. |
Kemalizm ve Kadin!..
Bilindigi gibi 5 Aralik 1934 tarihi, kadinlara siyasi
haklarin verildigi iddia edilen tarihtir. Ancak kadinlara verildigi iddia edilen bu
haklar, kadinlar tarafindan verilen mücadele ne-ticesinde alinan haklar olmayip, tepeden
inme bir anlayisin neticesinde Mustafa Kemal tarafindan bagislanan haklardi. Dolayisiyla,
Kemalistler tarafindan, Bati'nin bir çok ülkesinden önce verilmekle övünülen bu
haklar, Sirin Tekeli'nin de belirttigi gibi konjonktür geregi verilen ve buna ragmen
kontrollü olarak kadinlara kullandirilan -bazen de kullandirilmayan- türden haklardi.
Çünkü, Kemalizm kurulusundan bu yana, tepeden inmeci, jakoben bir anlayisin tezahürü
olan tek millet, tek sef, tek devlet esasina dayali, oportünist, çikarci, pragmatik
despot bir anlayisi temsil eden bir sistemdi. Ve bu nedenle de muhalefete ve hatta degisik
görüslere bile tahammülü olmayan bir sistem öngörmekteydi. Bu sistem, "tek
kisi"nin hakim oldugu bir sistemdi. Ayrica, bu sistem ayni zamanda, bu ülke
insanlarini bütünüyle sadece "tek kisi"nin belirledigi hedefe yönlendirmeyi
de kendisi için asil amaç edinmisti. Yani, ülkenin bütün insanlari için bir tek
hedef vardi; o da, o "tek kisi"nin belirledigi hedefti. Bu hedefin disina
çikanlar ya da çikmaga yeltenenler, ülkeye ihanet suçu ile suçlanmaktan
kurtulamamislardir. Bugün bile bu "tekçi" anlayis tarafindan belirlenen hedefe
muhalif olan kisi ya da gruplar, ayni anlayisi temsil eden, marjinal kalmis Kemalistler
tarafindan, öyle degerlendirilmiyor mu? Iste "tek kisi" tarafindan belirlenerek
çerçevesi -adeta- duvarlarla örülen bu anlayis, toplumu tepeden tirnaga kadar yeniden
sekillendirmek için ayni tür uygulamalara halen bugün de devam etmektedir. Kisacasi,
Osmanli'nin mirasi üzerine kurulan bu yeni ülkenin, yeni yönetim seklinden,
çikarilacak kanunlara, halkin giyiminden yasanti sekline hatta yeme içme seklinden, dans
etme sekline kadar; bir taraftan toplumsal düsünce, diger taraftan da toplumsal yasanti
sekli, bu tek'çi anlayis tarafindan sekillendirilmistir. Dolayisiyla ülkeye çesitli
desiselerle hakim olan bu anlayista; Cumhuriyetin ilan edilmesine de, kadinlara siyasi
haklarin verilmesine de ve hatta kimlerin hangi bölgelerde milletvekili olacagina da, tek
basina karar veren hep 'o' tek kisi olmustur. Ve o tek kisinin agzindan çikan bir sözle
kimi insanlar ihya olmus, kimi insanlar da daragaçlarinda sallandirilmistir; ve bu tek
kisinin karari ile bir gecede cumhuriyet ilanina karar verilmis, partiler kurulmus ve
partiler kapatilmistir. Hatta, "tek kisi" tarafindan alinan bu gibi siyasi
ka-ralarin yaninda, kisiler arasindaki iliskilere de müdahale edilerek kadinlarin dans
etmeleri bile, onun emri ile olmaktaydi. Nitekim bir defasinda, "... devlet yüksek
yöneticilerinin de çagrili oldugu bir baloda üniformali subaylarin dansetmediklerini
gördü. Gazi, bunun nedenini sordu. Komutanlardan biri, suçun her dansa çagriyi geri
çeviren kadinlarda oldugunu söyleyince Mustafa Kemal, yüksek sesle topluluga söyle
seslendi: 'Arkadaslar, dünyada subay üniformasi giymis bir Türk erkeginin dans
