Gayri- müslimlerin ve yandaşlarının yoğun çabaları ve komploları sonucunda Müslümanlar, zihinlerinde yer alması gereken İslam’i mefhumların silinmesiyle birlikte cesaretlerini kaybedip herkesten ve herşeyden korkar duruma geldiler.
Biz Müslümanlar eskiden İslam’i mefhumlara sahip olmamızdan dolayı Rabbimizden başka hiç kimseden korkmazdık. Ama, maalesef bugün gölgemiz dahil herşeyden korkar olduk. Eskiden cesaretli olduğumuz halde bugün korkak duruma düşmemizin sebebini elbet merak ediyoruzdur. O halde neden bu duruma düştük? Eski cesaretimizi nasıl kazanabiliriz? Bunlara değinelim. Ama bunların sebeblerinin zihinlerde netlik kazanması için öncelikle korkunun ne demek olduğuna deyinelim.
Korkunun lügat manası: Herhangi bir şeyi tehlike olarak kabullenmek, bir varlık karşısında acizliğe düşme ve çekinme demektir.
İki tür korku vardır. Bunlar; fıtrattan gelen korku ve insanın kendi iradesi dahilinde ortaya çıkan korkudur. Bunları açıklayacak olursak:
Fıtrat gereği meydana çıkan korku:
ALLAH Subhanehü ve Teala insanı yarattığında ona bir takım özellikler vermiştir. Bunlar içgüdüler ve uzvi ihtiyaçlardır. Bunları İslam’a göre tatmin etmesi içinde akıl vermiştir. Böylelikle Şer’iatı ölçü olarak göz önünde bulundurarak akletme vesilesiyle içgüdülerini ve uzvi ihtiyaçlarını fıtratına uygun bir şekilde düzenler. Uzvi ihtiyaçlar, yemek, içmek, uyku gibi zaruri ihtiyaçların giderilmesidir. Bunlar tatmin edilmediği takdirde kişiyi ölüme götürür.
İçgüdüler böyle değildir. İçgüdüler doyrulmadığı takdirde yalnızca insanı rahatsız eder onu huzursuz kılar. İçgüdüler üçe ayrılır. Bunlar; tedeyyün (dindarlık), türel (neslin çoğalması) ve beka içgüdüleridir.
Burda ele almamız gereken beka içgüdüsüdür. Beka; hayatta kalabilme çabasıdır. Korku ise, başlı başına bir içgüdü olmayıp beka içgüdüsünün bir tezahurudur. Örneğin: Evde yalnız ve sessiz otururken, evde kimse olmadığı halde aniden bir sesin gelmesi insanı fıtrat gereği korkutur. Veya yolda yürürken aniden karşımıza birinin çıkması, önümüze birden bişey atılması yine fıtrat gereği insanı korkutur. Bunlar bir anlık korkudur. Ve bütün insanlarda mevcuttur. Fıtrattan gelen bu korku, insanın iradesi dışında gerçekleştiği için bu konuda kişinin -bu korkma ya da ürperme tepkisinde- hiç bir rolü yoktur ve sorumlu olmadığı içinde kendisine de ecir veya günah yazılmaz.
İnsanoğlu bu fıtrattan gelen korkuyu söküp atamaz. Aniden olan birşey karşısında korkması onun korkak olduğunu göstermez. Çünkü bu fıtrattan doğan ani refleks sonucu bir korkudur. Örneğin; karşımıza bir köpeğin çıkmasıyla köpeği görür görmez irkilmemiz refleks sonucudur.
Fıtrattan doğan tepkisel korku çok kısa sürer. Sadece bir anlıktır. Korkulan ‘şey’in ne olduğu kavranmasıyla birlikte fıtrattaki korku sona erer. Ve şokun tesiri geçer geçmez artık insanın kendi iradesi devreye geçer. Buda insanın iradesi dâhilinde vukuu bulan korkudur.
