Müslümanların günümüzdeki hallerinin zelil ve fasid oluşlarının sebebi, hayat nizamı olarak İslâm’ı terk etmiş olmaları ve bunun akabinde de aralarındaki ilişkilerinde beşeri nizamları esas almaları hülasa gayri İslami hükümlerin hayatlarına hakim oluşuna sükut etmeleridir. Bütün bunların semeresini en acı şekilde ödemek zorunda kalmışlardır. Bu zillet dolu hayat devam ettiği müddetçe de kötülük sürekli toplum içerisinde yayılacaktır.
Aslında bu halden rahatsız ve şikâyetçi olunmasına rağmen kimse gerektiği gibi bu kötülüklerin önüne geçmemektedir. Bu yayılan kötülüklerin kökünü kazıyan ve biz Müslümanları feraha huzura ulaştıran çok önemli bir görevimiz olduğu halde ne acıdır ki bizler bu görevimizi unutmuş bir konumdayız. Kötülüğü kaldıran bu görev, İslam’a davet ve insanlara iyiliği emretmek kötülükten ise arındırmaktır. İslâm’a davet; İslâm’ı akidesi ve nizamı ile hayatta hakim kılmak için çalışmayı gerekli kılar.
Müslümanların hallerinin bu fasid olan bozuk vakıasını değiştirmesi mucize değildir. Yüce ALLAH, Müslümanlara taşıyamayacağı yükü yüklemiş değildir. Nitekim ALLAHu Teâla bu amaç için metod ve hükümler koymuştur.
Rasulullah (S.A.V) ve ashabı da o metod ve hükümler doğrultusunda yürümüşlerdir. Bu yolla da İslâm Devleti’ni kurarak kokuşmuş cahiliyye toplumunu İslâmi topluma dönüştürmüşler ve O İslâm Devleti de dünyanın büyük bir kısmını Dar-ul Küfürden Dar-ul İslâm’a dönüştürerek münkerleri ortadan kaldırmak için küfürle savaşmış ve marufu emretmiştir.
Emr-i bi’l Maruf ve Nehy-i anil Münker İslam davasını taşımanın en önemli bir parçasıdır. Maruf: ALLAH’ın emrettiği (iyilik) Münker ise: ALLAH’ın yasakladığı (kötülük) hükümlerdir. Yani marufu emretmek iman ve itaate çağırmak, münkerden nehyetmek ise küfür ve ALLAH’a başkaldırmaya karşı durmaktır. Bu kadar önemli bir imani görevi yerine getirmek son derece önemli bir görev olduğu için, onlarca ayet ve hadis-i şerifte bu konu işlenmiş ve biz Müslümanların dikkatleri çekilmiştir. ALLAH’u Teâla şöyle buyurmuştur:
“Mü’min erkek ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu emrederler, münkerden nehyederler.”(Tevbe Suresi, 71)
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran Suresi, 104)
Bu ayetlerde marufun emredilmesi ve münkerden menedilmesi işi bütün İslâm ümmetine farz kılınmıştır. İslâm uleması bu görevi Ümmet içinden bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalkacağını, ancak hiç kimsenin yapmaması halinde bütün Müslümanların sorumlu ve günahkâr olacağını söylemişlerdir. Yani bu hüküm Farz-ı Kifaye dir. Lakin ulemalar bu içtihadı İslam devleti varken yapmışlardır. Vakıaları farklıydı. Oysa bugün bir İslam devleti yoktur. Bu yüzden bu yalnızca İslam’ın yönetimde var olmasıyla mümkündür. Şu anda Müslümanların bir devleti olmadığı için bu emir Farz-ı kifaye değil farz-ı ayındır. Ne zaman İslam devleti kurulur ve İslam yeryüzüne hakim olur, işte o vakit farz-ı kifaye olur. Çünkü İslam devletinin olmayışı en büyük münkerdir ve devlet kurulasıya kadar bu farziyet Müslümanlardan düşmez. Farz-ı kifaye bir grup Müslüman’ın emri yerine getirmesiyle o emrin farziyeti diğer Müslümanlardan kalkması demektir. Örneğin: ALLAH’ın selamı verildiği vakit bir kısmı selamı aldığında bu farziyet diğerlerinden kalkar. Ama farz-ı ayın böyle değildir bir grup Müslüman emri yerine getirse dahi farz diğer Müslümanlardan kalkmaz. Bu yüzden günümüzde Maruf olanı emretmek Münker olanı ise nehyetmek farz-ı ayındır. Bir grup Müslüman bunu yerine getirse dahi farziyet diğer Müslümanlar üzerinden kalkmaz. Emri yerine getirmeyen herkes günahkâr olur. Rabbimiz buyuruyor ki :
“Mü’min erkek ve mü’min kadınlar, birbirlerinin dostu ve yardımcısıdırlar. Ma’rufu emrederler ve münkeri nehyederler.” (Tevbe Suresi, 71)
Ayette de görüldüğü üzere bu emir, kadın ve erkeği ayırmaksızın bütün Müslümanlar üzerine farz kılınmıştır. Maruf olanının emredilmesi ve Münker olanın önüne geçilmesi bu büyük emri yerine getirmekle sonuçlanır. Bu emri yerine getiren hiç kimsenin olmadığını düşünecek olursak ne kötülüğün önüne geçilmiş olur nede iyilik yayılmış. Bizden önceki Müslümanların bu emri yerine getirmesiyle İslam bizlere doğru bir şekilde ulaştı. Bizim evlatlarımıza, torunlarımıza da İslam’ın doğru ulaşması yine buna bağlıdır.
