I- UMRE NEDİR ?
Umre kelimesi, ziyaret etmek anlamına gelmektedir. Dini bir terim olarak umre, “Belirli bir zamana bağlı olmaksızın ihrama girerek Kâbe’yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında sa’y yapmak ve tıraş olup ihramdan çıkmaktan” ibarettir. Umrenin iki farzı vardır: İhram ve tavaf. Bunlardan ihram şart; tavaf, rükündür. Vacipleri ise sa’y ile tıraş olup ihramdan çıkmaktır.
Ömürde bir defa umre yapmak sünnettir.(41)
Umrenin pek çok fazileti vardır. Özellikle Ramazan ayında yapılan umrenin sevabı pek çoktur. Hz. Peygamber umre hakkında şöyle buyurmaktadır :
“Umre, diğer bir umre ile arasındaki günahları siler”(42)
“Ramazanda yapılan umrenin sevabı bir haccın sevabına denktir.”(43)
Umre için belirli bir zaman yoktur. Her zaman yapılabilir. Ancak, Arefe günü sabahından bayramın dördüncü günü akşamına kadar yapılması mekruh görülmüştür.
Umre yapmak isteyenler, gerekli hazırlıkları yaptıktan ve iki rek’at ihram namazı kıldıktan sonra, “Allah’ım! Senin rızan için umre yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diye niyet edip “telbiye” söyleyerek ihrama girerler. Bu şekilde ihrama girdikten sonra Kâbe’yi usulüne göre tavaf ederler. Nihayet Safa ile Merve arasında sa’y yaptıktan sonra tıraş olup ihramdan çıkarlar. Böylece umre tamamlanmış olur.
Umrenin ihramına, bu kitabın “İhrama Girmek” konusunda belirtildiği şekilde girilir.(44) Umrenin tavafı, sa’yi ve tıraş olup ihramdan çıkılması da yine bu kitabın, “Tavafın Yapılışı” ve “Sa’yin Yapılışı” ile “Tıraş Olup İhramdan Çıkmak” konularında tarif edildiği şekilde yapılır.(45)
Mikat sınırları dışında kalanlar umre için ihrama, Mikat sınırlarında veya daha önce girerler. Harem Bölgesinde bulunanlar, Harem bölgesinin dışına çıkarak ihrama girerler. Harem Bölgesi ile Mikat sınırları arasında (Hıl Bölgesinde) olanlar ise bulundukları yerden ihrama girerler.
Ülkemizden gidip de, Mekke’de bulundukları süre içinde umre yapmak isteyenler, genellikle Medine-Mekke otoyolu üzerinde ve Harem-i Şerif’e yaklaşık 5 km. uzaklıkta bulunan “Ten’im”e giderek ihrama girmektedirler. Bugün burada “Hz. Aişe Mescidi” bulunmaktadır.
Umrede Kudüm tavafı, Arafat ve Müzdelife vakfeleri, Şeytan taşlama ve Veda tavafı gibi görevler (menasik) yoktur.
Haccın ihram, tavaf, sa’y ve tıraş gibi menasikinde, rükün, şart, vacip ve sünnet olan hükümler, umrenin menasikinde de söz konusudur.
II- HACDAN SONRA UMRE
Hac yapıldıktan sonra bir süre daha Mekke’de kalacak olan hacılar, imkân buldukları takdirde, isterlerse bayramın dördüncü günü akşamından itibaren umre yapabilirler. -Özellikle ifrad haccı yapanların, hacdan önce umre yapmadıkları için, hacdan sonra umre yapmaları uygun olur. Temettu haccına niyet edenlerin hacdan önce ikinci, üçüncü… umre yapmaları caiz ise de, o günlerdeki izdihamı da dikkate alarak, bunun yerine bol bol nafile tavaf yapmaları ya da mümkün mertebe vakitlerini Harem-i Şerif’te geçirmeleri daha iyidir.
