Alemlerin yaratıcısı, lütfü ile doğru yolu gösteren, karanlıklardan aydınlığa çıkaran. Rahman, Rahim ve Din Gününün Sahibi ALLAH(cc)’a hamd olsun.
Alemlere Rahmet olarak gönderilen Efendimiz, Önderimiz, Tek Liderimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’a, O’nun aline ve ashabına ve O’nun yolunda olmaya çalışan tüm Müslümanlara salat ve selam olsun.
ALLAH(cc)’ın yeryüzündeki halifesi olmak üzere yaratılan insan; sadece yemek, içmek, çiftleşmek için yaratılmamıştır. Bu sayılanları hayvanlarda yapar. İnsan ALLAH(cc)’ın yeryüzündeki temsilcisi (halifesi) olmak ve ALLAH-ü Teala’ya kulluk görevim layıkıyla yerine getirmek için yaratılmıştır.
insanı hayvanlardan ayıran temel özellik ALLAH(cc)’ın; insanı en mükemmel bir şekilde yaratması, doğruyu yanlıştan ayıran akıl ve irade vermesi ve insanı doğru yola ulaştıracak kitaplar ve peygamberler gönderilmesidir.
Madem ki aklımız ve irademiz var. Madem ki insanız ve sadece ALLAH’a kulluk için yaratıldık, madem ki bizim için Cennet ve Cehennem var. O zaman gaflet uykusundan uyanıp kendimize, özümüze yani kulluğumuza geri dönmeliyiz. Bu da sadece “La İlahe illALLAH, Muhammedür Resulullah” kelimesini (Tevhid) bilinçli bir şekilde söylemek ve daha da önemlisi hayata geçirmekle mümkün olacaktır. Çünkü Tevhid olmazsa kulluğun ve imanın olması, iman olmadan da cennetin kazanılması mümkün değildir.
“De ki; ‘işte benim tuttuğum yol budur. Ben, bana tabi olanlarla birlikte şuur ve basiretle insanları ALLAH’a (ALLAH’ın Tevhid Dini’ne) davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlar böyleyim ALLAH’ı bütün noksanlıklardan tenzili ederim. Ben müşriklerden (ALLAH’a şirk koşanlardan) değilim. (Yusuf, 108)
Tevhid; Birlemek, tekleştirmek, hayat görüşünü O’ndan almak ve her şeyi O’na has kılmaktır. Tevhid, ALLAH tarafından belirlenen kural ve kavramlara zıt her türlü anlayışı reddetmektir.
Tevhid ile bilinçlenen ve ahlâklanan kişiye ise Muvahhid denir. Muvahhid; Tüm yaptıklarım yalnızca içinde bulunduğu fani alemin ölçülerine göre değil; insanın mazisi olan “Ruhlar aleminin” ve insanın istikbali olan “ebedi alemin” ölçülerine vuran ve ilah olarak sadece Tek ve En Büyük îlaha kulluk eden “akıllı insan “dır. Muvahhid; kimliği ve kişiliği bozulmamış, tevhidi hayat biçimi olarak kabul eden ve yaşayan, içinde yaşadığı toplumda tevhidin, İslam’ın yani; ALLAH’ın Dini’nin hakim olması için çalışan kimsedir.
“La ilahe illALLAH” “ALLAH’tan başka ilah yoktur’ anlamına gelir. “La îlahe” kelimesi; insanın kalbinden, düşüncesinden ve tüm yaşamından sahte ilahları koymasıdır. Yalnız ALLAH’a bağlaması gerektiği halde, ALLAH’tan başkasına bağlandığı tüm bağları koparması, kanun ve hüküm koyucu olarak yalnız ALLAH’ı kabul etmesidir.
Yüreğin!, seni yaratan .yaşatan, varlığım Zatına borçlu bulunduğun, üzerinde herkesten fazla hakkı bulunan bir Zat’a vermek yerine; Senin ve kendinin geçmişim ve geleceğin! elinde tutamayan ölümlü birine vermek şirk’tir. insan ALLAH(cc)’ı bırakıp da kendi cinsine kul olur, onu ilah edinir, ondan korkar, ondan ümit eder, (ALLAH’ın hükümleri ile çelişse bile) onun hükümlerine boyun eğer ve uygular, özetle ona kul olursa; bu hem sonsuzluk için yaratılmış kendisini geçici bir hayatla sınırladığı için kendisine, hem de kendisinden başka hiç kimsenin kul olunmaya layık olmadığı yaratıcısına karşı büyük bir haksızlıktır.
