eXTReMe Tracker
MEVDUDİ
 KUR'AN-I KERİM'E GİRİŞ
 MEVDUDI KIMDIR ?
 ÖNSÖZ
 NÜZUL SEBEPLERİ
 SON SÖZ

 FATİHA SURESİ
 BAKARA SURESİ
 AL-İMRAN SURESİ
 NİSA SURESİ
 MAİDE SURESİ
 EN'AM SURESİ
 A'RAF SURESİ
 ENFAL SURESİ
 TEVBE SURESİ
 YUNUS SURESİ
 HUD SURESİ
 YUSUF SURESİ
 RAD SURESİ
 İBRAHİM SURESİ
 HİCR SURESİ
 NAHL SURESİ
 İSRA SURESİ
 KEHF SURESİ

 MERYEM SURESİ
 TÂ-HÂ SURESİ
 ENBİYA SURESİ
 HACC SURESİ
 MÜ'MİNUN SURESİ
 NUR SURESİ
 FURKAN SURESİ
 ŞUARA SURESİ
 NEML SURESİ
 KASAS SURESİ
 ANKEBUT SURESİ
 RUM SURESİ
 LOKMAN SURESİ
 SECDE SURESİ
 AHZAB SURESİ
 SEBE SURESİ
 35fatir.htm
 YASİN SURESİ
 SAFFAT SURESİ
 SAD SURESİ
 ZÜMER SURESİ
 MÜ'MİN SURESİ
 FUSSİLET SURESİ
 ZUHRUF SURESİ
 DUHÂN SURESİ
 CASİYE SURESİ
 AHKAF SURESİ
 MUHAMMED SURESİ
 FETİH SURESİ
 HUCURAT SURESİ
 KÂF SURESİ
 ZARİYAT SURESİ
 TUR SURESİ
 NECM SURESİ
 KAMER SURESİ
 RAHMAN SURESİ
 VAKIA
 HADİD SURESİ
 MÜCADELE SURESİ
 59hasr.htm
 MÜMTAHİNE SURESİ
 SAF SURESİ
 SURA
 CUMA SURESİ
 MÜNAFİKUN SURESİ
 TEGABUN
 TALAK SURESİ
 TAHRİM SURESİ
 MÜLK SURESİ
 KALEM SURESİ
 HAKKA SURESİ
 MEARİC SURESİ
 NUH SURESİ
 CİN SURESİ
 MÜZZEMMİL SURESİ
 MÜDDESSİR SURESİ
 KIYAMET
 İNSAN SURESİ
 MÜRSELÂT SURESİ
 NEBE' SURESİ
 NAZİAT SURESİ
 ABESE SURESİ
 TEKVİR SURESİ
 İNFİTAR SURESİ
 MUTAFFİFİN SURESİ
 INSIKAK
 BURÛC SURESİ
 TARIK
 A'LA SURESİ
 GASIYE
 FECR SURESİ
 BELED SURESİ
 91sems.htm
 LEYL SURESİ
 DUHA SURESİ
 DUHA SURESİ
 INSIRAH
 TİN SURESİ
 ALAK SURESİ
 KADİR SURESİ
 BEYYİNE SURESİ
 ZİLZAL SURESİ
 ADİYAT SURESİ
 KARİA SURESİ
 TEKASÜR SURESİ
 ASR SURESİ
 HUMEZE SURESİ
 FİL SURESİ
 KUREYS
 MAUN SURESİ
 KEVSER SURESİ
 KAFİRUN SURESİ
 NASR SURESİ
 LEHEB SURESİ
 İHLAS SURESİ
 FELAK_NAS SURELERİ
 

MEVLANA SEYYİD EBU'L - A'LA MEVDUDİ

(Bu yazı Meryem Cemilenin ''who is Mavdoodi''(lahore, 1973) adlı eserinden derlenmiştir)

Daha önceki bütün İslâmî uyanış hareketleri ya çok düzensiz ve başıbozuktular veya günümüzde de olduğu gibi sindirilmiş durumdaydılar; yani kısaca hedeflerine ulaşmada başarılı olamamışlardı. Bugünün dünyasında hâla kuvvetli ve faal olan uluslararası öneme sahip İslami hareketlerden birisi de Pakistan'daki Cemaat-i İslamî hareketidir. Bu hareket, tüm kötü şartlara rağmen varlığı ve muhafazasını Mevlana Seyyid Ebu'l A'la Mevdudi'ye borçludur.

