eXTReMe Tracker
Hasan en-Nedvi

calig26.gif (24808 Byte)

AHMET HAMDI YILDIRIM

 

Bir Günes Batti

Dünyamizi aydinlatan günes bir gün battiginda insanlik nasil hayretler içinde kalacak, büyük bir üzüntü duyacaksa bu gün de Islam dünyasi büyük bir fikir ve aksiyon insanini, Ebu’l-Hasen en-Nedvi’yi kaybetmenin üzüntüsünü yasamaktadir. O, sadece Islam dünyasinin degil, bütün insanlik dünyasinin semasini ziyalandiran bir günesti. Günes insanlarin maddi dünyalarini aydinlatiyorsa O, insani insan yapan manevi dünyayi aydinlatmakta idi. 1999 senesinin son günü, muhtemelen cumanin mübarek saatinde bu fani alemden göçtü. Artik O, yüzlerce eseri, binlerce yazisi, radyo ve televizyon konusmalari, sundugu tebliglerle düsünce dünyamizi aydinlatacaktir. Amel defteri yaptigi bu büyük hizmetlerle dünya durdukça sevap kaydetmeye devam edecektir. Bu ulu insani bir nebze olsun vefati münasebeti ile tekrar taniyalim.

Ebu’l-Hasen en-Nedvi denildiginde Hindistan, Hindistan denildiginde de Ebu’l-Hasen en-Nedvi akla gelir. Soyu Resülullah (sav)’in torunu Hasan (r.a.)’a dayanan ailesinin, Hindistan’a ilk gelen ferdi Kutbuddin Muhammed el-Medeni’dir(h. 581-677). Hicri yedinci asirda Tatar istilasindan kaçarak büyük bir kafile ile Bagdat’tan Hindistan’a hicret etmistir. O gün bu gün bu aile Hindistan’da bir çok ilmi ve idari hizmetler ifa etmis, alim ve mücahitler yetistirmistir. Bu gün hala bu mübarek aile Hindistan’da büyük hizmetler görmektedir.

Böyle mübarek bir sülaleden gelen Ebu’l-Hasen en-Nedvi, Abdulhay el-Haseni Hocaefendi ile Hayrunnisa hanimefendinin üçüncü çocuklaridir. Hicri 6 Muharrem 1333 (m.1914) yilinda, Hindistanin Uttar Pradesh eyaletinin baskenti Lucknow’a 80 kilometre uzaklikta Rayberili kasabasinin takriben 2 km. kuzeydogusunda Seiy Nehri kenarinda ayni sülâleye ait bes on evden olusan bir yerlesim biriminde dünyaya tesrif etmistir.

Ilim ve fazilet ehli bir aileden gelen Nedvi, çok küçük yaslarda kitaplarla tanismis, kitap sevgisi ve ilim aski kalbine yerlesmistir. Henüz bes alti yaslarinda iken taninmis bir alim olan babasini taklit etmeye baslar, onun gibi vaaz eder, irsatta bulunur. Çocukça bir merakla babasinda gördügü örnek yasantiyi uygulamaya çalisir. Dokuz yaslarinda babasini kaybeder, o güne kadar hep dersleri ile mesgul olarak gördügü abisinin yakin ilgisi ile ilk defa bu olayla tanisir. Abisinin terbiyesinde yetisir.

Babasinin vefatindan sonra ailesinin gelirleri azalir ve bir müddet sikinti çekerler. Bu dönemde, fakirlik sebebi ile artik okuyamayacagini düsünür. Ama annesinin dualari kabul olacak ve ümmete isik tutan bir günes olacaktir. Allah Teâla bu ise, Prens Nur Hasan’i sebep kilar ve üstada “Baban öldü, diye üzülüp, artik okuyamayacagim diye tasalanma, ben senin egitim masraflarini tekeffül ediyorum” der. Bu çagda Prens Nur Hasan’in görkemli ve ihtisamli sarayinda misafir olarak kalir. Tahsiline devam eder. On iki on üç yaslarinda büyük alimlerin meclislerinde, onlarla Arapça konusabilecek kadar ileri düzeyde Arapça’yi ögrenmistir. Bunun yani sira Urduca ve Farsça’yi da ilerletmistir. Okuyup yazacak kadar da Ingilizce ögrenmistir. Yirmi yasina geldiginde devrinin medreselerde okutulan ilimleri tahsil etmis bulunmaktaydi.

