|
“Ömrümde bir kere güldüm...”
İmâm-ı a'zam hazretleri daha gençliğinde kelâm ilmine ve marifete çalışıp, pek mâhir oldu. Sonra, imam-ı Hammâda yirmisekiz yıl hizmet edip yetişti. Hammâd vefât edince, onun yerine, müctehid ve müftî oldu. İlmi, üstünlüğü her yere yayıldı. İlmi, fazîleti, zekâsı, anlayışı, zühd ve takvâsı, emâneti, çabuk cevablı olması, dîne bağlılığı, doğruluğu ve bütün insanlık olgunluklarında, herkesin üstünde idi. Zamanında bulunan ve sonra gelen bütün müctehidler ve başka âlimler, üstün kimseler, hattâ Hıristiyanlar, kendisini hep medh etmiş, övmüştür. İmâm-ı Şâfi'î “Fıkh bilgisinde, herkes, Ebû Hanîfenin çocuklarıdır. Fıkh âlimi olmak istiyen, Ebû Hanîfenin kitaplarını okusun” buyurmuştur. Bir kere de “Ebû Hanîfe ile teberrük ediyorum. Hergün, mezarını ziyâret ediyorum. Zor bir durumda kalınca, Onun kabrine gidip, iki rekât namaz kılarım. Allahü teâlâya yalvarırım. Dileğimi verir” buyurmuştur. İmâm-ı Şâfi'î, İmâm-ı a'zamın ikinci talebesi olan imam-ı Muhammedin talebesi idi. “Allahü teâlâ, bana ilmi iki kimseden ihsân etti. Hadisi, Süfyân bin Uyeyneden, fıkhı, Muhammed Şeybânîden öğrendim” buyurdu. Bir kere de “Din bilgilerinde ve dünya işlerinde, kendisine minnettâr olduğum bir kişi vardır. O da, imam-ı Muhammeddir” buyurdu. Yine imam-ı Şâfi'î buyurdu ki, “İmâm-ı Muhammedden öğrendiklerimle, bir hayvan yükü kitap yazdım. O olmasaydı, ilimden birşey edinemiyecektim. İlmde, herkes, Irâk âlimlerinin çocuklarıdır. Irâk âlimleri de, Kûfe âlimlerinin talebesidir. Kûfe âlimleri ise, Ebû Hanîfenin talebesidir”. İmâm-ı a'zam, dörtbin kimseden ilim aldı. Hanefî mezhebinde, beşyüzbin din mes'elesi çözülmüş, hepsi cevaplandırılmıştır. İmâm-ı a'zamın takvâsı çok fazla idi. Helâl yimek için, ticâret yapardı. Ortakları vardı. Şüpheli sandığı binlerle lira kazancı, fakirlere ve din adamlarına dağıtırdı. Yüzlerce talebesini kendi kazancından besler, ihtiyaçlarını giderirdi. Bir azâb veya rahmet âyetini namazda veya namaz dışında tekrar tekrar okuyup, hıçkıra hıçkıra ağlar, sızlardı. İşitenler, hâline acırdı. Fakirler gibi giyinirdi. Bâzan da, Allahü teâlânın nîmetlerini göstermek için çok kıymetli elbise giyerdi. Az söyler, çok düşünürdü. “Ömrümde bir kere güldüm. Ona da pişmanım” demiştir.
|