. | KUDÜS KIMLERE AGLIYOR Ahmet Miroglu Ey Muaz, Allah benden
sonra Aristen Firata kadar Sam bölgesini size nasib edecek. Oranin erkekleri,
kadinlari ve dullari kiyamete kadar sinir bekçisidirler (murabit). Herhangi biriniz Sam
sahillerinden birini yahut Beyt-i Makdisi (Kudüs) seçerse kiyamete dek cihad
halindedir. Hicretin 14. yili. Yani
miladî 636. Peygamber Efendimiz s.a.v.in dünyasini degistirmesinin üstünden
koskoca dört yil geçmis. Hz. Ebu Bekir r.a.in vefatindan sonra ise iki yil... Hz.
Ömer r.a. hilafete geleli de henüz iki yil olmus. Islâm ordulari, Suriye, Irak,
Filistin ve Misir cephesinde Hz. Muaviyenin abisi Yezid b. Ebu Süfyan, asere-i
mübessereden Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Allahin kilici Halid b. Velid r.a. komutasinda
zaferden zafere kosuyor. Hilafet merkezi nurlu Medineye neredeyse her gün yeni bir zafer ve
fetih haberi ulasiyor. Fethedilen topraklarda halk Islâm kahramanlarini birer kurtarici
olarak karsiliyor. Çünkü yillardir Bizansli valilerin doymak bilmez istahlarini
doyurmaga çalismaktan bezmis, günden güne artan ve her gün bir yenisi yürürlüge
konan vergilerden yilmis, bin türlü yokluk ve yoksulluk içinde ugradigi haksizliklarin,
zulümlerin sona ermesini beklemektedir. Ve beklenen ilâhi yardim gelmistir. Halk,
isterse gelenlerin dinine giriyor ve derhal onlarla esit haklara sahip oluyor. Isterse
kendi dininde kaliyor. Fatihler, halka insan muamelesi yapiyorlar. Asla zulmetmiyor,
ezmiyor, zerre kadar haksizlik yapmiyorlar. Canlari, mallari, haysiyetleri, seref ve
namuslari güvence altina aliniyor. Her sey kurallara bagli. Hiçbir sey rastgele degil.
Yillar sonra bir hiristiyan rahip-bilim adami bu durumu söyle degerlendirecektir:
Ey kiliçtan daha zalim merhamet!.. Rahip, kendi bakis açisindan haklidir.
Gerçekten müslümanlarin adaleti, sefkat ve merhameti, fethedilen topraklardaki ahalinin
Islâma girmesi gibi bir tabii sonuç vermistir. Rahip, Islâmin merhametine
hayiflanmasin da ne yapsin?! KUDÜS YOLUNDA IKI GARIP
YOLCU Iki yolcu... Sadece bir
binitleri var. Binite sirayla binmek üzere anlasmislar. Bir beriki binecek, bir öteki.
Hayvanin hakkini da unutmamislar. Nöbetlese bindikten sonra hayvani bir binis süresi bos
yürütecekler. Çünkü onun da dinlenmeye hakki var. Allahin selami her birinin
üzerine olsun, Ibrahim, Ismail, Ishak, Yakup ve Yusuf... Davud, Süleyman, Musa, Harun,
Isa ve elbette Muhammed Mustafa... ve kim bilir adini bildigimiz, bilmedigimiz daha nice
peygamberin gelip geçtigi, hatta defnedildigi Filistin topraklarinda Ilyaya, yani
Kudüse dogru ilerliyorlar. Konusmalardan anlasildigi
kadariyla bu iki yolcudan biri efendi, digeri köle... Fakat efendinin efendiligi, ona
kölenin insanligini, hayvanin hakkini unutturmuyor. Nihayet sehre hakim yüksek bir
tepeye ulasiyorlar. Efendi binekte, köle yürüyor. Efendi, nöbet sirasinin bittigini
belirtmek için tekbir getiriyor. Tepe, hemen o gün, orada el-Cebelül-Mükebber
(Tekbir Dagi) adini aliyor ve hâlâ bu adla anilmakta. Binme sirasi kölede... Itiraz
ediyor. Efendim... diyor, ne sen in, ne de ben bineyim. Bir sehre girmek
üzereyiz. Orada besili, egerli atlar, altinla süslenmis arabalar var. Sehre ben binekte,
sense benim bindigim hayvanin yularini tutmus vaziyette girecek olursak bizi alaya alir,
küçümserler. Bu da zaferimize gölge düsürür. Efendi israrli. Ama sira
senin... diyor; sira benim olsaydi inmezdim. Sira seninse senindir. Ben
inmeliyim, sen binmelisin. Köle çaresiz... Hayvana biniyor. Efendisi hayvanin
yularindan tutuyor. Sehre böyle giriyorlar. ZULMÜN HAKIMIYETI BIR ANDIR,
ADALETINKI KIYAMETE KADAR Hiristiyan halk, sehirlerini
teslim almaya gelen devlet baskanini karsilamak üzere Sam Kapisinda toplanmis.