Yirmi yasinda Hindistan’da iddiali bir egitim müessesi olan Nedvetü’l-Ulema’ya hoca olarak tayin edilir. Kendi yasitlarina ve hatta büyüklerine tefsir dersleri verir. Arapça ögretiminde farkli bir metot dener. Arapça’yi Arapça’dan ögretimde basarili olur ve kisa zamanda talebelerini Arapça’yi konusur ve anlar seviyeye getirir. Elde mevcut egitim kitaplarinin yetersiz oldugunu düsünür ve kendisi gerekli olan kitaplari müfredata göre kaleme alir. Ona göre her ülke, kendi egitim kitaplarini kendi üretmelidir. Egitimde tercüme ile basari elde etmek mümkün degildir. Bunun için Arapça okuma parçalarini ihtiva eden kitaplar yazar, Arap edebiyati ile ilgili eserler verir. Sonraki yillarda da medreselerde ders kitabi olacak mahiyette onlarca kitap yazar.

Bir çok sehri gezer, ilmî ve kültürel faaliyetlerde bulunur. Meshur Islâm Sairi 45.jpg (25661 bytes)Muhammed Ikbal ile tanisir, siirlerine vurulur. Düsünce ufkunda kendi deyimi ile simsekler çakar. Ikbal’i taniyana kadar, siir melekesinin kültürle ve okumakla ilgili oldugunu sanir. Ikbal için ise, onun siir diline aktardigi manalar, düsünmekle veya okumakla, kültürle elde edilebilecek seyler degildir, der.

Tek basina ilmi faaliyetlerin yeterli olmayacagi kanaatindedir. Bu amaçla bir arayis içine girer. Civar illeri gezer, döneminin ileri gelen sahsiyetleri ile tanisir, düsüncelerini açar. Amaci farkli tecrübelerden istifade etmek ve öncekilerin hatalarini tekrar etmeksizin, kisa zamanda uzun mesafeler kat etmektir. Bu amaçla Teblig cemaatinin lideri Muhammed Ilyas Kandehlevi ile tanisir. Çok etkilenir, ayni hareketi kendi dünyasinda tatbik etmek ister.

Ufku genislemis ve Hindistan disindaki müslüman dünya ile de ilgilenmeye baslamistir. Bu dönemde ilim ve fikir dünyasinda firtinalar koparan, büyük bir ilgi ve begeni toplayan “Müslümanlarin gerilemesi ile dünya neler kaybetti” adli eserini kaleme alir. Henüz Arap dünyasi ile bir tanismisligi olmadigindan, eseri Urduca’ya çevirir ve ilk baskisini Hindistan’da yapar. 1947 yilinda ilk haccini yapar. Burada Hicazin ileri gelen alimleri ile tanisir. Ama asil 1950 yilinda yaptigi ikinci haccinda etraflica Hicaz alimleri ile görüsür, konferanslar verir, radyoda konusmalar yapar. Bu arada eserini Arapça bastirma imkanini elde eder. Eseri Misir’in saygin yayinevlerinden birinde basilir ve kisa bir zamanda el kitabi haline gelir. Artik müellif bu eseri ile taninacaktir. Onu tanitanlar su eserin sahibi filan zat diye takdim ederler. Eser ingilizlerin alçakça ve sinsice oyunlarini gözler önüne serer, müslümanlarin uyanmasina bir vesile olur. Bu nedenle dönemin Ingiliz hükümeti uzun bir müddet bu kitabin Ingiltere’ye girisine yasak koyar.

