Koca, karısının “Mehr-i Muaccel’ini” zifaftan önce vermek ve nafakasını temin etmek mecburiyetindedir. Aksi takdirde kadın; cinsi temastan kaçınabileceği gibi, kocasının izni olmadan evden dışarı çıkabilir.(121) Kadın; mehrini aldıktan sonra kocasının meşru emirlerine itaat etmek mecburiyetindedir. Bu itaat, şer’i şerifle sınırlıdır. Resûl-i Ekrem (sav)’in: “Allahû Teâla’ya isyan hususunda mahlûka itaat yoktur”(122) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyle hem koca, hem karı; Allahû Teâla (cc) ve Resûlü (sav)’nün tekliflerine muhatabtır ve mükelleftir. Kadın; kocasının İslâm dinine uymayan tekliflerine ve emirlerine itaatle yükümlü değildir. Hayız halinde olmadığı süre içerisinde (Diğer hastalık halleri müstesna) kocasının cinsi isteklerine boyun eğmesi zaruridir.(123) Karı-koca arasında; sadakat, emniyet, yardımlaşma, saygı, iffet ve namusu muhafaza gibi güzel hasletlerin bulunması bir vecibedir.
Koca; karısına sözle ve fiille güzel muamelede bulunmalıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Onlarla (kadınlarla) iyi geçinin”(124) hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)’in: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım” Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası; karşılıklı güzel muamelenin mendub ve müstehab olduğunu beyan etmiştir.(125) Karısının rızası olmadan kocanın “Azil”(126) yapması mekruhtur. Azil’in mekruh oluşu, İmameyn’e göre; kadının cinsi yönden tatmininde eksiklik meydana getirdiği içindir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh. a) ise; hem cinsi yönden tatminsizlik, hem de kadının da çocuk üzerinde hakkı üzerinde durmuştur. Dolayısıyla koca; çocuk istemediği gerekçesiyle, karısının izni olmadan “Azil” yapamaz. Ancak karısının izniyle “Azil” yapabilir.
Kur’an-ı Kerim’de: “Ey Peygamber!.. Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp ezâ edilmemelerine daha uygundur.”(127) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu ayet-i kerime’de örtünme ile ilgili olarak geçen “Celaib” kelimesi, “Cülbab’ın çoğuludur. “Cülbab”; müfessirlerin ittifakına göre; tepeden tırnağa giyilen tek parça elbisedir. Nitekim ayet-i kerime’nin nüzûlünden sonra mü’min kadınlar siyah çarşaflara bürünmüşlerdir.(128) Yine Kur’an-ı Kerim’de: “Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, zinetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı müstesna. Baş örtülerini yakalarının üstüne (Kapayacak surette) koysunlar”(129) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Kasani: “Yabancı bir kimse; kendisine namahrem olan yabancı bir kadının bedeninden el ve yüz hariç, hiçbir yerine bakamaz. Çünkü, Allahû Teâla (cc) “Mü’min erkeklere söyle; gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar” (En Nûr Sûresi: 30) buyurmuştur. Ancak meydanda olan zinet yerlerini, yüz ve ellerine bakmaya Allahû Teâla (cc)’nın şu kavliyle müsaade edilmiştir: “Onlardan meydanda olan müstesna”. Bu ayetten murad zinet yerleridir. Meydana çıkan zinet yerleri ise; yüz ve elleridir. Kühül (sürme çekmek) yüzün zineti, yüzük ise elin zinetidir. Çünkü kadın alış-veriş ve dünyevi işlerinde yüzünü ve ellerini açmak zorundadır. İşlerini ancak onları izhar etmekle başarabilir. Öyle ise onları açmakta zaruret vardır. Bu, İmam-ı Azam kavlidir”(130) hükmünü beyan ediyor. Dürri’l Muhtar’da: “Genç kadının, erkekler arasında yüzünü açması menedilir. Fakat bu avret olduğu için değil, fitneden korkulduğu içindir”(131) hükmü kayıtlıdır. Dolayısıyla kadın için tesettür “Farz-ı Ayn”dır!.. Kocası; kadının örtünmesini emrettiği zaman (meşru bir emir olduğu için) itaat etmesi zaruridir.
Resûl-i Ekrem (sav)’in: “Herhangi bir kimse; yabancı bir kadının eline dokunmaya bir zaruret olmadığı halde dokunursa, o kimsenin eline kıyamet gününde ateşten bir kor bırakılır”(132) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyle kocanın, karısından başkasına (yani kendisine nikâh düşen başka bir kadına) dokunması haramdır.(133) Molla Hüsrev: “Bir erkek, bir kadını tedavi etse, zaruret miktarı o kadının hastalık yerine bakabilir. Uygun olan erkek tabibin, tedaviyi başka bir kadına öğretmesidir. Çünkü cinsin cinse bakması daha hafiftir. Görülmez mi ki!.. Öldükten sonra kadını kadın yıkar, erkek yıkamaz”(134) buyurmaktadır. Sonuç olarak; gerek koca, gerek karı, İslâm? hududlara riayet noktasında titizlik göstermek zorundadırlar.