önerisini geri çevirebilecek bir kadinin bulunabilecegini düsünemiyorum. Simdi
emrediyorum! Hemen salona dagilin! Ileri Mars! Dans edin!" emri üzerine, herkesin
dans etmeye kalkismasi da, bu "tek kisi"nin otoritesinin etkisini göstermesi
bakimindan ilginç bir örnektir. Bu tür emirler sadece dans etmeyle de sinirli
kalmiyordu. Nitekim, daha sonra ki dönemlerde ülkenin öncelikli tehdidi olarak ilan
edilen ve "Komünizm her görüldügü yerde basi ezilmelidir" sözü mensuplari
için söylenen TKP'nin (Türkiye Komiünist Partisi) kurulmasi ile ilgili ilk emir de
yine Mustafa Kemal tarafindan verilmisti. Buna gerekçe olarak da, Talat Pasa'ya yazdigi
mektupta da belirtildigi gibi, "gerekirse bolsevizmi de biz kurariz" seklindeki
Mustafa Kemal'in konjonktürel ve pragmatik anlayisi idi!.. Mustafa Kemal bu güçlü
ülkelerden yana görünme anlayisini, ülke içinde gücü/hakimiyeti tek basina ele
geçirinceye ve ülke disinda ise himayesine girdigi ülkenin güçlülügü netlesinceye
kadar devam ettirmistir. H. Edip Adivar'in da belirttigi gibi Mustafa Kemal, gücü ele
geçirdikten sonra, emirlerine itirazsiz uyulmasini ve kendisine karsi hiçbir elestiri
geti-rilmemesini açikça belirtiyordu. Nitekim, H.E. Adivar ile bir konusmasinda,
"Herkes benim verdigim emri yapmalidir... Ben hiçbir elestiri, hiçbir fikir
istemiyorum... Yalniz emirlerimin yerine getirilmesini..." istiyorum seklindeki
sözlerinden de bu durum açikça görülüyordu. Mustafa Kemal, ölünceye kadar da, bu
tavrini devam ettirmis ve iradesine -en yakin arkadaslari dahil- hiç kimseyi ortak olarak
kabul etmemistir. Buna yeltenenlerin ise, maalesef politik hayatlari da, sosyal hayatlari
da hüsranla sona ermistir. Kazim Karabekir, Rauf Orbay ve arkadaslari ile ünlü hatip
onbasi Halide Edip Adivar'in -son dönemde de Ismet Inönü'nün- basina gelenler, Mustafa
Kemal'in bu tavrinin ilginç örneklerinden sadece birkaç tanesidir.
Anlasilan odur ki, Mustafa Kemal, kendi düsüncesinin
disinda hiç kimsenin düsüncesine önem vermezdi. Her konuda -hemen hemen- yalniz basina
karar verir ve uygulamaya koyardi. Zaman zaman, herhangi bir konu ile ilgili olarak
Çankaya Köskü'ndeki "içki sofrasi"na çagirdigi kimselerden ise, konu ile
ilgili görüslerini almaktan ziyade, kendisinin önceden vermis oldugu karari onlara
duyurmaya yönelik olmakta idi. O dö-nemde, Mustafa Kemal'in etrafinda bulunanlar da,
Mustafa Kemal'in bu "tek"ligini, her seyin kendi karari ile yapildigini ya da
yasaklandigini, kendi kararlarinin aksine görüs serdetmenin hayati tehlikeyi
gerektirdigini konusmalarinda, yazilarinda dile getirmekten de bir beis görmemekte
idiler. Nitekim, Kiliç Ali tarafindan bu durum "Aksam" gazetesindeki bir
makalede; "... Milli Kurtulus Savasini halkin degil, sadece Atatürk'ün
yaptigi" ileri sürülüyordu. Bu yaziyi aktaran Zekeriya Sertel "Yaziyi
okumamiz bitince Ahmet Rasim Bey gözlügünün altindan bana söyle bir bakti: -Cevap
verecek misin? dedi. Sanmiyorum, dedim. Sakin ha... Yaziyi kimin yazdigi belli. Mustafa
Kemal'le çatismayi göze almak gerekir. Bu da bugünkü kosullar içinde delilik olur.
Yaziyi hiç okumamis gibi davran." Sertel de "Öyle yaptim" diyor.
