Yasir ailesi: İşkenceyi tattılar “Sabredin Ey Yasir ailesi size vaat edilen cennettir.”
Enes İbn-u Nadr: Uhud gazvesinde lime lime doğranmasaydı, “ Eğer ALLAH’a yemin edersem, mutlaka onu yerine getiririm” şerefine, onuruna nail olabilir miydi? Evet böyle olmasaydı yüzü gülmez ve yemin günü istediği gerçekleşmez ve VALLAHi! Ne ön dişleri kırılır ne de vücudu paramparça edilirdi. ölü olduğu halde- cesedinde seksen küsür darbe izi bulunmuş, cesedi paramparça edilmişti. Öyle ki onu kız kardeşi dışında hiç bir kimse tanıyamamıştı. Kız kardeşi parmağının ucundan tanımıştı.
Abdullah İbn-u Cahş şöyle dua etmişti: “ALLAHım! Beni, iyi ok atabilen, iyi harp yapabilen, aşırı öfkelenen bir kişi ile karşılaştır. Senin uğrunda onunla savaşayım, oda benimle savaşsın. Sonra beni yakalayıp burnumu, kulağımı kessin. Yarın seninle karşılaştığım zaman sen bana: “Ya Abdullah! Ne için kulağın, burnun kesildi?” Diyesin. Ben de sana: “Senin için ve Resûl’ün için” diyeyim. Bunun üzerine ALLAH “doğru söyledin” der
Bilâl İbn-u Rebâh’a işkence yaparlarken Bilâl İbn-u Rebâh’a uğramıştı. Bilâl defalarca, defaâtla -Dağ gibi sebatında-: “Bir, bir” diye haykırıyordu.
Ebu Talha: Yine Enes (ra)’dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur:
“Uhud günü insanlar hezimete uğrayıp Nebî (sav)’in yanından dağıldıkları sırada, Ebû Talha Nebî (sav)’in önünde, ğövdesini siper ederek onu korumaktaydı. Ebû Talha sırımı kuvvetli (ok atmada ve isabet etmede okunun kirişi kuvvetli olmak) olup iyi ok atan bir kişiydi. O gün iki veya üç ok kırmıştı. Yanında ok kuburu (okun koyulduğu kutu) olan bir adam geçerken, “Şunu Ebî Talha’ya uzat” buyurmuştu. Bu esnada Nebî (sav) kavme bakmak için ayağa kalktığında, hemen Ebû Talha: “Ey ALLAH’ın Nebîs’i! Babam, anam sana feda olsun, sakın kalkma. Zîra kavmin oklarından bir ok sana isâbet eder. İşte ğöğsüm, senin ğöğsün önündedir……….” derdi.”
Umeyir b. Hummam: Muhammed’in hayatı elinde olan ALLAH’a yemin ederim ki, kim bugün bunlarla sırf ALLAH rızası için savaşır ve arkasını onlara dönüp kaçarken değil, sabır ve metanet göstererek onlara doğru ilerlerse, öldürülürse ALLAH onu cennete götürür. Bunun üzerine Umeyr b. Hummam ‘Ne güzel, ne güzel! Demek benimle cennete girmem arasında bunların beni öldürmesinden başka bir şey yoktur’ dedi ve hemen elindeki hurmaları attığı gibi kılıcını alıp onlarla savaşmaya başladı. Sonunda da şehit oldu.” (Hayatüs Sahabe c.1 s.525)
Hanzala (ra): Hanzala (ra)’da ALLAH yolunda cihadı, gerdek gecesi sabahı yatağında olmaya tercih etti. Cihat çağrısını duyunca yatağından fırlayıp gusül abdesti almak için bile beklemeden cihada katıldı ve şehit oldu. Rasul (sav) onu hurilerin guslettiğini haber verdi.