İnsan iradesi dâhilinde meydana gelen korku ile fıtrattan doğan korku arasında fark vardır. Fıtrattan doğan korkuda insanın seçim hakkı yoktur ve bundanda sorumlu değildir. Oysa insanın iradesiyle gerçekleşen korku insanın kendisinden çıkar ve bundanda sorumludur. Bu bahsettiğimiz ikinci korku insanın sahip olduğu fikirler doğrultusunda vukuu bulur.
Korkunun ne olduğunu ögrendikten sonra, insanı biraz daha incelediğimiz vakit görürüz ki, insanoğlu aciz, ek***, sınırlı ve muhtaçtır. Bundan dolayı yaşadığı sürece kendisinden daha güçlü olandan korkar. Korku, insana zarar veya musibet dokunacağı ya da menfaatin kaybolacağı endişesinden ortaya çıkar. Bu korku insanın fikirleriyle alakalıdır. Kişi İslam’i mefhumlara sahipse, ALLAH’tan başka kimseden korkmaz. Ama İslam dışı batıl fikirlere sahipse kendisinden güçlü gördüğü devlet adamlarından, zengin insanlardan kendisine bir zararın gelmesi ya da menfaatinin kaybolacağı endişesinden korkar. Hatta öyle bir duruma gelir ki kendisinden daha aciz olanlardan da korkmaya başlar. Böylece hem dünya hayatında zelil, perişan olur hemde ahiret hayatında hüsrana uğrayanlardan olur.
ALLAHu Teala şöyle buyurdu:
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (Bakara 155)
Rabbimiz Kuranı Kerimde yanlızca Kendisinden korkmamızı emretmektedir:
‘‘Ey Mü’minler! ALLAH’tan korkunuz” (Bakara 278)
‘‘ALLAH, size Kendisinden korkmanızı tavsiye eder” (Ali İmran 28)
‘‘ALLAH’tan korkup sakının ve gerçekten bilin ki, siz O’na döndürülüp, toplanacaksınız” (Bakara 203)
‘‘ALLAH’tan korkun ve bilin li ALLAH, muhakkak cezası pek çetin olandır.” (Bakara 196)
‘‘İyilik ve ALLAH’ın yasaklarından kaçınma üzerine yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. ALLAH’tan korkun, çünkü ALLAH’ın cezası çetindir.” (Maide 2)
Bu ayetlerde ALLAH’u Teala insanın iradesi dâhilinde olan korkudan söz etmektedir. İnsan, iradesi dışında gerçekleşen birşeyden ötürü zaten hesaba çekilmez. Lakin kendi iradesiyle geçekleştirdiğinden sorumludur ve ALLAH’u Teala’nın razı olmadığı korkudan dolayıda hesaba çekilir, bunun cezasını alır.
Bu konuda Müslümanların durumlarına baktığımız vakit, içler acısı bir durumla karşılaşıyoruz. ALLAHtan başka kimseden korkmayız diyen Müslümanların geneli, ALLAH’tan başka her şeyden korkar oldular. Kendilerinden üstün, kuvvetli gördükleri devlet adamları, güç sahipleri, polis veya anne-baba, kocalarından korkar duruma geldiler.
Şunuda açıklamakta yarar var ki; birisinden korkmak demek, onun emir ve yasaklarının dışına çıkmamak demektir.Örneğin; kocasından çok korkan bir kadın, kocasının emirlerinden çıkmaz. Bu emirler ALLAH’ın Şeriat’ına aykırı olsa dahi. Bunları hayatımızda görmek mümkün. Kadın, ALLAH’ın emri olan başörtüsünü takacağı veya cilbab’ı giyeceği vakit, eşinin buna öfkelenmesinden, razı olmamasından dolayı, kocasından korkarak ALLAH’ın emrinden vazgeçebiliyor. Veya iş yerinde çalışan bir erkek, patronu ona bundan böyle kasada durup alkol veya haram kesim olan etleri sen satacaksın dediğinde babasının bu konuda razı olmayacağı, ona çok kızacağı, belkide eve almayacağı veya rızık endişesi korkusuyla ALLAH’ın emrini çiğneyip patronun dediğini yapar. İşte bu tür korkular caiz değildir.