Seyh Said kiyami nedeniyle kurulan Istiklal Mahkemeleri de
emirle, hem de tek kisinin emriyle kurulmustu ve çalismalarini da bu "tek
kisi"nin emriyle devam ettiriyordu. Çesitli illerde kurulan bu mahkeme-lerde, yine
emirle sayisiz insan daragaçlarinda sallandirilmisti; herhalde -dili olsaydi- bunun en
canli sahidi de Samanpazari sirtlari idi. Daragaçlarinda sallandirilan bu insanlarin
suçlari ise, -tamaminin da- potansiyel muhalif olarak görülmeleriydi; isin üzücü
tarafi da, bunlarin basinda, Milli Mücadele adi verilen Mücadeleyi baslatanlar,
bulunduklari bölgelerde dis düsmani cani kani pahasina kovanlar gelmekteydi. Bunlarin
arasinda, az da olsa kendilerini tehdit etmek ve göz dagi vermek için, yandasi
gazeteciler de vardi. Bu gazeteciler, Istiklal Mahkemelerinin "tek kisi"nin
emriyle çalistigina güzel bir örnek teskil etmektedir. "Istanbul'un belli basli
gazete bas yazarlari Diyarbakir'daki Istiklal Mahkemesine gönderilmislerdi. Bunlar
arasinda "Tasviri Efkâr" sahip ve basyazari Velid Ebuzziya, "Vatan"
gazetesi sahip ve basyazari Ahmet Emin Yalman, ayni gazetenin yazarlarindan Ahmet Sükrü
Esmer, gene bas yazarlardan Ismail Müstak ve baskalari vardi. Ahmet Emin, daha yoldayken,
Adana'dan, Mustafa Kemal'e telgraf göndererek yalvarmaya baslamisti. Affedilirse, bir
daha gazetecilik yapmayacagina söz veriyordu..." "Tek Kisi" gücünü ve
"Tek"ligini kanitlamiscasina, bu tür yalvarmalardan sonra, gazetecilerin
serbest birakilmasi, yine bu "tek kisi" tarafindan saglanmisti.
ANADOLU
KADINI, MILLI MÜCADELENIN ASLI UNSURLARINDANDI!..
Osmanli Imparatorluguna
ait topraklarin paylasilmasina yönelik olarak, emperyalist ülkelerce Anadolu'nun
çesitli bölgelerinin isgal edilmesine karsi verilen mücadelede, Anadolu Kadinin bu
mücadelede oynadigi rolü göz ardi etmek, bu mücadelenin anlasilmamasi ya da eksik
anlasilmasi anlamina gelir. Bilindigi gibi bu ülke, bu yüz yilin baslarindan itibaren
Ingilizler, Fransizlar, Italyanlar, Yunanlar ve Ermeniler tarafindan isgal edilmisti.
Hilafetin bulundugu merkez Istanbul da isgal altindaydi. Ancak bütün bu olumsuzluklara
ragmen kadiniyla, erkegiyle, genciyle, ihtiyariyla ve hatta çocuguyla organizeli,
birbirinden haberli olmasa da, -Mustafa Kemal henüz Padisah tarafindan
görevlendirilmemisti bile- bu isgali sona erdirmek için, Anadolu bütünüyle adeta
ayaga kalkmisti. Kadinlar yaptiklari mitinglerle -özellikle de Sultanahmet Meydani'nda H.
Edip Adivar'in konustugu miting- bir taraftan kendileri fiilen mücadeleye katiliyorlardi,
bir taraftan da top yekun bütün bir halk, bu mücadelenin saflarina katilmaya davet
ediliyordu. Iste bu amaçla kadinlar mücadelelerini daha organizeli yapmak için,
ülkenin çesitli bölgelerinde çesitli isimler altinda kurduklari cemiyetler halinde
örgütleniyorlardi; bunlarin arasinda yaygin olarak örgütlenen ve birçok ilde
subelerini de açan Anadolu Kadinlari Müdafaa-i Vatan Cemiyeti de vardi. Böylesine
kutsal bir mücadelede Anadolu kadini, sadece ordunun yardimci hizmetlerine katkida
bulunmakla yetinmemis, mücadelenin her safhasinda yer alarak, baska ülke-lerde benzeri
olmayan kahramanliklar sergilemistir.
Anadolu kadini, yerine göre, cephe gerisinde cephaneyi,
yaralanan milisi/askeri, hastalanan hastayi ve ikmal maddelerini sirtinda ya da kagnilarda
tasirken, yerine göre de elinde silahi ile gönüllü olarak cepheden cepheye kosarak
milis kuvvetleri ile birlikte savasa katilmistir. Hilafetin ve ülkenin kurtarilmasi için
bu savaslarda, isimleri bilinenlerin haricinde, çok sayida isimsiz kahraman Anadolu
kadini gençligin baharinda iken sehit olmustur. Çünkü, basta Denizli Müftüsü Ahmet
Hulusi Efendi'nin fetvasi olmak üzere bir çok fetva onlar için vazgeçilemez olan bir
kutsal hedefi gösteriyordu ki o da; ya sehit olmak ya da gazi olmakti. Denizli Müftüsü
fetvasinda söyle diyordu; "...Bizler simdiye kadar esir yasamadik ve yasamayiz.
