Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin eşsiz, engin, sonsuz rahmeti, bereketi üzerinize olsun… Allah-u Teàlâ Hazretleri şu Mi’rac gecesini cümleniz ve cümlemiz hakkında bâis-i fevz ü necât eylesin… Dünya ve ahiret saadetine erişmeye vesîle eylesin… Nice kandillere ve mübarek aylara, günlere, lütuflara, ihsanlara ermeyi cümlenize, cümlemize nasib ve müyesser eylesin…Dünyanın her yerindeki müslüman kardeşlerimizi her türlü musîbetlerden, belâlardan, gadirlerden, zulümlerden, haksızlıklardan, baskılardan, eziyetlerden, afetlerden hıfz eylesin…
Mazlum ve mağdur kardeşlerimizi kâfirlerin kahrından, galebesinden, esaretinden an karîbiz-zaman halâs eylesin… İstilâya eylemiş İslâm beldelerini kurtarmayı cümlemize nasib ve müyesser eylesin…
Hayat hayırlı olduğu müddetçe mü’min-i kâmil olarak, alnımız açık, yüzümüz ak olarak, şerefimizle, imanımızla, haysiyetimizle yaşamayı nasib eylesin… Ölümün hayırlı olduğu zamanda şehadet rütbeleriyle ahirete göçmeyi Rabbimiz cümlemize nasib ve müyesser eylesin…
a. Cennetin Dereceleri
Aziz ve muhterem kardeşlerim! Peygamber SAS Hazretleri, Ubâdetübnü Sàmit RA’dan Tirmizî (Rh.A)‘in rivayet ettiğine göre, buyurmuşlar ki:
(İnne fil-cenneti miete derecetin mâ beyne külli dereceteyni kemâ beynes-semâi vel-ard, vel-firdevsü a’lâhâ dereceten, ve minhâ tüfeccerü enhârül-cennetil-erbaah, ve min fevkıhâ yekûnül-arş, feizâ seeltümullàhe teàlâ fes’elûhül-firdevs.)
Güzel şeyleri anmaktan insanın içi açılır. Peygamber SAS buyurmuşlar ki: “Cennette yüz derece vardır. Her bir derece ile öteki derece arası, yerle gökyüzü arasındaki mesafe kadardır. Firdevs, cennetin en yüksek derecesidir. Firdevs cenneti, cennetin en yüksek yeridir. Cennetin meşhur, kimisi sütten, kimisi baldan, kimisi sâfî sudan, kimisi cennet şarabı olan dört ırmağı bu Firdevs’ten çıkar, öteki cennetlere akar, ordaki bahtiyarlar faydalanırlar. Bu Firdevs’in yukarısında da Arş-ı A’lâ, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin Arş-ı Azîmi bulunur.”
Peygamber SAS Hazretleri buyuruyorlar ki:
“–Allah-u Teàlâ Hazretleri’nden istediğiniz zaman, Firdevs-i A’lâ’yı isteyin!”
Yâ Rabbi, fazl u kereminden Firdevs-i A’lâ’nı istiyoruz, bizleri Firdevs-i A’lâ’na dahil olan bahtiyarlardan eyle…
Okumak istediğim ikinci hadis-i şerif Buhârî’de ve Müslim’de Ebû Said el-Hudrî RA tarafından rivayet edilmiş. Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:
(İnne ehlel-cenneti leyeterâevne ehlel-gurafi min fevkıhim kemâ teterâevnel-kevkebed-dürriyyel-gàbira fil-ufukı minel-meşrikı ilel-mağribi litefâduli mâ beynehüm)
“Cennet ehli yukarlarında cennet köşklerinde sefâ süren yüksek, bahtiyar kulları görürler.” Ama nasıl görürler?.. “Sizin geceleyin parlak yıldızın doğu tarafından batı tarafına doğru hareket ettiğini, yeryüzünden göğe bakarak seyrettiğiniz gibi, o yüksek cennet köşklerinde o bahtiyarların halini aşağıdan yukarıya doğru öyle seyrederler. Aralarındaki mertebe farkından dolayı…” Yâni onların mertebesi yüksek, öyle yıldızlar kadar yukarda… Diğerleri de cennette ama, yerden gökyüzünü seyreder gibi öyle seyrediyorlar.
(Kàlû) Bunun üzerine dediler ki:
“–(Yâ rasûllah, tilke menâzilül-enbiyâ’) “Anlaşılıyor ki ey Allah’ın Rasûlü, bunlar peygamberlerin mertebeleri olsa gerek?.. (lâ yeblüğuhâ gayruhüm) Peygamberlerden gayrisi bu mertebelere yükselemeyecek mi, başkalarına nasib olmayacak mı acaba?..” diye sordular.