1951 yilinda Misir’i ziyaret ettiginde Misir’da taninan bir kisidir. Seyyid Kutup, Muhammed Gazali ve Haseneyn Mahluf gibi devrin ileri gelen fikir ve ilim adamlari ile fikir teatisinde bulunur. Dünyanin muhtelif yerlerinden gelen müslüman talebelerle tanisir, düsüncelerini onlara açar. Bu arada Türkiye’den gitmis olan talebelere de sohbetler eder. Onlarla çabucak bir ünsiyet kurdugunu, kanlarinin kaynastigini söyler. Bu talebeler arasinda halen Fatih Camiimizde kadim usul üzere tedrise devam eden muhterem hocamiz Muhammed Emin Saraç ta bulunmaktadir. Daha sonra Türkiye’ye her geldiginde hocaefendiyi arayacak ve soracak, o günlerde atilan bu tohum her ne zaman Türkiye anilsa Üstadin aklina hoca efendiyi getirecektir. Bu dostlugun bir semeresi olarak her münasebetle Hindistan’a davet edilen hoca efendi ilk kez 1997 yilinin sonlarinda Hindistan’da akdedilen uluslararasi bir toplantiya gitme firsati bulur ve aralarinda bu satirlarin yazarinin da bulundugu bir gurupla Hindistan’in Lucknow kentine, Nedvetü’l-Ulema’nin bulundugu merkeze takriben bir haftalik bir ziyaret nasip olur. Orada Üstadi yakindan görme ve tanima imkani dogar. Her yönü ile dört dörtlük bir alim, bir fikir adami, bildigini yasayan, yasadigini söyleyen bir ulu insan taninir. Zühdü ve tevazusu ile günes gibi yanina yaklasanlari eriten, bilgisi ve hikmeti ile yildiz gibi her yöne rehber olan bu asirda esi benzeri zor bulunur bir zat görülür. O her hali ile bu asra ait olmadigini gösteriyordu. Ceddi Hasan (r.a.)’in asrina aitti ve bu dünyada bu haliyle hep garipti.

Bu yolculugumuzda Hindistan’da Hilafet merkezinin çocuklari olarak karsilanmis, gördügümüz ilgi karsisinda sasa kalmistik. Anladik ki, Üstadin Osmanliya olan hayranligi, her Hint müslümani kardesimizin kalbinde ayni sicaklikta hissedilmekteymis. Bu gözler ve ziyarete katilan diger gözler, gördükleri harikulade manzara karsisinda büyülenmislerdi. Ne yazik ki, hep Osmanli ile yatip kalkan Hint müslümanlarini, Osmanli evlatlari belki de hiç anmamaktadirlar. Orada her milletten müslümanlar eserler birakmakta idiler, ama onlar Osmanli mimarisi örnegi bir cami görmek istiyorlardi. Çünkü onlar yüzlerce yil orada hükümranlik sürmüs Türklerin eserlerini görmeye alismislardi.

Tekrar Üstadin hayat yolculuguna dönecek olursak, Misir ziyareti ile artik uluslararasi bir kimlik kazanmis oldu. Bundan sonra bir çok Islam ülkesini gezdi. Islam dünyasinin dogusu ile batisi arasinda hemen hemen gezmedigi görmedigi yer kalmadi. Batiyi ve Amerikayi gezdi buralarda konferanslar verdi. Islam gençligini uyandirmanin gayreti içinde oldu. O bir egitimci idi. Tek düsüncesi Islam gençligini batinin maddeci ve ahlaksiz dünyasindan kurtarmakti. Bunun için her gittigi yerde, idarecilerle görüsüyor, ilim ve fikir adamlari ile fikir teatisinde bulunuyordu. Üstad için söylenecek çok sey var, ama fazilet sahiplerini ancak faziletli insanlar tanir ve bilir. Ali Tantavi’nin Ustad için kullandigi su ifadeler ne kadar dogru ve yerindedir: “Ebu’l-Hasen’i Mekke’de, Medine’de ve Sam’da yakinen tanidim, daha önce de Hindistan’dan biliyordum. Her halükarda onu hak yolunda istikamet üzere duran, Allah için çalisan, gerçek züht sahibi bir zahit ve tevazu eri olarak gördüm. O öyle hayat perdesinin ardinda yasayan gafillerin, dünya nedir bilmeyen, dünyanin içindekilerden habersiz kisilerin zahitligini degil, dünyayi ve dünya ehlini taniyan bir alimin zühdünü yasiyordu. Doguyu ve batiyi görmüs, dünya baskentlerinde ve sehirlerinde dolasmis, ulularla ve küçüklerle oturup kalkmis, gençliginin ilk çaglarini Prens Nur Hasan’in sarayinda geçirmis, lüksün ve konforun en alasini yasamis biri iken, bütün bunlardan el etek çekmis gerçek zahit biri idi. Onun zahitligi mahrumiyetin dogurdugu bir zahitlik degildi. O, yiyecek lokmasi olmayip ta kendini zahit gösteren aç birinin zühdünü yasamiyordu. Aksine önünde envai türlü yemekler dururken onlara karsi istahsiz kalarak bir zahitlik yasiyordu. Uluslararasi konferanslara katildiginda, misafirlerin konakladigi büyük otellerde konaklamaktan kaçinir, ögrencilerinin evine misafir olmayi tercih ederdi. Ne kadar da çok talebesi vardi.