Silahimiz yoksa sapan tasiyla düsmana karsi çikmak ve onu tepelemek her Türk ve
Müslümana farz-i ayndir. Fetva veriyorum..." Iste bu fetvalar dogrultusunda Anadolu
insani; kadini ile erkegiyle, müstevli devletlere karsi adeta ayaga kalkmisti. Nitekim bu
kadinlardan, "Gördesli Makbule Hanim 1921'de, evlendikten hemen sonra kocasiyla
birlikte bir çete örgütlemisti. Bu çete, birkaç ay boyunca düsmani hayli hirpaladi.
Gördesli Makbule Hanim savas alaninda sehit düstü." Yine, Tayyar Rahmiye Hanim
Güney cephesinde 9. Tümene bagli bir gönüllüler müfrezesine komuta ediyordu. Bu
müfreze, 1 Temmuz 1920'de Osmaniye'deki Fransiz müstahkem mevki karargahina saldirma
buyrugunu aldi. Tayyar Rahmiye Hanim, buranin ele geçirilmesinden az bir süre önce can
verdi." Yine, "Anlatildigina göre, bir Türk kadini sirtinda çocuguyla
cepheye, bir araba dolusu mühimmat ve cephane götürmektedir. Yagmur yagmaya baslayinca,
cephaneler islanmasin diye çocugunu sardigi örtüyü hemen çikarip cephanelerin
üzerine örter. Iki öküzün çektigi arabada, siperlere erzak tasimakla görevli bir
kadinin öyküsü de, sik sik dile getirilir; Öküzlerden biri düsman kursunlariyla agir
yaralanir. Kadin ve yanindaki iki çocugu öküzün yerine kosularak arabayi çekmeye
devam ederler. Sirtlarinda süt bebekleriyle, cepheye yiyecek-içecek tasiyan kadinlarin
öyküleri de anlatilan ilginç olaylardandir. Gene, Sakarya savaslari sirasinda, 23
Agustos 1922'de cepheye cephane tasiyan konvoydaki hamile bir kadin, dogum yapar. Hemen
cephe gerisine göndermek isterler; fakat o reddeder: "Ben bunlari nasil birakirim?
Ordu cephane bekliyor." Iste, Anadolu kadini; gerektigi zaman çocuguna analik,
kocasina eslik, gerektigi zaman da savasta en ön saflarda savasarak sehit düsmenin ne
kadar kutsal oldugunu bilecek kadar inanç sahibi idi. Mustafa Kemal de 21 Mart 1923'te
Konya'da Kizilay'in kadin kollarina hitap ederken, Anadolu kadinini söyle
degerlendirmektedir; "...Çift süren, tarlayi eken, ormandan odun, kereste getiren,
mahsülati (ürünleri) pazara götürerek paraya kalbeden (çeviren), aile ocaklarinin
dumanini tüttüren, bütün bunlarla beraber sirtiyla, kagnisiyla, kucagindaki yavrusu
ile, yagmur demeyip, sicak-soguk demeyip, cephenin mühimmatini (savas gereçlerini)
tasiyan hep onlar, hep o ulvi (yüce), o fedakâr, o ilahi Anadolu kadinlari
olmustur..." Dolayisiyla, Anadolu'nun bu rolünü -kadini ile erkegiyle- göz ardi
ederek Milli Mücadelenin kazanilmasini "tek kisi"nin kahramanligina ya da
dehasina baglayarak anlatanlar, Milli Mücadeleyi kazanan ruhu anlayamayanlardir.
