Assalamu aleikum wa rahmatullah wa barakatuh
Daveti taşıma esnasında, belalar ve işkence kaçınılmaz bir olaydır. Böylesi bir durumda sabırlı olmak ve bütün bunlara tahammül etmek de daveti taşıyan için en büyük işlerinden sayılır. Daveti taşıyan, ne kadar ihlâslı olursa, ne kadar aktif ve canlı olursa; üzerindeki belalar ve işkenceler de o kadar şiddetlenir, sabırlı olmaya ve sıkıntılara dayanmaya olan ihtiyacı daha da artar. Yani bu tür musibet ve belaların derecesi ya da dozajı, bizim davetteki çalışmamız oranına göredir. Bilelim ki ne kadar çok musibetlere maruz kalıyorsak, o oranda da davamızda, davetimizde hareket ediyoruz demektir. Rasuller ve Nebiler birinci, muhlis, sadık ve aktif olarak daveti yüklenenler ikinci olarak ve sonra da diğer Müslümanlar, ihlâsları ve samimiyetleri oranında belaların, sıkıntıların, sabrın ve tahammülün zirvesinde yer alırlar. Sa’d b. Ebu Vakkas’tan:
“Dedim ki: “Yâ RasulALLAH! İnsanların hangisi daha şiddetli belâya maruz kalır?” Dedi ki: “Nebiler, sonra salih kimseler, sonra da insanlardan sırasıyla onlara benzeyenlerdir. Bir kişi, dinine göre belâya tabi tutulacaktır. Eğer dininde dayanıklı ise belâsı artırılacaktır. Yok, eğer dininde nazik ise, belâsı hafifletilecektir. Böylece belâ, kul yeryüzünde günahsız olarak yürüyünceye kadar sürecektir.” (Nesei, İbn Mace)
“Mümine bir hastalık, bir ağrı, bir keder, bir hüzün, bir gam hatta kendisine batan bir dikene varıncaya kadar herhangi bir şey isabet ederse, ALLAH günahlarından bir kısmını yok eder.” Bir dava taşıyıcısının yargılandığında ve kendisine ölüm cezası verildiğinde ona; “Hâkimi son defa görmek ister misin?” diye sorulduğunda Dava taşıyıcısı şöyle yanıt verir: “Şaka mı yapıyorsunuz! Hâkimle görüşüp zaman mı kaybedeyim? ALLAH Azze ve Celle ve Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam ile olan randevuma geç mi kalayım?!” ALLAHu Ekber… İşte samimiyet, ciddiyet ve teslimiyet!
ALLAH Azze ve Celle bela/engel takdir etmediği sürece bütün İslâm düşmanları bir araya gelseler dahi bunu başaramazlar.
“Bil ki, tüm insanlar sana bir yarar sağlamak için bir araya gelseler, ALLAH’ın sana yazdığından başka hiçbir yarar sağlayamazlar. Ve yine bil ki, tüm insanlar sana bir zarar vermek için bir araya gelseler, ALLAH’ın sana yazdığından başka sana hiçbir zarar veremezler. Kalemler kaldırıldı, sayfalar dürüldü.” (Tirmizi)
Öyle ki; ölümden korkmayan bir Sahabe, savaş meydanlarında göğsünü siper edip şehit olmak için tüm imkânlarını kullandığı halde ALLAH Azze ve Celle ona savaş meydanında ölmeyi nasip etmemiştir. Yine bir kaçı ölümden korktukları için savaş meydanlarından kaçarken başlarına ölüm gelmiştir. Ölümden kaçış yoktur. İnsan elbet bir gün ölecektir ama bu ALLAH’ın davasını taşımakla veya dünya hayatına dalıp boş işlerle meşgul olmakla da gerçekleşebilir.
Bu yüzden bizim başımıza hapse girmek, ceza almak veya işkence görmek yazılmışsa bizler korkumuzdan ALLAH’ın davasını taşımazsak dahi bu başımıza mutlaka gelecektir. Mademki bunlar başımıza gelecek o halde bu neden ALLAH için olmasın veya mademki bir gün öleceğiz, bu ölüm neden ALLAH Azze ve Celle için olmasın?
Bütün Müslümanlar üç şeye hiç bir şüpheye yer vermeden tastamam iman ettikleri sürece onların tek korkacakları Rabbi olur. Bunlar; ecelin, rızkın, kaza ve kaderin ALLAH’tan olduğuna iman etmektir. Günün Müslümanları bunların ALLAH’tan olduklarını her ne kadar dilleri ile söyleseler de, insanları İslâm’a davet etmeye çağrıldıkları vakit rızık endişesi, ölüm ve başlarına bir belanın gelebileceği korkusu ile bu davetten uzak dururlar. Bu fikir ve fiil de onların bu akidevî konuları anlamadıklarını göstermektedir. Bu yüzden Müslümanlarda öncelikle bu üç akidevî konunun netleştirilmesi zorunludur.
