Tanrı’nın varlığı meselesi insanlığın ortak bir problemidir. Dini, dili, ırkı, rengi, coğrafyası ve kültürü ne olursa olsun hemen hemen bütün insanların bir şekilde ilgilendiği ve üzerinde durduğu bir konudur. Reddedenlerin dahi zihinlerinden bir türlü çıkaramadıkları ve hakkında fikir yürüttükleri önemli bir konudur.
İnsanların büyük bir kısmı Tanrı’nın varlığına inanmış ve varlığıyla ilgili çok güçlü kanıtlar ileri sürmüşlerdir. Bazı insanlar ise böyle bir varlığa inanmamış ve lehinde getirilen kanıtları da reddetmişlerdir. Bu problem söz konusu taraflar arasında çok ciddi tartışmalara neden olmuş ve uzun münakaşalara yol açmıştır. Sadece felsefe ve teoloji kitaplarında değil, ayrıca edebî eserlerde, yazılan romanlarda ve şiirlerde de bu konuya genişçe yer verilmiştir.
Tanrı’nın varlığına inananlar bu inancın felsefî, ilmî, teolojik, mistik ve moral temelleri olduğunu ifade etmiş ve bunları da tek tek açıklamışlardır. Ateizme yol açan gerekçelerin ise hiçbir bilimsel, rasyonel ve etik değeri bulunmadığını ifade etmişlerdir.
İnsanı Tanrı’ya götüren yolların sayısı oldukça fazladır. İnançsızlığa götüren yolların sayısı ise mâkul, mantıklı ve vicdanlı olunduğu takdirde yok denecek kadar azdır. Olanların temelinde ise bizâtihî ateizmin kendi gücü değil, din adına sergilenen bilgisizlik, tutarsızlık, iki yüzlülük ve gayri insani tavırlar yatmaktadır.
Bir insanın ateist olması teorik açıdan mümkün olmakla birlikte, gerçekleşmesi çok zor olan bir durumdur. Buradaki zorluktan kasıt da basit bir muhakeme neticesinde, bir insanın kendisini ateist olarak görmesi değildir. Çünkü ateizm sadece sözel bir tercihin sonucu olarak ortaya çıkacak bir durum değildir. Kastedilen şey ateizm adına göze alınan felsefî ve mantıkî tutarsızlıklarla, moral, varoluşsal ve psikolojik çıkmazlardır.
XX. yüzyılda ateizm adına ortaya pek çok şey konmuş, konuşulmuş, yazılmış ve çizilmiştir. Elbette bunların içerisinde çok ciddi problemleri gündeme getiren ve tartışan değerli fikirler bulunmaktadır. Nitekim bunlara herhangi bir felsefe (özellikle din felsefesi) eserinde rastlamak ve onları keyifle okumak mümkündür. Ancak yüzyılımızda ateizm adına yapılan şeylerin çoğunluğu ne yazık ki tutarlı ve insaflı fikrî tartışmalar olmak yerine, birer ateizm retoriği haline gelen ideolojik söylemler olmuştur. Yakından bakıldığında ortaya çıkan şeylerin daha ziyade ideolojik bilim, ideolojik felsefe ve ideolojik ateizm olduğu görülmüştür. Bu söylemlerin temelinde de pozitivist ya da materyalist esintiler bulunmaktadır. Ancak bu çalışmada görüldüğü gibi Tanrı’nın varlığı meselesi herhangi bir ideolojinin dar çerçevesine sığmayacak kadar geniş olan ve insan hayatının bütün yönlerini kucaklayan hayatî bir problemdir.
Bir insanın Tanrı’nın varlığını reddetmesi esasen o kişinin kendi iradesine ve aklî muhakemesine bağlı olan bir şeydir. Nitekim böyle davranan pek çok insan da görülmüştür. Ancak bir insanın mutlak surette inançsız olması veya hiçbir surette aklına Tanrı’nın varlığını getirmemesi mümkün değildir. Bunun imkânsızlığıyla ilgili pek çok kanıt bulunmaktadır. Geleneksel dinlerin Tanrı anlayışlarını reddeden pek çok kişide dahi benzeri kavramlara rastlan-maktadır. İnançsız olduğunu söyleyenlerin büyük bir kısmında da, materyalistler dahil olmak üzere, zihinlerinde Tanrı işlevini yerine getiren ancak mahiyet itibariyle farklı olan değerler görülmektedir. Dolayısıyla mutlak bir ateizmden sözetmek imkânsızdır.