Anadolu insani; kadini ile erkegi ile,
genci ile ihtiyari ile, bütün olumsuzluklara ragmen, "cihad" askiyla; "ya
sehid, ya da gazi" olma suuruyla dis düsmani ülkeden kovmak için can siperane
savasmislardi. Bu bitmez tükenmez savaslar dolayisiyla Anadolu insani, yorgun düsmenin
yaninda gün be gün yoksullasmisti da. Ama onlar için yoksullasmak önemli degildi;
önemli olan ülkenin ve istila edilen Islam topraklarinin "gavur"dan
kurtarilarak, temizlenmesiydi. Nitekim, Izmir'in Yunanlilar tarafindan isgaline mukavemet
edilmemesini isteyen Izmir Valisi Ahmed Izzet Bey'e karsi "Vali bey! Bu, kanimla
kirmiziya boyanabilir. Fakat alnimda Yunan alçagini sükunet ve tevekülle karsilamis
olmanin karasi oldugu halde huzuru ilahiye çikamam" diyen Izmir Müftüsü
Rahmetullah Efendi1 ile "Kalesinde bayragi dalgalanmayan esir bir ülkede Cuma
namazi kilinmaz"2 diyen bir baska Hocaefendi'nin konusmasinda belirttigi sözler, bu
temizlik harekatinda atilan ilk kursunlardi!.. Çünkü, onlar için ilk ve son hedef; 'ya
istiklal, ya ölümdü.' Bu nedenle, Anadolu'nun inançli insani, cani dahil, varini
yogunu düsmani bu ülkeden kovmak için ortaya koydugundan, yiyecegi ekmegi giyecegi
elbisesi bile kalmamisti. Ve, Anadolu Köylüsü fakirlestikçe fakirlesmisti! Bu durumu
Zekeriya Sertel hatiralarini yazdigi kitabinda söyle anlatiyor; "... Önce bir
kitlik basladi. Bu kitlik yildan yila artti. Yillarca çamur gibi kara ekmek baslica
gidamiz oldu. Genis halk yiginlari yiyecek sey bulamiyordu. Çocuklar sütsüz, hastalar
ilaçsiz, insanlar ekmeksiz kaldi..."3 Kitabinin bir baska sahifede ise;
"Ankara'ya gelen köylülerin bir kismi burada açikta yasarlardi, hayvanlari ve
çoluk çocuklariyla beraber. Hayvanlari bir kenara bagli-yor, yere yirtik pirtik bir
seyler açiyor, günü geceyi onlarin üzerinde geçiriyorlardi. Köylülerin arabalari ve
hayvanlariyla sehre girmeleri yasak edilmisti. Üstleri baslari yamadan görünmüyor,
renkleri topraktan ve kilden anlasilmiyordu. Yasayislari fakirce olmaktan da asagiydi.
Hani istatistiklerde asgari yasayis seviyesi diye bir deyim vardir. Bunlar bu yasayis
seviyesinin altindaydilar. Eger buna yasamak demek dogruysa... Arada sirada yanlarina
giderdim. Baska bir dünyadan gelmis bir yaratiklar gibiydiler. Ben sefaletin bu kadar
koyusunu, bu kadar elle tutulanini görmemistim. Oysa, bu büyük kurtulus savasini onlar
yasamislardi. Su yirtik kirli paçavralar içinde vücutlarini örtmeye çalisan kadinlar,
cepheye sirtlarinda mermi tasimislardi. Anadolu'nun kesin gerçegi buydu."4 Iste, yerine
göre cephede en önde savasan ve yerine göre de cephe gerisinde cep-heye cephaneyi
sirtinda tasiyan Anadolu'nun cefakar insaninin durumu böyle içler acisiyken; Istanbul ve
Izmir'de yasayan küçük bir azinligin -ki bunlarin arasinda Mustafa Kemal'in evlendigi
Latife Hanimin ailesi (Usakizade Muammer Beyin ailesi) de vardi- savastan ve savasin
getirdigi yoksulluktan habersiz debdebe içinde yasiyordu. Bu küçük mutlu azinligin
arasinda karaborsacilik, yolsuzluk ve rüsvet almis yürümüstü. Ittihatçilara bagli
olan imtiyazlilar ise, sonsuz servetler yapmislardi. Bunlar, aç kalmis halkin sefaletiyle
alay eder gibi isi safahata vurmuslardi. Apartmanlar kurmuslar, barlarda ve eglence
yerlerinde artistlerin sigaralarini binlik banknotlarla yakip egleniyorlardi. Sarap ve
sampanyadan nehirler akitiyorlardi. Üstelik bütün bu pisliklerini,
vurdumduymazliklarini aç halkin gözü önünde yapiyorlardi.5 Görüldügü gibi, Milli
Mücadele Anadolu insanini yorgun düsürüp fakirlestirirken, büyük kentlerde yasayan
bu, bir avuç mutlu azinligi ise zenginlestirmisti. Bir taraftan, Anadolu'nun inançli
insani 'gavur' olarak bildikleri düsmanlari cani, kani pahasina yurdunda atmaya
çalisirken, diger taraftan da dönemin kimi tüccari, mütegallibesi, bürokrati ve
toprak agasi ise 'paranin milliyeti olmaz' sözünü dogrulatircasina, 'giden agam, gelen
pasam' mantigi ile müstevli güçleri sevinçle karsilamaktaydi. Hatta "esrafin
gözünde, yabanci ordular, anarsiyi sona erdirip sermayeye yeniden güven saglayan
kurtaricilardi. Izmir ve Ege havalisinde terzilere, Yunan bayraklari siparis edilmekte;
bazi bölgelerde karsilama törenleri hazirlanmakta, 'bizi kurtarin' yollu çagrilar
yapilmaktaydi."6 Bunlar, Anadolu insani fakirlesirken zenginlesen insanlardi; savas
zenginleriydi. Ülkenin isgal edilmesi, ülke zenginliklerinin tarumar edilmesi bunlarin
umurunda degildi. Bunlar için önemli olan, baskalarinin egemenliginde bile olsa, kendi
zevk ve sefalarinin devam etmesi idi. Dolaysiyla, ülkenin Ingiliz ya da Amerikan veyahut
Fransiz tarafindan isgal edilmesi bunlari hiç üzmezdi. Zaten, mandaciligi ya da büyük
bir devletin himayesine girerek kurtulmak isteyenler de yine bu küçük mutlu azinlik
idi. Nitekim; "... Ingiliz Ticaret Odasi da, Times gazetesine gönderdigi bir
telgrafta, "Sehrin Yunanlilara verilmesinin felaketlere yol açacagini"
belirttikten sonra, "Hristiyan ahali kadar, Türk halkinca da bir Ingiliz, Amerikan
veya Fransiz himayesinin sevinçle karsilanacagini" ileri sürmektedir. Bu muhalefete
ragmen, Yunan isgali gerçeklesmis ve kompradorlar, nihayet yine de Ingilizlerin
egemenliginde bulunan Yunan yönetimine intibak etmislerdir. Gerçi Yunan isgali kanli ve
yagmaci olmustur... Yunanlilarin kulaklari çekilerek bu hareketler önlenmis ve
kompradorlar faaliyetlerini, Kurtulus Savasi'ndan habersiz sürdürmüslerdir.