Ancak ALLAH’tan korkulur:
‘‘Ey iman edenler, ALLAH’tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. ALLAH’tan korkun. Hiç şüphesiz ALLAH, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr 18)
Resulullah SallALLAHu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
‘‘Sizden biri ALLAH’ın kerih gördüğü bir münkeri görüp de değiştirmezse, kıyamet gününde ona: ‘O münkeri değiştirmeye seni engelleyen neydi?’ denildiğinde, o da; ‘İnsanlardan korktuğum için’ diyecek. ALLAH’ta ona: ‘Benden korkmalı değilmiydin?’ diyecektir” (Ahmed b. Hanbel)
ALLAH’tan korkan insan gizlide veya açıkta ALLAH’ın emirlerini asla çiğnemez. Ama ailesinden korkan biri sadece ailesi varken hal hareketlerine dikkat eder. Ama ailesi olmadığı vakit dilediğini yapar. Buda iki yüzlülüktür.
Korkunun zıttı olan Cesaret, ancak fıtratına uygun bir şekilde güven verenden korkmakla gerçekleşir. İnsana güven veren, koruyup kollayan, yardım ihtiyacımızı duyan ve işlerimizi gideren ALLAH Subanehu wa Teala olduğu için ancak O’na olan korkumuz bizi cesaretlendirir.
“ALLAH, aranızdaki iman edip iyi ameller işleyenlere, kendilerini tıpkı daha önceki mü’minler gibi yeryüzünde egemen kılacağım, kendileri için seçtiği dinlerini sarsılmaz temellere oturtacağını ve korkularını güvene dönüştüreceğini vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Bu aşamadan sonra kâfir olanlara gelince, onlar yoldan çıkmışların ta kendileridirler.” (Nur 55)
Müslümanlar, Medine’de kurulup 1924’lere kadar devam eden periyotta, İslam sancağı altında güven içerisinde yaşadılar. Lakin kara tarih olan 3 Mart 1924’ten sonra devlet -yani onları koruyup kollayan kalkan- ellerinden gidince zihinlerindeki fikirler batılılar tarafından dejenere edilip bulandırılmış oldu. Müslümanlar ALLAH’a olan güvenlerini yavaş yavaş kaybedince ALLAH’u Teâlâ’ya olan korkularıda kaybolmuştur. Durum böyle olunca, kâfirlerin işide kolaylaşmış oldu. Böylece istedikleri konuda Müslümanları korkutabilmektedirler. Müslümanlar hakkıyla ALLAH’tan korkmadıkları için kâfirlerden ve yandaşları olan zalimlerden korkmaktadırlar. Bu durumda onların her dediğini ve istediğini yaptırmak zor bir iş haline gelmemektedir. Bugün zalimlerin kölesi durumuna gelmemizin sebebi ALLAH’a olan korkumuzun hatırlanmamasından veya olmayışından dolayıdır.
Gayri-müslimlerin vede zalimlerin kölesi olundu demek belki de yetersiz bir ifade olacaktır. Her ne kadar bu ağırda olsa, insanlar onlara kulluk edecek seviyeye gelmiş bir durumdadırlar.