Kelime-i Tevhidin ikinci kısmı olan “illALLAH” ise, kişinin ALLAH’tan başkasına kulluk etmeyeceğine, ilah, kanun koyucu, itaat edilecek tek makam olarak ALLAH’ı kabul edeceğine dair söz vermesidir. Tevhidi ruhuna, gönlüne, aklına ve hayatına nakşeden insan yaratılışının gayesini anlamıştır. Artık özgürlük ve mutluluk basamaklarım tırmanmaya başlayacaktır.
“Andolsun ki biz, sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Sabredenlere bir musibet isabet ettiğinde derler ki: ‘Biz ALLAH’a aidiz ve ona dönücüleri!,’ Rablerinden bağışlanma ve Rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (2,Bakara: 15 5-15 7)
ALLAH’a kulluk etmek için yaratılan insan musibetler ve belalarla imtihan edilecektir, însana düşen;
sabretmek, dünyanın geçici, ahiretin ebedi olduğunu ve bu ebedi hayata çok iyi hazırlanması gerektiğini, düşünmek, bir gün bu dünya hayatinin biteceğini ve ALLAH’ın huzurunda hesap vereceğini bilmek ve buna bağlı olarak yaratılış gayesi olan tevhidi iyi bilmek ve hayatına aktarmaktır.
ALLAH-ü Teala şöyle buyuruyor: “Doğrusu ALLAH kendisine eş koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındakileri ise, dilediği kimse için affeder. Her kim ALLAH’a şirk koşarsa son derece büyük bir sapıklığa düşmüş olur.(4,Nisa: 116)
Ayette de belirtildiği gibi ALLAH’ın kesinlikle bağışlamayacağı bir günah var ki, o da şirktir. En büyük günah ve tek ilacı Tevhid olan bir hastalıktır. Bundan dolayı Tevhidi e çok iyi anlamamız ve yaşamamız gerekir. Günümüzde bir çok insan şirk batağına bilgisizlik nedeniyle saplanmaktadır.
Tevhidi gereği gibi anlamak için ALLAH’ın isimlerinden biri olan ve Kur’an-ı Kerim’de 969 yerde geçen “Rabb” kavramım iyi bilmemiz gerekiyor. Kabirdeki ilk soru da “Rabb’in kim?” olacaktır. Kabir sorularım bu dünyada iken ne kadar ezberlese ezberlesin, eğer bu soruların ve doğru cevapların gerektiği gibi yaşamıyorsa (Haşa) ALLAH’ı kandıramaz. Dünyada tağutlara itaat edenler, “Rabb’im ALLAH” diyemeyecek, yaşamadığı bir şeyi söyleyemeyeceklerdir. Bu yüzden dünyada Rabb olarak kabul ettiğimiz güç ahretin de sahibi ve hakimi olmalıdır. Zaten dünyadaki sahte ilahların ahirette kendilerine de kullarına da bir faydaları olmayacaktır.
Rabb: Sadece yaratıp bırakmayan; koruyan, gözeten, eğiten, hükmeden, emreden, boyun eğdiren, yeryüzünde insanın mutluluğu için kurallar koyan gibi anlamlara gelir.
“Din ayrı, devlet ayrı, Dini siyasete alet etmeyin.” gibi sözlerle ALLAH(cc)’ı dünya işlerine karıştırmak istemeyen seküler (dünyevi) mantığa, ilahi red şu Ayet-i Kerimelerdir: “O gökte de ilahtır, yerde de. ” (43, Zuhruf:84), “İlahınız birdir; O göklerin, yerin ve bunların arasında bulunanların Rabb’idir.”(37, Saffat:4-5) İslam; hukuku, sosyolojisi, ekonomisi ve siyasetiyle ayrılmaz bir bütündür. insanın sorunlarım ve bu sorunların çözümlerim en iyi her şeyi bilen ve insanı yaratan ALLAH(cc) bilir. Tabiri caizse ALLAH; insanları yaratıp bırakmaz. Ticaretten ziyarete, ekonomiden politikaya, aileden devlete kadar her şeye karışır.