İmam Ahmed ve Ebu Ya’la’nın rivayetinde Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam şöyle dedi:
“ALLAH’ın sınırlarını koru, O’nu önünde bulursun. Bollukta ALLAH’ı tanı ki, O da sıkıntıda seni tanısın. Bil ki, başına gelen musibet senin doğruluktan ayrılman veya hata yapman için değildir. Bil ki, sabırla birlikte zafer, zorlukla birlikte kolaylık ve sıkıntının ardından kurtuluş vardır.” Şüphesiz kim ALLAH’la birlikte olur ve O’nun yolunda yürürse, ALLAH da onunla birlikte olur ve onu korur. Bizler ALLAH’ın indirdiklerine şeksiz/şüphesiz iman eder ve O’nun davasını taviz vermeden taşırsak o vakit yardımcımız ALLAH Azze ve Celle’dir. O bizim yardımcımız olduğu vakit, artık kim bizi korkutabilir? Asıl korkmaları gerekenler kâfirlerdir. Çünkü ALLAH’ın emirlerine sadık kaldığımız sürece Rabbimizin yardımı vardır; onların ise ne güvenecekleri biri ne de yardımcıları vardır.
Şüphe yok ki, ALLAH, korkup sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir. (en-Nahl 128)
İman etmekte olanlara yardım etmek ise, Bizim üzerimize bir haktır. (er-Rum 47)
Bu konuda eşlerin titizlik göstermeleri, destek ve yardımcı olmaları kaçınılmazdır. Unutulmamalıdır ki erkek, hanımına veya kadın, kocasına destekçi olduğu zaman bu, bizzat kişinin kendisine değil, ALLAH’ın davasına yardımcı olmak demektir. Bu yüzden ALLAH’ın davasına yardımcı olmak tüm Müslümanlara farzdır.
Erkeğin ve kadının birbirlerine karşı görev ve sorumluluklarını daha önceki konularımızda görmüştük. En güzel, hayırlı ve örnek aile, birbirlerinin hakkını tastamam verip, taşıdıkları davada da birbirlerine destekçi olanlardır. Tabi burada hem kadının, hem erkeğin dava taşıyor olması kaçınılmazdır.
Erkek, ALLAH’ın Davasında Hanımına Nasıl Destekçi olabilir?
Erkek, emir sahibi olduğu için büyük sorumluluk ona aittir. Kadın, erkeği davaya elbette teşvik edebilir, hakkı bildirir ve fikirlerini anlatabilir. Hatta nasihatte ve tavsiyelerde de bulunabilir ama hiç bir zaman bir şeyi emretme hakkı yoktur. Ortada emir olsa dahi, erkeğin bu emre itaat etme gibi bir farziyeti de yoktur. Ama erkek emrettiği zaman kadının itaat etmesi farzdır. Kadının erkeğine karşı çıkması ise haramdır. Bu yüzden erkek, hanımını daha rahat ve daha kolay birçok hayırlı iş yapmaya teşvik edebilir.
Erkek, öncelikle İslâm Davası’nı taşımanın kadına da farz olduğunu ve bu farziyet hususunda hiç bir şekilde ‘yapma’ gibi emir veremeyeceğini ve onu bu konuda kesinlikle engellemesinin caiz olmadığını açık ve net olarak kavramalıdır. Kendisine İslâm Davası’nı taşımak ne kadar farzsa bu, hanımına da aynı derecede farzdır. Erkeğin, hanımına nasıl ki, “Namaz kılamazsın” diye bir emirde bulunma hakkı yoksa, aynı şekilde davasına da engel olma hakkı yoktur. Bunu yapan erkek ve bu konuda kocasına itaat eden kadın günahkârlardır. Çünkü ALLAH Azze ve Celle bir işte hüküm verdiği zaman kadın ve erkeğin yapacakları tek iş, o hükme uymaktır, karşı çıkmak veya engellemek değildir.
Erkeğin dışarıdaki insanlara davayı taşıması farz olduğu gibi, aynı şekilde ev halkına da iyiliği emredip, kötülükten alıkoyması da farzdır. Birçok erkek dışarıdaki insanlara davayı taşıdığı kadar hanımına veya çocuklarına taşımaz. Veya dışarıdaki insanlarla ilgilendiği ve zaman geçirdiği kadar hanımıyla Hak Dava’da ilgilenmez. Oysa bu büyük bir hatadır. ALLAH Rasulü Aleyhi’s-Salatu ve’s-Selam tebliğ ile vazifelendirildiğinde, anlatmaya ilk yakınlarından, hatta hanımı HaticeRadiyALLAHu Anha’dan başlamıştı.