Baslarinda Patrik Sophronius... Halk, köleyi hayvanin üstünde görünce saygilarini
sunmak üzere önünde secdeye kapaniyor. Köle, elindeki asa ile onlara dürtüyor
Yaziklar olsun size... diye haykiriyor, kaldirin basinizi.
Allahtan baskasina secde edilmez. Ve halka haber veriyor ki, kendisi köledir,
devlet baskani yulari tutan kimsedir... Patrik Sophronius bir köseye çekilip aglamaya
basliyor. Misafir devlet baskani üzülüyor. Gönlünü almak, teselli etmek için
patrigin yanina gidiyor. Üzülme. Degmez. Dünya böyledir. Bir güldürür, bir
aglatir. diyor. Sophronius Saltanati kaybettigim için mi agladigimi
zannediyorsun? Tanriya and olsun ki bunun için aglamiyorum. Sirf sizin
hakimiyetinizin sonsuza dek kesintisiz devam edecegini anladigim için agliyorum. Zira
zulmün hakimiyeti bir andir. Adaletin hakimiyeti ise kiyamete kadardir. Ben sizi fethedip
geçen, sonra yillar içinde kaybolup giden bir yönetim zannetmistim. diye cevap
veriyor. Burada kendisinden efendi olarak söz edilen sahis, müminlerin emiri,
müslümanlarin ikinci halifesi Hz. Ömer r.a.dan baskasi degildir. Ebu Ubeyde b. el-Cerrah r.a.
komutasindaki Islâm ordulari Kudüsü kusatmis, sehrin düsecegini anlayan patrik
bir sartla teslim olabileceklerini belirtmisti. Islâm ordularinin daha önce
fethettikleri yerlerdeki halka verdigi eman üzere teslim olacaklardi. Fakat bu islemi
bizzat emirleriyle gerçeklestirmek istiyorlardi. Ebu Ubeyde r.a., Emir benim.
Buyurun sartlari görüselim. demisti. Sophronius Hayir ordu komutanina degil,
sehri bizzat devlet baskaniniza teslim edebilirim. diye israr etmisti. Bunu haber
alan Hz. Ömer r.a., Medinede yerine Hz. Ali r.a.i vekil birakip yola
çikmisti. Iste simdi Kudüsteydi. Hz. Ömer r.a., patrigi
teselli ettikten sonra Ey Ilyalilar, lehimize olan lehinize, aleyhimize olan
aleyhinizedir... diye baslayan bir konusma yapti. Sonra Sophronius, Hz. Ömer
r.a.i Kiyame Kilisesine davet etti. Kiliseyi gezerlerken namaz vakti girdi.