(Kàle: Belâ) Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
“–Olmaz olur mu? Peygamberlerden gayrileri de o mertebelere nâil olacak. (Vellezî nefsî biyedihî) Canım, nefsim kudreti elinde olan Allah’a yemin olsun ki, o derecelere bazı bahtiyarlar da erecek! (Ricâlün) Öyle kişiler ki, –ricâl kelimesinde er kişi mânâsı var– öyle er kişiler ki, (âmenû billâh) Allah’a iman ettiler, (ve saddekul-mürselîn.) peygamberleri tasdik ettiler, peygamberin yolunda erce, kahramanca yürüdüler. Onlar da o mertebelere erecek.”
Rabbimiz bizi şu fitneli, fesatlı, küfürlü, şirkli, her türlü musîbetin, belânın kaynaştığı, imanımıza hücum ettiği asırda iman-ı kâmil ile yaşayanlardan eylesin… Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne olan imanımızı kavî eylesin… Yakînimizi sàdık eylesin… Ve peygamberlerin hepsini ve hâssaten başımızın tâcı, nümûne-i imtisâlimiz, rehberimiz Muhammed-i Mustafâ’yı hakkıyla tasdik edip, yolunda hakkıyla yürüyüp bu dereceleri alanlardan eylesin…
Cennetteki nimetlerin büyüklüğünü gösterecek bir başka hadis-i şerif ki, râvisi Ebû Musâ el-Eş’arî RA’tir. Müslim (Rh.A) kitabında kaydeylemiştir. Sahih hadislerdendir. Buyruluyor ki:
(İnne lil-mü’mini fil-cenneti lehaymeten min lü’lüetin vâhidetin mücevvefeh) “Mü’min kul için cennette, tek bir içi kovuk inciden bir çadır vardır.” Yâni cennetin çeşitli, akıllara, hayallere gelmeyen, hiç kimsenin duymadığı, işitmediği, görmediği müstesnâ nimetlerinden bir tanesi olarak, bir misâl olarak bilinsin diye Peygamber Efendimiz böyle buyurmuş, anlatmış.
“Cennette mü’minin tek bir içi kovuk inciden bir çadırı vardır.” Bir inci ama, büyüklüğü ne kadar?.. (Tlühâ sittûne mîlâ) “Boyu altmış mildir.” İncinin boyu altmış mil; Müslim rivayet ediyor, sahih rivayet…
(Lil-mü’minü fîhâ ehlûn) “O mü’minin orada ehli vardır, aileleri vardır, cennet hatunları vardır. (yetfu aleyhimül-mü’min) Mü’min onları birer birer dolaşır. (felâ yerâ ba’duhüm ba’dà) Birisi ötekisini görmez.”
İçi kovuk inciden bir köşk…
b. Cennet Hanımları
(Lev ennemreeten min ehlil-cennetit-taleat ilâ ehlil-ard) “Cennet ehli olan kadınlardan bir tanesi, eğer dünya ehline çıkıp cemâlini gösteriverseydi, (leedàet mâ beynehümâ) onun ufuktan görülen o cemâli, her tarafı pırıl pırıl aydınlatırdı. Nasıl güneş çıktığı zaman her taraf aydınlanıyor, onun gibi… (ve meleethü rîhan) Ve bu yeryüzünü latîf bir koku ile doldururdu. (Ve lenasîfühâ alâ re’sihâ) Onun o başındaki örtüsü, (hayrün mined-dünyâ ve mâ fîhâ.) Başındaki örtüsü, dünyadan da, şu bizim peşinden koşup da birbirimizi yediğimiz dünya metâı ne varsa, hepsinden de daha hayırlıdır.” buyruluyor.
Bu hadis-i şerifi Enes RA’den Buhârî (Rh.A) rivayet etmiş. Râvilerin ismini zikrediyorum ki, adları anılsın, sâlihlerin adları anıldığı yere rahmet iner diye.