“Tağutu inkar ve ALLAH’a iman” Tevhidin en temel ve birbirini tamamlayan iki ilkesidir. Bunlardan birisi olmadan Tevhid’den söz etmek mümkün değildir. ALLAH(cc) şöyle buyuruyor: “Kim tağutu inkar eder, ALLAH’a inanırsa, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur. ALLAH’ı hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.” (2, Bakara: 256), “Biz her topluma ‘ALLAH! a kulluk edin, tağuttan kaçının.’ diye bir elçi gönderdik.” (l6, Nahl: 36) Bu ayetlerden anlaşılan şu ki: ALLAH’a iman etmek, tağutu inkar etmeyi gerektirir. O halde tağut nedir?
Tağut: Haddi aşan, ALLAH dışında kendisine kulluk ve itaatte bulunulan, hayata yön veren herkes ve her şeydir.
Tağut, ALLAH(cc)’m hükümlerini tanımayıp, kendi görüşüne göre hüküm koyan ve bu hükümlerle insanları yöneten ve zulmedendir. “ALLAH, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?” (95, Tin:8)
Dünyada ve ahirette mutlu olabilmeniz; ALLAH(cc)’a samimi bir imanla teslim olmak, tevhidin her yönünü çok iyi kavramak ve hayata geçirmekle mümkün olacaktır.
“insanlardan korkmayın da Benden korkun ve ayetlerimi yok pahasına satmayın. Her kim ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte asıl kâfir olanlar onlardır.” “Kim ALLAH’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte asıl zalim olanlar onlardır.” (5, Maide suresi:44-45)
ALLAH-ü Teala melekleri akıllı ve şehvetsiz, hayvanları ise şehvetli ve akılsız yarattı. Akıl ve şehvetin birleştiği tek varlık insandır. Eğer insan aklı ve iradesi ile şehvetine galip gelirse, meleklerden daha faziletli olur. Eğer şehveti aklına ve iradesine üstün gelirse hayvanlardan daha aşağı seviyeye düşer.
Tüm insanlar, ruhlar aleminde ALLAH(cc)’a verdikleri sözü, amelleri ile ispatlamak zorundadırlar, îman bir iddiadır ve fiillerle ispatı gerekmektedir.
ALLAH’a verdikleri sözü tutmayanlar hesap bilincini kaybedenlerdir. Hesap bilinci hayatı, yaptıklarından hesaba çekileceğinin ve dünyanın bir imtihan alanı olduğunun bilinci ile anlamlı kılma hareketidir. ALLAH-ü Teala buyuruyor: “Hanginizin daha güzel amelde bulunacağım denemek için hayatı ve ölümü yaradan O’dur. O Aziz’dir, Gafur’dur.” (67,Mülk: 2)
ALLAH-ü Teala’nın verdiği rızıkla hayatlarını devam ettirdikleri halde, insanların görev sorumluluklarım kendi heva ve heveslerine göre tayin etmeye çalışanlar, yanı ALLAH’ın mülkünde yaşayıp, Onun bahşettiği sayısız gıda ve nimetlerden faydalandığı halde, o nimetleri vereni görmezlikten gelerek, kendi görüşüne ve çıkarlarına göre hüküm koyarak ve bu hükümlerle insanlara zulmedenler tağutlaşanlardır. Tabii yaratılış gayesini ve kulluk görevlerini ALLAH’tan ve Onun Şeriatından öğrenmek yerine bu insanlardan öğrenmeye kalkanlar da hesap bilincini kaybedenlerdir.