Mehrini almış olan kadın; kocasının evinde oturmaya mecburdur. Kocasının izni olmadığı süre içerisinde evden dışarı çıkamaz.(135) Ancak muayyen zamanlarda kadının anne ve babasını ziyaret hakkı vardır. Bu ziyaret, haftada bir keredir. Anne ve babanın dışında kalan diğer akrabalar için ziyaret hakkı, senede bir keredir.(136) Bunun dışında kadın; mahremi bulunduğu zaman üzerine “Farz-ı Ayn” olan haccını (kocasının izni olmadan) edâ edebilir!.. Ancak, nafile hacc ve umre için kocasının izni şarttır. Şimdi kadın kocasının izni olmadan “İlim meclisine” devam edebilir mi? sualine cevap arayalım. Feteva-ı Hindiyye’de: “Kadının; kocasının izni olmadan ilim meclisine gitmeye hakkı yoktur. Kadının ilim cihetinden mühim bir meselesi varsa, kocasına söyler, eğer kocası biliyorsa meseleyi izah eder, bilmiyorsa bir alime sorar ve cevabı karısına getirir. Ancak kocası meseleyi bilmez ve bir alime sormazsa; bu durumda kadının (kocasının izni olmasa dahi) o meseleyi sorarak öğrenme hakkı vardır. Bir kadının babası kötürüm olsa; kocası da kadını babasına bakmaktan men etse; kadının (Kocasının yasaklarına rağmen) babasına gidip bakmaya hakkı vardır. Velev ki babası gayr-i müslim bile olsa”(136) hükmü kayıtlıdır.
Kur’an-ı Kerim’de: “(Vakar ile) Evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyet (devri kadınlarının kırıla-döküle, süslerini göstere göstere) yürüşü gibi yürümeyin”(137) hükmü beyan buyurulmuştur. Mü’min kadınlar için asıl olan; evlerinde oturup, çocuklarını İslâm’a göre terbiye etmek ve kocasına hizmet etmektir.(138)
Kur’an-ı Kerim’de: “İyi kadınlar itaatli olanlardır. Allah kendi haklarını nasıl koruduysa, onlar da öyle göze görünmeyeni (erkeğin namusunu, şerefini) koruyanlardır. Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince; onlara evvela öğüt verin. Vazgeçmezlerse (kendilerini) yataklarında yalnız bırakın. (Yine vazgeçmezlerse) döğün. Size itaat ederlerse, aleyhlerine bir yol aramayın. Çünkü Allahû Teâla (cc) yücedir, çok büyüktür”(139) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler bu ayet-i kerime’de geçen “Nüşûz” kelimesini izah ederken; bir kadının kocasına buğuzla davranmasını, şer’i şerife uygun isteklerini şiddet ve husumetle reddetmesi hadisesi üzerinde durmaktadırlar.(140) Resûl-i Ekrem (sav)’in bu gibi durumlarda: “Meşru olan (şer’i şerife uygun) bir hususta size isyan ederlerse, şiddetli olmayan bir şekilde dövün”(141) buyurduğu bilinmektedir.
Resûl-i Ekrem (sav)’in: “İki karısı olan kimse kasm’da, o ikisinden birisine meylederse, kıyamet gününde yarısı mail (meyleden eğilmiş) olarak gelir.”(142) buyurduğu bilinmektedir. Dürri’l Muhtar’da: “Kasm, paylaştırmak demektir. “Kısm” ise nasibtir. Kasm; zevceler arasında gecelemek, elbise, yiyecek ve sohbet hususunda müsavi taksime ve adalete (yani zulmetmemeye) riayetin vacip olmasıdır. Ayet’in zahirine bakılırsa bu farzdır” hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: “El Muğrib’de şöyle denilmektedir: “Kasm mastardır. “Kasame’l kassamû’l male beyne’ş-şürekai” derler ki: “Kassam malı ortaklar arasında paylaştırdı, herkese hissesini verdi” demektir. Kadınlar arasında kasmda bunlardandır. Yani erkek, onlar arasında gecelemeyi ve benzeri şeyleri taksim eder. Misbah’ta hisseye “Kasm” denildiği açıklanmıştır. Böylece anlaşılırki, buradaki “Kasm”dan murad; aslında olduğu gibi masdardır. Ama ondan “Taksim veya hisse” manaları da kasdedilir. Ayetin zahirine bakılırsa bu farzdır. Çünkü, Teala Hazretleri’nin “Adalet göstermeyeceğinizden korkarsanız bir kadın yeter” ayet-i kerimesi, kadınlar arasında haksızlık edeceğinden korkarsa bir kadınla yetinmesini emir buyurmaktadır. Molla Hüsrev: “Kasm”ı izah ederken: “Kadınlar arasında, onların yanında gecelemede ve sohbette haklarını vermek manasınadır. Cima’da (cinsi temasta) değildir. Çünkü cim’a (cinsi temas) isteğe dayanır. Koca muhabbette (sevgi’de) olduğu gibi, cima’da da eşit muamele edemez. Giyilen elbise ve yenilen yemekte (yani nafakada) adalet (eşitlik) vacib olur”(144) hükmünü beyan eder.