Mevdudi, Hacc Muiniddin Ecmerî yoluyla öğretileri Hint-Pakistan bölgesine ulaşan Çiştî tarikatının kurucusu Hacc Kutbuddin Mevdudi Çişti'nin soyundan gelen bir ailenin oğlu olarak 25 Eylül 1903'de Haydarabad-Deccan'daki Avrangabad'da doğdu. Ailesinin ayrıca, Hindistan'a Muhammed bin Kasım'la birlikte geldiği söylenen hadis ravisi Mevdud'un nesebinden olduğu da söylenir. Doğumundan üç sene kadar önce, bir derviş babasını ziyaret ederek Allah'ın ona kendisini tamamen iman davasına adayacak bir evlat bağışlayacağını söyledi. Mevlana Mevdudi'nin babası bir İngiliz taraftarıydı, ama Sir Seyyid Ahmet Han'la ayn aileden olmasına ve Aligarh'da eğitim görmüş olmasına rağmen, hayatının daha sonraki yıllarında, İngiliz yönetiminin ve destekleyicilerinin büyüsünden giderek kurtuldu. Batı medeniyetinden soğumuş birisi olarak, çocuklarını İngiliz okullarına göndermeğe razı olmadı, onların evde Arapça, Farsça, Urduca ve İngilizce dersleri almalarını sağladı. Mevdudi, henüz onaltı yaşında babasını kaybedince 1920 lerde hayatını gazeteci olarak kazanmaya başlayacaktı.

Kısa bir süre Japalbur'da muhabir, daha sonrada yerel bir gazete olan Taj'da editör olarak çalıştı. Aynı yıl Delhi'ye giderek, Cemiyeti Ulema-i Hindin yayın organı olan el-Camia'da yardımcı editör olarak çalıştı. Hastalandığı 1927 yılına kadar bu görevi sürdürdü. Hastalığı onu Avrangabad'daki evlerine dönmeye mecbur bıraktı, ve bilâhere Haydarabad'a giderek, o günden beri onun adıyla tanınan aylık Tercüman-ul Kur'an'ın yayınına başladı.

Ocak 1938'de, Allame Muhammed İkbal'in daveti üzerine İslam hukukunun diriltilmesi konusunda çalışmak için Pencap'a giderek, bir cami ve birkaç evden oluşan Gurdaspur yöresinde yerleşti. Daha sonra bu binalar Darus-Selam Akademisi oldu. Nisan ayında İkbal vefat etti; Mevlana Mevdudi Aralık'ta Lahor'a giderek İslam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde ücret almadan Dekan olarak çalıştı. Bir sene sonra, yöneticiler para vermekte ısrar ettiler, ama görüşlerini anlatma konusunda hiç bir sınırlamayı kabul etmediğinden bu görevden ayrılarak yazı hayatına ve vaazlarına devam edeceği Dâru's-Selâm Akademisine geri döndü. 1941'de ise Cemaat-i İslami'yi kurdu ve bundan sonra hayatını tamamen hareketinin geleceğine adadı.

Mevlana Mevdudi kendi kendini eğitmiş bir insandır. Onyedi yaşında daha çocuk sayılacak bir yaşta iken bile meselâ Hind kıtasında yaygın olan Hilafet Hareketine eğildiğinde, bu hareketi körü körüne takip etmeyecek eleştirici bir zekaya sahipti.

Mevlana Mevdudi, dikkatleri ilk defa 1926'da, cihadı eski ve modern savaş kavramlarından dikkatlice ayırarak, İslami Cihad kavramıyla modern uluslararası savaş hukukunu karşılaştırdığı "El-Cihad fil İslam" adlı kitabının basımıyla dikkatleri çekti. 1932'de, Mevlana Mevdudi modern eğitim görmüş gençliğin zihinlerine safiyeti bozulmamış bir imanı sokabilmek amacıyla yazdığı en popüler ve en çok bilinen kitabı olan "İslamın Anlaşılmasına Doğru"yu tamamladı. "İslamın Anlaşılmasına Doğru" on'dan fazla dile çevrilerek birçok kereler basıldı. Bu kitap ayrıca bazı Müslüman ülkelerde okullarda temel bir ders kitabı olarak okutulmaya başlandı. Aynı yıl, Mevlana Mevdudi Tercüman-ul Kur'an'ın yayınına başladı.

"1932'de Haydarabad'da Tercüman-ul Kur'an'ı yayınlamaya başladığımda, kafamdaki plan ilk önce müslüman aydınları yakalayan Batı kültürü ve fikriyatının zincirini kırmak ve onlara İslam'ın Batı kültürünün sunacağından çok daha üstün bir medeni hayata, hukuka, kültüre, siyasi ve ekonomik sisteme, felsefeye ve eğitim sistemine sahip olduğu fikrini aşılamaktı. Kültür ve medeniyet konusunda başkalarından ödünç almaları gerektiği nosyonundan kurtulmalarını istiyordum.

