden nakledilenler (O’nun söyledikleri) de vardır, başkalarının söyledikleri de vardır ve bunların çoğu tecrübeye dayanır. (Fethu’l-Bârî, Tıp bölümünün girişi).
kaynak:Hayreddin Karaman Prof. Dr.