Kompradorlarin bir kurtulus savasi verildiginden haberleri, ancak Izmir'de Türk
süvarilerinin nal sesleri isitilince olacaktir. (...) Otel Naim'in taraçasinda ay
isiginda dansli aksam yemekleri veriliyor, Sporting Clup'de bir Italyan grubu Rigoletto ve
Traviata'yi oynuyor, kahvelerde karartma saatine kadar gitarlar çalinip sarkilar
söyleniyor, garsonlar müsterilere serbet, nargilelere küçük kor parçaciklari tasiyip
duruyorlardi." (...)
"Istanbul'da da durum farkli degildi: "Trakya'ya
gitmek üzere Istanbul'a gelen bir milliyetçi jandarma birligi, sokaklardan geçerken
alkislarla karsilandi. Yabancilarla Löventenler gözden uzak duruyor, milliyetçilerin bu
cakasinin bir saman alevi gibi parlayip sönecegini, sonra her seyin yine eskisi gibi
olacagini düsünerek, kendilerini avutuyorlardi."7 Anadolu Köylüsünün aç
olmasi, yoksullasmasi bunlarin umurunda degildi; hatta ülkenin tamaminin 'gavur
çizmeleri' altina girerek istila edilmesi de bunlari fazla ilgilendirmiyordu. Bunlar
için önemli olan yasadiklari o süfli, igrenç ve pespaye hayatin devam etmesiydi. Ne
yazik ki, zaferden (ne kadar zafer denilebilir, o ayri bir tartisma konusudur.) sonra da
ülkenin itibar edilen, önlerinde dügme iliklenerek saygi ile egilinen insanlar da yine
bunlar oldu. Yani Anadolu'nun o inançli, o cefakar insani "gavur"u kendi
ülkesinden bütün sikintilara ragmen kovmustu ama ne yazik ki, kovulan o 'gavurlarin'
yerine, Anadolu insaninin inanci ile, yasantisi ile, Anadolu insanina bakisi ile o
'gavurlari' aratmayacaklar gelmisti. Ancak, bunlarla savasmak, o "gavur"
bildikleri dis düsmanla savasmak kadar kolay olmayacakti. Nitekim olmamisti da!..
Cumhuriyetin Ilani ile Birlikte Anadolu Kadini da
Unutulmustu!..
Osmanli Imparatorlugu'nun geri kalan topraklarinin da
müstevli devletler tarafindan isgal edilmesinden sonra baslatilan Milli Mücadelede
erkeklerin yaninda kadinlar da yogun bir biçimde yer almislardi. Kadinlarin Milli
Mücadeleye katilimi baslangiçta protesto mitingleriyle baslamis, mücadelenin ileri ki
dönemlerde ise cephede ve cephe gerisinde görev almalarla devam etmisti. Kadinlar, bu
tür faaliyetlerin yaninda, ayrica Anadolu'nun çesitli bölgelerinde baslayan
örgütlenme faaliyetlerine de etkin olarak katilmislardir. Nitekim kadinlar tarafindan,
"5 Kasim 1919'da Sivas'ta Anadolu Kadinlari Müdafaa-i Vatan Cemiyeti kurulur.
