Ateist (alıntı): Ne var bunda? Her şey sınırlı ve sonlu.. Bakalım ardından ne yumurtalar gelecek?!
Saliha Aydın: İşte, sizin gibi ruhsuzlar (idraksizler) her şeye madde gözü ile baktıkları için sınırlı ve sonlu olmak hiçbir şey ifade etmiyor. Senin aklın bütün bu eşyada olan özelliklerin onların kendi dışında başka bir şeye ihtiyacı olduğunu anlamıyor mu? Yoksa aklını bilimde mi unuttun? Sen varlıklarda olan acizlik, muhtaç olmak, sınırlı olmak. Eksik olmak gibi özelliklerin ki bu bütünüyle evren dediğimiz o koskoca varlığında aynı özelliklere sahip olduğunu gösterir. Şimdi bu özelliklere sahip olan bir varlığın kendi kendini meydana getirebileceğini düşünmekse en ala kara cahilliktir!
Ateist (alıntı): Desteksiz sallamalar. Ezeli olmayan bir şey neden ebedi olamasın? Başlangıca sahip olmak sonlu olmayı neden zorunlu olarak gerektirsin? Üstelik kozmolojiye de aykırı. Evrenin genişleme hızına ve toplam kütlesine bakarak, sonsuza kadar genişleyeceği, bir sonunun olmayacağı hesaplanıyor. Ayrıca sınırlı olmayan.. Diye yanlış yazmışsın. Herhalde “sınırlı olan bir şey ne ezeli nede ebedi olabilir.” demek istedin. Boyutça sınırlılıkla zamanca sınırlılık arasında ne gibi zorunlu bir bağlantı var? Sonlu büyüklükteki bir şey neden ezeli veya ebedi olamasın? Bunu olanaksız kılan ne? Kerameti kendinden menkul üfürmeler mi?
Saliha Aydın: Sen şöyle kafanı çevirip de kâinattaki varlıklara baktığında muhakkak her birinin bir başlangıcı ve sonu olduğunu anlayamıyor musun? Yoksa bunu da kabul edebilmen için bilimsel bir deney mi yapman lazım? Kâinatta olan her şey ama her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi bir sonunun da olduğunu çocuklarda kabul ediyor. Evren dediğimiz dünyada olduğu gibi taştan, alevden, birtakım yıldızların etrafında gezegenlerde bulunan gazlardan, vakum vs. gibi şeylerden oluşmuyor mu? Ki; bunlar dünyadaki varlıkların kat kat büyüklükteki versiyonları. Demişsin ki; ‘evrenin genişleme hızı ve toplam kütlesine bakılarak sonsuza dek genişleyeceği’ yazıyorsun. Kim diyor bunu ilahın Darvin mi? Müslümanlara dersiniz hikâyelere inanıyorsunuz diye kendiniz güya bilimin arkasına sığınan senaristlerin ispatlanmamış teorilerine inanırsınız. Misalen; ‘evrim teorisinin bir sürü kanıtı olan fosiller var’ dersiniz. Ama ne hikmetse günümüzde maymunlar ve insanlar olmasına rağmen ara geçit varlıklar yoktur! Hem acaba evrime göre madde kendini sürekli geliştirir ya acaba insanlardan çok daha az gelişmiş maymunlar niye evrimleşerek hepsi insan olmamıştır! Yoksa onlarda evrimin azizliğine mi uğradılar? Asıl safsata ve boş hikâyelere inanlar sizlersiniz.
Ateist (alıntı): Yoktan yaratma gücü olmayan bir şey ezeli olamazmış.. Yoktan yaratma nereden çıktı? Neden yoktan yaratma diye bir şey söz konusu olsun? Neden yoktan yaratma gücü olmayan bir şey ezeli veya ebedi olamasın?
Saliha Aydın: Orada birkaç yönden kâinatın neden ezeli ve ebedi olmayacağının ispatı yapılıyor. Kâinatta olan sınırlı olmak, muhtaç olmak, aciz olmak gibi özellikler ele alınarak neden kâinatın ezeli ve ebedi olması gerektiği anlatılıyor. Yalnız benim anlamadığım bir şey var! İlk olarak demişsin ki; ‘ne var bunda her şey sınırlı ve sonlu.’ Daha sonrada kâinatın ebedi olduğunu söylemişsin. Seninde aklın karışık galiba? ‘Yoktan yaratma nereden çıktı demişsin?’