İslami sistemin dünyadaki herhangi bir sistemden daha üstün olduğuna onları ikna etmek istedim ve ayrıca onları korkutan Batı sisteminin, zayıflıklarını ve kusurlarını bilmelerini arzuladım."<D>

Bu yıllarda, Muslim League liderliğinde Pakistan hareketi güç kazandığında, Mevlana Mevdudi iki-ulus kavramını ve Müslümanların kendilerine ait ayrı bir ülkede yaşamayı seçmede özgür olmaları gerektiğini kabul etmesine rağmen, aynı zamanda, Hindular ve Müslümanlar arasında nefreti ve dehşeti kışkırtan gurupçuluğa kesin şekilde karşı çıktı. Müslümanlar alâlade bir ulus değil, İslam'ın mesajını tüm dünyaya yaymayı amaçlayan misyona sahip bir ümmetti. Bir müslüman sadece Müslüman bir aile içinde doğmuş olduğundan ve ona bir Müslüman adı verilmiş olduğundan değil, günlük yaşamında gayri müslim komşularına kendisinin Kelime-i Şehadete bağlı olduğunu gösterdiği için Müslümandır. Sadece Müslüman sıfatı taşımak yeterli değildi. Bir Müslüman, bunun değer kazanması için, Kur'an'ın ve Sünnet'in emirlerine göre İslami hayatı bilfiil yaşamaktaydı ve Hindu komşularından saygı görmesi için tebliği ifa etmekteydi.

"Muslim League şüphesiz hızla kuvvet kazanmaktaydı ama ben hissediyorum ki ona katılan bir kısım insanlar milliyetçi bir Müslüman devlet kuracaklardı. Ve aynı şekilde inanıyorum ki onlar hakiki bir İslam devletini kuracak olanlar değillerdir. Liderlikte olanlar ve Müslim League'de toplananlar ve ön safta olanların gerçek bir İslam devleti kurabileceklerine dair bir emare yok. Onlar sadece Müslümanlar için milliyetçi bir devlet kurabilirler ama onu bir İslam devletine dönüştüremezler."<D>

Bunlar, Mevdudi'nin Mevcud Siyasi Keşmekeşde Müslüman başlığı altında 1939-1940 yılları arasında yazdığı makale serilerinin ana konularıydı. O kıtanın taksimi daha yapılmadan önce; eğer Pakistan samimi bir İslam devleti olarak tesis edilemezse ve münafıkça politikalar liderliğinin karakteristliği olmayı sürdürürse, bölgeciliğe dayalı yerel milliyetçiliklerin kendilerini tekrar ortaya çıkaracaklarını ve neticede ülkenin bölünmesinin kaçınılmaz olacağını tahmin etmişti.

"Böylece önümde üç problem vardı; eğer ülke bölünmezse Müslümanları kurtarmak için ne yapmalı? İkinci durumda, yeni Müslüman devleti aslında gayri-İslami bir devlet haline gelmekten korumak ve bunun yerine gerçek bir İslam devleti olma yoluna sokmak için ne yapmalı?

Bu üç problemi ortaya koyduktan sonra, durumla ilgilenmek için Cemaat-i İslami diye bilinen örgütü kurma fikri hasıl oldu. Taraftarı olduğum görüşlerin çoğunluğun hoşuna gitmemesine ve kimilerince suistimal edilmesine rağmen, bana katılan küçük bir grup vardı ve Cemaat-i İslami'nin ortaya çıkması da bu grubun yardımıyla olmuştu. Bu Cemaatın İslam'a sebatla inanan ve diğerlerine güven veren, itimat edilir karaktere sahip böylesi kişilerden oluşması gerektiğini, gerçek kuvvetin sayılarda değil karaktere sahip böylesi kişilerden oluşması gerektiğini, gerçek kuvvetin sayılarda değil karakterde yattığını, ve Cemaatin sayıları ne kadar az olursa olsun kesinlikle itimat edilir bir karaktere sahip, amelleriyle güven telkin eden ve Müslümanların itimat edebilecekleri böylesi insanları bağrına basması gerektiğini düşündüm. Cemaatin çok sıkı bir organisazyona ve sıkı bir disipline sahip olması gerektiği fikrindeydim. Cemaati organize ederken aklıma gelen diğer bir husus da, İslami düzenin tesisinde beraber uyum içinde çalışabilmeleri için Cemaat, hem eski sistem ve hem de yeni sistem altında eğitim görmüş kişilerden oluşmalıydı. Cemaat ayrıca tüm mezheplerden ve düşünce okullarından bütün müslümanların bir araya getirme gayreti içinde olmalıydı. Her ne kadar Şia'dan olan kardeşlerden henüz tam manasıyla ve üst düzeyde bir katılım olmadıysa da, sempatizan büyük bir çoğunluk vardır."<D>

Müslümanlar Hindistan'da hiç kimse Pakistan hareketini Mevlana Mevdudi'den daha şevkle desteklemedi. Bütün yazılarında ve vaazlarında, Hindistan Müslümanlarını farklı bir toplum olduklarına ve eğer Hindu zulmü ve tahakkümü tehdidini defetmek istiyorlarsa kendilerini kendi devletlerinde yönetmeleri gerektiğine inandırdı. Mevlana Muhammed Ali Cevher, Mevlana Şevket Ali ve Kadı Azam gibi samimi özgürlük-savaşçıları bir zamanlar Hindistan Ulusal Kongresi'nin üyeleriyken Mevlana Mevdudi bu kongreye bir gün için bile katılmamıştı.