Dırar b. Ezver: zayıf bünyeli, cılızdı. Fakat çevik ve cesur bir kahraman sahabe idi. Ölüme meydan okurcasına zırh kullanmaz, bağrı açık bir şekilde düşman üzerine giderdi. Rivayetlere göre seksen Rum komutanı ve askerini öldürmüştü. Bu haliyle düşman komutanlarını dahi dehşete düşürüyordu.
Ümmü Şerîk (r.anhâ): imanının tadını alan, heyecanını duyan ve İslâm’ı yaymak için canla başla uğraşan bahtiyar bir hanımdı. Kureyş kadınlarının evlerine sık sık ziyaretler yapar ve onları İslâm’a davet ederdi. İslâm’ı hanımlar arasında anlatmayı kendine vazife bilmişti. Bu hizmeti gizli gizli yürütürdü. İnsanların şirk bataklığından kurtulup hak yola gelmesinden büyük zevk duyardı. Bu sebepten bu vazifeyi büyük bir aşk ve heyecanla yapardı.
O, Zira bir insanın karanlıktan çıkıp, cehaletten kurtularak hidayete kavuşmasını, putları bırakıp ALLAH’a yönelmesi ve Kur’an’la buluşmasını, dünya ve içindekilerin kendisine verilmesinden daha hayırlı görürdü.
Ümmü Şerîk (r.anhâ) İslâm’ın güzelliklerini Kureyş’li hanımlar arasında yayabilmek için canhıraş bir şekilde çalışıyordu. Müşriklere yakalanmamak için de elinden gelen gayreti gösteriyordu. Fakat ne çare ki, azgın müşrikler onu takip ediyorlardı. Gün geçtikçe de İslâmiyet hızla yayılıyordu. Mekke dışından da İslâm’a koşanlar çoğalmaya başlamıştı. Müşrikler yeni Müslüman olan kimsesiz, gariplere işkence etme kararı aldılar. İslâm adına yapılan faaliyetlerin önünü almak için eza ve cefalarını artırdılar.
Ümmü Şerîk (r.anhâ)’yı önce tehdit ettiler. Sonra hapsettiler. Kızgın güneşin altında bir lokma ekmek bir yudum su vermeden üç gün boyunca eziyet ettiler. Ve mübarek sahabi asla taviz vermedi, sabretti. Çünkü onlar ne için yaşadıklarının bilincindeydiler.
Mübarek hanım sahabilerden Hz. Ebu Bekir’in kızı Hz. Esma’nın oğlu Abdullah ile yaptığı istişare dillere destandır.
Hz Esma :“Haccac Mekke’yi kuşatmış, Ebu Kubeys dağından bu mübarek şehri mancınıklarla taşa tutmuştu. Kuşatmanın altıncı ayında Mekkelilerin yiyecekleri tükenmişti, taraftarları Abdullah’ı terk etmeye başlamıştı. Abdullah’ın yanında pek az adam kalmıştı. Haccac ona, teslim olduğu takdirde kendilerine bir şey yapmayacağına dair haber salmıştı. Abdullah ibni Zübeyr annesinin yanına giderek dedi ki:
-Anneciğim! Halk beni terk etti. Hatta kendi oğlum bile beni bırakıp gitti. Yanımda az bir adam kaldı. Onlarda en fazla bir saat dayanabilir. Bu herifler bana ne istersem verecekler. Ne yapmamı uygun görürsün?
Hz. Esma ona şunları söyledi:
-Oğlum! Sen kendini daha iyi bilirsin. Davanın hak olduğundan ve halkı Hakk’a çağırdığından eminsen, diren. Senin bütün adamların, arkadaşların Hak yolunda öldüler. Boynunu Beni Ümeyye oğlanlarının ellerine teslim edip oynatma! Eğer bunu dünyalık kazanmak için yapacaksan, sen ne kötü bir kulmuşsun! Böylece hem kendini hem de senin yanında yer alanları mahvetmiş oldun demektir. Eğer „Ben doğru yoldaydım. Fakat arkadaşlarıma baygınlık gelince gücümü kaybettim“ diyorsan, bu yiğitlerin yapacağı iş değildir. Dünyada daha ne kadar yaşayacaksın? Ölmek daha iyidir…“ dedi.