Bir kale insa eden, bir orduya komuta eden ululardan sayiliyorsa, bilinmelidir ki, 44.jpg (18533 bytes)Ebu’l-Hasen, talebelerinin kalplerinde taslardan insa edilen kalelerden daha muhkem daha güçlü kaleler insa etmistir, salih alimlerden, ihlas sahibi davetçilerden küçük bir ümmet olusturmustur”1.

Ebu’l-Hasen en-Nedvi bütün hayatini egitim ve ögretim için harcadi. Onun felsefesinde her on yilda bir nesil egitilebilir ve yetistirilebilirdi. Ve en kalici hizmet de süphesiz buydu. On bes yaslarinda basladigi egitim ve ögretim hayatini seksen bes yasinda noktaladiginda tam yedi nesil onun terbiyesinden geçmis oldu. Binlerce talebe bilfiil ondan feyiz aldi. Islam ümmetinin milyonlarca ferdi onun kitaplarindan okudu, istifade etti. Fikirleri dünyanin her bir yanina yayildi. Müslümanlar için Hindistan artik O’nun adi ile anilir oldu. Süphesiz O, Rabbine yürüdü, aglanilacak bir hali yok, degil sakalina saçina ak düsmesi, saçi ile sakali ile ak ve pak bir müslüman olarak arzusuna kavustu. Her teli Islam için agarmis olan sakallari ve saçlarinin sayisinca derece cennette onu bekliyor insallah. Aglanacaksa genelde bütün Islam alemine, özelde de Hindistan’a aglanmali. Hikmeti, ilmi ve gerçek siyaseti arayanlar aglasinlar, bu kavramlarin gerçek anlamda tecelli ettigi büyük bir çinar bu fani alemi terketmis bulunmaktadir.

En zor yazilardan birisi, süphe yok ki, insanin sevdigi kisi için yazdigi vefat yazisidir. Kendisi taziyeye muhtaç iken, bir taziye yazisi yazmak hiçte kolay bir sey degildir. Bir de yaziya konu olan zat, ümmetin bu asirdaki hikmet çinari, ilim deryasi, irfan denizi olan ulu birisi olursa bu yazi bir o kadar daha zorlasmaktadir. Çünkü onu kelimelerle anlatmak, satirlara dökmek âdeta imkansizdir. O bütün anlamlari ile Resülullah (sav)’e varis olan bir isim. O Hint diyarinin söz sahibi ismi. O bütün dünya müslümanlarinin fikirleri ile yetistigi bir önder. Alim bir insan, fikir adami, islami hareketlerin önderligini yapmis bir sahsiyet. Bakildiginda Allah’in hatirlandigi bir yüce insan. Seksen yili askin, ilim ve irfan dolu, her tarafi hikmet fiskiran bir ömrün sonunda, tek gayesi rizasini elde etmek oldugu Rabbine yürüdü. Yüzbinler cenaze namazini kildi, bütün Islam aleminde giyabi cenaze namazlari kilindi. Sadece Harem-i serifte Kadir gecesinde iki buçuk milyonu askin insan giyabi cenaze namazini kildi. Allah’in rahmeti ve bereketi üzerine olsun, Allah sefaatine nail eylesin. Süphe yok ki, hepimiz Allah’in mülküyüz ve hepimiz O’na gidicileriz2.

Dipnotlar:

1. Fi Mesireti’l-Hayat, Ebu’l-Hasen en-Nedvi, Beyrut, 1410-1990, Takdim yazisi, c. 1, s. 16 vd.
2. Üstadin Fi Mesireti’l-Hayat adli eserinden istifade edilerek hazirlanmistir. Üstadin bu eseri, her fikir ve aksiyon adaminin mutlaka okumasi gereken, seksen bes yillik dolu dolu geçmis bir ömrün önemli hayat tecrübelerinin aktarildigi bir saheserdir. Onun cemaatlere bakisi, cemaat liderlerine bakisi, hayati ve cihadi anlayisi bu eserinde en güzel sekilde görülmektedir. Umut ederiz ki, en kisa zamanda bu eser Türkçeye kazandirilir.

Kaynak: Altinoluk dergisi, 02/2000

Not:

Asagida Vahdet dergisinin Hasan en-Nedvi ile yapmis oldugu repörtaji bulabilirsiniz:

 

Ebu'l-Hasan Ali en-Nedvi:

"Islam Hayati Bütünüyle Kusatir"

Vahdet: Muhterem hocam, biz sizin "Islâm Edebiyat Birligi"'nin baskani oldugunuzu biliyoruz. Bunun için ilk sorumuz su olacak: Islâmi edebiyatin, Islâmi hareketteki önemi nedir?