Cemiyetin 11 maddelik kurulus tüzügü 1. Maddesinde Sivas merkezine bagli yerel ve
bagimsiz subelerin kurulmasini öngörür. 2. Maddede "mütarekenin imza tarihinde
elimizde kalan ve çogunlugunu müslümanlarin teskil ettigi Osmanli topraklarinin bir
bütün oldugu, parçalanamayacagi" ilkesi benimsenmektedir... 4. Madde, dogal ve
faal üyelerin kimler oldugunu saptamaktadir. Buna göre tüm "Islam hanimlari"
dernegin dogal üyesi kabul edilmektedir... Amasya, Kayseri, Nigde, Erzincan, Burdur,
Pinar Hisar, Konya, Denizli, Kastamonu ve Kangal'da subeler kurulur..."8 1919 yilinda
kadinlarin bilfiil üyesi olduklari derneklerin sayisi 19'u bulmustu.9 Milli
Mücadelenin ilk dönemlerinde faaliyet gösteren bu tür kadin derneklerinin amaci
ülkenin düsmandan kurtarilmasi idi. Amaç, bütün dünyaya Halide Edip Adivar'in da
belirttigi gibi "insanlarin kardesligini ve barisini ifade eden Islamiyetin de,
Türkiye, zulme ugramis milletin de ebedi" oldugunu göstermekti.10 Bu nedenle
de, kadinlar kendileri için siyasal hak talebini baslangiçta gündeme getirmemislerdi.
Ancak, Cumhuriyetin ilan edilmesi ile birlikte kadinlarin da
kendilerine siyasal haklarin verilmesi için bir takim çalismalarda bulunduklari
görülmektedir. Kadinlara seçme ve seçilme haklari dahil bir takim siyasal haklarin
verilmesi için faaliyette bulunan örgütlenmelerin basinda ise 1924 yilinda kurulan
Türk Kadinlar Birligi gelmekteydi. Ancak, bu Birlik, bir taraftan siyasi haklari elde
etmek için çaba sarfederken, diger yandan da "zamanin çok özel kosullari
nedeniyle ve kurulusuna karsi çikabilecek engelleri önlemek için, siyasal nitelikli
tüm maddeleri tüzügünden çikarmaya karar vermis"11 olmasi gibi bir çeliski,
ülkenin yönetimini tek basina ele geçiren Mustafa Kemal'in hiçbir muhalefete tahammül
etmemesinden kaynaklanmaktaydi. Zaten yerel yönetimler de, merkezi hükümet de henüz
zamani gelmedigi için kadinlara siyasal haklarin verilmesini reddediyordu. Çünkü,
ülke ve ülke insanlari için neyin uygun oldugu, neyin de uygun olmadigina en iyi karar
veren "tekçi" irade, henüz kadinlara siyasal haklarin verilmesini uygun
bulmuyordu. Ancak buna ragmen, 1927 yilinin Mart ayinda Türk Kadin Birligi'nin
Istanbul'da yaptigi "kongrede oturumlara baskanlik eden Nezihe Muhittin Hanim
çalismalar sirasinda, kadinlar için oy hakki ve onlarin yerel seçimlere katilmalarini
istiyordu. Bunun için yapilmak istenen tüzük degisikligine karsi çikan ve kadinlarin
görevlerinin esas olarak çocuk dogurmak ve yetistirmek oldugunu ileri süren Istanbul
Valisi ise, onlarin ne siyasal haklara sahip olmalarini, ne de kamu görevi yapmalarini
uygun buluyordu...