Esma bu tarihi konuşmadan bir müddet önce gözlerini kaybetmişti. Bu uzun konuşmanın sonunda oğluyla vedalaşırken, onun üzerinde zırh bulunduğunu anladı. „Bu şehitlik isteyenlerin yapacağı iş değildir“ diyerek üzerindeki zırhı çıkarmasını istedi.
Nesibe el-maziniyye’: Başka bir örnek sahabi Nesibe el-maziniyye’ye Oğlu Habib ibni Zeyd’in ölüm haberini verdikleri zaman şöyle dedi.
“Onu bugünler için doğurdum. ALLAH’tan onun için ecir diliyorum. O küçükken Akabe gecesi Resulullah’a biat etmişti. Büyüyünce ona verdiği sözü tam olarak yerine getirdi. Eğer ALLAH Müseylime’ye karşı bana imkan verirse, arkasından kızlarını mutlaka ağlatacağım.” dedi.
Sümeyra : Ciddi mücahide bir kadın idi. Uhud savaşına dört erkek göndermişti. Bunlardan İkisi oğlu, birisi kocası diğeri de babası idi. Onları göndermeden önce oğullarını ve babasını huzuruna almış, ve onlara şöyle demişti. “Gidin savaşın! Resulullah (sav)’in yanından ayrılmayın! Eğer onun başına bir şey gelirse ve siz sağ olarak Medine’ye dönerseniz, VALLAHi evime almam yüzünüze bakmam” Resulullah (sav) öldüğü haberi Medine’ye kadar yayılmıştı. Haberi duyan Sümeyra, son bir hızla Uhud’a doğru giderken, iki gözü iki çeşme ağlıyor ve kendi kendine şunları mırıldanıyordu: “Benim o babama ne oldu ki, Resulullah (sav) öldü de o onlara bir şey yapmadı. Ben demiştim ki, baba git Resulullah (sav) müdafi ol, eğer onun başına bir iş gelirse ve sen sağ olarak dönersen vALLAHi ben yüzüne bakmam demiştim. Ya benim oğullarıma ne diye ağlıyorum.” Bu şekilde sözler sarf ederken Uhud’un eteğine kadar ulaşmıştı. Uhud’a geldiği gibi atından indi ve cesetleri tek tek gezerek Resulullah (sav)’in cesedini arıyordu. Orada biri dedi ki, “Nereye ey Sümeyra” “Resulullah (sav) nerede? Onu Resulullah (sav) bana gösterin diyordu” Sümeyra’yı aldılar ve ona “Bak şurada iki tane çocuğun var” dediler. O şu cevabı verdi. “Bakışım bile israf olur, nerede Resulullah (sav)” dedi ve bir sahabe “Sümeyra, Resulullah (sav) hayatta, işte burada dedi” Sümeyra ise “Bana gösteriniz.” dedi. Sürüne sürüne onun yanına ulaştı. Resulullah (sav)’in cübbesini aldı, öptü ve şu tarihi sözleri söyledi. “Ya Resulullah bundan sonra bütün musibetler beni kaplamış olsa da, seni hayatta görmüş olduktan sonra bunlar ehemmiyetsizdir ya Resulullah” dedi. Sümeyra gözyaşları içerisinde kalktı ve oğullarının şehit olduğu yere geldi. Kendi elleriyle parçalanmış cesetlerini topladı. Medine’den getirdiği heybenin içine koydu. Atına binip Medine’ye yöneldi. Bu seferde şöyle haykırıyordu; “Ben kadınlık âleminin en üstün en şerefli kadınıyım, ben oğullarını, kocasını, babasını onun (sav) yolunda şehit etme bahtiyarlığına ermiş bir kadınım dedi.”