Günümüze kadar teorik açıdan Tanrı’nın varlığını eleştirmek amacıyla pek çok itiraz dile getirilmiştir. Özellikle çağımızda bu itirazlara bilimsellik, rasyonellik ve mantıksallık süsü verilmiştir. Ancak burada da ifade edildiği gibi bu nitelikler inansın ya da inanmasın kimsenin tekelinde bulunmayan durumlardır. Ayrıca bağımsız olarak düşünüldüğünde bir şeyin bilimsel, rasyonel ya da mantıksal olmasıyla o şeyin öyle olmadığı konusuyla ilgili elde genel geçer kesin ölçütler de bulunmamaktadır. Çünkü bu terimler elastikî olduğundan değişik biçimlerde de kullanılmaları mümkündür. Dolayısıyla bu kavramların ateizm adına kullanılması tamamıyla yanıltıcı ve çarpıtıcı bir durum olup birtakım zayıf iddiaları güçlü kılmaya ve ayakta tutmaya yönelik beyhude çabalardır.
Ateistler bütün uğraşılarına rağmen Tanrı’nın varlığı aleyhinde güçlü kanıtlar ortaya koyamamışlardır. Buna karşın Tanrı’nın varlığı konusunda pek çok kanıt ileri sürülmüştür. Bu kanıtlar da ateistlerin “Tanrı yoktur” şeklindeki iddialarını tek tek çürütmektedir. Bunlar arasında da varlık (ontolojik), âlem (kozmolojik), nizam ve gaye (teleolojik), mistik tecrübe ve ahlâk kanıtları bulunmaktadır. Aslında kimileri için bu kanıtların dile getirilmesine dahi gerek yoktur. Çünkü Tanrı’nın varlığı insan için kanıtlanmaya gereksinim duymayacak kadar açık ve seçik bir konudur. Dolayısıyla ateistin inkârı şaşılacak bir şeydir.
Ateistlerin kanıtları eleştirmekten başka bir seçenekleri olmamıştır. Bunun yanında kendi bakış açılarını destekler ikna edici görüşler de ortaya koyamamışlardır. Koymaları da mümkün gözükmemektedir. Doğrusu teorik açıdan kanıtları eleştirmek de zorunlu olarak ateizm anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bu kanıtların fikrî eleştirisinin inançsızlıkla sonuçlanmayacağı ortadadır. Kaldı ki bu eleştirileri yapanların çoğunluğu da ateist değildir. Ateistler sadece yapılan felsefî eleştirileri kendi çıkarları için kullanmaktadır. Tanrı’ya inandığı halde kanıtların birini ya da bazılarını beğenmeyen veya muhtevasına karşı çıkan düşünürler de olmuştur. Bunlar da herhangi bir kanıtın özünü ve ana fikrini çürütmeyip sadece mantığı üzerindeki tartışmalardan öteye geçememektedir.
Felsefî tartışmalarda kendine güçlü bir zemin bulamayan ateizm kendine çağımızdaki bazı bilimsel var sayımların içerisinde yer aramaya çalışmıştır. Henüz kanıtlanamayan ve kanıtlanması da mümkün olmayan bu teorilerin etkisi ve gücü ise günümüzde oldukça zayıflamış, yaygınlığı da sona ermiştir. Bunların arasında Comte’un pozitivist; Feuerbach’ın antropolojik; Marx’ın sosyopolitik; Freud’ün psikanalitik ve Nietzche ile Sartre’ın varoluşçu ateizmi bulunmaktadır. Bu teorilerle ilgili sayısız çalışma yapılmış lehinde ve aleyhinde de bir o kadar görüş ortaya konmuştur.
Yukarıdaki teorileri ortaya atanlar ya da onların sempatizanları düşüncelerini genellemiş ve onları her şartta geçerli doğrularmış gibi savunmuşlardır. İddialarını yanlışlayan sayısız örnekler bulunduğu halde fikirlerinden vazgeçmemişlerdir. Sonuç itibariyle dini ve Tanrı inancını anlamakta yetersiz kalmış ve kendi bakış açılarına göre onları yorumlamışlardır.
Doğrusu burada kısmen değinilen söz konusu teorilerin doğru yönlerinin bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Bütün fikirlerde olduğu gibi bu düşünürlerin fikirlerinde de kendi koşullarıyla ilgili az ya da çok doğruluk payları bulunmaktadır. Elbette ciddiye alınabilecek ve üzerinde düşünülmesi gerekecek unsurlar olacaktır. Ancak bunun yanında yanlışlarının da görülmesi ve aynı dürüstlükle ifade edilmesi gerekmektedir. Ne yazık ki bazı çevrelerde bu dürüstlüğün gösterilmediği, hatta ideolojik kaygılardan ötürü bunların kutsallaştırıldığı da bilinmektedir.
