84 yıldır her gün, her fırsatta acımasız ve vahşi yüzünü gösteriyor Kapitalizm. Her gün maharetlerine bir yenisini ekliyor; son zamanlarda gündemden düşmeyen anne cinayetlerinde olduğu gibi. Seyrettiğimiz zaman içimizi sızlatan, tüylerimizi diken diken yapan bu hadiseler, aydın bakış açısı ile bakılması gereken hadiselerdir. Çünkü; hangi evlat, kendisini 9 ay karnında taşıyan, bin bir zorlukla dünyaya getiren, aylarca süt veren, hastalandığı zaman acısını paylaşan ve uykusuz kalan; “Cennet anaların ayakları altındadır” denilere, yüce makama layık görülen; binlerce kez hata yapsa da, kalbini kırsa da yine de affedip kendisini bağrına basan annesine kıyabilir?
Son dört ayda evladı tarafından öldürülen annelerin sayısı altıya ulaştı. Medyanın aktardıklarına göre altı olayda da en önemli benzerlik gençlerin psikolojilerinin bozuk oluşu… Bu gençlerin psikolojileri ne denli bozuldu ki, böyle bir vahşete imza attılar. Hadiselerden sonra gelişen olayların sebeplerini arayan psikologlar ve sosyologlar, her zaman olduğu gibi ekranlarda boy göstermeye başladılar.
Devletlerarası Kıbrıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aydın Ankay cinayetleri şöyle değerlendirdi: “Busuçlarda asıl belirleyiciler toplumsal psikolojik nedenlerdir. Burada sosyo-ekonomik, kültürel nedenler, aşırı siyasal ve ideolojik çekişmeler, yabancılaşma, işsizlik, gelecek şoku, boşanma, yaşamın tekdüzeliği, çocuk eğitimindeki yanlışlıklar ve bunların oluşturduğu kişilik bozuklukları önem kazanmaktadır. Türkiye’de son 10 yılda yüzde 250’lik bir boşanma salgını ortaya çıkmıştır, bu salgınlar iktisadî, sosyal, kültürel, siyasal bunalımların bir sonucudur.” Psikolog Mustafa Topkara ise; “Türkiye yi sarsan anne cinayetlerini anlayabilmek için anne, çocuk ve toplum ilişkisinin iyi açıklanması gerektiğini” belirtti. Psikologların ve sosyologların birçoğu olaylara derin bir bakış açısı ile baktıklarından dolayı, hadiselerin temeline inip kaynağını bulup doğru tespit yapmaktadırlar. İş sadece hadiselerin hangi etkenlerden kaynaklandığını tespit etmekle bitmiyor, bir de doğru çözüm sunmaları gerekiyor. Bunun için de aydın bir bakış açısı lazım. Hadiselere aydın bir bakış açısı ile bakmak için de sahih bir Akide’ye ve o Akide’nin sunduğu çözümlere ihtiyaç vardır.
Evet, bugün toplumlar çok ciddi boyutlara ulaşmış iktisadî krizlerle boğuşuyorlar. Bunun en yakın tanıkları, son zamanlarda %200 zamlanan yiyecek fiyatlarının şokunu üzerinden atamayan bizleriz. Bir de Haiti’de çamurdan kek yiyen ve dünyada petrol fiyatlarının artmasıyla zamlanan çamurdan keki almakta bile zorlanan Haiti halkı olsa gerek. Hayat pahalılığı böyle devam ederken toplumlarda var olan zengin-fakir uçurumu da iyice derinleşiyor. Elit kesim, avam sınıfı diye insanlar gruplaşıyorlar. Bu sosyal farklılık birçok sıkıntıyı da beraberinde getiriyor. “Düşenin elinden tutma, seni de beraberinde düşürür”, “Biz çalıştık zengin olduk, o da çalışsın”, “Benim malıma ortak mı? Niye verecekmişim.” gibi cümlelerle başlayan ve sonunda fakiri aşağılayan sözlerle konuşmasını bitiren ve kendisine verilen rızkı, kendi çalışmasına mal eden ve şükretmeyen zengin kesim ile sürekli olarak gözü zenginin malında olan ve kısa yoldan zengin olma hayaliyle her şeyi mubah gören, sıkıntıya katlanmayıp sınavı kaybeden fakir kesim arasında kıyasıya bir mal yarışı başlıyor. Hal böyle olunca da gelecekten endişe duyuluyor ve fakir insanlarda tamamen aç kalma korkusu, zenginlerde ise malını kaybetme endişesi huzurlarını kaçırıyor. Bu tür sıkıntıların ilk önce yansıdığı yer ise aile oluyor. Sıkıntılar, beraberinde şiddetli geçimsizliği ve boşanmayı getiriyor. İnsanlar geçim sıkıntısından dolayı birçok şeyi ihmal ediyorlar. Bunların başında da çocuk eğitimi geliyor. İşte anahtar cümle bu. Çünkü yanlış yetiştirilen her bir çocuk, gelecek ve yarınlar için birer tehdit, tehlike ve kaos unsurudur. Kasıtlı olarak insanları soktukları bu durumdan en çok etkilenen hiç şüphesiz yine çocuklar ve gençler oluyor. Özellikle okullarda pusuya yatmış olan, bozuk akide ve mefhumlara sahip kişiler, oluşan bu boşluğu kendi habis fikirleriyle dolduruyorlar. Adına kuşak çatışması dedikleri bu durumun sonunda en kıymetli varlıklarımız olan annelerin ölüm haberleri ve benzer haberler geliyor. “Beni anlamıyordu, benim dilimden konuşmuyordu, bu yüzden onu hiç sevmedim veöldürdüm.” diyerek, kendilerince haklılık oluşturmaya çalışan zavallı gençlerin hayatları daha yaşanmadan bitiyor.