Hazret-i Hansâ radıyALLAHu anhâ mersiyeleriyle tanınmış meşhur hanım şâirlerden… Cesaret ve kahramanlığıyla ün salmış bir hanım sahâbî… Dört oğlunun şehadet haberini müjde gibi karşılayan iman dolu bir anne… Çocuklarının şehidlik sevincini hamdederek, duâ ve niyaz ile açığa vuran, kadere teslim olmuş bir iman eri… O bir çok şâir yetiştirmiş Beni Süleym kabilesine mensuptur. Hansâ (çekik burunlu) lâkabıyla tanınmıştır. Asıl adı Tümâdır binti Amr’dır. Babası, Amr ibni Şerîd’dir. O, Arap edebiyatında kadın şâirlerin en önde geleni kabul edilir. Şiirlerinin çoğunu Câhiliye devrinde söylemiştir. Savaşlardaki, yiğitlik, kahramanlık sahnelerini kadın duygusallığı içinde sâde bir dille anlatmıştır. Özellikle mersiye türünde meşhur olmuştur. Hansa’nın biri Muaviye adında ana bir diğeri Sahr isminde baba bir iki kardeşi vardı. Muâviye yakışıklı bir yiğit, Sahr da halim-selim cömertti. Kabileler arasındaki savaşlarda ikisi de öldürülmüştür. Hansa bu iki kardeşinin mertlik ve cömertliğine dair söylediği mersiyelerle meşhur olmuştur. O, İslâm’ın ortaya çıktığı ilk dönemlerde çocuklarıyla birlikte müslüman oldu. Resûl-i Ekrem sallALLAHu aleyhi vesellem efendimizin sohbetinde bulundu. Hz. Ömer (r.a.) ile görüştü. İki Cihan Güneşi Efendimiz onun şiilerini beğenirdi. “Haydi Hunâs!” diyerek şiir okumasını isterdi. Hz. Hansâ (r.anhâ) öldürülen kardeşleri için çok göz yaşı döküyordu. O kadar ki ağlamaktan dolayı yüzünde izler meydana geldi. Hz. Ömer (r.a.) kendisine: “Niçin bu kadar ağlıyorsun? Onlar şimdi cehennem odunu.” deyince o şefkat ve merhametinin neticesi olarak bu sözden alındı ve: “İşte şimdi hüznüm bir kat daha arttı.” diye serzenişli bir cevap verdi.
Hz. Hansâ (r.anhâ) İslâm’ın nuruyla kalbini doldurmağa ve çocuklarını da bu yolda yetiştirmeğe gayret etti. Mal ve evlâdın ALLAH’ın bir emâneti olduğunu bildi. Dört oğlunu da ALLAH yolunun yolcuları olarak büyüttü. Onlar ALLAH yolunda cihad edebilecek yaşa gelmişti. 17-18 yaşlarına girmişlerdi. Güçlü, kuvvetli enerjik ve gönülleri şehidlik özlemiyle dolu, pırıl pırıl bir genç olmuşlardı. İslâm dini yayılmaya başlamış, fetihler çoğalmıştı. Müslümanlar zaferden zafere koşuyordu. Bu dört mücâhid genç delikanlılar, anneleriyle birlikte Hz. Ömer (r.a.)’ın halifeliği döneminde “Kadisiye Savaşı” için hazırlanan orduya gönüllü olarak katıldılar. ALLAH’a ve Resûlüne teslim olmuş bir anne için ne büyük bir mutluluktu bu. Hz. Hansâ (r.anhâ) bir akşam üstü çocuklarını yanına topladı. Dört oğlunu bir anne şefkati nazarıyla süzdükten sonra onlara yüce hedeflere ulaşma konusunda nasihatler yaptı. Gönüllerini çoşturan tesirli, derin ifadelerle, onların iman dolu damarlarını harekete geçiren şöyle bir hitabede bulundu: Yavvrularım! Sizi müslüman olmaya kimse zorlamadı. Kendi isteğinizle müslüman oldunuz. Kendi irâdenizle orduya katılıp buralara kadar geldiniz. Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan ALLAH’a yemin ederim ki, siz hep bir annenin oğlu bir babanın çocuklarısınız.