Hz. Ömer r.a., patrige nerede namaz kilayim? diye sordu. Rahip, oldugun
yerde. dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer r.a.: Ömer, Kiyame Kilisesinde
namaz kilmaz. Sonra pesimden gelecek müslümanlar, Ömer namaz kildi diyerek burada
mescit insa ederler. diye karsi çikti. Bir tas atimi uzaklasti ve abasini yere
sererek namaz kildi. Hakikaten daha sonra müslümanlar onun namaz kildigi yere bir mescid
insa ettiler. Bu mescid o günden beri hâlâ ayaktadir ve Mescid-i Ömer adiyla
anilmaktadir. Hz. Ömer r.a. namazini
kildiktan sonra Patrik Sophroniustan kendisine Mescid-i Aksanin yerini
göstermesini istedi. Mescidin çöplük haline getirildigini gören Hz. Ömer r.a.,
abasini yere serip çöpleri doldurmaya ve götürüp uzaklara dökmeye basladi. Bunu
gören müslümanlar da onun gibi yaparak mescidin yerini temizleyip üzerine bir mescit
insa ettiler. Bu olayi tarihçilerimiz
(Taberî, Yakubî, Belazurî, Ibnül-Esir) yaklasik böyle anlatirlar. Ama biz 1948
Arap-Israil Savasi komutanlarindan, Askeri Komiser Abdullah et-Tellin Kudüste
bir Hiristiyan mabedinde buldugu eski ve önemli bir Yunanca tarihi yazmadan aktarmayi
tercih ettik. KIM MEDENI, KIM VAHSI? Iste Kudüs müslümanlar
tarafindan böyle teslim alinmisti. Hz. Ömer r.a. zamaninda henüz konvansiyonel silahlar
kesfedilmemisti, kitalararasi füzeler yoktu. Tanklar, toplar gürlemiyor, büyük
küçük bombalar patlatilamiyordu. Ama müslümanlar isteselerdi manciniklarini kurarak sehri bombardimana tutabilirlerdi.
Arradelerini isletebilirler, kapilari bombalarla degilse bile kebs denilen koç
basliklariyla paramparça edebilirlerdi. Cinayet islemek veya katliam yapmak için 21.
yüzyilin gelismis silahlarina ihtiyaç yoktu. Pekala o günün silahlariyla ve
imkanlariyla da toplu katliamlar, cinayetler islenebilirdi. Nitekim dünyanin baska
yerlerinde isleniyordu. Fakat müslümanlar, bugün evlerimize ve odalarimiza her biri bir
hüzün bombasi gibi düsüveren televizyon görüntülerini yasatmadilar o günün
Kudüslülerine. Çünkü onlar ne haçli sürüsüydüler, ne de yahudi kasaplar... Evet... Yahudilerden önce de
haçlilar gelmislerdi. Papanin tesvikiyle yola çikan 600 bin kisilik ilk haçli ordusu
1099 yilinin Temmuz ayinda Kudüse girdiginde komutanlari Goldfrei de Buillon,
Kiyame Kilisesine gitmek için sehri savunan 70 bin müslümanin cesedini
çigneyerek ve kan deryasina gömülerek geçmek zorundaydi. Ikinci Haçli Seferi, ordunun
Kudüse varamadan Samdan geri dönmesiyle sonuçlandi. Bu arada Suriye ve
Misir topraklarinda meshur Eyyubî Devleti kurulmustu. Devletin azimli sultani Selahaddin
Eyyubînin odasindaki mum geceler boyunca sönmedi, hep yandi durdu. Bir gün veziri
bütün cesaretini toplayarak bunun sebebini sordu. Selahaddin Eyyubî dedi ki Allah
Rasulünün s.a.v. miraca çiktigi, yillarca müslümanlara kiblegâh olmus,
üçüncü harem düsmanin elinde iken bana uyumak yarasir mi hiç? Selahaddin uyumadi. Adim adim
ilerleyerek sonunda Kudüs kapilarina dayandi. Fakat bu mukaddes sehre kan dökerek girmek
istemiyordu. Sehir halkina Sizin gibi ben de kesin olarak inaniyorum ki, Kudüs
Allahin mukaddes beytidir. Bu beytullaha saldirarak hürmetini ihlal etmek
istemiyorum. diye haber saldi. Teslim sartlarini da sunmustu. Fakat sehrin azililari
direnme karari aldilar. Müslümanlar, bir haftalik siki bir kusatmayla sehre girdiler.
Fakat kan deryasinda yüzerek degil... Selahaddin Eyyubî, hiristiyanlara sehri terk
edebilmek için kirk günlük bir süre tanimisti. Tarihle biraz olsun ilgilenen
herkes, dünya tarihinde yahudilere ve hiristiyanlara insan onuruna yakisir biçimde
muamelede bulunanlarin sadece müslümanlar oldugunu bilir. Zaten, Sevgili Peygamberimiz
s.a.v., zimmiye eziyet veren bana eziyet vermistir. buyurarak Islâm tebasina
giren gayri müslime insanca muamele yapilmasini emir buyurmusken, nasil baska türlü
davranilabilirdi ki?.. BITMEYEN SAVAS: HAÇLI
SEFERLERI Bati dünyasi Kudüsün
yeniden müslümanlara yar olmasina çok sinirlenmisti. Hiristiyanlar, Alman Imparatoru I.