Ayni yil içinde, yapilmasi beklenen seçimler Kadinlar
Birligi'nin istemlerini yogunlastirmasina neden oldu. Dernegin baskani söyle diyordu:
"Devrimleri doguran, çabalar ve savasimdir. Biz de, seçimden seçime her yurttas
gibi haklarimizi alacagimiz güne degin savasmayi sürdürecegiz. Yasalar, er geç
toplumsal yasamin gereklerine uymak zorundadirlar."12 Kadinlar Birligi
yetkilileri, ülke yönetimini zorla ele geçiren bu "tekçi" iradeye meydan
okurcasina bu tür konusmalara devam ediyordu. Ancak, belirli bir süre sonra bu tür
konusmalar, 'tekçi' iradenin hosuna gitmeyecek ve Kadinlara yönelik bir takim
müeyyidelerin konmasina neden olacakti. Nitekim bu Birlik adina yapilan bir baska
konusmada, "Biz, seçim haklarimizi elde etmeye dayali olan idealimizden vazgeçmis
degiliz. Zira bundan vazgeçersek dernegimizin hiçbir var olus nedeni kalmaz. Davamizin
zaferi için ölünceye kadar çalisacagiz. Bizim yasamimiz buna yetmezse hiç olmazsa
bizden sonra gelenler için ortaligi temizlemis oluruz "deniyordu. Ancak bu konusma
bardagi tasiran son konusma oldu. Çünkü, bu tür konusmalar "tekçi" iradenin
ortak kabul etmez egemenligine saldiri anlami tasiyordu. Iste bu 'tekçi' iradenin buna
tahammül etmesi mümkün degildi. Ve, bu tür konusmalari sona erdirmek için, o
"bildik" senaryolar devreye sokuldu. Nitekim, çesitli ayak oyunlari
neticesinde, "(...) 1927 Eylül'ünde, dernek içinde bir bölünme oldu... Polis
dernek merkezinde arama yapti, "idari usulsüzlük" gerekçesiyle de kayitlarini
mühürledi. Gerçekte, bu önlemlerin gerisindeki gerekçe, dernegin ve dernek
sorumlularinin çok asiri bulunan istekleriydi. Türk Kadinlar Birligi'nin seçimler
sirasindaki istemlerini hiç de olumlu karsilamayan pek çok gazete Birlik yönetim
kurulunun dagitilmasi kararindan çok se-vinç duydular..." 13 Egemen
iradenin kadinlara herhangi bir hak vermeyecegi ta 1924'lü yillardaki uygulamalardan
anlasilmaktaydi. Çünkü, muha-liflerin tamamen ayiklandigi ve üyelerinin tek basina
Mustafa Kemal tarafindan atanan meclis bile kadinlara istenilen haklari vermeyi kabul
etmemisti. "2. Meclisin 2. Yilinda 13. Toplantida 1924 Anayasasi üzerine yapilan
tartismalar sirasinda 10. Madde "her Türk, milletvekili seçimine katilmak hakkina
sahiptir" maddesi tartisilirken söz alan bazi milletvekilleri, "Türk
vatandaslarinin" kadinlari da içerdigini savunmuslar hatta bunu açikça belirtmek
üzere madde degisikligi önermisler fakat bu öneri kabul edilmemis ve tartismalar
sonunda madde, komisyonun önerisinden daha kati bir sekle bürünerek " "Her
Erkek Türk" seklinde degisti-rilmistir" deniyor. Tezer Taskiran'dan aktarildigi
belirtilen dipnotta ise "Bu tartismalarda göze çarpan birkaç ilginç nokta var.
Kadinlarin seçme, seçilme haklarinin en atesli savunucusu görünen Recep (Peker)
Bey'dir. Oysa sonradan milletvekili seçme seçilme yasasini 1934'e kadar geciktirenler
arasinda Recep Beyin de bulundugu anlasiliyor"14 denilmektedir. Bugün
kadinlara siyasal haklarin Mustafa Kemal tarafindan verildigini övünerek anlatan
Kemalistlerin basörtülü Müslümanlara karsi takindiklari tavrin nereden kaynaklandigi
daha iyi anlasilmiyor mu? Bu olaylar, bir taraftan kadin haklari sampiyonlugu yapan,
öbür taraftan da kendileri disindaki kadinlari insan yerine bile koymayan marjinallesmis
(Sirin Tekeli'nin deyimiyle) tören derneklerinin iki yüzlülüklerinin de nereye
dayandigini göstermesi bakimindan ilginç degil mi?s
Dipnotlar:
1-Kadir Misiroglu, Sarikli Mücahidler, Sebil Yay.
Ist. 1976 s.121
2-Cemal
Kutay, Istiklal Savasinin Maneviyat Ordusu, 1. C.Ist. 1977 s.219
3-Z.
Sertel, Hatirladiklarim, Gözlem Yay. Ist. 3. Bsk. Mart 1977 s.67
4-Z.
Sertel, age. s.116
5-Z.
Sertel, age. s.67
6-Ismail
Cem, Türkiye'de geri kalmisligin tarihi, Cem Yay. 4 bsk.1974, Ist.s.285
7-Nakleden
Dogan Avcioglu, Türkiye'nin Düzeni, Birinci Kitap, Tekin Yay. Its.1977, s.284,285,286
8-Sirin
Tekeli Kadinlar ve Siyasal Toplumsal Hayat, Birikim Yay. Ist.1982. s.203
9-Sirin
Tekeli, age. s.199
10-Halide
Edip Adivar, Türkün Atesle Imtihani, Atlas Yay. Ist.1979, s.32
11-Dr.
Bernard Caporal, age.s.690
12-Dr.
Bernard Caporal, age.s.691-2
13-Dr.
Bernard Caporal, age. 693-4
14-Sirin Tekeli, age. s.206
Kaynak: Taha Islam, Yakin Tarih
|
. |