Nedvi: Islâmi edebiyatin, Müslüman davetçilerin "aklen", "ruhen" ve "incelik" açisindan sekillenmesine yardimci oldugunu söyleyebiliriz.

Davetçilerin, toplumu dogru ve hikmetli bir sekilde Islâm'a yöneltmek için sihhatli bir mantiga ve kuvvetli bir ruhi incelige ihtiyaçlari var. Iste bunu gerçeklestirmede Islâmi edebiyatin rolü büyüktür.

Vahdet: Bugünkü Müslümanlarin fikir ve amel alaninda öncelikleri neler olmalidir?

Nedvi: Kanaatimce Müslümanlarin ilk önceligi su olmalidir: Herkesten ve her seyden önce Müslümanlarin, Islâm'in evrensel ve ahirete kadar geçerli olacak bir sistem olduguna inanmalari gerekir. Ayni zamanda toplumu yönetmeye elverisli, çagin ihtiyaçlarina cevap veren ve asrin sorunlarina çözüm getiren yegâne sistem olduguna kesin sekilde inanmalari, bu konuda herhangi bir tereddüde düsmemeleri icab eder.

Müslümanlarin Islâm'in ebedi ve çagin gerisinde kalmayan, çaglar üstü bir nizam olduguna iliskin inançlarinda meydana gelebilecek süphelerden daha tehlikeli bir yikim olamaz. Bu kusku Müslümanlarin kendilerine olan güvenlerini sarsar. Çünkü zamanin gerisinde kalmis, tökezleyerek ilerlemeye çalisan bir din tüm çaglari kusatici ebedi bir din olamayacagi gibi toplumun ihtiyaçlarina da cevap veremez. Onun için genelde bütün Müslümanlarin ve özelde ise topluma öncülük edecek olan davetçilerin Islâm'in üstünlügüne ve toplumun maslahatlarina en uygun sistem olduguna dair inançlarini tazelemeleri gerekir. Bu ilk adimdir. Diger adimlar bundan sonra gelecektir.

Vahdet: Müslüman ve gayri müslim toplumlarda, Islâm tebliginin nasil olmasi gerektigi konusunda bizlere bazi özet bilgiler verir misiniz?

Nedvi: Insanlari Islâm'a çagirma metodumuz "ameli" ve "ahlâki" olmalidir. "Ameli" olmasiyla kastettigimiz insanlarin Islâm'i pratigimizde görmeleri, "ahlâki" olmasiyla kastettigimiz ise davetçilerin güzel bir ahlâka sahip olmalari ve davetlerini bu güzel ahlâka dayandirmalaridir. Müslüman amel ve ahlâkiyla temeyyüz ettigi gibi, saglam, güvenilir, sarsilmaz akidesi ve müsbet anlayisiyla da ön plana çikar.

Vahdet: Müslümanlarin üzerinde yillardir devam eden ve gittikçe artan zulmün sebebi sizce nedir?

Nedvi: Bunun sebebi Islâm'in "yasayan" bir din olusudur. Bütün asirlarda önderlik yapmaya hak kazanmis bir dindir Islâm. Çünkü bütün asirlarin ihtiyaçlarina cevap verebilecek niteliktedir. Islâm'in bu üstün özelliginden dolayi kendilerini Islâm'in rakibi olarak gören din ve milletlerde bir hased ve kin olustugu gibi bu hased ve kin bir korku ve endiseyi de beraberinde getirmektedir. Çünkü onlar sultayi yani iktidarlarin iplerini ellerinden kaçirma korkusu içerisindedirler. Bu korku ve endiselerinden dolayi Islâm'a ve Müslümanlara karsi savas açmislardir. Islâm'in idareyi eline geçirmesi halinde, onlarin dünya üzerindeki sömürgelerinin sona erecegini bildiklerinden bu zulüm Müslümanlarin gelismesi ve ilerlemesiyle orantili olarak artmaktadir.

Vahdet: Peki hocam bizim bu durum karsisinda tavrimiz ne olmalidir?

Nedvi: Burada bize düsen Islâm'la iftihar etmemiz, gurur duymamiz ve Islâmi siarlarimizi yükseltmemizdir. Ayrica Islâm'in tüm insanligin yararina oldugunu ispatlamamiz lazim. Çünkü Islâm'in sadece belli bir toplum veya milletin yararina degil bütün beseriyetin yararina oldugu açiktir. sunu da belirteyim ki Müslümanlar hiç bir baskinin karsisinda yilmamali azim ve kararlilik göstermelidirler.