Tirmizî’nin Hazret-i Ali Efendimiz’den rivayet ettiği hadis-i şerifte, Peygamber SAS buyuruyor ki:
(İnnel-hrel-îne yerfa’ne esvâtehünne:) “Gözlerinin akı gàyet ak, karası gàyet kara, iri, güzel, müstesnâ gözlü o hûri kızları seslerini yükseltirler: (Nahnül-hàlidâtü felâ nebîd) ‘Biz ebedî mükâfatlarız. Bize yıpranma, yok olma, eskime, helâk olma bahis konusu değil… (Ve nahnün-nâimâtü felâ neb’es) Biz Allah’ın nimeti olan ikramlarız. Bizim yüzümüzün güzelliği, cemâlimiz aslâ izâle olmaz. Yâni yaşla, ihtiyarlıkla vs. ile onların güzellikleri aslà kaybolmaz. (Ve nahnür-râdıyâtü felâ neshat) Biz razı hûrileriz, kızmayız. Nasıl emrolunursa razı oluruz. Öyle itiraz, çekişme, cedel vs. bahis konusu değildir. (Tbâ limen kâne lenâ ve künnâ lehû.) Ne mutlu bize nasib olan dünya ehli müslümanlarına ve ne mutlu biz onlardan hangisine ayrılmışsak, o ayrıldığımız kimseye!’ derler.” diyor Peygamber SAS Efendimiz.
c. Cennette Rabbimiz’in Görülmesi
Buhârî, Müslim, Ahmed ibn-i Hanbel ve Beyhakî Ebû Hüreyre RA’den ve Ebû Saîd Hazretleri’nden rivayet ettikleri bir hadis-i şerif, bu geceyle de biraz ilgili:
(İnne nâsen kàlû) İnsanlar dediler ki Peygamber Efendimize…
Peygamber Efendimiz’in mescidine böyle toplanırlardı da, bazan sabahlarlardı mescidde… Onun anlattğı güzelliklerden mest olarak uyku bile hatırlarına gelmezdi. Sordular Peygamber Efendimiz’e: (Yâ rasûlallah, hel nerâ rabbenâ yevmel-kıyâmeh?)
“–Yâ Rasûlallah biz kıyamet günü Rabbimiz’i görecek miyiz?..”
(Kàle: Hel tümârûne fî rü’yetil-kamer?)
“–Siz mehtabın görülmesinde hiç bir şekkiniz, tereddüdünüz, münâkaşanız var mı?.. Görebiliyor musunuz mehtabı yeryüzünde iken?.. (Ve leyse dûnehû sehâb) Önde bulut olmadığı zaman görmekte bir mânî oluyor mu?.. Gökyüzünde tepsi gibi bir mehtap var, siz de aşağıdasınız. Bulut da olmadıktan sonra görmekte bir mânî var mı, tereddüt var mı?..”
(Kàlû: Lâ, yâ rasûlallah!)
“–Tamam, görürüz yâ Rasûllah! Görmemek bahis konusu olmaz, görürüz.”
(Kàle: Hel tümârûne fiş-şemsi leyse dûnehâ sehâb?)
“–Önünde bulut olmadığı zaman, hava kapalı olmadığı zaman, güneşi görmekte bir tereddüdünüz, bir münakaşanız olur mu?..”
(Kàlû: Lâ, yâ rasûlallah!)
“–Hayır, olmaz. Görebiliriz, yâni hiç şekkimiz, tereddüdümüz olmaz.”
(Kàle: Feinneküm teravnehû kezâlik.)
“–İşte böyle göreceksiniz Rabbinizi…”
Nasıl yeryüzündeki insanlar bulutsuz havada mehtabı görüyorlarsa, nasıl dünya ehli insanlar bulutsuz havada güneşi görüyorlarsa, Rabbimizi de öyle göreceğiz.
Rabbimiz bizi böylece kendisini müşahade eden bahtiyarlara dahil eylesin, şu Mi’rac gecesi hürmetine…
Süleyman Çelebi’ye Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun, derecesi yüksek olsun… Mevlid’inde Mi’rac bölümünde bir beyit almış, Rabbimiz’in Peygamber Efendimiz’e şöyle dediğini naklediyor. Arapçadaki ifadeleri kendisi okumuş, hazmetmiş, Türkçe olarak söylüyor:
Sen ki Mi’rac eyleyip kıldın niyâz,
Ümmetin Mi’racını kıldım namaz.
“Ey Rasûlüm, sen ki çok yüksek bir mertebe olan şu Mi’rac nimetine nâil oldun, huzûr-u âlîme geldin, dergâh-ı izzetime vâsıl oldun, ‘Kàbe kavseyni ev ednâ’ sırrına erdin.
Âşikâre gördü Rabbül-izzeti,
Âhirette öyle görür ümmeti.
Yâni âşikâre Rabbini nasıl gördün. İşte bu Mi’rac gibi, senin ümmetinin fertlerinin de Mi’racını namaz kıldım.” buyurmuş Rabbimiz.