ALLAH(cc) şöyle buyuruyor: “İnsanlar yalnız ‘İnandık’ demekle bırakılıvereceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerim mi sandılar? Andolsun ki bit onlardan evvelkilerini de imtihan etmişizdir. ALLAH sadık olanları da yalancı olanları da elbette bilir. Yoksa kötülük yapanlar kurtulabileceklerim mi sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar.” (29,Ankehut:2-4) Bu ayetler insana hesap bilincini kazanmasını ve korumasını emretmektedir. Hesap bilinci; hesap vermek üzere dirileceğinin bilinci île hareket etmektir. Peygamberler bu bilincin öğretmenleridir. Kendilerine örnek, model olarak peygamberleri seçenler hesap bilincini kazanmışlardır. Tağutları lider ve örnek olarak seçenler ise kullara kul olmuşlardır. Hesap bilincini kazanmış olanlar dinlerini yaşamak için dünyalarım feda etmekten çekinmezler. Onlar için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.
Ey insan! Nasıl var olduğunu ve varlığının sebebini hiç düşündün mü? Güneşi, yıldızları ve ayı hiç düşündün mü? Dağları, denizleri, ağaçları hiç düşündün mü? Milyonlarca tür canlıyı, bunların yaratılışım ve neden yaratıldığım hiç düşündün mü? Bütün bunlar sana yaradanım hatırlatmıyor mu? Tüm bunlar sence (haşa) sadece görüntü olsun diye mi yaratıldı?
Ey İnsan! Kimsin? Nesin? Nereden, neden geldin ve nereye gideceksin? Yoksa bu kadar mükemmel yaratıldığın halde, sadece yiyip-içmek, gezip-tozmak için mı yaratıldığım düşünüyorsun?
insanın bir yaratılış nedeni vardır. O da ALLAH’a kulluk etmektir. ALLAH-ü Teala buyuruyor: “Ben cinleri ve insanları yalnız, bana kulluk etmeleri için y arattım. “(51, Zariyat:56) insanın bu kulluğu nasıl yerine getireceğinin can alıcı noktası ise Tevhidedir. Tevhide; hayatın her (siyasi, sosyal, ekonomik, hukuki), insanın konuştuğu her sözde, yaptığı her işte, duygusunda, düşüncesinde sadece ve sadece ALLAH’ın rızasını gözetmesidir.
Öyleyse bu gafletinin sebebi nedir? Neden ALLAH’tan ve Onun Kitabından gafilsin? Neden ‘Müslüman’ım’ deyip de gerçek anlamda teslim olmuyorsun? Neden her gün bir cenazeye şahit olduğun halde ölümden gafilsin? Neden mahşer gününün dehşetinden habersizsin? En az günlük haberlerle ilgilendiğin kadar Yüce ALLAH(cc)’ın kitabı ile ilgileniyor, onu anlamaya çalışıyor musun? Neden gireceğin kabrin darlığından gafilsin? Neden ebedi olan Cennet’in nimetlennden ve Cehennem’in korkunç azabından gafilsin? Yoksa hiç ölmeyeceğini, kabre girmeyeceğim, kıyamet kopunca kabirden kalkmayacağım, ALLAH’ın huzurunda hesap vermeyeceğini, Cennet ve Cehennemle karşılaşmayacağım mı sanıyorsun?
“İnanıyorum” diyen ey insan! Bu gafletin neden? ALLAH’a inandığım söylediğin halde neden ALLAH’a karşı asi bir hayat sürüyorsun? Neden ALLAH’a rağmen ALLAHsız bir hayat sürdürüyorsun? Neden Rabbimizin vadettiği ebedi güzelliği, cenneti görmezlikten gelip de şu bir günlük dünya hayatım tercih ediyorsun. ALLAH’ın bizi gördüğünü, her hareketimizin gözlendiğini, ALLAH’ın bize şahdamarımızdan daha yakın olduğunu bile bile nasıl bu kadar isyan ve günaha batabiliyorsun?
“Şüphesiz ki ALLAH üzerinize gözcü bulunuyor. “(96,Alak: 14)
“Ben ateşe dayanırım.” diyorsan elini yanan bir mumun üzerinde kaç saniye tutabileceğim dene. Resulullah(s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Cehennem ehlinin azap yönünden en azı, kıyamet gününde ateşten yapılmış iki pabuç ayaklarına giydirilir. Ki o pabuçların hararetinden onun beyni fıkır fıkır kaynar. (Buhari-Müslim) Evet, dayanabilir miyiz bu ateşe?