Vahdet: Hocam siz disaridan Türkiye'yi nasil görüyorsunuz, bize bu konuda bir degerlendirme yapabilir misiniz?

Nedvi: Dünyanin her tarafindaki Müslümanlarin özellikle Hint Müslümanlarinin Osmanli hilafet devletine olan sevgi ve bagliliklari bilinen bir vakiadir. Ancak su anda hem Müslüman Hintlilerin hem de diger Müslümanlarin Türkiye'ye bakis tarzlari pek olumlu degildir. Zira Türkiye'de Islâmi hayatin toplum hayatindan tecrit edildigini görüyoruz. Islâmi hayat bir tarafta, toplumsal hayat baska bir taraftadir. Öyle ki Türkiye'de artik Islâm'dan korkulur hale gelinmistir.

Bütün bunlara ragmen sunu da belirtmek isterim ki; Türk halkinin itikada ve namaz, oruç gibi ibadete taalluk eden konularda hassasiyeti hâlâ devam etmektedir. Ancak uygarlik ve toplumsal yasanti açisindan daha çok batili bir topluma benzemektedir.

Vahdet: Bugünkü Islâmi hareketin sorunlari nelerdir? Bu sorunlarin çok oldugunu biliyoruz, ancak size göre önemli olanlari kisaca açiklar misiniz?

Nedvi: Kanaatimce en büyük sorunumuz hem Islâm'i iyi bir sekilde taniyan hem de asrin sartlarini ve ihtiyaçlarini bilen suurlu davetçilerin olmayisidir. Müslümanlarin bir yandan inandiklari Islâm'in ne oldugunu iyice ögrenmeleri öte yandan içinde yasadiklari toplumun sartlarini iyi degerlendirmeleri gerekir. Bu konudaki sorunlarimizin hâlâ devam ettigi kanaatindeyim.

Vahdet: Bildigimiz kadariyla sizin büyük Islâm sairi Dr. Muhammed Ikbal'le ilgili bazi çalismalariniz var. Ikbal'in eserleri, baskanligini yaptiginiz Islâm Edebiyat Birligi'nin ilgi alanina da giriyor. Vahdet okuyucularina Ikbal hakkinda da bazi özlü bilgiler vermeniz, onunla ilgili düsüncelerinizi kisaca serdetmeniz mümkün olur mu?

Nedvi: Benim Muhammed Ikbal hakkinda Arapça yazdigim bir kitap var. Bu kitap Urduca ve Ingilizce'ye tercüme edildi. Türkçe'ye de tercüme edildigini tahmin ediyorum. (Türkçeye "Islâm sairi Dr. Muhammed Ikbal" olarak tercüme edilmistir.) Bu kitap bu konuda yeterli bir bilgi içeriyor.

Vahdet: Son olarak "Vahdet" okuyucularina tavsiyeleriniz nelerdir?

Nedvi: Türkiye halkinin Islâm'a güvenmesini ve Islâm'in her çagin ve özellikle çagimizin ihtiyaçlarina cevap verebilecek bir din olduguna tereddütsüz inanmalarini istiyorum. Ayrica dünyada yasayan halklari en verimli ve faydali bir sekilde idare edebilecek, asrin ruhuna uygun yegâne nizamin "Islâm nizami" oldugunu bilmeleri gerekir. Kendilerine bu konuda hiçbir tereddüde düsmeden Islâm'i bir bütün olarak benimsemelerini tavsiye ediyorum. sunu çok iyi bilmelidirler ki Islâm sadece bir ibadet dini degil ayni zamanda hayatin tümünü kusatan bir hayat nizamidir. Bu konuda insanlarin zihinlerinde olusturulan tereddütler, Islâm hayat nizaminda eksIklik olmasindan degil insanlarin bu yüce nizami eksik bilmelerinden ileri gelmektedir. Dolayisiyla bu konudaki bilgilerini artirmalari, Islâm'i bir bütün olarak tanimalari halinde birtakim dis güçlerin olumsuz propagandalarindan dolayi zihinlerinde olusan bazi tereddütler de kaybolup gidecektir.

Kaynak: Vahdet dergisi, 01/1998

by Muhammed Faruk

home01.gif (8122 Byte)