O paragrafta komünistlerin iddiasına cevap veriyor. Siz diyorsunuz ki; kâinatta olan her şey muhtaç olsa da bir araya gelince birbirlerini tamamlarlar. Ve dolayısıyla madde yine maddeye muhtaçtır. Doğaüstü bir varlığa ihtiyaç hissetmez. İlk olarak burada ortaya çıkan problem bir yaratana gerek var mı yok mu bunu anlatmak icap eder.
Ateist (alıntı): İhtiyaç, muhtaç… Biz insanlara özgü kavramlar… Taşın toprağın canı mı var da ihtiyaç duyuyor, muhtaç oluyor? Böyle antroposentrik saçmalıklarla bir yere varılmaz.
Ateist (alıntı): Sanki maddenin iradesi var da aciz kalıyor…
Ateist (alıntı): Isı ile sıcaklık arasındaki farkı bilmeyen bir zavallı, cehaletine bakmadan sefil bir felsefe yapmaya çalışıyor. Isının derecesi olmaz. Sıcaklığın derecesi olur. Isı, kalori ile, joule ile ölçülür. Santigratla, fahrenhaytla ölçülen ısı değil, sıcaklıktır
Ateist (alıntı): Isıya zorla uygulanan oran… Saçmalamanın vardığı raddeye bakın. Adeta doruklarda dolaşıyor.
Saliha Aydın: İlk olarak demişsin ki; ‘muhtaç ve aciz olma özelliği biz insanlara hastır. Taşın toprağın canımı var? Burada buna söylenecek şey şudur: Evet taş toprak, ağaç, çiçek cansız birer varlık olabilirler. Ama onlarda muhtaç ve acizdir. Mesela; ağaçtan örnek verelim. Ağaç suya, toprağa ve ışığa muhtaçtır. Bunlar olmadan ağaç canlı kalamaz. Bunlar olmalı ki ağaç ayakta kalabilsin. Ağaç acizdir. Eline alıp bir testereyle onu kessen insana karşı koyamaz. Veya kesildikten sonra kendini tekrar canlandıramaz. Bütün cansız varlıklar hakkında böyle örnekler verilebilir. Şimdi sadece bu örnek bile cansız varlıkların muhtaç ve aciz olduğunu göstermez mi?
Demişsin ki; ‘fizikten bihaber bir kara cahil! Daha ısı ile sıcaklığın arasındaki farkı bilmiyor.’ Bende sana diyorum ki; kendini fiziğe, matematiğe, formüllere, kaidelere o kadar çok kaptırmışsın ki Türkçede eş anlamlı kelimelerin olduğunu unutmuşsun.
Orada sana fizik dersi vermiyor. Anlaşılabilecek bir örneği Türkçe olarak anlatıyor. Türkçede bazen ısı ve sıcaklık aynı anlamlarda kullanılır. Suyun ısısı kaç-suyun sıcaklığı kaç gibi. Neyse örneğe dönelim. Örnekte su, ısı ve buzu ele alıyor. Ve siz diyorsunuz ki; ‘bütün bunlar maddedir.’ Maddenin bir halden bir başka hale dönüşmesinde ihtiyaç yine maddeyedir. Sonuçta madde başkasına değil yine kendisine muhtaç olmaktadır. Orada da şunu ifade etmeye çalışıyor: Su buhar haline dönüşürken sırf ısıya değil belli bir derecedeki ısıya muhtaçtır. Yani su ancak 100 derecede kaynar ve sıfır derecede de donar. Öyle değil mi? Diyor ki; ‘bu belli derecedeki ısıya yani yüz dereceye, madde kendi kendine mi karar veriyor.’ Eğer böyle dersek; maddenin kendi kendine hükmettiğini ve seçimini de her defasında aynı şekilde gerçekleştirdiğini söylemiş oluruz.
