. | Filistin'de
Isgalin ve Direnisin Tarihçesi Nurcan
SOLAK Filistin'de son
birkaç yildir yasananlar Oslo'da baslayan "baris süreci"nin sonu degil
sonuncusuydu. Bir çok siyasî gözlemci, dirilen intifadayi baris olasiligina vurulmus
bir darbe olarak gördü. Hatta daha da ileri gidip Filistinlilerin bu süreci adeta
baltaladigi ve onunla da kalmayip çocuklari askerlerin önüne sürüp, ölmelerine
neden olduklari yazildi. Yüzlerce müslümanin katledilmesinin faturasi yine onlara
çikartilmaya çalisildi ve hala da çalisiliyor. Tüm bu isabetsiz gözlemler sorunun
baslangicindan beri Filistin'in sömürgelestirilme tarihinin parçasidir ve bu yüzden de
anlasilir açiklamalardir. Filistin direnisini tam manasiyla anlayabilmek için onun
tarihine bir göz atmak gerekir: 1896'da
siyasi siyonizmin babasi olarak bilinen Theodor Herzl bir Yahudi devletinin gerekliligi
tezini ortaya atti. Ancak o dönem çok fazla taraftar toplayamadi. Bir
yil sonra Isviçre'de toplanan "Birinci Siyonizm Kongresi"nde Yahudi Devleti'ni
kurmak amaçli bir takim kararlar alindi: Filistin
Allah tarafindan Yahudilere verilmis topraklardir. Filistin'e
Yahudi göçünü özendirmek gerekir. Bunu
basarmak için malî destek saglayacak örgütlenme gerçeklestirilmeli ve diger
ülkelerin destegi saglanmalidir. Böylece
bölgede sömürgeci çikarlari olan Ingiltere'nin destegi saglandi. 1904'te
Herzlöldü, ancak onun temelini attigi siyonizmin ana siyasî taktigi hiç degismedi.
"Emperyalist bir merkezin güdümünde ve onun çikarlarinin hizmetinde bir Yahudi
Devleti kurma fikri ve bunun olasi yerel direnisleri kirmanin tek çaresi olarak
görülmesi." Her zamanki gibi sömürgeci iktidar, yaptigi haksizliklari
"ilerleme ve aydinlanma" kilifiyla örtüyor. Yahudilerin
büyük kismi, bu devletlesme hareketinden uzak duruyor ve Filistin'i bir vatan olarak
görmüyor. Siyonist örgütlerin malî destegi ile göç eden 120 bin Yahudi'nin çogu
sonradan geri dönüyor. 1917
Balfour Deklerasyonu ile Israil Devleti'nin kurul masinin
ilk adimi atiliyordu. Filistin Yahudiler için "millî yuva" ilan
ediliyor ve bunun yerli halkin varligim tehdit etmedigi ileri sürülüyor. Hem
göç eden Yahudilere destek olmak, hem de Filistin'de olabildigince çok toprak satin
almak için, özellikle Amerikali Siyonistlerin destegi ile "Millî Yahudi Fonu"
olusturuluyor. Satin alinan topraklar Yahudilerin kollektif mali kabul ediliyor, baska
birisine satilmasi ve kiralanmasinin önüne böylece geçilmis oluyor. 1929'da
Zürih'deki kongrede "millî yuva" Yahudi Devleti olarak aniliyor, Akabinde
Filistin'de gerçeklesen gösteride bir çok Arap ve Yahudi ölüyor. Kisa
bir süre sonra Hitler'in Almanya'da basa geçmesi ile baslayan Yahudi soykirimi
Siyonistlerce kullanilarak, göçün hizi arttirilmaya çalisiliyor, ancak bir hizlanma
görülmüyor. 1936'da
Yahudi göçmenlerinin sayisinin Ingilizlerin koydugu kotayi bile asmasi Filistinlilerin
silahli ayaklanmaya baslamalarina sebep oluyor. Bu kargasada Yahudiler 10.000 kisilik
silahli "Haganah"i kuruyor. 1939'dan
itibaren baris görüsmeleri basladi. Ingiltere ayaklanmanin büyüyüp, sömürgeci
emellerinin sekteye ugramasindan korktugundan, Yahudi yerlesimcilerin azalmasi yönünde
baski yapip, Yahudilerin formal bir ordu kurmalarim da reddetti. Ancak Yahudi