Kıtanın 14 Ağustos 1947'de taksimi kararından sonra ise, Mevlana Mevdudi artık bütün çabalarını Pakistan'da İslami bir hayat tarzının tesisine adadı. Ocak-Mart 1948'de, radyoda İslam'ın ruhani, ahlaki, sosyal, siyasi ve ekonomik öğretilerinin çok önemli yönlerini açıklayan beş konuşma yaptı. Ona göre İslam bir slogan değildi. Bu yaklaşımıyla O, ülkede, söylediğini her hareketiyle anlatan bir kaç liderden biriydi.

Bitmeyen bir enerjiyle, konuşmalar yaparak ve mükemmel bir İslam devleti için kitleleri hareket geçirerek ülkeyi baştanbaşa dolaştı. Böylesi bir tutarlılık bazı çıkar çevreleri için tahammül edilmez olduğundan, ülke için gerçek İslami Anayasa talep ettiğinde hemen onu devletin düşmanı olmakla suçladılar ve 4 Ekim 1948'den 28 Mayıs 1950'ye kadar hapsettiler. Mamafih, ülke için İslami Anayasa elde etme çabaları 7 Mart 1949'da Ulusal Anayasa Meclisi taleplerini içeren "Kararlar"ı kabul ettiğinde, meyvesini vermiş oldu.

Yüzyıllar boyunca ilk kez, Pakistan'da, Duyubendî, Barelvî, Ehli-hadis ve Şia düşünce ekollerini temsil eden otuzbir ulema, Mevlana Mevdudi'nin ikna etmesiyle, 21-24 Ocak 1951'de Karaçi'de bir konferans düzenledi ve yeni Anayasaya katılmak üzere İslam devleti için elzem olan yirmi iki prensibi mutlak ittifakla kabul ettiler.

1952-53 yılları arasında, Pencap'da halkın çoğunluğunun, Kadiyani mezhebinin anayasada, ayrı bir azınlık grubu olarak belirtilmesini istediklerinde, bu teklifi örtbas etmek için sıkıyönetim ilan edildi. Mevlana Mevdudi daha sonra, Hükümet politikasını kınayarak, halkın bu isteklerini destekleyen Kadıyanî Problemi adlı broşürü yazdı. Sonuçta 28 Mart 1953'te Mevlana Mevdudi tutuklandı ve mahkemeye çıkarılmadan mahkum edildi. Sıkıyönetim mahkemesi onun idamına karar verdiğinde o şunları söyledi: "Eğer Allah (c.c.) böyle istediyse bu akibeti memnunlukla kabul ediyorum, ama eğer O'nun iradesi değilse, ne yaparlarsa yapsınlar bana en küçük bir zarar bile veremezler."

Müslüman dünyasında ona verilen ölüm cezasına karşı tepkiler o kadar büyük oldu ki, yetkililer cezasını 14 yıla indirmek zorunda kaldılar.

Mevlana Mevdudi'nin hapis yılları devam ederken, Baş Yargıç Muhammed Münîr, Yargıç M. R. Kayani'nin yardımıyla, Münir Raporu diye bilinen ünlü raporunu hazırladı. Bu rapor Kadıyanî mezhebine karşı halkın kışkırtılışının nedenlerini, ve özellikle Çadri Zafrullah Han ve diğer yüksek rütbeli Kadıyanîlerin devlet görevinden uzaklaştırılması için halktan gelen baskıların nedenlerini içeren ve neticede bu huzursuzluğun nedenini Müslüman bağnazlığı ve fanatizmine bağlayan soruşturma ve tesbitlerini içeriyordu. Bundan yola çıkarak, eğer Pakistan'ın bir İslamî Devlet olmasına müsaade edilirse, ülkenin tüm gayri-müslimlerin zulüm hedefi haline geleceği, farklı mezheplerin birbirleriyle sürekli çekişeceği, modası geçmiş kanunların "uygar" dünyanın standartlarıyla çatışacağı ve Pakistan'ın uluslararası topluluktan atılacağı sonucuna vardı.

Batılı oryantalistler ve Hristiyan misyonerleri bile İslam'a Münir Raporu'nun yapmış olduğu kadar küstahça saldırmamıştı. Yazarının bir Müslüman olması da, raporun yıkıcı etkilerini daha da arttırıyordu. Bu gerçeklerden tamamıyla bilinçli olarak, Mevlana Mevdudi ve Cemaat-i İslami, Münir Raporunda, hiç bir hakikat payı olmadığını ilân etti.

25 Mayıs 1955'de, Yüksek Mahkemenin yayınladığı bir emirle Mevlana Mevdudi serbest bırakıldı.

Bir yıl sonra, Pakistan İslam Cumhuriyeti'nin ilk anayasası Mart 1956'da resmen ilan edildi. Anayasa Cemaat-i İslami'nin isteklerinin çoğunluğunu içeriyordu. Bu anayasa gerçek bir İslam devletinin teşekkül sürecine katkıda bulunmak için henüz tamamlanmamıştı ki, Başkan İskender Mirza 7 Ekim 1958'de onu fesh eden bir kararı yürürlüğe soktu. 27 Ekim'de Mareşal Muhammed Eyüp Han yönetimi ele geçirerek sıkıyönetim ilân etti ve Cemaat-i İslami de dahil tüm siyasi partileri kapattı.

