II. Abdülhamîd'in ilk padisahlik
yillarinda, Rus Harbînden üç sene kadar sonra (1296 - 1880) Istanbul'a bir Japon heyeti
gelmisti. Heyet, Japon Imparatorunun akrabasindan (Prens Hebi) nin baskanligi altindaydi.
Asil gayesi Avrupa'yi gezmek,
Japon ilerleyisinin temellerini kuvvetlendirmek olan heyet, Istanbul'a ugramayi,
Türkiye'nin halini de görmeyi ihmâl etmemisti. Resmî bir sifati olmayan heyete,
sarayca alâka gösterilmemesi gayet tabiîyken, Abdülhamîd aksini yapmis, heyeti,
yâverleri ve tercümanlarina karsilatmis, Beyoglu'nun en iyi otelini ikâmetlerine vermis
ve bütün masraflarini üzerine almisti...
Abdülhamid, Dogu
milletlerinden biri olan Japonlarin bas döndürücü terakki hamlelerini büyük bir
merakla tâkip ediyor, vatanina ait yükseltme sirlarindan belki onlarin vaziyetinde kendi
eliyle çözebilecegi bir mânâ ariyordu. Bu bakimdan heyetle alakalanmis, Japonlari
Yildiz'a dâvet ederek kendilerine göz kamastirici bir ziyafet vermis, onlari yakindan
görmek ve tanismak istemisti.
Bu temasm neticesinde heyet,
ertesi günü ziyaret ettigi Sadrâzama iki Dogulu millet arasinda siyasî ticarî
münasebetler kurulmasini teklif etti, teklifleri Rusya'ya karsi biraz ihtiyatli olmak
sartiyle müsai karsilandi. 1881'de Türkiye'nin Moskova sefiriyle oradaki Japon elçisi
arasinda mevzu teskil eden bir anlasma projesi, bir müddet Osmanli Hariciyesini mesgul
ettiyse de, neticede, Rusya kaygisi yüzünden, Japonlari siyasî anlasmaya girilmeksizin
ticarî bir yakinlik ve ruhi dostluk kurulmasi, gerektigi anda da bu dostlugu hemen
ittifaka döndürülebilecek bir mahiyet tasimasi münasip görüldü.
Aradan alti yil geçince,
ikinci bir heyet... Heyet, bu defa maresal rütbeli (Prens Akihito) baskanliginda... Bu
Prens, Günesin Oglu farzedilen Mikado'nun yegeni, dayisinin oglu...
Abdülhamid, Prens'e ve heyete
büyük alâka gösterdi, onlari Dolmabahçe Sarayi'na misafir etti ve Yildiz'a dostça
karsiladi.
Bu defa heyetin vaziyeti
resmiydi. Prens, Abdülhamîd'e Mikado'nun gönderdigi en büyük Japon nisanini takdim
ediyor, Sultan ise o zamana kadar hiç bir ecnebî devletten nisan kabul etmedigi halde,
onu zevkle benimsiyordu.
Prens, Hünkâra, Mikado'nun
hususî bir mektubunu getirmisti. Mektupta hiçbir sir yok, sadece siyasi ve ticarî
sahalarda iki milletin yakinlasmasina ait dilekler var... Fakat üslûbunda öyle bir eda
mevcut ki, Abdülhamid'e Rusya'ya karsi basi sIkilir sIkilmaz hemen Japon destegini
vâdetrnekte...
Abdülhamid bu manâyi, hemen
sezdi, sezdigini de Prens'e göz isaretiyle bildirircesine hissettirdi, ayni mânâya
bagliligini Prens'e hesapsiz ikramlar ve iltifatlar seklinde gösterdi. fakat disariya
hiçbir ipucu vermedi.
Japon Prensi, mes'ut,
memleketine dönerken Payitahtta büyük mesele:
Japon heyetinin
ziyaretine mutlaka mukabele etmek sart... Fakat hangi sehzadeyi ve beraberinde kimleri
göndermeli?.. Böyle bir ziyaret bütün Avrupa'yi, hele Rusya'yi müthis kuskulandirir.
Ne yapmali?..
Vezirler, parmaklarini
sakaklarina dayamis, bunu düsünürken, Abdülhamîd, formüllerin en ince ve sahânesini
buldu. Sadrâzam Kâmil Pasa'yi saraya çagirtti ve emrini verdi:
Japonlarin ziyaretine
karsilik olarak, siyasi mânâ tasiyan blr heyet göndermeyecegiz de, talim ve terbiye vesilesi
altinda bir mektep gemisi gönderecegiz. Bu gemi, bayragimizi, Hindistan ve Çin sularinda
ve müslümanlarin oturdugu adalarda dalgalandiracak...
Japonya'ya karsi resmi
vaziyeti de esasta sIki dostluk nisanesi altinda bir ilmi tetkik seyahati olacak...
Karar
derhal tatbik edildi ve «Ertugrul» isimli gemi, seçkin bir kadroyla Japonya'ya
gönderildi.
Gemiye, Bahriye
Nâziri'nin damadi Miralay (albay) Osman Bey kumandan tâyin edilmis ve bu degerli subayin
vazifesi, hakikatte, Sultan'in mektubunu Mikado'ya vermek, hediyelerini takdim etmek ve
fevkalâde murahhas olmak üzere tâyin edilmisti.