ALTINCI BÖLÜM
MEDİNE-İ MÜNEVVERE’Yİ ZİYARET VE
MEKKE-İ MÜKERREME’DEKİ BAZI ZİYARET YERLERİ
I- Medine-i Münevvere’ye Yolculuk
Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmek, mescidinde namaz kılmak, Onun ve Ashabının yaşadığı yerleri görmek üzere Medine’ye doğru yola çıkan bir hacı, bu ziyaretiyle yalnızca Allah’a yakınlaşma amacı gütmelidir. Çünkü hacının İslami duyarlılığını daha da artıracak olan bir kutlu yolculuk, gerçekten Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmanın önemli bir vesilesidir. Zira Cenab-ı Hak, Peygamberini ziyarete gelenleri sever ve onların, onun huzurunda yapacakları duaları geri çevirmez. Hz. Peygamber de kendisini ziyarete gelenlere şefaat edeceğini bildirmiştir. Yolculuk esnasında, bol bol salatu selam getirilmeli ve Medine’ye yaklaştıkça bu daha da artırılmalıdır. Hacı, bu ziyaretin sıradan bir ziyaret olmadığını düşünerek büyük bir tevazu, saygı ve vakarla Medine’ye girmelidir.
Medine’ye girerken “Rabbim! Gireceğim yere dosdoğru girmemi sağla; çıktığım yerden de dosdoğru çıkmamı sağla. Bana katından, yardımcı bir güç ver”(46) duasını okuması güzel olur.
Evlere yerleşip gerekli ihtiyaçlar giderildikten ve hazırlıklar yapıldıktan sonra, Mescid-i Nebi ve Hz. Peygamber’in kabri ziyarete gidilir.
II- MESCİD-İ NEBÎ’Yİ VE HZ. PEYGAM – BERİN KABRİNİ ZİYARET
1- Mescid-i Nebî’yi ve Hz. Peygamberin Kabrini Ziyaret Etmenin Önemi Medine-i Münevvere, İslam nurunun yeryüzüne yayıldığı Peygamber şehridir. Her karışı, İslam’ın aydınlığını insanlığa ulaştıran Allah Rasûlünün ve Sahabenin hatıralarıyla doludur. Sinesinde İslam’ın en büyük önderlerini barındırmaktadır.
İslam’ın güzelliğini insanlara ulaştırabilmek için Peygamber Efendimiz buraya hicret etmiş, İslâm devleti burada kurulmuş, İslâm’ın mesajı insanlığa buradan ulaşmıştır.
Rasulüllah İslâm’ı tebliğ görevini tamamladıktan sonra burada vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Böylece Medine, Allah’ın en sevgili kulunu ve insanlığın gelmiş geçmiş en büyük önderini bağrında taşıma şerefini elde etmiştir.
Asr-ı Saadet, en parlak şekilde bu şehirde yaşanmıştır. İnsanlık tarihinin en güzel, en mutlu, en adil, en hakkaniyetli örnek ve model toplumu, Peygamber Efendimizin terbiyesinde bu şehirde oluşturulmuştur.
Böylece bu şehir dünyada adeta cennet misali bir hayatın yaşanabileceğine tanıklık etmiştir.
Tarih, Rasulüllah’ın sohbetine nail olan bu Sahabe neslinin oluşturduğu toplum kadar güzel bir topluma bir başka yerde ve bir başka zamanda şahid olmamıştır.
İşte Medine-i Münevvere bu güzel insanların gelip geçtiği ve pek çoğunun bağrında yattığı kutsal şehirdir.
Bu sebeple büyük bir engel olmadığı sürece hacıların, Medine’ye giderek Hz. Peygamberin kabrini ziyaret etmeleri ve mescidinde namaz kılmaları büyük önem taşır. Bu ziyaret İslâmî duyarlılığın bir göstergesidir.
Sırf Allah için, İslam’ın aydınlığının insanlığa ulaştırılması yolunda çalışmanın, fedakarlığın ve gayretin en güzel örneğini vermiş insanların gelip geçtiği bu mübarek şehri ziyaret etmekle hacı, bu aydınlığın, yeniden muhtaç olanlara ulaştırılması yolunda bir şuur ve azim kazanabilirse, ziyaretindeki amaç gerçekleşmiş sayılır.
Vefatından sonra kendisini ziyaret edenler hakkında Peygamberimizin:
“Beni vefatımdan sonra ziyaret eden sağlığımda ziyaret etmiş gibidir.”(47)
“Kabrimi ziyaret eden şefaatimi hak eder”(48)
“Kalbinde beni ziyaretten başka hiçbir düşünce olmaksızın kim beni ziyarete gelirse, Kıyamet gününde şefaatimi haketmiş olur.”(49) buyurduğu rivayet edilmektedir.