Mevdudi İslam davasını yürütmek için her zamanki kararlılığıyla ve cesaretle yoluna devam etti. Sıkıyönetime rağmen, İslam hukukunda modern yönetimde gerekliliğini ve uygulanabilirliğini net bir şekilde ve ikna edici bir surette ortaya koydu ve genişletilmiş bir baskısını "İslam Hukuku ve Anayasası" başlığı altında kitap olarak yayınladı. Mevdudî'nin argümanları o kadar ikna ediciydi ki, yüksek statülü Hristiyanlar gibi Pakistan Baş Yargıcı A. R. Cornelius bile İslâm hukukunun ülke için elverişli tek kanuni sistem olarak kabulüne taraftar olmuştu. 17 Şubat 1967'de toplanan Batı Pakistan Yüksek Mahkemesi'nde, tüm yargıçlar İslam hukukunun yürürlükte olması yönündeki görüşlerini beyan ettiler.

5-6 Mayıs 1960'da, Mevlana Mevdudî düşünce ekollerini temsil eden ondokuz ulema ile beraber Lahor'da toplandı ve sonuçta Pakistan'da parlementer sistemin işleyişindeki başarısızlıkların nedenleri hakkında, hükümetin tayin ettiği Anayasa Komisyonu tarafından sorulan soruları cevaplandırarak demokrasi ve insan haklarının tesisi için gerekli olan acil önlemleri sundular.

"Pakistan, Müslümanların gayretleriyle varlığına kavuşmuştur. Dahası, Allah'ın yardımından sonra, ülkenin varlığın ve kuvvetini garanti altına alan Müslümanların kararlılığıdır. Bu ülke, Müslümanların fedakârlığı olmadan varlığına kavuşamazdı. Ve eğer, Allah (c.c.) korusun, müslümanlar ümitlerini kaybederse ve bunun için yaşama ve ölme kararlılığını kaybederse ülke varlığını koruyamayacaktır. Müslümanlar bu ülkeyi, kanunları İslamî olan, kültürü ve medeniyeti İslamî olan bir İslam Devleti olarak teessüs ettirme ve bundan sonra da öyle görmek istemektedirler. Bundan dolayıdır ki, müslümanlar mallarını, canlarını ve izzetlerini Pakistan'ı kurmak için ortaya koydular."<D>

2 Mart 1961'de, Pakistan Kadınlar Birliği kendi hazırladığı ve açıkça İslâma aykırı olan Medeni Kanunu hükümetin yürürlüğe koyması için yaptığı baskıda başarılı olunca, Mevdudi ve ülkenin her tarafından 209 ulema kanunu protesto etki ve geriye alınmasını ya da en azından değiştirilmesini talep etti. Bu yeni aile hukukuna karşı ulemanın bildirisine <D> karşı sert ve baskıcı önlemler geldi. Bildiriyi basanlar ya da dağıtanlar hapse atıldı.

Bu dönemde, Mevlana Mevdudi bütün gayretleriyle yazılarına ve vaazlarına bireysel olarak devam ediyordu. 1959 ve 1962 arasında, altı ciltten meydan gelen Kur'an-ın Urdu dilindeki tercüme ve tefsiri olan Tefhimu'l Kur'an'ı hazırlamak için tüm Batı Asya'yı -Arabistan, Sureyi, Ürdün ve Mısır- dolaştı ve kitaplarda belirtilen kutsal yerleri ziyaret etti. İlk olarak 1943 yılında başlanan Tefhimu'l Kur'an'ın son cildi ise, Haziran 1972'de tamamlandı ve İslam dünyasında büyük ilgiyle karşılandı. Giderek büyüyen talep sonucunda, tefsirin İngilizce, Arapça, Bengalce ve Peştuca <D> tercümeleri hazırlandı. Tefhimu'l Kur'an'da, Mevdudi mutlak gerçeği ve Hristiyanların ve Yahudilerin kitaplarını nasıl tahrif ettiklerini göstererek, İslami hayat tarzının diğerlerine olan üstünlüğünü ortaya koydu. Mevdudi'nin Nur ve Ahzab sureleri tefsiri ayrı olarak basıldı ve bunlar suça karşı İslam'ın getirdiği cezaların herhangi bir laik ceza kanununun getirdiğinden daha insancıl ve daha etkili olduğunu gösteriyordu. Bu tefsir Pakistan Üniversitelerinde hukuk öğrencileri için ders kitabı olarak kabul edildi.