Aslında bizler de bu tespitleri yapabiliriz. Mühim olan sadece sorunu tespit etmek değil, çözüm de sunmaktır. Çözümü bulmak için önce toplumun en mühim parçası olan ve hadiselerin üzerinde vuku bulduğu insanı tanımak ve çözmek gerekiyor.
İnsan; iki özellikten oluşmuştur. Kendisinde var olan dinamik enerji ve akıl. Dinamik enerji ise insanda doyurulmadığı zaman ölümle sonuçlanan yeme-içme gibi ihtiyaçların yanı sıra, tatmin edilmediği zaman öldürmeyen ama insana sıkıntı veren ve yer yer mutsuz eden garizelerdir. Bunlar beka, nevî, tedeyyün içgüdüleridir. Ayrıca bir de bu içgüdülerin merak, korku, sevgi, akrabalık, yardım etme, kıskançlık, fedakârlık, cimrilik, cömertlik, v.s. gibi tezahürleri vardır. Tüm bu garizeler ve uzvî ihtiyaçların sadece doyurulması değil, doğru bir şekilde doyurulması lazımdır. Bu da ancak vahiy kaynaklı bir Akide ve yine o Akide’den çıkan sahih çözümlerle mümkündür.
Şu an Rabbimizin razı olduğu, bizim için razı olup kemale erdirdiği, Din olan İslâm ve O’nun çözümlerinin uygulandığı bir Devlet ve kendisiyle korunulan bir Halife mevcut değil. Beşerî akide Laiklik, onun yönetim nizamı Demokrasi ve rejimi Cumhuriyet, dört bir yanı sarmış durumda. Her ne kadar da akideleri Laiklik ise de bu düzen tamamen paraya ve sömürüye endekslenmiş olduğu için biz adına Kapitalizm diyoruz. Bugün yeryüzünde nerede zulüm, kan, gözyaşı, acı varsa orada mutlaka Kapitalizm vardır. “Kapitalizm” demek “para” demektir, hayattaki ölçüsü “menfaat ve çıkar” demektir. Oysa “İslâm Akidesi”, “her şeyi el-Müdebbir (Düzen Sahibi) bir Yaratıcı’nın yaratması, insanların toplumsal varlık olmaları hasebiyle bir arada yaşarken gereken nizamları O’nun koyması, hayattaki amellerinin ölçüsünün haram-helal olması” demektir.
İslâm, insanda var olan garizeleri ve ihtiyaçları sahih doyumla doyurmuş, tüm sıkıntılarını gidermiş, bir içgüdüyü diğerinin önüne geçirmemiş, ya da yok saymamıştır. İçgüdülerin cevheri mesabesindeki, tedeyyün içgüdüsünü ALLAH’ı kutsayarak sahih bir doyumla doyurduğundan, beka ve nevî içgüdüleri de kendiliğinden sahih bir doyuma ulaşmıştır. Çünkü onlar da ALLAH’ın nizamlarıyla doyurulmuştur.
Bugün ALLAH’ın razı olduğu İslâm yeryüzüne hâkim olsaydı ve nizamlar, insanı en iyi tanıyan Yaratıcısı tarafından konulsaydı, annelerini öldüren bu gençler türer ve buna benzer hadiseler vuku bulur muydu? Tabii ki bulmazdı. Tarih bunun böyle olacağının en büyük şahididir.
İkinci Halife Ömer RadiyALLAHu Anh, on yıl, altı ay İslâm Ümmeti’ne Halifelik yaptı ve bu süre zarfında sadece bir hırsızlık olayı vuku buldu. İnanılması zor ama hakikat bu… O dönemde yaşayan insanla şimdiki insan arasında hiçbir fark yok. İnsan garizeler ve uzvî ihtiyaçlardan müteşekkil düşünebilen bir varlıktır. Bu hakikat o zaman da böyleydi, şimdi de böyle ve sonra da böyle olacak. Aradaki en önemli ve tek fark, o dönemde insanlar Azametli ALLAH’ın koymuş olduğu nizamlarla yönetiliyordu, şimdi ise aciz insanlar tarafından belirleniyor nizamlar.
İslâm, sadece camilerde yaşanabildiği düşünülen günümüz anlayışından sıyrılıp, eskiden olduğu gibi hayat tüm sahasında inkişaf ettiğinde; arkasında korunacağımız kalkanımız Halifemize, elimizin ayasını, kalbimizin semeresini verdiğimizde; tüm sıkıntılarımız bitecektir, İnşaALLAH…
Nurten Işık