Bu itibarla hacıların Medine-i Münevvere’ye giderek Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmeleri, mescidinde namaz kılmaları, Peygamber sevgisini yenilemenin ve onun sünnetine bağlılığı kuvvetlendirmenin önemli bir vasıtasıdır.
Bu üç mescidin diğer ikisi ise, “Mescid-i Haram” ve “Mescid-i Aksa” dır.
Mescid-i Nebî’nin içinde namaz kılmak çok sevaptır. Hz. Peygamber burada kılınan namazın sevabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram dışında, diğer mescitlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir.”(51)
Mescid-i Nebî ve Hz. Peygamber’in kabrini ziyaret ederken bazı usul ve adaba riayet edilir.
Daha sonra bu ziyaret nasib olduğu için isterse iki rekat da şükür namazı kılar ve bu mübarek yerlere gelmeyi kendisine nasip eden Allah’a şükreder, dua eder. Nihayet edep ve sükunetle Hz. Peygamber’in kabrine yaklaşır. Başı hizasına gelerek yüzünü Hz. Peygamber’e çevirir. Alemlerin sevgilisi Hz. Muhammed’in huzurunda olduğunu düşünür. Hz. Peygamber’in, kendisini görmekte ve sözlerini işitmekte olduğunun şuur ve idraki içinde:
“Es-Selâmu aleyke yâ Rasûlallah
Es-Selâmu aleyke yâ Habîballah
Es-Selâmu aleyke yâ Nebiyyallah
Es-Selâmu aleyke yâ Hayre Halkillah
Es-Selâmu aleyke yâ Hâteme’n-Nebiyyîn
Es-Selâmu aleyke yâ Seyyide’l-Mürselîn”
şeklinde selâm verir, dua eder. Hz. Peygamber’in huzurunda yapılan duaları Allah’ın geri çevirmeyeceğini düşünerek ihlas ve samimiyetle içinden geldiği gibi dua eder. İsteyen Dua kitabında yer alan “Hz. Peygamber’in Kabrini Ziyaret Ederken Okunabilecek Selâm ve Dua” yı okur.
Kendisi Hz. Peygamber’e selam verdikten sonra başkaları tarafından Hz. Peygamber’e emanet edilmiş olan selamları: “Ya Rasulellah! Falan, falan…. kimselerin de selamları var. Allah katında senden şefaat diliyorlar. Onlara ve bütün müslümanlara şefaat eyle” diye tebliğ eder.
Sonra bir metre kadar sağ tarafa ilerleyip Hz. Ebu Bekir’in başı hizasında durarak:
“Es-Selâmu aleyke yâ Ebâ Bekri’s-Sıddîk
Es-Selâmu aleyke yâ Halifete Rasulillah
Es-Selâmu aleyke yâ Sahibe Rasulillah” şeklinde selam verir, dua eder.
Daha sonra bir metre kadar daha ilerleyip Hz. Ömer’in başı hizasında durur. Ona da:
“Es-Selâmu aleyke yâ Ömer
Es-Selâmu aleyke yâ Emire’l-mü’minîn
Es-Selâmu aleyke yâ Faruk” şeklinde selâm verir, dua eder.
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in başında selâm ve dua konusunda da, isteyen Dua kitabındaki ilgili selâm ve duaları yapabilir.
Bundan sonra mescidde uygun bir yere çekilerek bol bol dua edilir.
Daha sonraki ziyaretler de aynı usul ve edep dairesinde yapılır.
Hz. Peygamber’e hayatında nasıl hürmet ve saygı göstermek gerekli ise, vefatından sonra da aynı şekilde hürmet ve saygı göstermek gerekir. Bu bakımdan, Peygamberimizin kabri ziyaret edilirken, yüksek sesle bağırılmaz; hürmeti bozan, edebe aykırı davranışlarda bulunulmaz; duvarlara ve demir parmaklıklara el sürülmez; bunlar öpülmez, etrafında tavaf yapılmaz, karşısında eğilinmez, secde edilmez. Bütün bunlar bid’at ve mekruhtur.
Medine’de kalınan süre içinde beş vakit namazın Mescid-i Nebî’de kılınmasına özen gösterilir. Beş vakit namazın dışında nafile namazlarla da meşgul olunur.