Mevlana Mevdudi Arabistan Kralı İbn Suud'un ricasıyla, Medine'de kurulacak bir İslam Üniversitesi için ayrıntılı bir proje hazırladı. Mevdudi bu Üniversitenin, Kahire'deki el-Ezher Üniversitesi'nin İslamî karakterinin milliyetçilik ve laiklikle bozulmasının meydana getirdiği entellektüel ve akademik boşluğu dolduracağını umuyordu.

1963'de, Mısır ve Suudi Arabistan arasındaki siyasi sürtüşme yüzünden, Kral Mısır'ın hazırladığı Kâbe örtüsünü kabul etmeyince, Mevdudi onun Pakistan'da hazırlanmasını teklif etti.

Kral teklifi kabul etti ve böylece, Mevdudi'nin gözetimi altında, Kisve en kaliteli işçilerce elde dokunarak altınla süslendi. O yılın Mart ayında çalışma bitince, Cemaat-i İslami'nin yönetimindeki iki tren, örtüyü taşıyarak tüm Pakistanı dolaştı. Örtüyü görmek için galeyana gelen halk yol boyunca toplandı ve bu daha sonra büyük bir gösteriye dönüştü.

Mevdudi'nin giderek artan popüleritesi ve etkinliğini çekemeyen düşmanları 25-28 Ekim 1963'de toplanan Cemaat-i İslami'nin yıllık kongresini sabote etmek için her türlü yolu denedi. Seyahat izinlerini kaldırarak ve megafon kullanılmasını yasaklayarak yaptıkları bütün engellemelere rağmen, kongre 10.000'den fazla kişinin katılımıyla başladı. Polisin koruması altındaki sokak serserileri kongre salonunu ateşe vermek ve Mevdudi'yi öldürmek istedilerse de liderin cesareti ve cemaatin serinkanlılığı kongreyi hedefine ulaştırdı.

Tabii cemaatin bu başarılarına müsamaha gösteremeyen muhalifleri, resmi gazetede aleyhinde propagandaya başladılar ve bu 6 Ocak 1964'de etkisini gösterdi. Mevdudi ile beraber Cemaati İslami'nin önde gelen tüm ledirleri tutuklandı ve yargılanmadan hapse atıldı. Cemaati İslami kanunsuz ilan edilerek yasaklandı ve bütün büroları, kütüphaneleri ve toplantı yerleri polis tarafından mühürlendi. Fakat daha sonra, dava dosyası dürüst ve adil bir celse için Pakistan Yüksek Mahkemesi'nin önüne getirilince cemaatin yasaklanması ve liderlerinin hapse atılması cezası derhal kaldırıldı. Hapisten çıktıktan daha onbeş gün sonra 25 Ekim 1964'de, Ulusal Başkanlık seçimleri kampanyası sırasında, Mevlana Mevdudi, Lahor'da büyük bir kalabalık önünde rejimin meşruluğunu tehdit eder mahiyette, mevcut sistemin politikalarını eleştiren iki saatlik bir konuşma yaptı.

Hindistan'ın 6-24 Eylül 1965'de Pakistan'ı sinsice işgal etmesi günlerinde Mevdudi Lahor'da 'Radyo Pakistan'dan topraklarını savunmanın gerçek bir cihad olduğunu ilân eden beş konuşma yaptı. Bu heyecan verici konuşmaların savaştaki etkisi tahmin edilemez güçte oldu.

Mevlana Mevdudi Keşmir'de adaleti sağlamak için de elinden geleni yaptı. Muzafferabad'da Azad-Keşmir Radyosu'ndan yaptığı konuşmada Hindistan'ın Keşmir Müslümanlarına karşı giriştiği kötü muameleleri anlattı. Mevlana Mevdudi 24 Eylül 1965 de yürürlüğe giren B.M. ateşkes emrine ve 10 Ocak 1966 Taşkent Deklerasyonu'na Hindistan için tek yanlı bir diplomatik zaferi temsil ettiği ve Keşmir problemine adil bir çözümü olanaksız kıldığı için karşı çıktı.

İsrail, 5-9 Haziran 1967'de Mısır, Suriye ve Ürdün'e karşı acımasızca saldırıya başladığında, Filistin'in ve özellikle Kudüs'teki kutsal yerlerin Siyonist işgalden kurtulması için Mevdudi tüm gücüyle Arap kardeşlerinin yanında yer aldı.

Mekke'de toplanan Rabıta el-Alem el-İslamiyye'nin Mart 1966'daki oturumunda, Mevlana Mevdudi, Amerika, Rusya ya da herhangi bir yabancı güce bağımlı olmadan her müslüman ülkenin askeri açıdan kendi kendine yeterli hale gelmesinin acil gerekliliğini vurguladı. Daha sonra dünya müslümanlarını, kendilerini ve İslam'ı her yerde savunabilmeleri için tek bir blokta birleşmeye ve ulusalcılığı reddetmeye çağrdı. İslam'ı, bütün ırkları ve ulusları bir Ümmet içinde, bir tek aile halinde birleştirmeye elverişli ve evrensel barışı getirecek ideoloji olarak ilan etti.