Ateist (alıntı): Hokus pokus, yumurtlanan herzelerin ardından, madde dışında bir varlığa vardık.. Bu zavallı bilmiyor ki, suyun hangi sıcaklıkta kaynayacağını, molekülleri arasındaki elektromanyetik çekim kuvveti belirler. Isının ne olduğundan, sıcaklığın ne olduğundan zerre kadar haberi olmayan bir kara cahilden başka ne beklenir? Olsa olsa bir varlık suya; “ey su kulum, şu dereceye ulaştığında kayna” diye vahyediyordur…
Saliha Aydın: Bende sana soruyorum senin bir aklın var değil mi? Ama aklın olmuş olmasına rağmen vücuduna hükmedebiliyor musun? Mesela; kendi kendine ya ben gözümün rengini beğenmedim, dur şunu değiştireyim diyerek hükmedebiliyor musun? Veya sokağa çıktığında ortalıkta dolaşan bakterileri, mikropları görüp bunların sana bulaşmasını engelleyebiliyor musun? Elbette ki buna cevabın ‘hayır’ olacaktır. Zira insan aklı olmasına rağmen bırak kendisine hükmedebilmeyi şuanda vücudunda kalbinin, akciğerinin, bağırsaklarının vs. ne durumda olduğundan, dışarıdan gelen bir bakterinin vücudunda dolaştığından bile haberi yoktur. Bu insanın acziyetinin açık bir göstergesidir. Ve diyorsun ki; ‘suyun buharlaşmasına içindeki moleküllerden elektromanyetik çekim belirler.’ Ya! Tüh tüh ben bugüne kadar bunu nasıl düşünememişim! HAYRET DOĞRUSU! Bu moleküllerin hiç şaşmayan akılları varmış birde mucize göstermesini biliyorlarmış? Yani hükmeden yaratıcı onlarmış (haşa)! Bugüne kadar nasıl idrak edememişim. Bugüne kadar demek ki kâinattaki ölçüleri, kuralları, oranları, düzeni koyan akılsız, şuursuz moleküllermiş. İnsan aciz olduğu gibi kâinattaki en büyüğünden en küçüğüne kadar her şey acizdir. Ve aciz olan bir şeyin bir şeye karar verip onu değiştirmeye veya ona hükmetmeye gücü yetmez. Buradan bunun madde dışı bir varlığın hükmetmesiyle oluştuğunu senin aklın idrak edemiyor mu?
Saliha Aydın (alıntı): Orada birkaç yönden kâinatın neden ezeli ve ebedi olmayacağının ispatı yapılıyor. Kâinatta olan sınırlı olmak, muhtaç olmak, aciz olmak gibi özellikler ele alınarak neden kâinatın ezeli ve ebedi olması gerektiği anlatılıyor. Yalnız benim anlamadığım bir şey var? İlk olarak demişsin ki; ‘ne var bunda her şey sınırlı ve sonlu.’ Daha sonrada; ‘kâinatın ebedi olduğunu’ söylemişsin. Seninde aklın karışık galiba? Yoktan yaratma nereden çıktı demişsin?