Halk arasında, Medine’de sekiz gün kalıp kırk vakit namaz kılmanın gerekli olduğu kanaati yaygındır. Ancak İslami kaynaklarda bu konuda bir hüküm mevcut değildir. Önemli olan Medine’de kalınan sürenin ibadet ve dua açısından verimli bir şekilde değerlendirilmesidir.
Medine’de kaldığı süre içerisinde ayrıca ziyaret yerleri de ihmal edilmemelidir. Uygun bir zamanda oralar da ziyaret edilir.
Medine’den ayrılırken Hz. Peygamber tekrar ziyaret edilerek dua ve salatu selamlarla Medine’ye veda edilir.
III- MEDİNE-İ MÜNEVVERE’DEKİ DİĞER BAZI ZİYARET YERLERİ
1- Baki Mezarlığı Mescid-i Nebî’nin doğu tarafında bulunan Baki Mezarlığını ziyaret etmek müstehaptır. Peygamber Efendimizi görme şerefine nail olan, sesini duyan, onunla namaz kılan ve İslâmiyet uğrunda hiçbir fedakarlıktan çekinmeyen on bin civarında sahabi bu mezarlığa defnedilmiştir. Üçüncü halife Hz. Osman, Hz.Abbas, Hz.Aişe, Hz. Fatıma, Sad b. Ebi Vakkas, Hz.Hasan gibi sahabe ile İmam-ı Malik gibi Tabiundan bir çok büyük zevat burada bulunmaktadır.
Mezarlığın içerisine girmek şart olmamakla birlikte kapısı açık olduğunda içeri girilerek; kapalı olduğunda dışardan ziyaret edilebilir. Ziyarette orada yatanlara selâm verilir ve dua edilir. İsteyenler Dua kitabındaki mezarlıkları ziyaretle ilgili selâm ve duayı okuyabilirler.
Peygamber Efendimiz zaman zaman Baki Mezarlığını ziyaret eder ve orada medfun bulunan mü’minler için dua ederdi.
Peygamberimiz Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye hicretleri esnasında, Medine’ye 5 km. mesafede bulunan Kuba’da 14 gün kalmıştı. Bu süre içinde Peygamberimiz orada bir mescid inşa etti ve burada namaz kıldı. Kur’an-ı Kerim’de takva üzere yapıldığı bildirilen ve İslâm âleminde cemaatle namaz kılınmak için yapılan ilk mescid budur.
Kuba Mescidini ziyaret etmek ve burada iki veya dört rekat namaz kılmak müstehaptır. Bu mescidin ziyareti ile ilgili olarak Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Kim evinde güzelce temizlenip abdest aldıktan sonra, başka maksatla değil de sadece namaz kılmak için Kuba Mescidine giderse umre sevabı alır.”(53)
Hz. Peygamber sağlığında, Cumartesi günleri Kuba Mescidini ziyaret eder ve burada namaz kılardı.
Uhud, Medine’nin 5 km. kadar kuzeyinde bir dağın adıdır. Hicretin üçüncü yılında (M.625) müslümanlarla müşrikler arasında burada yapılan savaşta, Ashab-ı kiramdan 70 kişi şehid olmuş ve buraya defnedilmişlerdir. Peygamberimizin amcası ve şehidlerin efendisi Hz.Hamza da bunlar arasındadır.
Hz.Peygamber, her yıl Uhud şehitlerini ziyaret eder ve onlara dua ederdi. Uhud şehitlerini ziyaret etmek de müstehaptır.
Uhud şehitleri de ziyaret edilirken selâm verilir ve dua edilir. Arzu edenler Dua kitabındaki “Mezarlık ziyaretinde okunacak selam ve duayı ” okuyabilirler.
İslam’ın ilk yıllarında namazlar, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya doğru kılınıyordu. Peygamber Efendimiz Kıble’nin Kâbe olmasını, yani namazların Kâbe’ye dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allah’tan gelecek emri bekliyordu. Hicretten 18 ay kadar sonra Şaban ayının 15. günü (Berat Kandilinde) Hz. Peygamber, Seleme oğulları mahallesinde öğle veya ikindi namazının farzını kıldırdığı esnada, ikinci rekatın sonunda aşağıdaki âyet-i kerime indi:
“… Seni elbette, hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde hemen Mescid-i Haram’a (Kâbe’ye) doğru dön. (Ey mü’minler) siz de nerede olursanız olun, (namazda) oraya doğru dönün.”(54)
Bunun üzerine Hz. Peygamber, namazı bozmadan hemen Kâbe istikametine döndü, cemaat de saflarıyla birlikte döndüler. Böylece Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı Kâbe’ye yönelinerek tamamlandı. İşte bu bakımdan bu mescide Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid) denir. Bu mescidin yerinde şimdi büyük bir cami yapılmıştır. Bu camii ziyaret edilerek iki veya dört rekat Tahiyyet’ül-Mescid namazı kılınması ve dua edilmesi güzel olur.
