Saliha Aydının Ateiste verdiği cevaplar:
Saliha Aydın (alıntı): Ben kavram kargaşasına girmek istemiyorum. Sonuçta ne ifade edildiği önemlidir. Bana göre sınırlı olmak; hem nesnelerin hacmi açısından, hemde ezeli ve ebedi olmaları açısından aynı anlama gelir.
Ateist: Ama bunları titizlikle ayırt etmezsek o zaman kavram kargaşası içinde oluruz. Bir nesnenin uzayda sınırlı olmasıyla zamanda sonu olması aynı şey değildir. Uzayda sınırlı olan bir nesnenin zamanda sonlu olmasını zorunlu olarak gerektiren bir şey yok. Tersi de doğru. Mantıksal olarak bir şeyin uzayda sınırsız, zamanda sonlu olması da mümkündür, her ne kadar böyle bir şeye somut bir örnek veremiyorsak…
Ama soyut dünyada bunun örneği çok. Bu nesnel dünya da böyle olduğunu kanıtlamaz ama böyle bir şeyin mantıksal olarak olanaklı olduğunu gösterir…
Saliha Aydın (alıntı): Yani ben şunu anladım, kâinatın bir başlangıcının olduğunu kabul ediyorsun “bildiğim kadarıyla bu bilimsel açıdanda kanıtlandı (big bang teorisi)” ama sonunun olup olmayacağı konusunda emin değilsin.
Ateist: Bildiğimiz evrenin bir başlangıcı olduğunu söylüyor bilim. Ama bunun öncesi hakkında herhangi bir şey söyleyemiyor. Çünkü planck zamanı dediğimiz çok kısa bir süre öncesinde ne olduğunu bilmemizin bir yolu yok. En azından şimdiki bilgilerimiz açısından bunun yolu yok. Ama bu ondan öncesinin mutlak yokluk olduğunun kanıtı değil. Çünkü bilmiyoruz. Bilinmeyen bir şeyden de bilinecek bir şey çıkmaz. Ondan öncesine ait ancak spekülasyon yapabiliriz. Bir bakış açısına göre zaman da evrenle birlikte başladı. Yani evrenin varolmasının öncesi diye bir zaman diliminden söz edemeyiz. Bu, “kuzey kutbunun daha kuzeyi” gibi anlamsız bir şey bu bakış açısına göre.
Öte yandan, evrenin sonunun olmayacağı, bilime göre hemen hemen kesin gibi. Evren giderek artan bir hızla genişliyor ve bu genişlemeyi durdurmaya yetecek toplam kütleye sahip değil. Bu da sonsuza kadar evrenin genişleyeceğini ve bunun bir sonu olmayacağını gösteriyor. Tabi bu da mutlak kesinlikte bir şey değil. İleride henüz bilmediğimiz bir şeyler keşfedilmeyeceğinin ve bu bilginin değişmeyeceğinin kesin bir garantisi yok. Ama şurası önemli: Kimse evrenin bir başlangıcı var, o zaman mutlaka bir sonu olmalıdır gibi bir şey söylemiyor. Çünkü başlangıcı olmak sonu olmayı gerektirmiyor. Nasıl doğal sayılar 0’dan başlayıp sosuza kadar gidiyorsa ve bu da başlangıcı olan bir şeyin sonu olmayabileceğini mantıksal olarak gösteriyorsa, aynı şey evren için de geçerlidir. Tekrar ediyorum: Doğal sayıların böyle bir özelliği olması, evren için de aynı özelliğin geçerli olmasını kanıtlamaz. Ama başlangıcı olan bir şeyin mutlaka sonunun olacağını çürütür.
Saliha Aydın (alıntı): Muhtaç olma ve sınırlı olma özelliği ile ilgili, evrendeki her nesnenin sonlu olduğunu kabul ediyorsun ve evrende sonlu ve ezeli olmayan varlıklardan oluşuyor öyle değil mi? Şimdi bir toplama yapacak olursak; sonlu ve ezeli olmayan yıldız artı sonlu ve ezeli olmayan dağ, taş, canlı milyonkere artı, milyarkere artı eşittir sence sonlu ve ezeli olmayan varlıklar mı? Yoksa sonlu ve ezeli olan varlıklar yani kâinat mı? Benim bildiğim milyarkere trilyonkere sınırlı artı gene sınırlıdır. Yani nitelik aynıdır, nicelik çoğalmıştır.
Ateist: Evren, onu oluşturan nesnelerin özelliğine sahip olmak zorunda değildir. Evrendeki her şeyin başının ve sonunun olması, evrenin kendisinin zorunlu olarak başı ve sonu olması gerektiğini göstermez. Bir küme, bütün üyelerinin sahip olduğu bir özelliği taşımak zorunda değildir. Böyle bir şeyi öne sürmek, kız lisesinin dişi olduğunu, adet gördüğünü söylemek gibi mantıksal bir hata olur.
Saliha Aydın (altıntı): Suyun nasıl kaynamaya başladığını ayrıntılı birşekilde anlatmışsın. Ama çok doğal bir şekilde oluyor işte hepsi görevini yerine getiriyor diyorsun. İşte komünistler herşeye madde gözü ile baktıkları için ki; “aklı bile maddenin beyne yansıması olarak görüyorlar” madde dışında bir varlığın olabileceğini tasavvur edemiyorlar. Bu moleküllerin bilinçsizce doğa kanunlarına uyduklarını yazmışsın. Doğa kanunu ne, kim koyuyor bu kanunu? Neden su 100 dereceye geldiğinde kaynıyorda 150’de kaynamıyor? Niye her defasında hiç şaşmadan bu kanun işliyor? İnsandan örnek vermiştim.
Ateist: Ortada görev filan yok.. Antroposentrik, yani insan merkezli kavramlardan kaçınalım. Moleküller küçük birer insan değil. Görevleri filan da yok. Böyle görev, ihtiyaç, istek.. gibi insana özgü kavramları cansızlara atfetmek belki çocuklara bir şey anlatmakta yararlı olabilir ama felsefi, bilimsel konuları konuşurken hatalara neden olur.