Ateist: Hayır ispat filan yapılmıyor. Dayanaksız şekilde, sınırlı olanın ebedi olamayacağı söyleniyor. İki şeyi karıştırıyorsun: nesneler uzayda sınırlı ve zamanda sonlu. Bir çiçeğin var olmaya başladığı zaman ve yok olduğu zaman var… Aynı şey, arabalar, insanlar, dağlar, gezegenler, yıldızlar için de geçerli. Ne var ki bu yoktan bir varoluş değil. Yok oluş da ardında hiçbir şey bırakmadan hiçliğe dönüşme değil. Yoktan var olan ve vardan yok olan bir şey görmüyoruz. Bütün gözlemlediğimiz nesneler başka şeylerden dönüşerek var olmaya başlıyorlar ve başka şeylere dönüşerek nesne olarak yok oluyorlar. Yoktan var olma diye bir şeyi hiç kimse, hiçbir zaman gözlemlemedi. Aynı şey, yok oluş için de geçerli. Öte yandan, evrenin kendisi bildiğimiz nesneler gibi bir nesne değil tüm nesnelerin kümesine verdiğimiz bir ad. İçindeki tüm nesnelerin zamanla sonlu olması evrenin kendisinin de zamanla sonlu olmasını zorunlu kılmaz. Evren gerçekten de zamanla sonlu olabilir. Ama bunun gerekçesi içindeki nesnelerin bu özelliği olamaz. Çünkü nesnelerin zamanla sonluluğu evrenin kendisinin de böyle olduğunu kanıtlamaz. Ayrıca evrenin ebedi veya ezeli olduğunu da öne sürmüyorum. Senin söylediklerinle bunu kanıtladığın iddiana karşı çıkıyorum. Evrenin gelecek zaman açısından sonsuz (ebedi) olabileceğini, bilimsel gözlemlerin buna işaret ettiğini söylüyorum. Ama bunun da kuşku götürmez bir kanıt olduğunu öne sürmüyorum, bunu da gerekirse açıklayayım-söz bir daha oraya gelirse…-
Saliha Aydın (alıntı): O paragrafta komünistlerin iddiasına cevap veriyor. Siz diyorsunuz ki; ‘kâinatta olan her şey muhtaç olsa da bir araya gelince birbirlerini tamamlarlar. Ve dolayısıyla madde yine maddeye muhtaçtır. Doğaüstü bir varlığa ihtiyaç hissetmez.’ İlk olarak burada ortaya çıkan problem; ‘bir yaratana gerek var mı yok mu’ bunu anlatmak icap eder.
A B’ye ve B de C’ye muhtaç ise dolayısıyla A da C’ye muhtaçtır. Bu muhtaçlık silsile halinde böylece devam eder. Birinin bir başkasına muhtaç olması onlardan her birinin ezeli olmadığının delilidir. Birbirini tamamlaması veya birinin diğerinin ihtiyacını gidermesi mutlak değil belirli bir oranla sınırlıdır. Yani belirli bir tertibe, düzenlemeye göre olur. Tamamlama işlemi ancak bu düzenlemeye göre olur veya madde, bu düzenleme dışına çıkmaktan aciz kalır, çıkamaz.
İlk olarak demişsin ki; ‘muhtaç ve aciz olma özelliği biz insanlara hastır. Taşın toprağın canımı var?’ Burada buna söylenecek şey şudur: Evet taş toprak, ağaç, çiçek cansız birer varlık olabilirler. Ama onlarda muhtaç ve acizdir. Mesela; ağaçtan örnek verelim. Ağaç suya, toprağa ve ışığa muhtaçtır. Bunlar olmadan ağaç canlı kalamaz. Bunlar olmalı ki ağaç ayakta kalabilsin. Ağaç acizdir. Eline alıp bir testereyle onu kessen sana karşı koyamaz. Veya kesildikten sonra kendini tekrar canlandıramaz. Bütün cansız varlıklar hakkında böyle örnekler verilebilir. Şimdi sadece bu örnek bile cansız varlıkların muhtaç ve aciz olduğunu göstermez mi?
Ateist: Önce şunda anlaşalım. İhtiyaç, muhtaç, acizlik… gibi kavramlar, düşünen, hisseden, amacı ve istekleri olan insan gibi varlıklar için geçerlidir. Taş bir şey için ihtiyaç hissetmez, çünkü taş hissetmez. Araba gitmek için benzine ihtiyaç duymaz; biz bir yerden bir yere gitmek için arabaya gereksinim duyarız. İhtiyaç (gereksinim) kavramı, amaçlılığı içerir. Gereksinimi olan, amacı olandır. Amacı olmayanın gereksinimi de olmaz. Öte yandan, nedensellik anlamında, yani bir olayın olması için önceden bir takım koşulların yerine gelmesini anlatmak için, gereklilik sözcüğünü kullanırız. Arabanın çalışması, benzini gerektirir. Önce benzin olmalıdır ki, araba çalışsın. Oysa gereksinim, önceki koşula değil, sonraki amaca, olayın olması sonucu yerine gelecek durumun istenmesine işaret eder.