Miralay Osman Bey
olarak yola çikan «Ertugrul'» kumandani, gemi Singapur'a varinca, yolda pasaliga
yükseltildi. Mikado'nun huzuruna pasa olarak çikmaya hazirlandi; ve Istanbul'da
verilmeyip yolda bahsedilen bu rütbe hâdisesi de yine Sultan'in siyasî dehâsindan bir
örnek oldu.
Taktigi, bütün
nazarlarin "Ertugrul" üzerine çevrildlgi bir anda fazla alâyis ve seyahat
üzerinde hususî blr kiymet belirtmemekti.
«Ertugrul»,
(1306 - 1890) yilinin 26 Mayis günü, onbir ay süren bir seyahatten sonra Yokohama
limaninda...
O zamanin
seyrüsefer sartlarina göre, bu seyahat, Türk Bahriyesi adina bir basari... Yol boyunca
ugranilan Islâm ülkelerinde yildizli hilâlin dalgalanisi bakimindan da muazzam ruhî
kiymet...
Karsilikli merasim
toplari atilirken, gemiye gelen Japon Tesrifat Nâziri, Osman Pasa'nin elini hararetle
sIkarken söyle diyordu:
Hos geldiniz
Amiral ! Hasmetlû Mikado Hazretleri adina sizi selâmladigim su dakikada hilâl ve
günesin birlesmis oldugunu görmekle saadet duymaktayim !
«Ertugrul»
gemisinin sembollestirdigi mânâ ve sahislara gösterilen alâka ve sicaklik, Mikado'dan
çöpçüye kadar pek büyük oldu. Arada, bellibasli ve madde madde sinirli bir anlasmaya
varilmaksizin, bir daha gelmeyen bir güne ismarlanmis olarak, ruhi yakinlik ve dostluk
zemini tamamiyle kuruldu. «Ertugrul» her aksam, etrafindaki binlerce Japon kayigina 50
kisilik bandosiyle konserler vererek üç ay kadar Japon sularinda kaldi ve nihayet
döndü.
Dönemedi.
Hareket edecegi gün
Japon Bahriye Nezaretinden barometrelerin birden çok düsmüs oldugu ve Japon Denizi'ne
ait korkunç firtinalardan birinin patlamasina ihtimal bulundugu, bu yüzden hareketini
geciktirmesi gerektigi haberini almasina ragmen denize açildi.
Hareketinin ertesi
aksami, Japon Denizi'nin o müthis tayfununa yakalanis... 44 saat, ha batiyor, ha batti,
su yüzünde bir findik kabugu gibi firtinayla bogusma; ve neticede (Osima) kiyilarindaki
kayaliklar üstünde parçalanmis... Içindekilerin çogu sehit, gerçek sehit... 607
candan, kurtulabilenler 69 kisi... Osman Pasa bogulanlar arasinda...
«Ertugrul»
hakkindaki en güzel sözü bir Japon gazetesi söyledi:
"
Ertugrul vazifesini yapmistir."
Japonya ve
Türkiye'de duyulan aci, her mikyasin üstünde... Mikado, kendi sularindaki felâket
yüzünden dövünür ve elindeki 69 kazazedeye ne yapacagini bilemezken, Abdülhamid,
günlerce ne yedi, ne içti, ne de lâf edebildi.
Türk kazazedelerini Istanbul'a
getiren iki Japon harb gemisine halk ve Abdülhainîd tarafmdan
alâkalarin en coskunu...
Abdülhamîd'in
Japonlar ve Japonya mevzuunda baslicâ emeli, Avrupalîlasirken sahsiyetini elde tutan ve
ondan zirnik feda etmeyen bu milleti, siddetle atildigi yükselme yolunda gerçek dine de
ulastirmakti. Nitekim, Japonya'da «Dinleri înceleme» adinda bir de tesekkül kurulmus
ve kongre tertiplenmisti. O güne kadâr Japonya'da pek fena ve kaba, sekilde yürütülen
Islâm propagandasi, iste bu vesileyle birdenbire Japon halkinin ruhuna yöneltilebilir ve
Dogunun bu muazzam milleti elinde Müslümanlik yepyeni bir hamleye kavusabilirdi.
Abdülhamîd, bu
dâvaya çok ehemmiyet verdi; ve Japonlar tarafindan istenilen din kitaplarini,
kütüphanesinin en nâdide eserleri arasindan seçip gönderdi ve bu kitaplarm arasina
bir de, üzerindeki insan emegi bakimmdan madde ölçüsüyle paha biçilmez bir Kur'ân
ilâve etti. Toplanacak kongre üstünde de en derin sekilde müessir olmayi
düsünürken, misyonerler ve kozmopolitler tarafindan araya bin fesat sokuldu ve basari
yollari kapatildi. Mikado ise, yine ayni fesatlar yüzünden böyle bir kongreye lüzum
görmedigini ve tebaasinin fert fert diledigi dini seçmekte hür oldugunu ilân etti.
1904 Rus - Japon Harbinde koca
Rusya'yi dize getiren Japonlarin ruhundaki ham mistigi anlayan ve onu îslâmiyetle
kemallestirmek isteyen Abdülhamid, böylece, Japonlar nezdinde gizli bir müttefik
muhafaza etmekten baska bir imkân bulunmadigini anladi ve her sahada niüdafaadan ibaret
olan kaderine boyun egdi.