Her molekül, bir mıknatıs gibi davranır. Bir tarafı diğer bir molekülün bir tarafını iter, diğer bir tarafı da diğer bir molekülün diğer tarafını çeker. Bu neden olur? Çünkü yüklü parçacıklar diğer yüklü parçacıkları yüklerine göre çeker veya iter. Molekülü oluşturan atomların çekirdek ve elektronları da yüklü olduğu için, bu özellikleri gösterirler. Atomun içindeki proton sayısına göre elektronlar belirli yörüngelere yerleşirler ve en dış yörüngedekilerin sayısı, atomun temel elektromanyetik özelliklerini belirler. Hangi atomun hangi atomla nasıl bağ kuracağını, hangi uzaklıkla birbirleriyle nasıl etkileşeceğini de bu belirler. Tüm bunların temel nedeni, birim yük taşıyan parçacıktaki elektromanyetik kuvvetin uzaklıkla değişen değeridir. Doğada dört temel kuvvet bulunur: Protonların yapı taşı olan kuarkları birbirine bağlayan güçlü kuvvet ki bu atom çekirdeklerinin bir arada durmasını sağlar; parçacıkların bozunmasına neden olan zayıf kuvvet ki radyoaktif atomlarda nükleer tepkimelerin oluşmasını sağlar; yüklü parçacıkların birbirini çekme ve itmelerini sağlayan elektromanyetik kuvvet ki bu dokunduğumuz şeylerin sertliğini, nesnelerin içine girilmezliğini sağlar; kütleleri birbirine çeken kütleçekim kuvveti ki bu da yıldızların, galaksilerin bir arada durmasını, bizim dünya üzerinde durmamızı sağlayan kuvvettir. Gündelik hayatta en çok yüzyüze geldiğimiz ikisi, elektromanyetik ve kütleçekim kuvvetleridir.
Bu dört kuvvet, evrendeki bütün olayların temelinde bulunur: yıldızların parlamasından, gezegenlerin yörüngelerine, fotosentezden, yediğimiz besinlerden enerji sağlamamıza, içtiğimiz ilaçların etkilerinden, volkanların patlamasına kadar her şeyin.. Bu dört kuvvet aracılığıyla oluşmayan hiçbir olay yoktur bütün evrende. Ne varsa, ne oluyorsa, bu dört kuvvet ile olur. Doğa yasaları dediğimiz her şey, bu dört kuvvetin ve bir avuç temel parçacığın değişik düzeylerde etkileşiminden ibarettir.
Parçacık hızlandırıcılarında yapılan deneyler, bu dört kuvvetin yüksek enerji düzeylerinde birbirleriyle birleştiğini göstermektedir. Yani çok yüksek hızlı parçacıklarda, önce zayıf ve elektromanyetik kuvvetler tek bir kuvvet haline gelir, daha sonra da buna güçlü kuvvet katılır. Yani bu üç kuvvet, değişik koşullarda değişi etkiler göstern tek bir kuvvetin farklı yüzleridir. Ancak bizim ulaşabildiğimiz enerji düzeylerinde henüz kütle çekim kuvvetinin bu üçlüye katılmadığını biliyoruz. Daha yüksek düzeylerde bunun da katılıp, her şeyin temelinin tek bir kuvvete indirgenip indirgenemeyeceğini ise henüz bilmiyoruz.
Peki, bu kuvvetler nereden gelmektedir, neden vardırlar? Neden temel değerleri bizim ölçtüğümüz değerdedir?.. Bilmiyoruz. Bu kadar basit! Bunları gözlemliyoruz ama neden varolduklarını bilmiyoruz. İleride belki bilebileceğiz, belki de bu bizim erişimimizin ötesinde ve hiçbir zaman insanlık bunu çözemeyecek.
Bunların daha basit temelini açıklamak üzere bir takım girişimler var.. Örneğin; sicim kuramı.. Şimdi ayrıntısına girmek istemiyorum ama bu da henüz deneylerle sınanamayacak durumda olduğu için mantıklı bir spekülasyonun ötesinde değil.
Burada senin soruna dönelim.. “Madem doğa yasaları var, kim koydu bunları” diyorsun.. Doğa yasalarının olması, birinin onları oraya koyduğunu göstermez. Basitçe varlar. Tüm bildiğimiz bu. Bunlar bilinçli, amaçlı, irade sahibi şeyler değil. Kadir-i mutlak, alim vesaire filan hiç değil.. Neyin nasıl işlediğini formüllerle gösteren, ne oldukları belli ilişkiler, bağıntılar sadece..
Saliha Aydın (alıntı): Bak insan aklı olmasına rağmen kendi kanununu koyamıyor, kendine hükmedemiyor öyleyse akıl şunu sormaz mı ya; benim aklım var, hükmetme gibi bir yetkim yok, ama bilinçsiz akılsız moleküller kendi kendilerine hükmediyorlar ve ne hikmetse hiç şaşmıyorlar. İnsanı o yüzden burda zikrettim. Şimdi burda dersen ki moleküller hükmetmiyor, doğa kanununa mecburen boyun eğiyorlar. Bu maddenin dışında başka bir gücün varlığını kabullenmektir. O zaman kendinle çelişmiş olursun. Şimdi burda şunuda söyleyebilirsin doğa kanunu dediğimiz şey maddeden kopuk birşey değil. O zaman bunun tarifini yapman lazım. Ayrıca madde denilen şey aynı özellikleri üzerinde barındırıyorsa, doğa kanunu denilen şeyde bir maddeyse, onunda hükmetme yetkisi olmaması gerekir. Bütün bunlar hem raslantı sonucu olmuş olsa idi bir karmaşa olması gerekmez miydi? Su bir 100’de bir 150’de, bir 200’de vs. kaynaması bir kafasına göre kurallar koyması gerekmezmiydi?
Ateist: Bir yasa olması, o yasayı koyanı zorunlu kılmaz. Hükmetme, mecbur olma.. diyorsun.. Yine insan merkezli terimler kullanıyorsun. Hükmetme, amaç ve iradeyi zorunlu kılar. Öyle bir şey yok.. Hiçbir hükmeden yok. Doğa yasaları bir güç değil. Doğanın içindeki parçacıkların birbirleriyle etkileşimini anlamamızı sağlayan formülasyonlar.. Hiçbir parçacık, uymam gereken yasa şu, ozaman öyle yapayım demez. Hiçbir yasa, “şu benim etki alanıma giriyor, onu mecbur edeyim” demez.. Yasa dediğimiz şey, biz insanların nesnelerin etkileşimini anlamak ve anlatmak için koyduğumuz birer ad. Elektronlar birbirlerini iter. Hepsi aynı uzaklıkta aynı kuvvetle iter. Bütün yaptıları bu. Biz de bakarız, bu olaya, elektromanyetik kuvvet deriz. Ortada elektronlardan bağımsız bir varlık yoktur. Bu bizim olan biteni modellemek için kullandığımız bir araçtır.