İnsan hata yapabilir, yanlışa düşebilir. İnsanın ayağının kayması an meselesidir. Bunun için birazcık İslâmî Atmosferden uzaklaşmak dahi yeterlidir. Bu yüzden erkek her zaman hanımını gözetlemelidir. Kadınının bir günü ALLAH’ın davasından uzak, boş işlerle geçirdiğini gördüğü vakit erkek, hanımına hemen nasihat ve tavsiyelerde bulunmalıdır.
Erkek, dışarıda işlerinin güzel gitmesini, davasında başarılı olmasını istiyorsa, öncelikle evinde huzuru sağlamalıdır. Huzur da ancak evde İslâmî Atmosferin olmasıyla ve hanımının da aynı davaya baş koymasıyla gerçekleşebilir. Unutulmamalıdır ki, kalpler ancak İslâm’la huzur bulur. Erkek evinde huzur bulmazsa, dışarıdaki işleri sağlıklı bir şekilde yolunda gitmesi neredeyse imkânsızdır.
Erkeğin en azından haftada bir defa hanımına ders vermesi gereklidir. Tabi bu davada çok aktif, yoğunluğu çok fazla olan bir erkek için böyledir. Eğer erkeğin davada çok fazla bir yoğunluğu yoksa bu ders haftada iki, hatta üçe çıkartılabilir. Hanımını daima tefekkür etmeye sevk etmelidir. Yemek yerken, dışarıda gezerken, hatta televizyon seyrederken dahi sorular sorup, onu düşünmeye teşvik etmelidir. Hatta sorduğu soruyu araştırmasını ve belirli bir tarihte yanıtlamasını isteyebilir. Böylece kadın o tarihe kadar yanıtını biliyorsa üzerinde biraz daha düşünmüş olur, bilmediği bir soruysa yanıtını bulmak için birçok kaynaktan araştırabilir. Böylece erkek, hem hanımını hayırlı bir işe teşvik etmiş olur, hem de aralarında konuşabilecekleri, tartışabilecekleri hayırlı bir ilme vesile olmuş olur.
İslâm Davası’nı taşıyan çiftlerin birçoğu erkeğin anne ve babasıyla birlikte yaşamaktadırlar. Erkeğin ailesi, İslâm’ı yaşamayan İslâm’a karşı soğuk duran birileri ise; bu durum, davayı taşımayı biraz zorlaştırır. Özelikle de kadın, bu konuda biraz daha fazla zorluk çeker. Şayet erkeğin desteği yoksa iş gittikçe zorlaşır ve evde büyük bir huzursuzluğa sebebiyet verir. Böylesi bir durumda erkeğin, tavrını ortaya koyması kaçınılmazdır. Ailesi, hanımının İslâmî derslere gitmesini istemiyor, kitap okumasını, davayı taşımasını engelliyorsa, erkek gerekirse sert bir şekilde tavrını ortaya koyup, bu konuna hanımına asla engel olmamalarını açıkça belirtmelidir. Burada ailesinin hanımını engellemesine asla destek vermemelidir. Böyle yaparsa ALLAH’ın davasına yardımcı olmamış olur ki, bu da insanı günaha sürükler.
Kısaca şöyle diyebiliriz ki; koca, ilk etapta davayı taşımanın kadına da farz olduğunu net kavramalıdır. Buna karşı çıkmak ALLAH’ın indirdiği hükme karşı çıkmak demektir.
Hanımını daima hayırlı işler yapmaya teşvik etmelidir. Hanımı kendisinden yardım istediği zaman ‘zamanım yok’ deyip geçiştirmemelidir. O an vakti olmasa dahi ve kadının istediği yardım ertelenebilecek bir şeyse başka bir gün buna özel zaman ayırmalıdır. Hanımının sorduğu soruları yanıtlamalı, bilmiyorsa da araştırıp anlatmalıdır. Sonuçta kadın yarının neslini yetiştirendir. Eğer kadın doğru bilgilere sahip olmazsa yarınki nesil nasıl yetiştirilebilir?
Ayrıca şunu söylemekte yarar var ki; Erkek, hanımına farzlarının dışında yük yüklememelidir. Örneğin; evin alış-verişini yapmak, çalışmak (ticaret) gibi… Bunları yapmayı ALLAH Subhanehû ve Teâlâ erkeğe farz kılmıştır. Erkeğin bunları kadına emretmeye, yaptırmaya hakkı yoktur. Kadının zaten itaat edeceği eşi, yetiştireceği çocukları ve yüklenmesi gereken davası vardır. Bir de bunların üstüne erkek kendi görevlerini kadına yüklerse, bu durum, kadına farz kılınan görevleri aksatmaya sebebiyet verebilir. Bu yüzden erkek, acımasız değil merhametli olup kadınının haklarını gözetmelidir.