Bu ikisini, alıntı yaptığın yazar gibileri, bilinçli olarak birbirine karıştırır, okuyucunun saflığından yararlanmak isterler. Çünkü önceki koşulların sonraki olayları belirlemesi anlamındaki nedenselliği bilinçli olarak el çabukluğuyla, sonraki tasarlanmış olayların olabilmesi için önceki koşulların bilinçli olarak hazırlanması anlamındaki ereksellikle değiştirmek isterler. Bu atları arabanın arkasına koşmak gibi bir şeydir. Olan biteni tersinden yorumlamak, baş aşağı getirmek yani…
Ağacın var olmasının toprağı, suyu, ışığı gerektirmesi evrenin ebedi veya ezeli olamayacağını göstermez. İki nedenden: Ağaç yokken var olur ama ağacın malzemesi yoktan var olmaz bir, ağaç bir nesnedir, evren ise tüm nesneleri içeren bir kümedir. Nesnelerin özellikleri zorunlu olarak kümeye maledilemez.
Dolayısıyla, A B’ye muhtaç… gibi argümanlarla herhangi bir şey kanıtlanmaz. Çünkü en baştan kurulan kurgu yanlış…
Saliha Aydın (alıntı): Neyse örneğe dönelim. Örnekte su, ısı ve buzu ele alıyor. Ve siz diyorsunuz ki; ‘bütün bunlar maddedir. Maddenin bir halden bir başka hale dönüşmesinde ihtiyaç yine maddeyedir. Sonuçta madde başkasına değil yine kendisine muhtaç olmaktadır. Orada da şunu ifade etmeye çalışıyor: Su buhar haline dönüşürken sırf ısıya değil belli bir derecedeki ısıya muhtaçtır. Yani su ancak 100 derecede kaynar ve sıfır derecede de donar. Öyle değil mi? Diyor ki bu belli derecedeki ısıya yani yüz dereceye madde kendi kendine mi karar veriyor. Eğer böyle dersek maddenin kendi kendine hükmettiğini ve seçimini de her defasında aynı şekilde gerçekleştirdiğini söylemiş oluruz.
Ateist: Suyun kaynadığı noktayı; 1- hava basıncı, 2-suyun içindeki moleküllerin birbirine uyguladığı elektromanyetik çekim kuvveti belirler. Bütün su molekülleri birbirinin aynısıdır ve birbirlerine uyguladığı çekim kuvveti de aynıdır. Su ısındıkça, moleküller daha hızlı titreşir, yani kinetik enerjileri artar. Bu kinetik enerji, moleküllerin çekim kuvvetini yenecek hale geldiğince, artık suyu bir arada tutan kuvvet de kalmamış olur ve sonuç olarak su kaynar. Yani sıvı fazından buhar fazına geçer.
Saliha Aydın (alıntı): Bende sana soruyorum senin bir aklın var değil mi? Ama aklın olmuş olmasına rağmen vücuduna hükmedebiliyor musun? Mesela; kendi kendine ya ben gözümün rengini beğenmedim dur şunu değiştireyim diyerek hükmedebiliyor musun veya sokağa çıktığında ortalıkta dolaşan bakterileri, mikropları görüp bunların sana bulaşmasını engelleyebiliyor musun? Elbette ki buna cevabın hayır olacaktır. Zira insan aklı olmasına rağmen bırak kendisine hükmedebilmeyi şuanda vücudunda kalbinin, akciğerinin, bağırsaklarının vs. ne durumda olduğundan, dışarıdan gelen bir bakterinin vücudunda dolaştığından bile haberi yoktur. Bu insanın acziyetinin açık bir göstergesidir.