Müminler, dünyadaki en hayırlı toplumdur ve iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlâkla yetişmiş bir toplumdur. Bu toplumun korunması için bu ayetlerle dinin en önemli ilkeleri olan iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe, çağırmak emredilmiştir.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Sizden kim bir münker (kötülük) görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir”
Yani münker 3 şekilde nehyedilir. Ya elle düzeltilir, ya hak dille anlatılır ya da kalple buğuz edilir. Münkeri eliyle kaldırmak, ancak güç sahiplerin görevidir. Bir örnek verecek olursak: Bir evlat ve bir baba düşündüğümüz zaman burada güç sahibi yani emir sahibi olan babadır. Evlat içki manasında oturup içki içerse baba masayı devirmeye rahatlıkla gücü yetebilir. Bu münkeri eliyle kaldırabilir. Veya Halife Müslümanlardan biri haram işlediği zaman ceza uygular. Böylece münkeri eliyle kaldırmış olur. bu görev daha çok Halifenindir. Çünkü Ümmet üzerine güç sahibi olan halifedir. Diliyle anlatmak ise, yapılan işin ALLAH’ın yasakladığını delillerle anlatma şeklidir. Kalbi ile buğuz etmek ise münkere rıza göstermemek ve hoşnutsuzluğunu belli etmektir ki bu imanın en zayıf olanıdır. Münkeri eliyle veya diliyle değiştirmeye güç yetiremediği zaman yapacak son iş kalple buğuz etmektir. Bu 3’ü de Şeriatın koyduğu ölçüdür. Kalbi ile buğuz edenin imanı yoktur denilmez. O zaten elle veya dille değiştirmeyi başaramadığı (aciz kaldığı) için son olarak kalbi ile buğuz etmiştir. Yalnız münkeri gördüğü halde hiç bir şey yapmadan kalbi ile buğuz ederse bu iman zayıflığını gösterir.
Müslim’in Sahih’inde yer alan bir başka hadis-i şerifte şöyle denilmiştir:
(Müslim, İman, 78; Tirmizî Fiten. 1I- Nesaî iman 17 İbn Mâce, Fiten, 20). “(Kötülük yapanlara ve özellikle de kötülük yapan yöneticilere karşı) Eli ile cihad eden kişi mü’mindîr. Dili île cihad eden kişi mü’mindir. Kalbi ile cihad eden kişi mü’mindir. Bunun ötesinde ise, hardal tanesi kadar bile iman yoktur.” (Müslim, İman, 80)Yani üçünden en az birini dahi yapmayanın imanı yoktur.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Benim sözümü işitip ezberleyen, kavrayan ve diğerlerine anlatan kulun yüzünü ALLAH nurlandırsın. (mutlu etsin)” (Tırmizi, İbni Mace)
ALLAH Sübhanehu ve Teala:
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran Suresi, 104) diye buyurmaktadır.
Görüldüğü üzere ALLAH Subhanehu Ve Teala iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı emrettiği gibi kurtuluşunsa ancak bununla mümkün oldugunu bildirmektedir. Aynı zamanda Ali İmran 110. ayettin mealinde Hayırlı Ümmet vasfına nail olmanın sebeplerinden biride bu yüce emri yerine getirmekle olduğunu bildirmektedir ve şöyle buyurmaktadır Rabbimiz:
‘‘Siz, insanlar için çıkartılmış hayırlı bir Ümmetsiniz; Marufu olanı emreder, münker olandan sakındırır ve ALLAH’a iman edersiniz” (Al-i İmran 110)