İslâm dini; bir erkeğin adalete riayet etmesi şartıyla bir, iki, üç veya dört kadınla evlenmesini mübah ilan etmiştir.(145) Allahû Teâla (cc) ve Resûl-i Ekrem (sav)’in beyan buyurduğu “Teadaüd-ü Zevcat” konusu günümüzde ulu-orta tenkit edilmektedir.(146) Unutulmamalıdır ki; Allah ve Resûlü’nün “Mübah” olduğunu beyan ettiği bir hususu “haram” ilan etmek açık bir isyandır.
Kur’an-ı Kerim’i: “Kadınlar arasında adalet (ve eşitliği tatbik) etme hususunda ne kadar hırs gösterseniz asla güç yetiremezsiniz. Bari (birine) büsbütün meyledib de ötekini (ne dul, ne kocalı bir durumda) askıda gibi bırakmayın. Eğer (nefsinizi) ıslah eder (haksızlıktan) sakınırsanız, şüphe yok ki Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.”(147) hükmü beyan buyurulmuştur. Hz. Aişe (r.anha) validemizden rivayet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem (sav) hanımları (annelerimiz) arasında “Kasm”a riayet eder ve: “Allah’ım!.. Bu benim malik olduğum hususlarda kasm’ımdır. Malik olamadığım hususlarda beni hesaba çekme” duasında bulunurdu.(148) Dolayısıyla “Kasm”; nikâh sonucu ortaya çıkan bir haktır. Erkek; mehir verme hususu başta olmak üzere, hepsini ayrı ayrı evlerde oturtmak, gecelemek hususunda eşitliğe riayet etmek, yiyecek, giyecek ve elinde olan diğer hususlarda adalate riayet etmek, borcundandır.(149) Kadın, evlenme anında, üzerine başka bir kadını nikâhlamamasını şart olarak koşabilir.
İmam-ı Merginani: “Sefer halinde olan erkek için; hanımları arasında “Kasm” yoktur. Erkek sefere çıkarken, hanımlarından dilediğini yanına alabilir. Evla olan; hangisi ile sefere çıkacağı hususunda kura çekmesidir. Bu durumda kur’a hangisine çıkarsa, onunla sefere gider. İmam-ı Şafii (rh.a) dedi ki; hanımların (Sefere çıkma hususunda) kuraya tabi tutulmaları haklarıdır. Zira, rivayet edilmiştir ki; Resûl-i Ekrem (sav) bir sefere çıkmayı murad ettiği zaman, hanımları arasında kura çekerdi” Ancak biz (Hanefi fûkahası) deriz ki; bu onların kalblerini hoş tutmak ve hatırlarını kırmamak içindir. Dolayısıyle kura çekmesi müstehab olur. Zira kocanın sefere çıkması durumunda, kadının herhangi bir hakkı yoktur. Görülmez mi ki!.. Koca için onlardan hiçbirisini beraberinde götürmeme hakkı mevcuttur”(150) hükmünü beyan eder.
Resûl-i Ekrem (sav)’in: “Bir kadını kocasına karşı ifsad eden ve onu isyana sevkeden bizden değildir.”(151) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla karşılıklı hak ve görevlerin ihmal edildiği hallerde dahi; aileyi ayakta tutmaya gayret etmek gerekir. Eğer geçimsizlik şiddetlenirse ve kusur kadında olursa; önce nasihat etmek, sonra yatağında yalnız bırakmak ve şiddetli olmayan bir şekilde dövmek tavsiye olunmuştur.(152) Bütün bu tedbirlerden sonra netice alınmazsa ne yapılacaktır? Kur’an-ı Kerim’de: “(Eğer karı ile kocanın) Aralarının açılmasından endişeye düşerseniz, o vakit (kendilerine erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarında (ki dargınlık yerine geçinme) onları (barıştırmaya) muvaffak buyurur. Şüphesiz ki Allah hakkı ile bilicidir. (Her şeyden) haberdardır.”(153) hü,kmü beyan buyurulmuştur. Sonuç olarak; erkek ve kadının ailelerinden teşekkül eden hakemler, ailenin durumunu müzakere etme durumundadırlar.
Emanet ve Ehliyet