Korku beraberinde itaatı getirir. Müslümanların geneli başımızda hain yöneticilere itaat ettiklerini görmekteyiz. Bu caiz olmadığı halde sırf korkularından dolayı itaat etmektedirler. Bu durumda, onları yanlışlarından ötürü hesaba çekecek cesaretleride kendilerinde bulamamaktadırlar. Bu durum kâfirlerin iştahını kabartarak ümmetin servetlerine göz dikmelerine yol açmıştır. Rasulullah SallALLAHu Aleyhi ve Sellem buyuruyor ki;
“Ümmetler ve milletler, insanların birbirlerini sofraya davet ettikleri gibi, vahşi hayvanların bir yiyeceğe saldırmaları gibi birbirlerini sizin üzerinize davet edecekler ve sizin üzerinize üşüşeceklerdir.” Orada bulunanlardan birisi; Ya Rasulullah bizim azlığımızdan mı? diye sorar. Rasulullah SallALLAHu Aleyhi ve Sellem;
Hayır, aksine o gün sizin sayınız çok olacaktır. Fakat sizin çokluğunuz selin önüne katıp sürüklediği çer çöp gibi olacaktır. ALLAH düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkaracak ve sizin kalbinize vehen bırakacaktır.” Vehen nedir? diye sorulduğunda; cevaben; “Dünyayı sevmek ve ölümü hoş karşılamamak.”buyurmuştur. (Ebu Davut)
Hadiste göstermektedir ki, bugün Müslümanların bu hale gelişinin sebebleri dünyaya meyletmeleri ve ölümden korkmalarıdır. Ne zaman Müslümanlar bu vehenden kurtulurlar işte o zaman eskiden olduğu gibi şerefli makama gelirler, bugün korku duydukları kafirler onların karşısında küçülür ve bir hiç oldukları ortaya çıkar.
ALLAH Subhanehu ve Teala kendisi dışında başkasından korkmamızı men etmektedir ve Ali İmran 175, Maide 44. ayetlerin mealinde şöyle buyurmaktadır:
‘‘Eğer İnanmış iseniz, onlardan korkmayın benden korkun”(Ali İmran 175)
‘‘İnsanlardan korkmayın Benden korkun!” (Maide 44)
El-iz b. AbdisSelam Sultan Eyyub’u muhasebe ettiğinde ögrencisi ona; ‘Sen Sultan Eyyub’u muhasebe ederken ondan korkmadın mı?’ diye sorunca o şu yanıtı verdi; ‘Oğulcağızım! VALLAH’i ben ALLAH’ın Yüceliğini düşününce, o karşımda kedi gibi oldu.’ dedi.
Hz. Ömer vefat ettiğinde hanımı onu şu şekilde anlatmıştır:
‘‘ALLAH’a yemin ederim ki; Ömer sizden daha fazla namaz kılmadığı ve oruç tutmadığı halde ondan daha çok ALLAH’tan korkan birisini görmedim. O, kendisini ve nefsini insanlara vermişti. İnsanların problemlerini gidermek için gün boyu çalışıyordu. Eğer akşam olduğunda işini bitirmezse gece de çalışırdı. Bir gün insanların ihtiyaçlarını giderdikten sonra geceledi. Kendi malından sabaha kadar yakıp kullandığı bir çıra istedi. İki rekât namaz kıldıktan sonra başını avucunun içine koyarak düşünmeye başladı. Bir taraftan da gözlerinden yaşlar akıyordu. Sabaha kadar böyle devam etti ve o gün oruçlu sabahladı. Ben ona dedim ki; ‘bu gece sende çok garip bir hal gördüm.’ Oda bana şöyle dedi: ‘Evet, bu Ümmetin siyahı ve kırmızısıyle sorumluluğu bana verildi. Sonra dünyanın her tarafından garip, isteyen, kayıp, fakir, muhtaç, ezilmiş esir ve onlar gibi insanları düşününce anladım ki; ALLAH’u Teala’nın onlara benden soracağından ve Muhammed Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın de onları savunacağından çok korktum.’ Sonra hanımı şöyle devam etti: ALLAH’a yemin olsun ki, Ömer bir erkeğin hanımıyla en neşeli olduğu yerde (yatakta) olsa bile, ALLAH’ın emirlerinden bir şeyi hatırladığında, serçenin suya düşüp telaşlandığı gibi telaşlanır. Yüksek sesle ağlamaya başlayınca üzerindeki yorganı atardı’ diye anlattı.
Bu konuda Sahabelerle ilgili çok örnekler okunabilir. Onlar ki, Rabb’lerinden başka kimselerden korkmazlardı. Yataklarına girdikleri zaman Rabblerine olan korkularından dolayı içleri titrerdi. Ölüm ve rızk endişesinde değillerdi.