gerillalari Irgun ve Haganah düzenli saldirilara çoktan baslamislardi. 1946'da
Amerika'daki seçimleri Truman kazandi ve Filistin'de iki devletin kurulmasini
destekledigini açikladi. Ingiltere 1947'de konuyu BM'ye havale ederek bölgeden
çekildi. Ayni yil BM tarafindan kabul edilen "Filistin taksim plani" iki
bagimsiz devlet kurulmasini ve Kudüs'ün uluslararasi bir sehir olmasini
öngörüyordu. Ancak bu da sürecin devamindan baska bir sey demek degildi; nitekim: 1)
Nüfusun %31'i Yahudi oldugu halde Filistin'in %56'si Yahudi Devleti'ne birakildi. Bu
bölgede yasayan nüfusun yarisinin da tüm etnik temizlige ve göçe zorlamalara ragmen
Araplar olusturuyordu. 2)
Yahudilere ayrilan topragin %90'i ve narenciye agaçlarinin da %87'si resmen
Filistinliler'indi ki, bu Filistin tarafinin iktisadî gelisimini baltaliyordu. Böylece
Yahudi devletine ve diger ülkelere bagimli bir devlet olmus olacakti. 3) Bu
karar göçe zorlanmis 3.200.000 Filistinli mültecinin ülkelerine dönmesini de
içeriyordu. Ancak Israil tarafindan buna müsaade edilmedi, aksine tüm Filistin'e
yayilan Siyonist terörü 750.000 Filistinlinin daha sürülmesine neden oldu. Köyler
basilip, köylüler yerlerinden edildi, direnenler katledildi, çocuklu kadinli 254
kisinin katledildigi Dir Yasir katliami bu saldirilardan sadece biriydi. Katliami Irgun ve
Israil'in Özgürlügü komandolari gerçeklestirdi. BM
kararindan sadece 6 ay sonra durum suydu: Siyonistler Kudüs'ü ikiye böldüler ve
Ürdün'le paylastilar. Filistin'in %77'sini isgal ettiler. 340 köy, sehir yikilmis,
nüfusun %70'i sürgün edilmisti. Filistin toplumunu mahveden bu yil "nakbah
(felaket)" adiyla anilmaya baslandi. Nakbah'i takip eden 1,5 yil içinde sürgün
edilen Filistinlilerin yerine 648.000 Yahudi yerlestirildi. 19481956 arasinda 5000'e
yakin Filistinli memleketine dönmeye çalisirken can verdi. Israil'in
gözü doymuyor ve Filistinlilere kalan %23'lük dilimde de saldinlara ve iskencelere
devam ediyordu. Han Yunus'ta 275, Refah'ta 3 Filistinli öldürüldü. Ariel Saron'un
basinda oldugu bir gerilla Kibya köyünde 45 evi bombaladi ve onlarca kadinin ve çocugun
ölümüne sebep oldu. Israil tüm bu saldirilari, kendilerim savunduklari kilifiyla
örtmeye çalisiyordu. Ancak bu açiklamalar dünya kamuoyunu tatmin etmiyordu, nitekim
yalan olduklari da ortaya çikiyordu. Israil
uluslararasi arenada sarsilmis pozisyonunu düzeltmek için yeni bir taktikle Misir'a
ajanlar gönderip, Arap karsiti
kamuoyu olusturmak için Kahire ve Iskenderiye'deki Ingiliz ve Amerikan konsolosluklarini,
kültür ateseliklerini, sinema ve kamu binalarini bombalatti. Ancak skandal ortaya
çikinca BM tarafindan kinandi. Tam
bu dönemde Misir'in Israil karsiti fedaileri egitineye baslamasi ve Nasir'in
önderliginde güçlenmesi Misir'in 1956'da
Israil Misir'a girdi. 1967'ya kadar Süveys kanalina kadar Misir topraklari, Suriye'ye ait
Golan tepeleri Misir idaresindeki Gazze seridi, Kudüs, Bati Seria isgal edildi. Bu
yenilgiden sonra 1964'te kurulan FKÖ, ilk zamanlardaki Arap milliyetçisi tutumunu
degistirdi. Arafat liderliginde Fetih ve FKÖ içerisindeki sol siyasetler Filistin'in
bagimsizlik mücadelesinde yeni bir dönem baslatti. Diger Arap ülkelerinden bagimsiz
bir örgütlenmeye gittiler. Filistin'i merkeze almayi hedeflediler. Bu yeni olusumun