Ey Durumundan Gafil Nefis! Sen ALLAH’ı görmüyorsun ama O seni görüyor. Her yaptığın iyiliği ve kötülüğü görüyor. işlediğin zerre miktarı kötülük ve iyilik bir gün karşına mükafat veya ceza olarak çıkacak. Bunu bil ve ona göre yasa.
Ey Nefis! Gel Rabbimize kulluk edelim. Gel şeytana yenip, kendimize gelelim. Ömür dediğin ne ki? îşte geldik, gidiyoruz. Dün olanlar bugün yok ve yarın bizler de olmayacağız. “Nerede olursanız olun, hatta talikim edilmiş kalelerde olsanız bile ölüm yine de size erişir. “(4,Nisa: 78)
Dünyada bin türlü zahmetle ne kadar mal edinebilirsin? Karun kadar zengin olsan, kazandıklarım kabre götürebilecek misin? Yoksa uğruna sonsuz bir hayatı ahireti feda ettiğin malların mirasçılanna mı kalacak?
Unutma ki dünya hayatı çok kısa. Tüm hayatımızı bir gün gibi düşünürsek; günün ilk saatleri çocukluğun, öğle vakti gençliğin, ikindi ve akşam orta yaşlılığın, yatsı ihtiyarlığın, yatağın ölüm döşeğin, uyku ölümün, üstüne örttüğün yorgan ise kabirdir. Sabah olunca -ki sabah çabuk oluyor-Rabbimizin huzuruna çıkıp hesap vereceğiz. Bazen öyle durumlar oluyor ki günün her hangi bir saatinde uyuyabiliyoruz. îşte hayatı ve ölümü bu şekilde düşün. Evet, ey insan! Kıyameti, ölümü. Cenneti, Cehennemi ve hiç kimseye iltimasın yapılmayacağı, torpil ve rüşvetin işe yaramayacağı, makam, mal, para. ve dünyalık hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günü ve vereceğin çetin hesabı düşün, ona göre yasa… başladığın her günü “Bu benim son günüm olabilir. Onun için bu gi’mümde ahiretim için ne yaparsam, o kardır.” diye düşün.
Ey Nefis! O büyük güne hazırlan. O gün görürsün ki; Gök delinmiş, yıldızlar dökülmüş ve sönmüş, Cehennem kızıştırılmış. Cennet yaklaştırılmış. O gün her nefis daha önce gönderdiğin! veya geciktirdiğini görür. O gün dil susar, azalar konuşur. Her hangi bir gizli durum kalmaz.
Ey Nefis! ALLAH(cc)’ın sana yönelteceği sorular hakkında düşün. Az, çok, büyük, küçük her şeyden sorulacaksın.
Ey Nefis! Farzet ki melekler seni tutmuş, ALLAH(cc)’ın huzuruna getirmişler. ALLAH(cc) sana soruyor:
” Ben gençliği sana nimet olarak Vermedim mi? Bahsettiğim o gençliğim nerede harcadın? 4- Sana ibret alanın ibret almasına yetecek kadar uzun ömür vermedim mi? Bu ömrü nerede tükettin? Sana rızk olarak mal vermedim mi? Onu nereden kazandın ve nerede harcadın? “^ Sana evlat vermedim mi?
Benden utanmadın mı ki çirkin amellerle bana meydan okudun? Kendini insanlara iyi ve güzel göstermeye çalıştın. Ben diğer mahlııklardan daha mı önemsizdim ki (haşa), sana bakışımı lıafife aldın. İnsanlardan gizlediğin halleri, bana karsı perva etmedin. Seni görmediğimi, huzuruma hesap vermek üzere gelmeyeceğim mi sandın?