Mevlana Mevdudi ve hareketi İslam düşmanı tüm saldırılara karşı büyük bir siper oluşturdu. Allah'ın dinini değiştirip, Batı hukuk sistemlerine uydurmak isteyen modernistlerin çabalarına karşı amansızca direndi.

İslamî doktrinin ruhuna tamamen zıt olan, hap, düşük yapma ve kısırlaştırma yoluyla nüfus artışını kontrol etmek için yapılan herhangi bir ulusal ya da uluslararası politikanın da amansız muhalifiydi. Bireysel, sosyal, ulusal, uluslararası ekonomik ve ahlaki bakış açısından, nüfus indiriminin yapay metodlarını tahrip edici sonuçlarını gösteren "İslam ve Doğum Kontrolü" adlı kitabını 1962'de yayınladı. Yetkililerin bu kitabın "Ulusal Aile Planlaması Programını" sabot edeceğinden korkmalarından dolayı, kitap resmi bir kararla 9 Ağustos 1966'da yasaklandı.

İngiltere ve Almanya'daki Müslüman öğrenci cemaatlerinin kendisini ziyaret ederek konuşma yapması için defalarca kendisini davet etmelerine rağmen, uluslararası öneme sahip olarak giderek artan etkinliğinden korku duyan hükümet, Mevdudi'nin yurt dışına çıkmak için yaptığı bütün başvuruları geri çevirdi. Mamafih, Ağustos 1968'de, mütehassıs doktorlar heyeti, böbreklerinde oluşan taşların Londra'ya ameliyata gitmesi için yeterli bir neden teşkil ettiğini açıkladılar. Geçirdiği iki ameliyat kendisini oldukça zayıf düşürdü.

Müslümanlar ve birçok gayri-müslim kendisini ziyarete geldi. 15 Aralık'ta, Pakistan'a dönmesinden bir kaç gün önce Londra Hilton otelinde onun için verilen özel bir resepsiyona sadece İngilteredeki Pakistanlılar cemaatinin önde gleen temsilcileri değil, aynı zamanda İngilizce ve Urduca yayınlanan dergilerin muhabirleri, bazı İngiliz öğretim üyeleri ve oryantalistler de katıldı.

Burada özellikle İngiltere'ye göç eden Pakistanlılara hitaben bir konuşma yaptı. Dinleyicilerine, eğer İngiltere'de yaşayan Müslümanların hayatlarını İslamî değerlere ve ideallere göre yönlendirirlerse, İslam'ın gelişmesinin ve genişlemesinin Batıda büyük bir hız kazanacağını ifade etti. Ama eğer aşağılık kompleksine kapılırlarsa, Batı geleneklerinin körü körüne kişiliklerinin kaybolmasına ve yabancı bir kültüre karışmalarına neden olacaktı. Pakistan cemaatinin liderlerinin Müslüman çocuklarının evde ve okulda İslamî eğitimden yoksun kaldıkları ve yeni nesilin Müslüman cemaat için kayıp olabileceği konusunda uyardı. İngiltere'nin "bütünleştirme" sloganı altında Müslümanları Batı medeniyeti içine asimilasyon politikasının yanlış olduğunu vurguladı.

Aynı yıl içinde İtalyan ve Alman televizyonlarının kendisiyle yaptığı mülakatlarda, modern insanın en ciddi hatasının fiziksel nesneleri kontrol etme ve tabiatı sömürmek için sömürmede bilimi kötüye kulanmaları ve peygamberlere vahyedilen kutsal kitapların ahlakî ve ruhî kılavuzluğuna ihtiyaç hissetmemeleri olduğunu vurguladı. Sonuç olarak, Batılı hayat barışı tanımaz. Hayat anlamını ve amacını yitirmiştir, aile çökmektedir, suç sınır tanımamaktadır ve şiddet dünyanın geleceğini tehdit etmektedir. İkinci hayatî hata, Batılı insanın dar görüşlülüğüdür. Eğer Batı medeniyeti ırk ayrılığı gibi problemler çözüm bulamıyorsa, insanlar İslam'ın bunları nasıl çözdüğünü ve ırkı ve milliyetçiliği aşan bir kardeşliği nasıl başardığını öğrenmelidir. Batılı insan şimdi, sınırlı dünyasının ötesini görme ve cihadın nasıl savaşın dehşetini ve barbarlığını ortadan kaldırdığını, İslamî öğretilerin uygulanmasının aileyi nasıl kuvvetlendirdiğini, ve zihinsel bozukluklara ve sosyal bölünmeye yol açan kişisel ilişkilerin kesilmesini nasıl önlediğini öğrenmek zorundadır. İslam'ın evrensel mirası sadece müslüman olarak doğanlar için değil tüm insanlık içindir.