Ben sizin babanızın namusunu korudum;ona ihanet etmedim. Dayınızı da mahcup edecek bir ahlâksızlıkta bulunmadım. Şerefinize leke düşürmedim. Soyunuzu değiştirip bozmadım. <>
Sizler, ALLAH yolunda savaşan mücâhidlere Rabbinizin hazırladığı sevabı biliyorsunuz. Bâkî olan âhiret yurdunun fânî olan dünyadan daha hayırlı olduğunu da biliniz. Cenâb-ı Hak’ın: “Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun ve ALLAH’tan korkun ki başarıya erişebilesiniz.” (Âl-i İmran Sûresi / 200) buyurduğunu hatırlayınız.
Yarın inşALLAH sağ salim sabaha erişirseniz, basîretli bir şekilde, sabır ve sebatla düşmana saldırın. Bu konuda düşmana karşı sadece ALLAH’tan yardım isteyin. Harp kızıştığında düşmanın can alıcı yerine kadar gidin. Onların kumandanı ile çarpışın. Zafer elde ederseniz ganimete kavuşursunuz. Şehid olursanız cennete girer, ikrâma nâil olursunuz..”
Sevgili annelerinin gösterdiği hedefe ulaşmak için dört kardeş sabahı zor etti. Sabah olduğunda yerlerinde duramayan Hz. Hansâ (r.anhâ)’nın oğulları arslanlar gibi savaş meydanına atıldılar. Büyük kahramanlıklar sergilediler. Sonunda özlemini çektikleri şehidlik mertebesine eriştiler. Bedenleri savaş meydanında kaldı. Ruhları Cennet-i âlâya uçtu.
Ne Seâdet!.. Ne güzel mükâfat!… Ne mutlu son!..
Kadisiye savaşı müslümanların zaferiyle neticelendi. Dört civan genç kardeşler de şehidler arasındaydı. Annesine haber vermek için gelenler üzgün üzgün Hz. Hansa (r.anhâ)’nın yanına geliyordu. Halbuki o büyük bir metânet içerisinde, kadere teslim olmuş bir vaziyette, son derece sâkin bir halde idi. Dört oğlunun şehidlik makamını kazanmaları onun için büyük bir seâdetti. Onların şehâdet haberini sanki bir müjde gibi karşıladı. ALLAH’a hamdedip sevincini şu duâ ve niyaz ifadeleriyle açığa vurdu:
“Onların şehadetiyle beni şereflendiren ALLAH’a hamdolsun. Yüce Rabbim beni onlarla beraber rahmetinin gölgesinde birleştirsin.”
Hz. Hansâ (r.anhâ), hayatın, servetin ve evlâdın kendine ALLAH’ın bir emâneti olduğunun şuurunda idi. Çocuklarını da bu duygu ve düşüncelerle yetiştirdi. Onlara ölmez ufuklar verdi. Dünya hayatı fânî, ahiret yurdu bâki idi. Emâneti sahibinin yoluna feda etmek en kârlı ve en akıllı bir işti. Sonunda kendinden önce âhirete böyle hayırlı oğullar gönderdi. Arkaya da rahmet ile anılacak bir isim bıraktı. Ruhu şâd, kabri cennet bahçesi olsun. Cenâb-ı Hak şefaatlerine nâil buyursun. Amin.
YA RABBİ SENDE BİZİ HER AN BU ŞUURLA AYAKTA TUT, CANIMIZI ALDIĞIN VAKİTTE BU ŞUURDA OLARAK AL CANIMIZI. AMİN AMİN AMİN
ALINTI