Ben kavram kargaşasına girmek istemiyorum. Sonuçta ne ifade edildiği önemlidir. Bana göre sınırlı olmak; hem nesnelerin hacmi açısından, hem de ezeli ve ebedi olmaları açısından aynı anlama gelir. Isı ve sıcaklıkta olduğu gibi. Yoktan var olan bir şey görmüyoruz, diyorsunuz. Bunu kâinatın oluşmasından, yok oluşuna kadar olan zaman için senin açından söyleyebilirsin. Yani ben şunu anladım: Kâinatın bir başlangıcının olduğunu kabul ediyorsun. “Bildiğim kadarıyla bu bilimsel açıdan da kanıtlandı (big bang teorisi)” ama sonunun olup olmayacağı konusunda emin değilsin. Şuan yaşadığımız kâinatta hiçbir şey yoktan var olmuyor doğru (ALLAH yaratıyor). Neyse sen inanmadığın için seni bağlamaz bu. Mesela bir ağaca ol dediğin zaman olmuyor. Ağacın oluşabilmesi için en azından tohuma, toprağa, suya ihtiyaç var. Bütün bunlar kuralına göre işlerse oluyor. Bende zaten bunların yoktan kendi kendini yarattığını söylemedim. Diyorsun ki; ‘canlılar, nesneler sınırlı ama bu tekil nesne ve canlı için geçerli. Tekil nesneler veya canlılar yok oluyor ama onların türleri devam ediyor.’ Yani insan ölüyor onun yerine bir başka insan geçiyor veya dağ, taş, yıldız sonlanıyor ama dağ, taş, yıldız yok olmuyor. Aynı zamanda evren bir nesne değil nesnelerin tamamına verilen ad demişsin. Bunlar doğru ama anlamadığın bir nokta var. Muhtaç olma ve sınırlı olma özelliği ile ilgili, evrendeki her nesnenin sonlu olduğunu kabul ediyorsun ve evrende sonlu ve ezeli olmayan varlıklardan oluşuyor öyle değil mi? Şimdi bir toplama yapacak olursak; sonlu ve ezeli olmayan yıldız artı sonlu ve ezeli olmayan dağ, taş, canlı milyon kere artı, milyar kere artı eşittir sence sonlu ve ezeli olmayan varlıklar mı? Yoksa sonlu ve ezeli olan varlıklar yani kâinat mı? Benim bildiğim milyar kere trilyon kere sınırlı artı gene sınırlı dır. Yani nitelik aynıdır, nicelik çoğalmıştır.
Suyun nasıl kaynamaya başladığını ayrıntılı bir şekilde anlatmışsın. Ama çok doğal bir şekilde oluyor işte hepsi görevini yerine getiriyor diyorsun. İşte komünistler her şeye madde gözü ile baktıkları için ki; “aklı bile maddenin beyne yansıması olarak görüyorlar.” Madde dışında bir varlığın olabileceğini tasavvur edemiyorlar. Bu moleküllerin bilinçsizce doğa kanunlarına uyduklarını yazmışsın. Doğa kanunu ne, kim koyuyor bu kanunu? Neden su 100 dereceye geldiğinde kaynıyor da 150’de kaynamıyor. Niye her defasında hiç şaşmadan bu kanun işliyor. İnsandan örnek vermiştim. Sende demişsin ki:
Ateist (alıntı): Ne ilgisi var bunların evrenin yoktan yaratılmasıyla, ALLAH’la?!
Saliha Aydın: Bak insan aklı olmasına rağmen kendi kanununu koyamıyor, kendine hükmedemiyor öyleyse akıl şunu sormaz mı; ‘ya benim aklım var hükmetme gibi bir yetkim yok ama bilinçsiz’ Akılsız moleküller kendi kendilerine hükmediyorlar ve ne hikmetse hiç şaşmıyorlar. İnsanı o yüzden burada zikrettim. Şimdi burada dersen ki moleküller hükmetmiyor. Doğa kanununa mecburen boyun eğiyorlar. Bu maddenin dışında başka bir gücün varlığını kabullenmektir. O zaman kendinle çelişmiş olursun. Şimdi burada şunu da söyleyebilirsin doğa kanunu dediğimiz şey maddeden kopuk bir şey değil. O zaman bunun tarifini yapman lazım. Ayrıca madde denilen şey aynı özellikleri üzerinde barındırıyorsa doğa kanunu denilen şeyde bir maddeyse onunda hükmetme yetkisi olmaması gerekir. Bütün bunlar hem rastlantı sonucu olmuş olsa idi bir karmaşa olması gerekmez miydi? Su bir 100’de bir 150’de, bir 200’de vs. kaynaması bir kafasına göre kurallar koyması gerekmez miydi?