Ayrıca rastlantı diye bir şeyde söz etmiyorum. Teşbihte hata olmaz, düşmanınızın samandan bir kuklasını yapıyor ve onu altedince düşmanınızı yendiğinizi sanıyorsunuz. Yukarıda söylediklerim tam da suyun keyfi olarak bir öyle bir böyle değil, bir atmosfer basınçta tam yüz derecede kaynadığını gösterir. Aslında örnek de ters bir örnek ya.. Çünkü bir atmosfer basınçta suyun kaynadığı sıcaklığa biz yüz derece deriz. Ama bir şey değişmiyor..
Öte yandan, olan biteni idare eden, her olaya karar veren, iradesi mutlak bir varlık olsaydı asıl o zaman keyfi olaylar olmalıydı. Bu varlık o anda keyfi nasıl tecelli ediyorsa, suyu öyle kaynatmalıydı. İrade denen şeye kural koyulamayacağına göre, ALLAH’ın suyu kaynatma iradesinin tam olarak bir atmosfer basınç altında tam da yüz derecede tecelli edeceğini, bunun her yerde böyle olacağını söyleyebiliyor muyuz?
Saliha Aydın: Ben kâinattaki varlıkların hem boyutsal hemde zamansal açıdan sınırlı olduğunu ifade ettim. Yani bir kelime içerisinde iki anlamı kastettim. Ve yine diyorsun ki uzayda sınırlı olan bir nesnenin zamanda sınırlı olmasını gerektiren birşey yok veya tam terside mümkündür diyorsun. Olmayan birşeyi nasıl mantıksal olarak kabul edebiliyorsun. Buna daha bilim cevap vermediği için mi? Bu söylediğinin saçmalık olduğunu kabul etmelisin. O zaman soyut dünyada nesnesel açıdan sınırsız ve sonlu bir örnek verirmisin?
Ayrıca kâinattaki bütün varlıklar incelendiğinde tekrar edeyim; “senin benim ne ifade etmek istediğimi anlaman için”, hepsinin hem nesnesel açıdan sınırlı hemde zamansal açıdan sonludur. Bu canlı ve cansız varlıklar içinde geçerlidir. İnsan doğar ve ölür, yani ezeli ve ebedidir ayrıca boyut olarakta sınırlıdır. Yıldızlar hem nesnesel açıdan sınırlı, hemde başlangıcı ve sonu vardır. Kısacası canlı varlıklar doğar, ölür, sınırlıdır. Cansız varlıklarda başlangıcta oluşur sonra eskir, yok olur ve sınırlıdır. Senin anlaman için senin ifadelerinle kendimi ifade ettim. Ve bütün varlıklar ister canlı olsun ister cansız bütün bu özelliklere sahiptir. Yani benim ifade etmek istediğim sırf zamansal açıdan değildi, boyutsal açıdanda sınırlı olduğunu ifade etmek istedim.
Bir zamanlar ALLAH yoktur diye şartlanmış bilim adamları, madde ezelidir teorisini uzun süre bilimsel açıdan çürütüldüğü halde kabullenemediler. Neden çünkü bu yaratıcı vardır diyenlerin sözünü bir parça daha destekliyordu. Bak bu konuda ateist bir felsefeci Anthony Flew, ne diyor. “İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. Sadece evrenin bir sonunun ve başlangıcının olmadığını kabul ettiğimiz sürece, evrenin şu anki varlığının mutlak bir açıklama olduğunu savunabiliriz. Ben hala bu açıklamaya inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim.”
Anlaşılan artık bunu istemesenizde kabullenmek zorunda kalmışsınız. Evrenin bir başlangıcı olduğunu söylemek ki; “bu sıfır hacimde bir noktanın patlaması ile oluştuğunu söylüyor big bang teorisi” yani sıfır hacim yokluk anlamına gelir. Bu yoklukta bir noktanın meydana gelmesi, bunun patlaması ile oluşmuştur diyor bu görüş. Ama bundan öncesinde mutlak yokluk olduğu anlamına gelmez desenizde, işte sizin cevaplayamadığınız, tutulduğunuz andır bu! Ben baştan beri evrenin ezeli ebedi olmadığının ve yaratıcısının olması gerektiğinin anlaşılabilmesi için bilimsel verilere gerek olmadığını aklın bunu anlayabileceğini söylüyorum. Yani big bang teorisi yaratıcının olması gerektiğinin mutlak ısbatı değildir. Zira bilimin olmadığı zamanlarda insanların big bang teorisinden haberi yoktu. Kâinatın ezeli ve ebedi olmadığını ve yaratıcının olması gerektiğini taş devrinde yaşayan insanlarda algılayabilirdi.
Ateist (alıntı): Öte yandan, evrenin sonunun olmayacağı, bilime göre hemen hemen kesin gibi. Evren giderek artan bir hızla genişliyor ve bu genişlemeyi durdurmaya yetecek toplam kütleye sahip değil. Bu da sonsuza kadar evrenin genişleyeceğini ve bunun bir sonu olmayacağını gösteriyor. Tabi bu da mutlak kesinlikte bir şey değil. İleride henüz bilmediğimiz bir şeyler keşfedilmeyeceğinin ve bu bilginin değişmeyeceğinin kesin bir garantisi yok.