Şuda var ki, kâfirlerin şerlerinden, kötülüklerinden korunmak, korkmak demek değildir. Hatta yeri gelir korunmak farz olur. Hele ki, söz konusu ALLAH’ın davasıysa. Örneğin; bir kardeşimiz davasından dolayı hapse atıldığında ben ALLAH’tan başka kimseden korkmam deyip bu davada kimlerin çalıştığını söylemesi caiz değildir. Buna da cesaret denmez ihmalkârsızlık denilir. Çünkü burda kendisine, böylesi bir açıklamada bulunması ALLAH katında farz kılınmamıştır. Burda onların şerrinden korunması gerekmektedir. Ama korunmak adına, münkeri gördüğü halde hapse atılırım veya işkence görürüm diye düşünerek düzelmesse işte bu caiz olmaz. Korunmak derkende bunu kast etmiyoruz…
Şeytan ya da dostları yaratılışında korkmaya meyilli olan insana yanaştığında bu özelliği yok etmek için uğraşmaz. Kafirlerin veya batılı düşünürlerin de korktukları şey insanın fıtratındaki korku değil aksine bu fıtri özellikle ALLAH’tan korkmasıdır. Zaten kafirlerin istediğide Müslümanların ALLAH’a olan korkularını kopartmaktır. Asıl meseleleri budur yoksa her insan bilir ki fıtrattan çıkan korku meyli insandan söküp atılamaz.
Yukarda da bahsettiğimiz gibi Korku, insana zarar veya musibet dokunacağı ya da menfaatin kaybolacağı endişesinden ortaya çıkar. Bu tür korku düşüncesi insandan arınıp, sonrada korkulacak merciinin yalnızca ALLAH olması gerektiğini yerleştirse insan o zaman İslam şahsiyetine kavuşur. ALLAH’a ibadet kulluğumuzun gereğidir. İlim Ancak ALLAHa itaat ve ibadet için olmalıdır. İlim takvanın gerektirdiğine götürür ki takva zaten ALLAH’tan korkmanın bir göstergesi değimlidir?. Yüce ALLAH fatır suresinde şöyle buyuruyor:
“ALLAH’ın kullarından ancak âlimler gereğince ALLAH’tan korkar.” (Fatır 28)
Bir başka surede ise;
“O kimseler ki, Rabbımız ALLAH’tır deyip sonra dosdoğru yol alırlar. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Ahkaf 13) buyurmaktadır.
O halde Ey Müslüman Kardeşlerim!
Yalnızca Rabbimizden korkalım. O’nun emir ve neyhlerinin dışına çıkmayalım. ALLAH’tan korkan insan, zaten ALLAH’u Teala’nın emir ve neyhlerin dışına çıkmaz. Bugün eğer bizler Rabbimizin emir ve yasaklarının dışına çıkıyorsak bu konuda kendimizi hesaba çekmemiz gerekiyor. Acaba ben Rabbimden ne kadar korkuyorum?
Bugün kafirlerin, bizim görmeden sevdiğimiz Rasulullah SallALLAHu Aleyhi ve Sellem’e iftiralar atmaları, İslam’a saldırmaları, Müslüman kardeşlerimizin namuslarını, haysiyetlerini ayaklar altına almaları, servetlerimize göz dikecek kadar cesaretli olmaları bizim Rabbimizden hakkı ile korkmamamızdan kaynaklanmaktadır. VALLAHi! biz eskiden olduğu gibi yanlızca Rabbimizden korkarak O’nun buyruklarına sarılsak, değil kafirler İslam’a dil uzatmaları yanımızdan geçme cesaretini dahi kendilerinde bulamayacaklardır..
O halde gelin Kardeşlerim, Yanlızca Rabbimizden korkup, O’nun Dinine sım sıkı sarılalım ki, kurtuluşa erenlerden olalım…
Baciniz Sümeyye AVCI