ALLAH-ü Teala şöyle buyuruyor: “Ey İnsan! Seni yaratıp düzenleyen ve dilediği şekilde tertib ederek(oluşturarak) sana mütenasib(uygun) bir vücut veren kerem sahibi Rabbine karşı seni isyana sevk eden nedir? Fakat hayır, siz asıl dini yalanlıyorsunuz. Oysa yaptıklarınızı bilen çok değerli yazıcı melekleri sizi gözetlemektedirler. İyiler şüphesiz nimet cennetlerindedirler. Kötüler ise muhakkak cehennemdedirler. Din gününde oraya varıp girecekler ve oradan hiç kaybolmayacaklardır. Din Gününün ne olduğunu sen nereden bilirsin? Evet, Din Gününün ne olduğunu nereden bileceksin? O gün, kimsenin kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı bir gündür. O gün buyruk, yalnız ALLAH’ındır.” (infitar, 6-19)
“Hayat ne kadar gerçekse ölüm de. o kadar gerçektir.” diyen insanların hayatlarına bakıldığında dilleriyle böyle söyledikleri halde, yaşamlarıyla “Hayat gerçek, ölüm yalan.” görüntüsü veriyorlar. îşlerine baktığınızda hiç de ölecek birinin işlerine benzemiyor. Rabbimiz bu gerçeği ne güzel ifade ediyor. “Sanki dünyada ebedi kalacakmışsınız gibi binalar ediniyorsunuz. (26, Şuarâ: 129)
Dünyadaki bütün yollar ölüme çıkar. Ölümden sonra yollar tek yola iner, O da ALLAH’a gider. Hayata birkaç damla su ile başlayıp, ölümden sonra sonsuzluğa uzanan biz insanların, ölüm sonrası hakkında ciddi endişeleri yoksa, bu, hem dünya hem de ahiret hayatımız için büyük bir tehlikedir. Yaşadığımız toplumdaki insanların çoğu “Müslüman. ” Bu insanlara cennet, cehennem, ölüm hakkında sorduğumuzda -Cennet, Cehennem var.-Son durak kara toprak”.diyorlar. “-Bunların hepsine inanıyoruz. İnanmayan kâfir olur. “diyorlar. Fakat bu insanlara konuşurken değil de yaşarken baktığınızda: Cennete inandığım söyleyen çok, ona talip olan çok az. Cehennemin korkunç bir yer olduğunu söyleyen çok ama ondan gereği gibi kaçınan çok az. Hesap gününün varlığına inandığım söyleyenlerin yaşantılarına baktığınızda yaptıklarından ve yapmaları gerekirken yapmadıklarından sorulmayacaklarmış gibi bir hayat sürdüklerim görüyorsunuz. “Ölüm var. “diyenler, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar.
İnsanlar, sulu, yeşil bir mekan görünce hafta sonu orada birkaç saat piknik yapmayı tasarlıyor da ALLAH’ın yeşil ve sulu Cennetinde ebedi piknik yapmanın programım yapmıyorlar. 40-45 derecelik yaz sıcağından kaçan insanlar, Cehennemin bilmem kaç bin derecelik sıcağından kaçınmıyorlar. Şu geçici dünyada en fazla 50-60 yılım geçireceği daireler, villalar yaptırmak için gece-gündüz çalışan insan, sonu olamayan bir hayat ahirette bir gece kondusu olsun diye neden çalışmaz?
Yine bu insanlar mahkemeye düştüklerinde beraat etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama aynı insanlar bir gün kurulacak olan ilahi mahkemede beraat etmek için pek de fazla çaba harcamıyorlar. ‘ Kendisine bir hediye veren bir arkadaşına, yine bir hediye ile karşılık veren bir insan ALLAH’ın verdiği bunca nimeti nasıl karşılıksız bırakır? Birisine bir iyilik yapsak, adam karşılığında teşekkür etmeden çekip gitse “Ne karaktersiz adam. Bir teşekkür bile etmedi.” deriz. Peki bizim ALLAH’a bunca nimete karşılık şükretmememiz ve nankörlüğümüz ne olacak? ALLAH’ın bize bahşettiği bunca nimetin, bir fincan kahve kadar hatırı yok mu?
Bütün meseleler gelip, ahirete iman noktasında düğümleniyor. Biz hep “ALLAH’tan geldik, ALLAH’a döneceğiz.” diyoruz ama inanmıyoruz. Bu belirsizliğin çözümü için önce ölümü anlamak gerekiyor. Ölümü anlamadan hayatı anlayamayız.