Saliha Aydın: Sebep ve müsebbib varlıklarda olan değiştirilemeyecek bir kural. Yani herşeyin bir sebebi ve sebep olunanı var. Hiçbirşey sebepsiz olmuyor. Misalen; çocuğun sebebi nedir? El cevap; basitçe sperm’dir. Resimin sebebi nedir? El cevap; ressamdır vs. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Yani çocuk sebep olunan, sperm sebep olan. Resim sebep olunani ressam sebep olandır. Hiçbirşey ama hiçbirşey sebepsiz değil! Varlıklar hakkında ne sorulursa sorulsun hep bir sebebe bağlarsınız öyle değil mi? Bir ateiste sormuştuk seni kim yarattı diye? Seni hücrelerin yarattı demişti. Herşeyin bir sebebi varsa bu dört kuvvetin sebebi ne? Nereden geldi, niye varlar? El cevap; bilmiyoruz. Bilmiyoruz, varlar işte, sadece varlar, demekle işin içinden çıkılmaz. Kâinattaki her varlığın bir sebebi varsa bu dört kuvvetinde bir sebebi olmalı. Varlıklar tek başına hiç birşey ifade etmiyor, tek başlarına hiçbirşey yapamıyor ister canlı, ister cansız. Diyorsun ki; canlı varlıklarla cansız varlıkları birbirine karıştırma, cansız varlıkların iradesi yok, aklı yok, hükmetmezler. Canlı varlıkların iradesi, aklı varda hükmedebiliyor mu? Tabi ki hayır. Varlıkların özellikleri var, doğa yasası dediğimiz şeyde; neyin nasıl işlediğini formüllerle gösteren, ne oldukları belli ilişkiler, bağıntılardır diyorsun. Ve doğa yasası dediğin ilişkiler, bağlantılar kendiliğinden varlar. Onların bir sebebi yok. Sen ister kabul et ister etme kâinatta doğa yasası dediğin şeyler bir düzenin, hükmetmenin, boyun eğmenin olduğunu ortaya çıkarıyor. Varlar sadece varlar demek kendi kendilerine yetiyorlar, onları bir sebebe bağlayamazsın demek gerçeği kuru inkârdan başka birşey değil. Kâinattaki birşey veya hepsi hem canlı hem cansız sınırlı, aciz, eksik ve muhtaç bunlar kendi kendilerine asla oluşmuş olamazlar. Kendi kendilerine var olabilselerdi bu özelliklerden beri olması gerekirdi. Muhtaç olma gibi terimler canlılara hastır diyorsun ya, eğer bu canlılara hassa, cansız varlıklar muhtacında muhtacı. Amaç gerekir diyorsun. Varlıklar neden amaçsız muhtaç olamasın. Hem onların amaçsız olabileceğini nereden biliyorsun. “Hiçbir parçacık, uymam gereken yasa şu, ozaman öyle yapayım demez. Hiçbir yasa, “şu benim etki alanıma giriyor, onu mecbur edeyim” demez..” diyemezler zaten hepsi akılsız, şuursuz, iradesiz, hüküm koyamayan varlıklar bunu bende biliyorum. İşte onların akılsız, suursuz, iradesiz, hüküm koymaktan aciz olmaları, hem onları varedeni hem onlara hükmedep onları boyun eğmeye, düzene uymaya mecbur kılanın olmasını gerektirir. Zira akılsız, şuursuz, iradesiz varlıklar kendi kendilerine var olamazlar. Anca bu zayıflık, acizlik doğuran sıfatlardan tamamıyla uzak biri onları var edip, ayakta tutup, düzene sokabilir. Buradan açıkca bir yaratıcıya ihtiyaç gerektiği sence ortaya çıkmıyor mu?
Ateist: Nesnelerden ve cisimlerden örnek verebildiğini farkettin mi? Verdiğin tüm örnekler, bir nesnenin başka bir nesneye dönüşmesi. Nesnenin şeklinin değişerek başka bir nesneye dönüşmesi. Nesnenin özü ise yok olmuyor, başka bir nesnenin özünü oluşturuyor.
Bana elektronların sonlu olduğunu söyleyebilir misin? Elektronların yokolması hangi deneyde gözlenmiştir? Ya da kuarkların? Veya fotonların? Sözünü ettiğin varlıkların yokolması sürecinde bunlara hiçbir şey olmaz.. Varolmaya devam ederler. Başka varlıkların içinde..
Saliha Aydın (alıntı): Ben baştan beri evrenin ezeli ebedi olmadığının ve yaratıcısının olması gerektiğinin anlaşılabilmesi için bilimsel verilere gerek olmadığını aklın bunu anlayabileceğini söylüyorum. Yani big bang teorisi yaratıcının olması gerektiğinin mutlak ısbatı değildir. Zira bilimin olmadığı zamanlarda insanların big bang teorisinden haberi yoktu. Kainatın ezeli ve ebedi olmadığını ve yaratıcının olması gerektiğini taş devrinde yaşayan insanlarda algılayabilirdi.
Ateist: Hangi akıl, nasıl kanıtlıyor? Yapmaya çalıştığın kanıtlama filan değil, mantık hataları ile kendini kandırma..
Saliha Aydın (alıntı): Evrenin başlangıcı var sonuda olmalıdır görüşünü destekleyen birçok kanıt var. Daha öncede bunları zikrettim. Kâinattaki her varlık hem boyutsal açıdan sınırlı hem zamansal açıdan sonludur dedik. Sınırlı ve sonlu varlıklardan oluşan kâinatta sınırlı ve sonlu olmalıdır. Çünkü kâinat bunların toplamından ibarettir. Aynı özellikleri taşıyan varlıkları barındıran kâinat nasıl birden farklı bir sıfata bürünür. Kâinat madde dışı bir varlık değilki; sadece ağaç, çiçek, böcek gibi boyutca ufak ve ömürce kısa değildir. Boyutca kat kat büyük, ömürce kat kat daha uzundur. Böyle düşünmek sence mantıksal bir hata mıdır yoksa akıllıca düşünmek midir? Öteki kanıtları daha sonrasında değineceğim. Aslında sadece bu bile yeterli bir kanıt bence! Ayrıca demişsin ki;Evrenin başlangıcı olması onun sonunun olduğunu göstermez. Pe ki bu söylediğinin kanıtı ne? Verdiğin örnekten birşey anlamadım.
Ateist: Zikrettiklerin teker teker çürütülenler… Onlar kanıt filan değil, mantık hataları.
Eğer evrende hiç yeni bir şey yoktan yaratılmamasına ek olarak, nesneler bir süre sonra yok olup geriye hiçbir şey bırakmasaydılar, dediğin doğru olabilirdi. O zaman, evrendeki nesnelerin sayısının giderek azalarak ileride sıfıra düşeceğini öne sürebilirdik ve bu da evrenin bir süre sonra yokolacağının kanıtı olurdu. Oysa öyle olmuyor.. Nesneler yok olurken, onların malzemesinden başka nesneler doğuyor ve bu sürekli devam ediyor. Nesneleri oluşturan temel parçacıklar da yokolmuyor. Ya oldukları gibi kalıyorlar ya da birbirlerine dönüşüyorlar.