ilk talebi Filistin'de Yahudilerin ve Araplarin birlikte ve esit sartlarda
yasayabilecekleri demokratik bir halk cumhuriyeti önerisiydi. Gerilla mücadelesi yaninda
verilen bu "siyasi ve diplomatik mücadele" FKÖ'nün uluslararasi alanda
kendine bir yer bulmasini sagladi. FKÖ'yü Israil ve ABD disindaki tüm ülkeler
Filistin balkinin temsilcisi olarak tanidi. Aslinda Filistin için bu verilebilecek en
büyük tavizdi. Israil
de karsi atagi seçti ve bir yandan Bati Seria'daki kolonizasyon birimlerinin sayisini artirirken, diger yandan da
Gazze seridi ve Bati Seria'da sinirli özerkligi olan bir sivil idare önerdi. Böylece
isgal edilen topraklari yerel çikarlarin muhafazasi için bölüp yönetecekti,
Filistinlilerin topluca organize olmalannin da önüne geçilmis olunacakti, Dünyanin
gözünün Filistin'e çevrilmis olmasi önceki gibi toplu katliamlari mümkün
kilmiyordu. Israil de bu gibi gelistirdigi daha pek çok stratejiyle aslinda pek bir
etkinligi olmayan Filistin yönetimim de kendine baglamisti. Düzen ve idare kanunlarim
tüm Israil topraklarinda uygulayarak ve askerî bir yönetim kurarak tüm hakikî yetki
ve idareyi orduya transfer etti. Böylece egitimden tarima, vergiden güvenlige, su
kullanimindan mülk alim satimina kadar Filistinlilerin tüm toplumsal hayati emir
komuta zincirine baglandi. 1977'de
Nasir'in ölümüyle basa geçen Enver Sedat kaybettigi topraklari düsünerek Israil'le
baris yolunu seçti ve Camp David anlasmalari akabinde topraklarim geri aldi, ancak
Israil'i de tanidigini ilan etti. Böylece Israil Misir'i nötralize etmis oldu. FKÖ
önceleri Ürdün'de aktifti, sonra, güneyinde 300.000 mültecinin yasadigi Lübnan'da
mücadeleye devam etti. Bu bölgede Israil tarafindan Hristiyan Güney Lübnan Ordusu
kuruldu. Bu ordu FKÖ'ye karsi savas veriyordu. Zamanin Likud hükümeti savunma bakani
Ariel Saron siddetli antipropaganda ile FKÖ'nün gözden düsmesini saglamaya
çalisiyordu. Sanki hiçbir sebep yokmus gibi direnisi dis mihrakli FKÖ'ye bagliyordu.
Devlet tarafindan planlanan kolanizasyon politikalari da kendilerine ayrilmis toprak
parçalarina sigmayan Yahudi yerlesimcilerin gayri nizami yerlesme çabasi olarak
gösteriliyordu. Basbakan
Begin ve savunma bakani Ariel Saron Lübnan'i isgal edip FKÖ'yü sürme ve Beyrut'ta
Israil yandasi bir hükümet kurma planlari yapiyorlardi. 1978'de Israil 1000
Filistinli'yi öldürüp, onlarca Lübnanli'yi surup, güney Lübnan'i isgal etti. FKÖ
kamplari bombalandi. 1981'de Amerika'nin oraya gitmesi ile ateskes ilan edildi. Bu
arada Londra'da Israil Büyükelçiligi'ne bir saldiri düzenlendi. Israil'in bekledigi de
buydu ve Saron'a bagli ordu Beyrut'a girdi. Israil'in en kanli operasyonu ile 10.000 kisi
katledildi. Yine Saron'un parmagiyla Sabra ve Satilla'daki kamplara sokulan 150 Falanj
gerillasi gece gündüz çalisarak, kadin ve çocuklardan olusan 3000 Filistinli'yi
öldürdü. Bu Israil kamuoyunda bile tarihin en büyük gösterilerine sebep oldu. Begin
Saron'u savundu, Saron istifa etmedi, sadece baska bir yere atandi. 1987'de
Filistin tarihinde yeni bir sayfa demek olan "intifada" basladi. 1989'da
FKÖ sürgünde Filistin Devleti'ni ilan etti. Israil ve Amerika disindaki ülkeler
tarafindan tanindi. 1991'de