Frederick, Fransiz Krali Philiph August ve Ingiltere Krali Richard komutasinda yeni bir
haçli seferi düzenlediler. Bu sefer de basarisiz oldu. Fakat yilmadilar. Dördüncü,
besinci, altinci... derken dokuzuncu haçli seferini düzenlediler. Dokuzuncu Haçli
Seferi, resmi haçli seferlerinin sonuncusu idi güya. Ama herkes biliyor ki, yeni bir
haçli seferi her Batilinin içinde bir ukdedir. Siyasi mahfilleri, spor baris ve
kardesliktir sloganina ragmen spor karsilasmalari dahil, her alanda firsat buldukça
maskeli bir haçli seferini yürütmeye her an hazirdir. Haçli savaslari, sömürge
savaslari, siyonizm, eski sömürgecilik, yeni sömürgecilik, askeri sömürgecilik,
iktisadi ve kültürel sömürgecilik, vs. vs... Hepsi aslinda ayni bütünün
parçalaridir. O bütünün adi ise, küfrün Islâma karsi birlikteligidir. 13. yüzyilin sonunda bu
mukaddes diyar, güçlü bir koruyucuya, yani Osmanliya kavusmustur. 13. yüzyildan
19. yüzyilin ortalarina kadar Kudüs huzur dolu bir hayat yasadi. Çünkü Osmanli,
savasi Kudüs önlerinden Avrupa içlerine tasimisti. Birakin Filistini,
Suriyeyi, Anadoluyu, Trakyayi; hiristiyanlarin Balkanlari bile geçmeye
mecali yoktu artik. Ancak Viyana önlerinde savunma savasi veriyorlardi. KOVULMUS BIR MILLETE AÇILAN
SEFKAT KOLLARI Bu sirada yahudiler
Avrupada yüzyillarca var olma mücadelesi verdiler. 1290da Ingiliz Krali I.
Edward, Ingiliz topraklarindaki yahudilere sürgün cezasi vermisti. 1306da Fransiz
Krali Philip de Bell yahudilere ayni cezayi uygun görmüstü. 1498de XII. Louis,
yahudileri Fransiz topraklarindan sürülmekle Hiristiyanliga girmek arasinda serbest
birakmisti. Almanya, Rusya ve öteki Avrupa ülkelerinde de yahudiler, daima istismar
edilmis, asagilanmis, insanca muameleye hasret bir hayat sürmüslerdi. Yahudiler, siyasi
ve dinî haklarini, olusumuna katkida bulunduklari 1789 Fransiz Ihtilalinden yillar
sonra ancak 1874de elde edebilmislerdi. Bu birkaç örnekten de
rahatça anlasilabilecegi gibi, Orta çagda ve Modern çagda yahudiler Avrupada
ezilirken, Islâm topraklarindan baska siginak bulamamislardi. Yahudileri, Engizisyon
mahkemelerinde cayir cayir yakilmaktan Kemal Reis komutasindaki Osmanli donanmasi
kurtarmis ve dönemin sultani II. Bayezid daha 1493te yahudilere insanca muamele
edilmesini emreden bir ferman yayinlamisti. Bu ferman sayesinde onlar, kisa vadede
ülkenin bütün ticari ve iktisadi hayatina hakim olmuslardi. Sultan Bayezid, yahudilere
su ilâhi emir çerçevesinde Ehl-i Kitap muamelesi yapiyordu: Allah, sizinle din
ugrunda savasmayan ve sizi yurtlarinizdan çikarmayanlara iyilik yapmanizi ve onlara adil
davranmanizi yasaklamaz. (Mümtahine, 8) Fakat daha sonralari Osmanli
yöneticileri, yahudilerin Islâm topraklari üzerinde milli devlet kurmaya tesebbüs
ettiklerini anlayinca tavirlarini degistirmislerdir. Mesela, yahudilerin 1876da
zirai alan olusturma bahanesi altinda Filistinden arazi satin alma girisimi ve
1882de Filistine yapilmasi plânlanan yahudi göçü, Osmanli yönetimi
tarafindan engellenmistir. 1876-1888 yillari arasinda Kudüs mutasarrifligi yapan Rauf
Pasa, Filistin topraklarina gayri kanuni yollardan yerlesen yahudileri tespit edip
attirmistir. Devlet iç ve dis meselelerle bogusurken bile denetimi ihmal etmemistir.