Sen ne yapıyorsun, aynı özellikleri taşıyan varlıkları barındıran evren, nasıl oluyor da farklı sıfata bürünüyor gibi bir saçmalık üretiyorsun. Bir küme, onu oluşturan üyelerinin özelliğini taşımak zorunda değildir dedim ve kız lisesi örneğini verdim.
Başlangıcı olmak mantıksal olarak sonlu olmayı gerektirmez. Kanıt istiyorsun. Verdik daha önce.. Doğal sayılar kümesinin başlangıcı vardır ama sonu yoktur. 0 ile başlar ama sonu gelmez. Demek ki; başlangıcı olup sonu olmayan bir şey olabilir. Böyle bir şeyin varlığını öne sürmek mantıksal bir çelişki içermez.
Saliha Aydın (alıntı): Niye hatalara neden olsun? Kelimelere niye bu kadar takılıyorsun ki, kelime oyunu oynamıyoruz. Hem ben canlı varlıklarada muhtaç kelimesini kullanıyorum, cansız varlıklarada. Sen, canlı varlıklara muhtaç, cansız varlıklara gereksinim adını veriyorsun. Bir örnek vermiştin; yağmur bitkiler büyüsün diye yağmaz, yağmur yağar, bitkiler büyür diye. Aynı şunun gibi bir örnek; rüzgâr yağmur yağsın diye esmez. Rüzgâr eser, yağmur yağar. Nereden biliyorsun yağmurun bitkiler büyüsün diye yağmadığını? Yağmurla konuştun mu yoksa? Bence bunlar birer kelime oyunu.
Ateist: Bu sözcük oyununu senin alıntı yaptığın adam oynuyor.. Kavramları iyi tanımlamaz ve birbirinin yerine kulanırsan, hata yaparsın. Bu kadar basit!
Bu arada benim neyin yerine hangi sözcüğü kullandığımı bile anlamamışsın. Gereksinim sözcüğü ihtiyaç sözcüğünün eş anlamlısıdır. Arapça sözcükleri pek sevmediğim için Türkçelerini kullanmayı yeğliyorum. O yüzden ihtiyaç yerine gereksinim kullanıyorum. Gereksinim de, ihtiyaç da duymayı, hissetmeyi, algılamayı gerektirir. Gerksinim duyarız. İhtiyaç hissederiz. Oysa cansız varlıklar için kullanılması gereken gerek (icap, lüzum) kavramının böyle bir kapsamı yoktur.
Senin anladığın anlamda, her şeyin nedeni yoktur. Nesnelerin varlıkların nedeni olmaz. Olayların nedeni olur. Elektronun sebebi nedir? Peki protonun? Ya kuarkların?
Kaldı ki olaylar arasındaki neden-sonuç ilişkileri zorunlu ilişkiler değildir. Her olayın a priori olarak zorunlu olarak bir nedeni olduğu söylenemez.
Saliha Aydın (alıntı): Zaman nedir? Zaman maddeden başka birşey midir ki, mekan ve zaman olarak ayırıyorsun. Zamanı madde ile tarif edebiliriz, madde yoksa zamanda yoktur. Ve madde mekan olarak sınırlı ise ve zamanda madde ile varsa demek ki madde de sınırlıdır.
Ateist: Hmmm.. Kesin bir kanıtlaması olmasa da katıldığım bir düşünce.. Zamanın olması maddenin olmasını zorunlu olarak gerektirmez. Bizim bildiğimiz anlamda zaman, ancak madde olduğu koşulda var. Çünkü tersini gözlemlemedik. Madde olmadığı durumda zamanı nasıl ölçebileceğimizi bilmiyoruz. Ölçülemeyen bir şeyin varlığından söz etmenin bir anlamı olduğundan da emin değiliz. Dolayısıyla tümdengelimsel ve önsel (a priori) olarak olmasa da, tümevarımsan ve sonul (a posteriori) olarak zamanın madde olmadığı koşulda olmayacağını söyleyebiliriz.
Yalnız bu, senin öne sürdüklerini desteklemez. Eğer madde olmadığı durumda zaman yok ise, evrenin olmadığı bir zamandan da söz edilemz. Aynı şekilde, önce ve sonra kavramları zorunlu olarak zamanı gerektirdiğinden, evrenin varolmasından öncesi diye bir zaman da olanaksızlık olacaktır. “Evren yoktu, sonradan yaratıldı” gibi bir önerme de sonuç olarak söylenemez eğer maddenin yokluğunda zaman yoksa.
İkincisi, zaman ve mekan ayrılmayacak şeyler olsa bile, mekanda sınırlılık zamanda sonluluğu yine zorunlu olarak gerektirmez. Nasıl uzayın x eksenindeki sınırlılığın y ve z eksenlerindeki sınırlılığı zorunlu olarak gerektirmiyorsa. Bir şey bir yönde sınırlıysa, diğer yönlerde de sınırlıdır gibi bir önerme, a priori olarak öne sürülemez. Çünkü böyle bir şeyin olabileceğini düşünmemizde bir çelişki yoktur.
Saliha Aydın (alıntı): Evet, bu söylediklerin doğru insan ölsede atomlar yokolmaz, toprağa karışır, başka bir nesneye dönüşür, su buharlaşır kendisi yok olur ama atomlar yok olmaz veya değişir. O yüzden yağmur hep denizlerdeki suyun buharlaşıp tekrar geri dönmesi ile devir daim olur. Ama bu atomun ezeli veya ebedi olduğu anlamına gelmez. Başlangıcı vardır bunu kabul ediyorsun. Ve zaman dediğimiz şey madde ile ayrılmaz olduğuna göre ve atomunda sınırı olduğuna göre demek ki atomda sınırlıdır. Bir başlangıcı ve sonu vardır.