Söz konusu teoriler genelde hıristiyanlığın ve bu dinin oluşturduğu Batı kültürünün neden olduğu tepkisel hareketlerdir. XX. yüzyılın ilk yarısında dünyanın her tarafını etkileyen bu hareketler aslında Batı kültürünün kendi iç hesaplaşmasıdır. Bu kültürün çeşitli vasıtalarla yaygınlaşma-sıyla birlikte bu var sayımlar da bir dönem geniş kabul görmüştür. Ancak bugün için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla onları savunurken ya da eleştirirken bu noktanın unutulmaması gerekmektedir.
Felsefî tartışmaların yanında ateizm bazan ideolojik biçimlere sokulmuş ve bazı sosyalist yönetimlerin resmî politikası haline getirilmiştir. Bilindiği gibi Marx, Lenin ve Engels’in fikirlerinden hareketle sosyalist ülkelerde bilinçli bir din karşıtlığı politikası izlenmiştir. Kendine materyalizmi temel alan bu anlayış, dini toplumsal bir olay olarak görmüş ve ortadan kaldırılması için gereken neyse onun yapılmasına karar vermiştir. Marxist ve materyalist esaslar üzerine kurulduğu için de kendini bilimsel ateizm olarak adlandıran bu yaklaşım günümüzde büyük oranda zayıfla-mışsa da bazı yerlerde yönetimlerin gücüyle hayatiyetini devam ettirmektedir.
Özünde teorik bir problem olan ve tamamıyla insanın kendi iradesini ve vicdanını ilgilendiren ateizm ideolojik bir düşünce haline getirilince felsefî özelliğini kaybetmiş ve politik bir malzeme haline dönüşmüştür. Dünyaya ideolojik bir gözle bakan anlayışlar insanlık tarihi başta olmak üzere toplum hayatını ve dinî inancı elbetteki kendi ön kabullerine göre yorumlamışlardır. Dine ve Tanrı inancına yaklaşırken gördüklerini değil de görmek istediklerine önem vermişlerdir. Zihinlerindeki ilkeleri ve ön kabulleri doğrulamak ve kanıtlamak için her türlü yolu ve propaganda aracını denemişler bunda kısmen de başarılı olmuşlardır. Ancak bu tür tavırların kalıcı olmadığını görmek mümkündür.
Ateizmi ilke edinen ideolojiler kiliseyi aratmayacak derecede doğmatik, statik ve dayatmacı tavır sergilemişlerdir. Dolayısıyla dinle ilgili eleştirilerinde karşı tarafa teistlere cevap verme ya da yanlış anlamayı düzeltme şansı vermemişlerdir. Bu ideolojilerin etkisinde kalan insanların da kendilerine öğretilen ve gerçek olduğu söylenen şeylerin dışına çıkmalarını beklemek aşırı bir iyimserlik olacaktır.
Kendilerini ilmî, felsefî ve özgür düşünceli diye tanımlayan ideolojiler insanlık tarihinin en doğma, en katı ve en yasakçı ekolleri haline gelmişlerdir. Bireylerin yaşamlarına, düşüncelerine, inançlarına, kısacası özgürlükle-rine dahi ipotek koymuşlardır. Din dahil olmak üzere karşısındaki kurumları ya da fikrî akımları birer ideoloji olarak görme yanlışlığına düşmüşlerdir. Halbuki din ne bir ideoloji ne ekonomik bir sistem ne de felsefî bir ekoldür. Böyle olmadığı gibi herhangi bir ideolojinin ya da ekolün muhatabı da değildir.
İdeolojileri fikrî açıdan çürütmeye çalışmak bir tarafa onları eleştirmek dahi çok zordur. Çünkü bu ideolojiler XX. yüzyılın çağdaş dinleri haline getirilmiştir. Bu yüzden onların iddialarına cevap vermek sanıldığı kadar kolay değildir. Kendi içlerinde dahi en küçük yoruma ya da yeniden uyarlamaya karşı şiddetli tepki göstermektedirler. İddialarına karşılık ne denirse densin veya ne anlatılırsa anlatılsın onlar kabul etmeyeceklerdir. Çünkü onların kendi doğruları vardır, ve bu doğrular hiçbir surette tartışılacak ya da eleştirilebilecek şeyler değildir.
İster felsefî anlamda isterse ideolojik biçimde ateizmin gelecekte de devam etmesi ihtimal dahilindedir. Ancak kesin olan bir şey varsa o da yakın geçmişte olduğu gibi gelecekte de ateizmin bilimsellik, rasyonellik ya da özgürlük kılıfına bürünemeyeceğidir. İnsan ateizmden bağımsız olarak bilimin, rasyonalitenin ya da özgürlüğün ne olduğunu acı tecrübeler sonucunda öğrenmiş durumdadır. Büyük bir ihtimalle de bugüne kadar elde ettiği birikim ve kazanımını bir kenara bırakmayacak ve benzeri aldatmacalara kanmayacaktır.