İnsanın hayatı nasıl anladığı ve yaşadığı, ölümü nasıl anladığına bağlıdır. Eğer siz ölümü bir bitiş ve yok oluş şeklinde anlıyorsanız hayat görüşünüz de “Nasıl olsa ölüm var. O halde ne yapsam kârdır.” biçiminde şekillenecektir.
Ama ölümü hesap vermek üzere sonsuzluğa geçiş olarak görüyorsanız, o zaman hayatınızı “En ince ayrıntısına kadar her yaptığınızdan sorulacağınızın bilincinde olarak” yaşarsınız. Bir iş yapmadan önce huzuruna varacağınız ALLAH’ın istediği şekilde hesaplı ve ölçülü yaşarsınız. Öyleyse ölümü anlamaya çalışalım.
“De ki; Haberiniz olsun! O sizin kaçıp durduğunuz ölüm mutlaka basımla gelecektir. Sonra gizliyi ve aşikarı bilen ALLAH’a döndürüleceksiniz, O da site neler yapmış olduğunuzu haber verecektir.” (62, Cuma: 8)
Günlük hayatınızda hiçbir şey size ölümü hatırlatmıyor mu? Örneğin: Güneşin doğuşu ve batışı. Güneş; sabah doğar, gündüz yaşar ve akşam ölür ve sabah tekrar dirilir. Güneş bize bu durumu ile her gün şöyle seslenir: “Ey însan! Bir gün sen de mutlaka ölecek ve hesap vermek üzere dirileceksin. Onun için hayatinin her anım ALLAH(cc)’ın rızasına uygun olarak yaşa.
Ey însan! Hayat ve olaylara iman ve akıl penceresinden bakarsan, ölümü ve dirilişi ölmeden görebilirsin. Rabb’imiz mevsimleri yaşatırken de yeniden dirilişin bu dünyadaki delillerim aylarca bize ”seyrettirir. Her sonbahar ve kış bir ölüm, her ilkbahar bir diriliştir. Kışın toprağı ve hayatı ölü görürsünüz. Ama baharın gelmesiyle; yağmurun inmesi ve güneşin çıkması ile kainat yeniden canlanır. Hayat yeniden hareketlenir.
Ey insan! Şu anda toprağın altında, bizim yaşımızda ölen milyonlarca kişi var. Toprağın altındaki kişilerin halini düşün. Etlerinin çürüdüğünü, kemiklerinin dağıldığım, eşlerinin dul, yavrularının yetim veya öksüz kaldığım, kazandığı ve dünyada bıraktığı onca dünya malının hiçbir fayda sağlamadığım düşü. Ölüm her an pusuda olduğu halde bir çok kimsenin ölümden nasıl gafil olarak ölüme yakalandığım düşün.
Ummadığın bir anda ölüm meleği ile karşılaştığım ve karanlık kabre girdiğim ve hesabın görüldükten sonra hakkında “Cennete götürün!” veya “Cehenneme götürün” diye hüküm verildiğini düşün, iş işten geçmeden şu ilahi uyarıya kulak verelim: “Hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı ve (nihayet) kendilerine yardım bile edilmeyecek bir günden (hesap gününden) sakının.” (2,Bakara: 48)
Düşün! Ölümü ve vereceğin ya da veremeyeceğin hesabı düşün. Unutma ki “Dünyada amel var, hesap yok. Ahirette ise hesap var, amel yok.” Düşün ki şu anda toprağın altında olup da ömrünü günah ve isyanla geçirmiş milyarlarca insan senin yerine şu anda dünyada olmayı ve salih ameller işleyip, ALLAH’ın rızasını kazanmak için tüm dünya malını vermeyi isterlerdi. Ama son pişmanlık fayda etmiyor.
“Ateşin karşısında durdurulduklarında: ‘Ah ne olurdu(dünyaya) geri gönderilseydik de Rabb’imizin ayetlerim yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık.’ deyişlerim bir görsen.” (6, Enam: 27)
Bundan dolayı elimizdeki ömür sermayesini bir ganimet bilip, her anı Hak’kın rızasını kazanmak içim kullanalım inşALLAH. (Amin)
alıntı