Diyelim ki, bir uçurumdan aşağı yuvarlandığımızı korku ve dehşet içinde görüyoruz, ama ne kadar ilginçtir ki bunu ben, sen, o, diğeri, öbürü aynı anda ve aynı zamanda görüyor. Siz bu müşahede edilen şeye rüya diyebilir misiniz? Yahut tam aksine, beraberce eş zamanlı olarak yüce bir dağın doruğuna tüm zorluklarına katlanarak, tam düşecekken birbirimizin elini tutarak, ayağı kayana omuz vererek tırmandığımızı görüyoruz. Peki buna bir rüya diyebilir misiniz?
Demem o ki, görülen rüya bir kişiye ait olmaktan çıkmışsa aynı zamanda bir rüya olmaktan da çıkmıştır. ‘İkinci kişi’ fevkalade önemlidir. Eğer bir yolda size eşlik eden, gözlerini kısarak sizin baktığınız ufka bakan bir ikinci kişi varsa, görülen şey bir rüya olmaktan çıkıp ‘hakikat’e dönüşür. Buna karşın rüya görmekle hayal kurmak arasında, hakikatle yalan arasındaki kadar bir uzaklık söz konusudur. Dolayısıyla gördüğümüz şeyin bir hayal mi yoksa bir rüya mı olduğu, bizim yolda asude bir yolcu mu olduğumuz, yoksa pıtraklı tarlayı yol belleyen bir divane mi olduğumuzun resmini orta yere koyar.
Rüya bizzat hakikate ilişkindir, çünkü gündüz ‘hayal’ kurar, gece ‘düş’ (rüya) görürsün. Türkünün ‘gündüz hayalımda gece düşümde’ demesi boşa değildir. Gündüzün ortasında bir adam hayal kuruyorsa (ki hayal kurmacadır ve bu nedenle ‘kurulur’), bu gerçeklikten koptuğunun, bir yalanın koynuna girdiğinin alameti sayılır. Lakin, kanımca ‘bir rüyanın hayalini kurmak’ diye ifade edebileceğimiz, gündüzü geceleyin göreceğimiz sahih ve sağlim rüyaların bir tür provası, ön hazırlığı biçiminde algılamak da mümkündür.
Hayali kurarsın, rüyayı (düşü) görürsün. ‘Kurmak’ ve ‘görmek’ arasında hakikatle yalan arasındaki boşluk kadar boşluk vardır. Bundan dolayıdır ki bir şeyin kurmaca olduğunu ne kadar kavrarsak, hakikat’in gerçekliğine ilişkin o kadar yoğun bir fikre, kanaate, müşahedeye sahip oluruz. Bütün mesele, kurgunun, yalanın kurmaca oluşunun farkında olmamaktır. Sözgelimi, eşinizle birlikte içinde bulunduğunuz kulübenin bir saray olduğunun hayalini kurdunuz, fakat bu hayale kendinizi fazla kaptırdınız, bulunduğunuz yerin bir kulübe olduğunu unuttunuz. Daha sonrasında bu sarayın kimin olacağı, kaç odasının kime ait olacağı, avizesinin kristalden mi yok saf elmastan mı yapılması gerektiği, odaların tefriş edilmesinde kimin sözünün geçeceği üzerine münakaşaya tutuşmanızın, kavga etmenizin, birbirinizi öldüresiye didiklemenizin mahiyetini bir düşünün.
Hazret-i İsa, dünyanın fani yüzünü kastederek (zira sanıldığı gibi dünya tek boyutlu değildir, dünyanın bir Esmaü’l-hüsna’yı yansıtan, bir ahireti işaret eden, bir de kendi geçici/fani tarafını ifşa eden üç veçhesi vardır), ‘Ben bu zavallı kuş yuvasını mamur kılmayacağım, mülkümü göklerde kuracağım’ demişti. Yani, dünyanın mamur edilmesi, fani yüzü için söz konusu edilmemiş, dünyanın ebediyete davet eden ilk iki yüzü için geçerli kılınmıştır. Sadece ‘Zavallı kuş yuvası’na ilişkin, onu hedefleyen ve orada kalan kavgalar, mücadeleler ‘kurmaca’dır, yalandır, beyhudedir. İş bu sebepten dolayı, kimi zaman dünya arenasındaki boğuşmalar, politik mücadeleler, bir futbol maçında döşünü bağrını parçalayan genç adamın hali, işyerinde birbirinin ayağını kaydırmak için sinsi ve sistemli mücadele edenlerin vaziyeti bana hep hazin gelmiştir.
Günümüz Batı uygarlığı, kurduğu hayali gerçek sanmış, bu kurmacaya kendini fazla kaptırıp, dünyanın fani yüzüne aldanmıştır. Kendi rüyasını görmek isteyenlerin de rüyasını karıştırmak gibi bir vazifeyi kendine biçmiştir. Fakat kendi rüyasını görmek isteyenler nerede? Sadık rüyaların hayalini kuran, rüyalarının peşinden gidenler nerede? Aynı rüyayı görmek suretiyle rüyayı rüya olmaktan çıkaranlar nerede?
Ey genç adam, neyin hayalini kuruyorsun? Genç bir kızsa kurduğun, hayalin onda sona erecektir. Ey genç kız, hangi hayallerin koynunda eğleşiyorsun? Şöhret ve avuntularsa kurduğun, geriye acılarından başka bir şey kalmayacaktır.
Ey İnsan! Hayal kuran bir hayal misin yoksa? Ama unutma, ‘Dünya, yalın olduğu için yalandır…’
=Alıntı=
Yusuf Özkan ÖZBURUN