Ateist: Dünyanın ömrünün sonu olduğunu kütlesinin sınırlı olmasında ötürü değil, Güneş’in yakıtını bitirdikten sonra şişerek bir kırmızı dev halini alacağını ve bu sırada da Dünya’yı buharlaştıracağını bildiğimizden ötürü biliyoruz. Ama Dünya’yı oluşturan malzeme yokolmayacak. Atomlar halinde varlığını sürdürecek. Belki bir sonraki kuşaktaki bir gezegen sisteminin hammaddesini oluşturacak. Bugün bizi oluşturan karbon, azot, oksijen, fosfor, kükürt.. atomları, Dünya yerinde değilken milyarlarca yıl önce bir yıldızın içindeydi. Şimdi o yıldız yok ve biz varız.
Saliha Aydın (alıntı): Bu söylediğin İslam inancına göre ters. Zira kıyamet aynı günümüzde kâinat ne halde ise o halde kopacak. Atomlarda sınırlı, aciz, muhtaçtır. Ve dolayısıyla ben hala bunun arkasındayım bunlardan oluşan kâinatta aynı özelliklere sahiptir. Kız lisesi insan değildir, kız da değildir o yüzden okul adet görmez. Ama yıldızlardan, gezegenlerden, dağdan, taştan vs. oluşan kâinatta sınırlı, aciz, muhtaçtır. Verdiğin örnek tutarlı değil.
Sen herşeyi mantık önermeleriyle değerlendirip sonuca varıyorsun ama mantık önermeleri çoğu zaman doğru sonuçlar vermez. Çünkü mantıkta sonuçlar önermelerin birbiriyle uyumuna bağlıdır ve bu durum çelişkili ve yanlış sonuçların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Veya önermeler yanlış olduğu halde sonuç doğru olabilir. Misal olarak verecek olursak;
Amerika ekonomik açıdan gelişmiş bir ülkedir.
– Ekonomik açıdan gelişmiş her ülke kalkınmış bir ülkedir.
– Sonuç; öyleyse Amerika kalkınmış bir ülkedir.
Önermelerin ikincisi yanlış olmasına rağmen Amerika açısından bu sonuç doğrudur. İkinci önerme yanlıştır, çünkü ekonomik açıdan gelişmiş her ülke kalkınmış ülke değildir. Fikri açıdan gelişmiş, yükselmiş ülke kalkınmış ülke sayılır. Bu önermelere dayanılarak elde edilen doğru sonuca bakılarak doğru sonucun bu önermelerden kaynaklandığı dolayısıyla da Kuveyt, Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin kalkınmış ülkeler olarak kabul edilmesi gerekir. Gerçekte bu ülkeler kalkınmış ülkeler olmadıkları halde ekonomik açıdan gelişmiş konumda bulunduklarından önermelere göre kalkınmış ülkeler sayılmaları gerekmektedir. Bu örnekte de görüleceği üzere bütün önermeler, sonuçların doğruluğunu da etkilemektedir. Önermelerin doğruluğu ise garantili değildir. Çünkü her an yanıltmaca ile karşı karşıyadır. Bu konu uzun bir konu kısaca değinmek istedim. İnanç ve iman konusunda mantık önermeleriyle kendine kanıt bulmak veya red etmek hernekadar düşünme yoluyla olsada yanıltabilir özelliktedir. Bu husuta akli metod kullanılmalıdır. Bu husuta uzunca akıl nedir adlı yazıyı yolladım, devamında düşünce türleri ile ilgili yazıyı yollayacaktım ama senden cevap gelmedi. Eğer istersen akli metod nedir, adlı konuyuda yollarım.
Ayrıca madde ve zamanın ayrılmaz olması niye yokluktan bahsedilemeyeceği konusunu düşünmeye sebep olmasın? Hiç birşey yoktu birden madde doğdu niye denilemesin? Bunu gerektiren ne peki?
Ateist (alıntı): Bak yine dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyorsun. Başlangıcı olan bir şeyin sonu neden olsun? Bunu gerektiren ne? Bunu defalarca soruyorum ama bir türlü nedenini açıklayamıyorsun. Çünkü öyle bir şey yok.
Saliha Aydın: Çünkü bunu akıl yani hislerimizle algılayabiliyoruz mantık önermelerine ve sonuçlarına başvurmadan. Bu gerçeği kabul edebilmemiz için deneye gerek yoktur. Başlangıcı olan herşeyin sonu olmadır. Çünkü başlangıcı olan şeyin bir sonu olduğunu sınırlı gözlemlerlede anlayabiliyoruz. Atomların sonu olmaması insanlığın, yıldızların, bütünsel olarak evrenin yokolmaması gibidir. Yani bunlar tekil olarak sonlanıyor ama ardından tükenmiyor devamı geliyor. Ama bügün bunların yok olmaması sonsuz olacağı anlamınına gelmez. Çünkü evrenin ana maddesi yok olmayacak diyen sizlerin bu görüşünü akıl ölçülerince yorumladığımızda yanlış olduğunu anlıyoruz. Bunun nedenide evrenin ana maddesi dediğiniz şeylerdeki özelliklerdir. Bunlarda ki özellikler defalarca saymış olduğum (sınırlılık, muhtaçlık, eksiklik, acizlik)tekil varlıklarda olan özelliklerinden ayrı değildir. Aynı özellikleri evrenin ana maddeside taşımaktadır. Her ne kadar onun ömrü uzun olsada biz bunu algılamakta zorlansakta muhakkak oda sonlanacaktır. Çünkü bu özellikleri taşıyan her varlık sonludur. Her ne kadar biz evrenin yok olmasına şahit olamasakda. Şimdi diyorsun ki ama biz evrenin ana maddesinin sonsuzluğunu çelişki yaşamadan düşünebiliyoruz. Bunu düşünmek akla uygun olduğunu göstermez. O zaman bende hislerimle şahit olamadığım ama düşündüğüm marstaki yeşil yaratıkların olabileceğini kabul ediyorum dersem varsayım üretmiş olurum. Bunu çelişki yaşamadan kabul ediyorum demek varsayımdır. Eğer bu görüş doğruysa maddenin bu özelliklerin tersine sahip olması gerekir. Ama bu özelliklerin dışında varlıklar yok. Eğer olmuş olsaydı bu görüş kabul edilebilirdi.
Evet, aklınız var hatta belki çok da zeki olabilirsiniz. Ama aklınızı bilimde unutmuşsunuz. Gözün görüpte çok basit algılayabileceği konularda bile bilime başvurulmalıdır, diyorsunuz. Bilim kesinlik içermez desenizde her konuya bilim gözlüğü ile bakıyorsunuz. ALLAH’ ı bulabilmek için üniversitelerde okumak, makam mevki sahibi olmak gerekmez.