IV- MEKKE-İ MÜKERREME’DEKİ BAZI ZİYARET YERLERİ
Mekke’de, Hz. Peygamber ve onun değerli ashabının izlerini taşıyan bazı yerler vardır. Mekke’ye gidenler buraları ziyaret etmektedirler. Bunlardan bazıları şunlardır: 1- Hz. Peygamber’in Doğduğu Ev
2- Mu’alla Mezarlığı : Hz. Hatice validemiz burada medfundur.
3- Hira Mağarası: Hz. Peygamber’e ilk vahyin geldiği yer olan bu mağara, Nur Dağının tepesinde bulunmaktadır.
Zikredilen bu yerleri ziyaret etmek haccın menasikinden (Farz, vacip, sünnet) olmayıp, yıllardır bir gelenek olarak yapıla gelmektedir.
YEDİNCİ BÖLÜM
HAC DÖNÜŞÜ VE SONRASI
I- HACDAN DÖNÜŞ
Hacının dönüşünü ailesine haber vermesi dinen güzel kabul edilen bir davranıştır. Sünnete uygun olan da budur. Bu itibarla hacı haber vermeden aniden çıkıp gelmemeli, mümkün olduğu takdirde dönüşünü ailesine bildirmelidir. Bu şekilde ailesinin bazı hazırlıklar yapmasına fırsat vermiş olur. Peygamber Efendimiz, uzun yoldan gelenlerin haber vermeden önce eve dönmelerini uygun görmezdi. Aile efradının da hacıyı karşılaması güzel olur. Ancak bu karşılama, mütevazi olmalı ve aile çapında kalmalıdır. Gösteriş ve övünme imajı verecek sahnelere dönüşmemelidir. Bazılarının yaptığı gibi bir çok arabayla konvoy oluşturarak alayişli karşılamalar organize etmek dinen doğru değildir.
Hacının, dönünce iki rekat namaz kılarak bu önemli ibadeti eda etmeyi nasip ettiğinden dolayı Cenab-ı Hakk’a şükretmesi uygun olur.
II- HACI ZİYARETİ
Hac vazifelerini yerine getirip memleketlerine dönen hacıların eş, dost, komşu ve arkadaşları tarafından ziyaret edilmesi güzel olur. Ziyarete gelenler “Allah haccını kabul etsin, günahlardan korusun. Bu yolda yaptığın masrafların yerini doldursun…” gibi sözlerle hacıyı tebrik ederler. Hacı da onlar için dua edip Cenab-ı Hakk’ın onları affetmesini ve bağışlamasını diler, onlar için istiğfar eder. Peygamber Efendimiz: “Allah’ım hacıyı ve hacının bağışlanmasını dilediği kimseleri bağışla!”(55) buyurmuştur. Bu bakımdan hacının duasını almak güzel olur.
Hacı, kendisini ziyarete gelenlere hacda şahit olduğu güzellikleri anlatmalıdır. Karşılaştığı bir takım olumsuzluklardan bahsetmemelidir. Hacda kendisini gösteren birçok feyzi, bereketi ve muazzam sahneleri gözardı ederek anlatacak şikayetten başka bir şey bulamayanların, hacdan gereken istifadeyi sağladıklarını söylemek mümkün değildir.
Hacının, kendisini ziyarete gelenlere imkânları ölçüsünde ikramda bulunması da dinen güzel olur.
Hacdan önce veya sonra ziyafet vermek dini bir görev değildir. Bu bazı yörelerde âdet haline getirilmiştir. Gösterişe kaçılmadığı, külfete girilmediği, özellikle fakirlerin davet edilmesine itina gösterildiği takdirde böyle bir ziyafetin dinen bir sakıncasının olmayacağı açıktır. Ancak bir takım insanların imkanları da yeterli olmamasına ve kendileri için ağır bir külfet teşkil etmesine rağmen illa da böyle bir ziyafet vermeye kalkışmaları ise dinen doğru değildir.