Londra'da, 1968 kışında, tedavisi sürerken, Arapça yayın yapan el-Guraba dergisinin editörü Mevdudi ile bir mülakat yaptı ve dünyanın baskı altındaki çeşitli bölgelerinde sürüp giden İslami hareketler için hangi metodları önerebileceğini sordu. Mevlana Mevdudi bu soruyu şöyle cevapladı:

"İnanıyorum ki, altında yaşadıkları despotizmin türünü ve doğasını doğruca ve akıllıca tayin etmek belirli bir ülkedeki İslamî hareketin lider ve kadrolarının sorumluluğudur. Buna karşı mücadelenin yollarını ve araçlarını keşfetme ve İslamî amaca hizmet etmek için yeni fırsatlar aramak yine bunların sorumluluğudur. Farklı Müslüman ülkelerdeki despotizmin doğası ve boyutları birbirinden farklıdır ve herhangi bir standart metodu öne sürmek mümkün değildir.

Ama bütün bu durumlarda gizli yeraltı faaliyetlerinin ve kanlı devrimlerin metodlarına ve tekniklerine duyulan arzuya karşı direnmek gerektiği inancındayım. Büyük risk altına girseler, acı çekseler, hatta bu hapis ve darağacı anlamına gelse bile, Allah (c.c.) yolunda açıkça ve barışçı yollarla çalışmalıdırlar."

Yaşamı boyunca Mevdudi, yönetimde bulunanların kötülüklerini kendi emniyetini hiç dikkate almadan korkusuzca eleştirmiştir. Hayatına defalarca kastedilmesi gerçeğine rağmen, herhangi bir olağanüstü önlem almayı ya da kendisine bir koruma almayı asla gerekli bulmamıştır. 1970 kışındaki ulusal seçim kampanyaları sırasında, kendini düşünen, fırsatçı ve harîs ulema, camilerde Cuma Hutbesi esnasında onu sertçe eleştiren konuşmalar yaptılar ve sadece kendisine değil aynı zamanda ailesine de iftirada bulundular.

Mevdudi'ye 1970 seçim kampanyası sırasında kişisel güvenliğinin tehlike altında olduğu söylendiğinde, sakince şöyle cevap verdi: "Yüce Allah'a güven duyan herhangi bir kişinin, O'nun koruması ve rızası altında olduğuna inanırım."

Mevlana Mevdudi'nin nitelik ve nicelik olarak başarıları İslamî uyanış için yapılan mücadelede kendinden öncekileri aşmıştır. İslamiyet'i tam olarak öğrenmekle kalmamış aynı zamanda modern bilgiler konusunda da derin görüş sahibi olmuştur. Hemen hemen kendi kendini eğitmiş olmasına rağmen, engin bilgisi ansiklopedik düzeydedir. Din ve felsefe, sanat ve bilim ya da siyaset ve ekonomik konusunda ileri sürdükleri her türlü şüpheyi dağıtmak için en etkili bir şekilde kullanmıştır. Yazdığı yüzden fazla kitap ve broşürle, İslam'ın her yönünü en spesifik detayına kadar göstermekle kalmamış, aynı zamanda özel hayatıyla insanlara söylediklerini nasıl uygulamaya koyduğunu göstermiştir. İslamiyet'in geçmişteki ve şimdiki tüm gerçek hizmetçileri, gibi, kendini bu işe adamış, kendini düşünmeyen, korkusuz ve ahlâk timsali bir kişi olarak yaşamıştır. Mevdudi sadece kendini İslam'a vakfetmekle kalmamış, hanımını, altı oğlunu ve üç kızını da aynı yola çekmiştir. Hanımı uzun yıllar Pakistan'da Cemaat-i İslami'nin kadınlar kolu başkanlığını yapmıştır. Muhterem hanımı da sadece iyi bir ev hanımı ve anne değil aynı zamanda boş zamanlarının çoğunu Kur'an ve Hadis çalışmakla geçiren ve evinde toplanan hanımlara dersler veren bir kişiydi. En büyük oğlu Ömer Faruk Tercümanu'l Kur'an'ın basımında ve babasının yaptığı diğer çalışmalarda yardımcı olmuştur. Diğer tüm çocukları ailelerine karşı itaatkar, çalışmalarını destekleyen, iman sahibi, zeki ve hem İslamî, hem de modern konularda öğrenim görmüş kişilerdi.

Her öğleden sonra, Mevdudi İslam hakkında ve İslam'ın ulusal ve uluslararası olaylarla ilgisi konusunda kendisiyle tartışmaya gelen her yaştan insanlarla evinde halka oluştururdu. Mevdudi ayrıca dünyanın her yerindeki Müslümanlardan ve de İslam hakkında daha çok şey öğrenmek isteyen gayrı-Müslimlerden gelen mektuplara cevap yazmak için hayli zamanını da ayırırdı.

Kutlu İslam yolunda çok çetin ve sıkıntılı mücadelelerden sonra bu mübarek insan 22 Eylül 1979 günü, 77 yaşında iken bütün İslâm alemini büyük üzüntüye boğarak bu fani alemden göçtü. Allah (c.c.) ona Rahmet etsin.