Madrid konferansi ile Filistinliler FKÖ tarafindan temsil edilmeyecekler ve
delegasyonlari Ürdün tarafindan nötralize edilecekti. Bu görüsmeler sirasinda da
Israil stratejisi degismedi. 1992'de
bir yil içinde baris sözü veren Kabin hükümet kurdu. Degisen bir sey yoktu. Halk
Yahudi yerlesimcilerle çevrili kocaman hapishanelerde yasiyordu adeta. Bu sirada Oslo'da
Israil ve FKÖ arasinda gizli görüsmeler basladi. 1958'de son halini alan anlasmada
FKÖ'ne kismî özerklik veriliyordu. Siyasî egemenlik, Kudüs'ün gelecegi gibi
konular söz konusu bile edilmedi. Pek bir degeri olmayan diger kararlar da Israil'in
stratejik muglaklik siyaseti ile istedigi sekilde yorumlanip ihlal ediliyordu. Tüm bu
süreçle FKÖ Israil'in varligim tanimis, karsiliginda ise sadece Arafat'in Filistin
balkinin temsilcisi olma hakkini kazanmisti. Filistin balkinin haklarinin lafi bile
edilemiyordu. Bu anlamda ne ufak bir istek bile görüsmelerin sonlandirilmasiyla tehdit
ediliyordu. FKÖ'nün
artik yapamadigi mücadeleyi Hamas yürütüyordu. Siklasan Yahudi saldirilari Hamas ve
Hizbullah'in iyice güçlenmelerini sagladi. Israil destekli Güney Lübnan orduna karsi
mücadele ettiler. Bu direnis tutucu Yahudilerin tavrinin keskinlesmesine sebep oldu.
1996'daki seçimlerde Likud lideri Netenyahu kazandi. Netenyahu Oslo'nun Filistinliler
açisindan güdük metnini bile bir taviz olarak görüyordu. Dogu Kudüs'te Israil
egemenligini derinlestirme amaçli çevre yerlesim birimlerini artirdi ve Harem eSerifin
altina Yahudilerin kullanmasi için bir tünel kazilmagi projesini baslatti. Kutsal
yerlere yapilan her tecavüz bir karsi direnisle karsilasiyordu. Her seferinde onlarca
kisi ölüyordu. 1999'da
Netenyahu hükümeti devrildi. Yerine "baris insani" kod adli Ehud Barak seçimi
kazandi. Barak, Israil ordusunu isgal altindaki Güney Lübnan'dan anan baski, direnis
ve de askerî basarisizlik nedeniyle çekti. Bu arada Filistin yönetimi
gün geçtikçe yolsuzluk ithamlari altinda sarsilmis, önderi Arafat sosyal destegi
yitirmisti. Artik Israil kisa bir süre önce tanimadigi Arafat'i oldu bittiye getirilmeye
çalisilan "Baris Süreci"nin tek güvencesi olarak görüyordu. Ancak
Filistinliler artik Arafat'in bu temsilciligin; istemiyorlardi. Diger baris
görüsmelerinden pek farki olmayan 2. Camp David basladi. En son Ariel
Saron'un 1000 Israil askerini Barak'in da onayiyla yanma alarak Kudüs'deki Harem
el-Serifi ziyaret etmesi Kudüs Israil'indir mesaji tasiyordu ki, yeni intifadanm
baslamasini tetikledi. Saron bu küstahligini Filistinliler için Kibya'ya Sabra ve
Satilla'ya girmesinin sembolik bir karsiligi oldugunu çok iyi biliyordu. Ertesi gün
baslayan gösterileri bastirmak için Israil askerleri 7 Filistinli'yi öldürdüler.
Yaralanan 200 Filistinlinin çogu da ömür boyu sakat kalacakti. O günden beri yüzlerce
müslüman Filistinli öldürüldü. Buna ragmen Israil benzeri görülmemis bir
kampanyayla masumu zalim gösterme çabasinda. Çocuklarin ölümünden, onlari
askerlerin önüne sürenleri sorumlu tutuyor, isgali normallestirip, o askerlerin
Filistin topraklarinda ne aradiklari, kendilerine tas atan çocuklara niçin mermi
siktiklari; ayni askerlerin, okullari neden bombaladigi ve Filistinli Müslümanlarin
hala nasil direnebildigi sorulari hasir alti edilmeye çalisiliyor.
|
. |