1882de Babiali, Kudüs mutasarrifindan Rus, Romen ve Bulgar pasaportu tasiyan
Yahudilerin sehre girisini engellemesini istiyordu. Hatta 1888de yahudilerin baska
bir ülkenin vatandasiymis gibi bölgeye sizmasini önlemek için Filistini ziyaret
etmek isteyen turistlerin üzerlerinde dini kimliklerini belirten bir sefer izni
bulundurmasini sart kosmustu. Ne zaman ki Osmanli bölgeden çekildi, sömürgeci Ingiliz
ve Fransiz yönetimi bölgeye hakim oldu... Iste Filistin ve Kudüs o gün kaybetti.
Ve o günden beri ariyor Kudüs. Kiliçtan
keskin müslüman merhametini ariyor.. KUDÜS NOTLARI... SULTAN ABDÜLHAMID VE YAHUDI
HERZL Osmanli Devletinin
bütün dis borçlarini kapatmaya karsilik, kendisinden Yahudilere Filistinde azicik
toprak vermesini isteyen Theodor Herzl baskanligindaki heyete, Sultan II.
Abdülhamidin verdigi cevap altin suyu ile yazilip çerçeveletilecek türdendir: Bu konuda sakin bir
adim daha atmayin. Ülkemin bir çakil tasini bile satamam. Çünkü o benim degil,
halkimindir. Bu devlet onu kani pahasina aldi, kani pahasina yasatti. Birilerinin
gasbetmesine izin vermeksizin kanimiz pahasina da koruruz. Iki tabur askerimiz Suriye ve
Filistinde savasti. Askerlerimiz Plevnede bir bir sehit edildi. Çünkü
teslim olmaktansa savas meydaninda ölmeyi tercih ettiler. Osmanli Devleti benim degil,
milletindir. Hiçbir parçasini veremem. Yahudiler milyonlarini saklasinlar. Devlet
parçalanirsa, Filistini karsiliksiz da alabilirler. Su kadar var ki, bu devlet
cesetlerimiz çignenmeden parçalanamaz. Ne için olursa olsun, biz ölmeden kimse bizi
birbirimizden ayiramaz. HZ. ÖMER'IN KUDÜS HAKKINDA VERDIGI EMANNAME Bismillahirrahmanirrahim. Bu,
Allahin kulu, Müminlerin Emiri Ömer b. el-Hattabin Ilya (Kudüs) halkina
verdigi emandir. Bu emani, canlarina, mallarina, kilise ve mabetlerine, hastalarina,
sagliklilarina ve sair halka vermistir. Kiliseleri müslümanlarca kullanilmayacak ve
yikilmayacaktir. Kiliseden ve arsasindan, hiristiyanlarin haçindan ve mallarindan hiçbir
sey eksiltilmeyecektir. Din degistirmeleri için baski yapilmayacak, hiçbiri bu ugurda
zorlanmayacaktir. Ilyada onlarla birlikte hiçbir yahudi oturmayacaktir. Ilya halki
Medain halki gibi cizye verecektir. Buradan ayrilarak Ruma (Bizans) ve Lusuta
(Lusus) gitmekte serbesttirler. Ayrilan kimsenin cani ve mali gidecegi yere varincaya
kadar güvendedir. Sehirde kalanlar da güvendedirler. Ilya halkindan mabetlerini ve
haçlarini birakip mallariyla birlikte Ruma gitmek isteyenlerin canlari, mallari ve
haçlari gidecekleri yere varincaya kadar güvencededir. Falan savastan önce, orada
oturan herhangi bir kimse de, dilerse Ilya halki gibi cizye vermek sartiyla orada
kalabilir, dilerse Ruma da gidebilir. Allahin ahdi ve Rasulünün,
halifelerin ve müminlerin zimmeti, üzerlerine düsen cizyeyi verdikleri sürece burada
yazildigi sekildedir. Halid b. Velid, Amr b. el-As,
Abdurrahman b. Avf ve Muaviye b. Ebû Süfyan buna sahittir. Hicri 15. yilda kaleme
alinmistir. (Taberî, Tarihul-ümem
vel-Mülûk) Kaynak: Semerkand dergisi, 06/2002 |
. |