Kadın Kocasına Nasıl Destekçi olabilir?
Kadına da bu konuda çok büyük görevler düşmektedir. Birçok kadın, eşinin davada çok aktif olması ve bu durumda kendilerine ayıracak zamanlarının olmamasından şikâyetçidirler. Kadının nasıl ki eşinin namaz kılmasından şikâyetçi olması düşünülemezse aynı şekilde davayla meşgul olmasından da şikâyetçi olması düşünülemez. Kadının eşine destekçi olması eşinin şahsına yönelik bir iş değil, aksine ALLAH’ın davasında yardımcı olması demektir.
Kadın, eşinin İslâm Davası’nı taşıyan biri olduğu için Rabbine şükretmelidir. Her vakit namazlarında eşine dua etmelidir. Eşinin eve gelmesinin veya geç gelmesinin sebebi, kumar oynamak, alkol almak veya zina yapmaktan ötürü değildir. Onun eve geç gelmesinin sebebi veya hanımıyla fazla ilgilenememe sebebi, ALLAH’ın davasını taşımada çok fazla yoğun olmasındandır. Bundan daha güzel ne iş olabilir ki? Bu konuda Müslüman kadına şikâyet etmek değil, sabırla eşine destek olması yaraşır ki kadın, eşinin bu durumundan çok mutlu olmalıdır. Eşi bir gün haber takip etmeyi, kitap okumayı aksatırsa, eşini gözetleyip bu konuda ona nasihatlerde bulunmalıdır. Hatta onu hesaba çekmelidir. Her kim ki ALLAH’ın davasına yardımda bulunursa, ALLAH’ta ona yardım eder.
Ey iman edenler! Eğer siz ALLAH’a (ALLAH’ın dinine) yardım ederseniz, O da sizlere yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz. (Muhammed 7)
Ayrıca kadın, her ne kadar kendisine farz kılınmış olmasa da, kocasının o gün yoğun olmasından ötürü, eşine yardımcı olmak için evin alış verişini yapabilir. Üstelik bundan ötürü hasenat kazanır.
Kadın ve erkek arasında ‘bu senin farziyetin, bu da benim farziyetim’ gibi konuşmalara yer vermemelidir. Elbette kadın ve erkek farziyetlerini bilmeli ve bunları birbirlerine yüklememelidirler ama yardımcı olmak açısından yeri geldi mi, erkeğin yoğunluğundan ötürü (erkeğe farz kılınan) alış verişi kadın yapmalı; yeri geldi mi de, kadının davadaki yoğunluğundan ötürü erkek (kadının görevi olan) ev işlerinde yardımcı olmalıdır. Bu durumda her ikisi için de ecir vardır. İşte yardımlaşmak budur.
De ki: ‘Çalışın, Çalışmanızı ALLAH da, Rasulü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen ALLAH’a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.’ (et-Tevbe 105)
Kıymetli Dava Taşıyıcısı Kardeşlerim! Yaptığınız her iyilik ALLAH katında yazılı tutulacaktır. Yaptığınız her kötülük de ALLAH katında yazılı tutulacaktır. Ve bunlar Hesap Günü’nde tek tek açıklanacaktır. Bu yüzden yarına hazırlığımızı bugünden yapalım.
Eşler aralarındaki kibri, gururu yıkıp, daima ALLAH rızasını gözetmelidirler. “Daha çok eşime nasıl yardımcı olabilirim de ALLAH Azze ve Celle’nin rızasına nail olabilirim” diye düşünülmelidir. Ancak böylesi bir anlayış bizleri hayırlı işler yapmaya ve birbirimize yardımcı olmaya sevk eder.
Yapacağımız iyilikleri eşimiz hatta kendimiz dahi unutabiliriz. Ama bunları gören, şahit olan Rabbimiz var. OAzze ve Celle, yaptığımız en küçük amelin dahi mükâfatını ve cezasını verecek olandır.
Bu yüzden Değerli Kardeşlerim; bizler ALLAH’ın cezasını alacağımız değil, mükâfatını alabileceğimiz işlere yönelelim ve bunları yaparken de eşlerimizle adeta yarış içinde olalım. Eşlerin huzur ve kurtuluş kaynağının tek yolu davada birbirlerine karşı yardımcı ve destek olmalarıdır.
Ve’l-Hamdulillahi Rabbil-Âlemin.