III- HACCIN KAZANDIRDIKLARININ KORUNMASI
Hac yapmak kadar hacdan döndükten sonra, kazanılan güzel hasletlerin kaybedilmemesi de önem taşır. Kıyamete kadar insanlığın yoluna ışık saçacak aydınlığın ilk çıktığı Kutsal mekanlarda hac yaparak günahlarından arındıktan sonra bu arınmışlığın korunması, sürdürülmesi ve geliştirilmesi için gereken gayreti göstermek hacının en başta gelen görevidir.
İnsanlar hacıyı örnek müslüman olarak görmek isterler. Bu bakımdan bilhassa olumsuz tutum ve davranışlarının İslam’ın aleyhinde propaganda malzemesi yapılacağını gözönüne alarak hacı, kesinlikle doğruluktan, dürüstlükten taviz vermemeli, hakkı hukuku gözetmelidir.
Her müslümanın görevi olmakla birlikte özellikle hacı, İslâm’ın güzelliğini yaşantısıyla fiili olarak göstermelidir. Bu sebeple İslâm’a aykırı düşecek tavır ve davranışlardan şiddetle sakınmalıdır. Bunun için yalan, haksızlık, hıyanet, ahde vefasızlık, aldatma, kandırma, eksik ölçme ve tartma… gibi gayr-ı ahlâkî tutum ve davranışlardan daima uzak durmalıdır. Hac bitip de memleketine döndükten sonra sırf menfaat, makam, mevki hırsı gibi birtakım basit düşüncelerle hacda kazandığı safiyeti bulandırmamalıdır.
Gerek dürüstlük, doğruluk, özü sözü bir olmak… gibi ahlâkî nitelikler açısından ve gerekse İslâmi bilinçlenme noktasından bir hacının, hacdan sonraki İslâmi hayatının hac öncesinden daha ilerde olması, makbul (mebrur) haccın en açık belirtisidir.
Yaptığı hac, Allah’a saygısını, takvasını ve Ahiret hayatına daha iyi hazırlanma şevkini ne derece artırmışsa haccı, Allah nezdinde o derece kabul görmüş demektir.
Bundan dolayı hacı, hacdan sonraki hayatını, hac günlerinde konsantre olduğu İslami yaşantı doğrultusunda sürdürme çabası içinde olmalıdır. Allah’a verdiği sözü daima hatırında tutarak kötülüklerden, İslâm’ın onaylamadığı her türlü söz, fiil ve davranıştan uzak durmalıdır. Ahdini bozmamalıdır. Çünkü Hacer-i Esvedi istilam, bir sözleşmedir. Bu hareketiyle müslüman, bundan böyle Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmeyeceğine söz vermiş olmaktadır.
Bu itibarla hacı, yaptığı bu sözleşmeyi ihlal edecek her türlü söz, fiil ve davranıştan uzak kalmaya özen göstermelidir.
Şeytanın veya heva ve hevesinin peşine takılarak ahde vefasızlık etmemelidir.
Hac, müslümana, müslümanların derdini dert edinme bilincini kazandırmış olmalıdır. Çünkü müslümanların derdini dert edinmeyen, onlardan değildir. Kâbe’nin etrafında, Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’da müminler denizinden bir damla olarak onlarla aynı kalıba girip de hacdan sonra bu denizin bir damlası olmayı reddetmek, bir hacı için nasipsizliğin en büyüğü olur. Bu yüzden hacının gönlünde kalbinde müslümana karşı, imanlı insanlara karşı en ufak bir kin, husumet ve nefret kalmamalıdır.
Müslümanların, damlaları birbirinden ayrılmayan bir okyanus gibi olmaları gerektiğini düşünerek, kendisini bu okyanusun bir damlası olarak görmeye devam etmelidir. Bu okyanusun içinde birtakım olumsuzluklara şahid olmuşsa, okyanusun bir parçası olarak bu olumsuzlukların nasıl bertaraf edilebileceği üzerinde kafa yormalıdır.
Hacı, Allah Rasûlünün 23 yıl boyunca canını dişine takarak İslam’ın aydınlığını insanlara nasıl ulaştırdığını gözü önüne getirip bu kutlu hizmetin, onun aydınlattığı yolda yeniden geliştirilmesinde hizmet alabilme azmi ve gayreti içinde olmalıdır.