Şemseddin KIRIŞ
İmanı Anlamak
İslâm’ı anlayamayanlara ne yazık ki her dönemde rastlıyoruz. Bunların ortak
özellikleri İslâm’ı anlayamamaları ya da başka bir ifadeyle zihinlerindeki
şablonların İslâm’a uymaması. Dün olduğu gibi bugün de bunlar zihinlerindeki şablonları
tartışmayı hiç düşünmediler de bu şablonlara uymayan İslâm’ı hedef seçip,
düşmanlık ettiler. Ebu Cehil’in gözünü kör kulağını sağır eden kabilecilik
gayretiydi. Hz. Peygamber’in getirdiklerinin doğru olduğunu biliyordu, ancak onun
kendi kabilesine rakip olan Hâşimilerden olmasını bir türlü hazmedemiyordu. Tarihçi
İbn İshak’ın kaydettiği bir rivayete göre kendisi gibi Emevî olan ve sonradan
İslâm’la şereflenen Muğire bin Şube’ye şunları söyledi: “Şu Haşimîler var
ya, hicâbe bizde olacak dediler kabul ettik. Sikaye bizde olacak dediler, kabul ettik.
Şimdi de nübüvvet bizde diyorlar. Olmaz ki canım.” dedi. Gözünü kör eden kabile
taassubu onun peygambere en büyük düşmanlığı yapanlardan olmasına sebep oldu.
Bazı inkârcılar da, İslâm öncesi kurulu düzenin kendilerine sunduğu
ayrıcalıkların ellerinden çıkmasından korktular. El üstünde tutulan bir
asilzadelikten, sıradan insanlarla ve kölelerle birlikte Allah’ın kullarından bir
kul olmaya geçiş onlara zor geldi. Toplumdaki ayrıcalıklarının ellerinden gideceği
endişesi onları İslâm düşmanlarının safına katmaya yetti.
İslâm’ı
anlayamayan bu zavallılar herşeyden önce imanı anlamalıdırlar. İmanı anlamadan
İslâm’ı anlamak mümkün değildir. Öncelikle imanın nasıl bir şey olduğunu
kavramaları gerekir. İman bir müslümanın hayatını anlamlı kılan en önemli
vâkıâdır. Sıradan bir kabulleniş değildir. Nâmütenâhî sırlarla doludur.
Hayatı baştan başa değiştirmektir iman. İnanan insan belirli bir tarafta, Allah
ve Rasûlünü sevenlerin tarafında yer almaktadır. İman, safları ayırmaktadır.
Doğrular ve yanlışlar mü’minin dünyasında özel bir anlam kazanır. Allah’ın ve
Rasûlünün yoluna uymayan bütün yollar reddedilir. İman hem kabullenme hem de
reddetmedir. Bu iki şey öylesine içiçedir ki biri olmadan öteki olmaz. Bir mümin
için hayatı anlamlı kılan şeyler bu kabul ediş ve reddedişlerde saklıdır.
İman çok esrarlı bir vâkıadır. Kaderle
çok yakından alakası vardır. Çünkü kendisi de bir kaderdir. Bir nasip meselesidir.
Nasip olmayınca gözler kör olur, kulaklar sağır olur. İmanın altı şartının
tamamı önemlidir ama kadere imanın ayrı bir yeri vardır. Cenab-ı Peygamber kadere
iman etmedikçe imanın gerçekleşmeyeceğini özellikle belirtmiştir.1
İslâm’ı çağdışı olarak gören zavallılar öncelikle imanı anlamaya
çalışmalıdırlar. Tarih boyunca hep böyle olduğu gibi bugün de imanı uğrunda
binlerce insan öldürülüyor, işkence görüyor, yurtlarından ediliyor. Bu durum
onları imanlarından döndürmüyor. Bugün bütün aleyhte propagandalara rağmen
insanlar dîne yöneliyor, huzuru ve mutluluğu dinî bir hayatta arıyor. Din, özellikle
İslâm, hiçbir zaman gündemden düşmüyor. İman insanlara müthiş bir hayatıyet ve
enerji kazandırıyor. Kur’an-ı Kerim’de “Kim îmanı inkâr ederse ameli boşa
gider.”2 buyuruluyor. Demek ki îmana da inanmak lâzım. İmanı anlamak lâzım.
Gönüllerin Allah’ın tasarrufunda olduğunu ve O’nun dilemesi durumunda
yeryüzündeki bütün kafirlerin iman edebileceğine inanmak lazım. Allah Teâlanın
iman yönündeki dilemesine layık olmak lazım. Cenab-ı Rabbü’l-Âlemin’den köklü
iman ve son nefeste iman istemek ve bunun için yalvarmak lazım. Allah cümlemize köklü
iman nasip etsin. Amin.
Dipnotlar: 1- Tirmizi, Kader, 10 2- el-Mâide (5), 5
Kaynak: ALTINOLUK DERGISI