Kur’an’ın diğer dinlerin uzantısı olduğunu söylüyorsunuz. Siz bu gerçeği belli ki ateist bakış açısıyla yazılmış tarıh kitaplarına dayandırıyorsunuz. O zaman bende size şunu söylemek istiyorum; bilirsiniz islamda her Peygamberin kendisinin peygamberliğini ısbat için ALLAH tarafından gösterdiği mucizeleri vardır. Hz. Muhammed (Sallalahu Aleyhi veSellem)’inde mucizesi Kur’an idi.” Kur’an benim mucizemdir” diyordu. Bu hususta kendi yazmış olduğum bir makalem var. Oradan kısmi olarak değinmek istiyorum.
“Kur-an’ın kimden olduğu konusunda üç tane ihtimal vardır. Kur-an Arapça olması itibariyle ya Araplar tarafından ya Hz. Muhammed’den ya da ALLAH tarafından gönderilmiş bir kitaptır. Bu sayılanların dışında başka bir ihtimal yoktur. Araplardan olması ihtimaline değinecek olursak; Kur-an’ın 1400 yıl önce ortaya çıktığı muhakkaktır. Ve herkes tarafından kabullenilen bir husus var ki oda Kur-an’ın şu ana dek hiçbir insanın ulaşamadığı ve ulaşamayacağı eşsiz üslubunun (belagat) ve fesahat’ının bulunduğudur. Gerçektende Kur-an’ın bu üslubu herkesi büyük bir şaşkınlığa uğratmıştır ki zaten Kur-an’ın ortaya çıktığı dönemde Araplar edebi şiir yazma konusunda oldukça uzmanlaşmışlardı. Öyle ki baştan okunduğunda aynı sondan okunduğunda da aynı şiirler yazabiliyorlardı. Bakınız Kur-an hakkındaki şaşkınlığını o dönemde şiirde en uzman kişi olan Velid bin Muğire iman etmediği halde nasıl dile getiriyor; “ALLAH’a yemin olsun ki sizden hiçbiriniz şiir çeşitlerini, kasidesini benim kadar, benden daha iyi bilemez. ALLAH’a yemin olsun ki onun söylediği bunlardan hiç birine benzemiyor. VALLAHi onun söylediği sözlerde bir tatlılık, ferahlık var. Onun söylediği sözün dalları yaprak verirken kökü bereket saçıyor. O yücedir ondan daha üstünü yoktur” İşte Velid b. Muğire Kur-an’a inanmamasına ve küfründe direnmesine rağmen Kur-an hakkında böyle itiraflarda bulunuyordu. Zira icaz Kur-an’ın kendinden gelmektedir.
Kur-an kendisine insan sözüdür diyenlere meydan okumaktadır. “Eğer Kur-an insan sözüyse ve iddianızda samimi iseniz onun dengini getirin” demektedir. Kur-an’da insanlara meydan okuyan ayetlerden bazıları: “Şayet siz, kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyorsanız haydin ona benzer bir sûre de siz getirin. ALLAH’tan başka şahitlerinizi de çağırın. Eğer doğru söyleyenlerdenseniz.” (Bakara 23)
“De ki onun sûrelerine benzer bir sûre meydana getirin. İddianızda samimi iseniz ALLAH’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın.” (Yunus 38)
“Yoksa onu kendisi mi uydurdu diyorlar öyle mi? De ki: Eğer doğru söylüyorsanız haydin öyleyse onun sûrelerine benzer uydurma on sûre getirin. Hem ALLAH’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın.” (Hud 13)
Bu meydan okuyuşa karşılık şuana kadar hiçbir insan onun dengini getirememiştir. Sınırlı akıl yapısıyla bir insan ne kadar zeki olursa olsun, dünyanın en zeki insanı dahi olsa Kur-an’ın üslubuna asla yaklaşamaz. Birde Kur-an’ın mucizevî üslubunda değinilmesi gereken bir husus daha var. İnsan zaman içerisinde kendisini geliştiren bir varlıktır. Doğumundan ölümüne kadar insan sürekli yeni şeyler öğrenir ve zamanın ilerlemesiyle daha çok tecrübe sahibi olur. Örneğin; yirmi yaşına geldiğinde herhangi bir meselede bir kitap yazsa, aynı şekilde otuz yaşına geldiğinde de aynı mesele hakkında bir kitap yazsa, her iki kitap arasında da uslup açısından farklılık olduğu görülecektir. Yirmi yaşında yazmış olduğu kitap, otuz yaşında yazmış olduğuna kıyasen üslup açısından daha düşüktür. Çünkü insanoğlu başta da belirtmiş olduğumuz gibi kendini zaman içerisinde geliştiren bir varlıktır. Ve şu da bir gerçektir ki insan kendini ne kadar geliştirirse geliştirsin hiçbir zaman mükemmeli yakalayamaz. Her zaman için sınırlı, eksik, aciz bir akla sahip olduğu için üslubu mükemmel olamaz. Ancak Kuran’a bakıldığında şöyle şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşıyoruz; Kur-an 23 senede tamamlandı. Ve Kur-an’ın ilk inen ayetiyle son inen ayeti arasında üslup açısından hiçbir faklılık yoktur.
Üslupta en üstün mertebede olduğu gibi 23 sene de tamamlanan Kur’an, herhangi bir düşüklük, hata, çelişki gibi özelliklerden tamamıyla beridir. Ayetlerin ahenk ve uyumu insanı hayretler içerisinde bırakır ve kalplere tesir eder. Öyleyse açığa çıkmaktadır ki Kur-an‘ı Araplar getirmemiştir.”
Son söz:
Şimdi size bir iddiada bulunacağım: “Geçenlerde yoldan geçerken boş bir alanda parçalar halinde yola serilmiş araba parçaları gördüm. O de ne derken birden bire arabanın yere serilmiş motoru, tamponu, lastikleri, mataryalleri vs. birden hareket etmeye başladı, hepsi birden arabayı teker teker oluşturmaya başladılar. Arabanın motoru bir yandan, tamponu bir yandan, tekerlekleri bir yandan derken, bir baktım ki araba son halini almış. Son model lüks bir araba oluşmuştu. Ben şaşkın bir vaziyette gerçek mi yoksa hayal mi görüyorum derken oda yetmedi, araba kendi kendine yol aldı ve sürmeye başladı. Bende kendi kendime bu olsa olsa bütün varlıkların ilk yapı taşı olan atomların işidir dedim” desem burada bana kaç kişi inanır. Hiç kimse değil mi? Hatta benim delirdiğimi düşünürsünüz!