Namaz işte böyle Mi’racdır. Süleyman Çelebinin dediği gibi, Rabbimiz her vakit namazımızı, her rekâtımızı Mi’rac eylesin… O zevk ile, o safâ ile, o müşâhade ile namaz kılmayı cümlemize nasîb eylesin… Çünkü Rabbimiz o namazı bize, bu Mi’rac gecesinde hediye ihsân buyurmuş.
d. Allah’a İtaat ve Zikir
Muhterem kardeşlerim, bir hadis-i şerifi yazmıştım. Benim bu camiye gelen aziz kardeşlerim, hepsi zikrin kıymetini bilirler, elleri tesbihlidir, ağızları dualıdır. Bu kardeşlerime bu akşamda bu hadis-i şerifi zikretmek istiyorum. Peygamber SAS buyurmuşlar ki:
405/4 (Men etàallah, fekad zekerallàh, ve in kallet salâtühû ve sıyâmühû ve tilâvetühül-kur’ân. Ve men asallàh, felem yezkürhü ve in kesüret salâtühû ve sıyâmühû ve tilâvetühû lil-kur’ân.) Taberânî ve İbn-i Asâkir rivayet etmiş.
“Kim Allah’a mutî olursa, sözünü dinlerse Rabbimizin, itâat ederse; o Allah’ı zikreden kimse sayılır, zikir ehli sayılır. (Ve in kallet salâtühû ve sıyâmühû ve tilâvetühül-kur’ân.) Kur’an okuması az olsa, namaz kılması azıcık olsa…” Farzları kılıyor, sünnetleri kılıyor, öyle uzun boylu nafile namazlar kılamıyor. “Çok namaz kılamasa bile, çok oruç tutamasa bile; itaat ediyor ya, o Allah’ı zikrediyor demektir. Buna mukàbil, kim Allah’a âsî oluyorsa o Allah’ı zikretmiyor demektir; namazı, orucu, Kur’an okuması çok olsa bile…
Onun için muhterem kardeşlerim, benim zikir ehli kardeşlerim! “Allah… Allah… Allah… Lâ ilâhe illallah… Lâ ilâhe illallah… Sübhànallah…” vs. Bunların hepsi insanın zihnine Allah korkusunu yerleştirmek için çekiç darbesidir. Çiviyi yerine çakmak için, “Takka taka, takka taka, takka tak…” çekiç vurur gibi. Yâni Allah korkusu insanın içine yerleşsin, insanın gönlü uyansın diyedir. O insan günahlardan kesilmedikten sonra, zikri yok!.. Allah’a itaati tamam olmadıktan sonra maksûd hâsıl olmamıştır.
Aletin ne kıymeti var… Elinde otomobilin dureksiyonu var, ehliyeti yok, araba kullanmasını bilmez. Veyahut ehliyeti var, arabada benzin yok… Gideceği yere gidemedikten sonra, menzil-i maksuduna ulaşmadıktan sonra kıymeti yoktur.
Allah-u Teàlâ Hazretleri namazlarımızı Mi’rac eylesin… Zikirlerimizi hakîkî uyanıklığa vesile eylesin… Gönüllerimizi uyandırsın, kalb gözlerimizi güşâde eylesin… Gafletten îkaz eylesin… Ömrümüzü fitnelerden uzak geçirmeyi nasib eylesin… Nefse şeytana uydurmasın… Ahir zamanın fitnelerinde helâk eylemesin…
Mü’min-i kâmil olarak yaşamamızı nasîb eylesin… Mü’min-i kâmil olarak ruhumuzu, Peygamber Efendimiz’in cemâlini göre göre, cennetteki makamlarımızı göre göre ve dilimizde ol kelime-i tayyibe-i münciye-i mübâreke ki buyurun: “Eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühü” diye diye, iman-ı kâmil ile ruh teslim etmemizi nasîb eylesin…
Bizi şu mübarek gecede, şu caminin kubbesi altında, birbirini seven, birbirine saygı duyan kardeşler olarak topladığı gibi, rûz-ı mahşerde de Peygamber Efendimiz’in sancağı altında böylece haşr u cem eylesin… Havz-ı kevserinin başında sefâ sürmeyi, o havz-ı kevserden doya doya nûş etmeyi nasîb eylesin… Güneşi gördüğümüz, mehtâbı seyrettiğimiz gibi Rabbimiz’in cemâlini âşikâre görmeyi cümlemize nasîb ve müyesser eylesin…
Bihürmeti esrâri sûretil-fâtihah!..
26. 03. 1987 – İskenderpaşa / İSTANBUL