Kim olursa olsun yoldan geçerken çok külüstür bir arabada görse muhakkak bu arabanın bir ustası olduğunu düşünür. Onu yapan ustayı görmesede. Şimdi bunun ALLAH’la ne ilgisi var diyeceksiniz. Çok ilgisi var hemde çok.
Şimdi kainatın kendi kendine oluştuğunu ve varlığın kendi kendine ayakta durduğunu, bir yaratana gerek olmadığını düşünenlerin iddialarına değinecek olursak, bu durumu birçok açıdan çürütebiliriz:
İlk olarak bütün varlıklarda ortak özellikler vardır, “belli bir düzene uymak zorunda olmaları, bu düzene karşı koyacak güce sahip olamamaları, varlıkların kendi kendini yoktan varedememesi, sınırlı, aciz, eksik ve muhtaç oluşudur.” Misalen; insan sınırlıdır, yıldızlar sınırlıdır veya yok olmadığı iddia edilen atomlar sınırlıdır belli bir sınıra kadar gelişir veya hep o sınırda durur, o sınırı geçemez. Ve aynı şekilde bütün varlıklar muhtaçtır, herbiri birbirine dayanır, tek başına hiçbirşey yapamazlar, bir tek atom dahi tek başına hiçbirşey ifade etmez. Biri varolmasa ötekide yok olur. Kendi başlarına kendi varlıklarını sürdüremezler.
Herbiri acizdir, başlarına güç yetiremeyecekleri bir durum hasıl olsa onu def edemezler. Misalen; yaşadığımız gezegene güneş bir miktar yaklaşsa dünyamız kendini koruyamaz. Anında yok olur. İnsan acizdir yüzme bilmese ve kendini denize atsa ona yardım edecek kimse olmasa boğulur, o durumdan kendisini kurtaramaz. Bu özellikleri bütün varlıklar için misallendirebiliriz.
Belli bir düzene uymak zorundadırlar ve bu düzene karşı gelemezler; misalen; bir kadın hep kendi türünü meydana getirir, hayvanlar, balıklar, böcekler dahi kendi türlerini doğururlar hiçbiri kalkıp başka bir tür meydana getiremez veya su akıcı, bıcak kesici, ateş yakıcıdır, gece ve gündüz hiç değişmez. Ve bu düzen hiç bozulmaz, hep aynı şekilde devam eder. Bunlardan hiçbiri kalkıp düzene baş koyamaz, düzene karşı koyamadıkları gibi herbiri hiç elinde olmadan bu düzene ayak uydurur. Ayrıca canlı varlıklarla cansız varlıklar arasında bariz olan farklardan sınırlı irade, insanlarda olan akıl ve bilinç, şuur bile canlı varlıkların düzeni değiştirmelerine neden olamaz. Ki cansız varlıklar akılsız, şuursuz, iradesiz olduklarına göre bu düzene hiçbir zaman karşı koyamazlar.
Şimdi soruyorum size: Tek başına birşey ifade etmeyen, aciz, sınırlı, muhtaç, eksik, düzene karşı koyamayan varlıkların şu muazzam büyüklükte insanın, aklın almadığı evreni, galaksileri, yıldızları, gezegenleri ve bu gezegenlerin içindeki çeşit çeşit tasarlanmış canlı cansız varlıkları şuursuz, akılsız, iradesiz atomların, moleküllerin, hücrelerin oluşturduğunu bunu, kendi kendine yaptıklarını düşünmek hangi akla hizmet etmektir? Ve üstüne üstlük var olan bu karşı koyulamaz düzenin bir parçası olmalarına rağmen ve görevlerinin dışına çıkamamalarına rağmen varlıkların kendinden oluştuğunu iddia etmek ne kadar akıllıca bir davranıştır?
Bütün bu muazzam büyüklükte kâinatın, herbiri kendine has özelliklere sahip olan varlıkların bir üstün akıl sahibi, yoktan var edebilen, aciz, eksik, muhtaç, sınırlı olmayan bir yaradanın ürünü olabileceğini düşünmek safsatamıdır yoksa apaçık bir gerçeklik midir?
Şimdi basit bir arabanın kendi kendine oluştuğunu iddia etmek, şu koskoca kâinatın kendi kendine oluştuğunu iddia etmekten daha akıllıca bir davranıştır. Haydi, o zaman arabanın oluşması için gereken malzemeleri bir araya toplayın ve akılsız, iradesiz atomların onu oluşturmasını bekleyin. Veya tasarlanmış, herşeyi en ince ayrıntısına kadar yapılmış bir arabaya oturun ve atomların kontağı çalıştırmasını bekleyin. Bunu yapmanız kâinatın kendi kendine oluştuğunu iddia etmekten daha akıllıca bir davranıştır.
İşte, sizin bilimle ulaşmaya çalıştığınız şey tasarlanmış, en ince ayrıntısına kadar düşünülüp icat edilmiş bir arabanın nasıl çalıştığını anlamak için arabanın inciğini minciğini alıp araştırmak ve deneye tabi tutmak gibi, ama unuttuğunuz bir şey var arabanın her ayrıntısını araştırıp deneye tabi tutsanız da kontağı çaliştiran gaza basan biri olmadıkça araba gitmez.
Ayrıca bu bana yetmez diyenlere; Kur’an apaçık bir mucize olarak karşımızda durmaktadır. Kur’an arapçadır ve onun mucizesi hiç bir kimsenin ulaşamayacağı belagat ve fesahatıdır. Yani mükemmel üslubudur. Ve Kuran herkese meydan okumaktadır;
De ki; ‘Yemîn olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, (yine) onun benzerini getiremezler.”
O zaman hadi inkârcılar Kur’an’ın dengi gibi bir tane sure getirin, Kur’an size meydan okuyor. Ama dikkat edin Kur’an’ın dengini getireceğim diye Müslüman olmayasınız! Bu işe girişenler Müslüman oluyor da.
Bacınız: Saliha Aydın