Bu ayetler, müşriklerin öldükten sonra dirilmeyi birbirlerine soruşturmalarını yadırgayan ve bu işin soruşturmaya konu edilmesinin Hayrete değer olduğunu belirten bir giriştir. Çünkü onlar, öldükten sonra dirilme ve kıyamet gününün olup olmayacağını bu konudaki görüşlerinin ne olduğunu birbirlerine sorup duruyorlardı. Bu konu aralarında en şiddetli tartışmaların geçtiği ana konuydu. Müşrikler o günün geleceğini bir türlü akıllarına sığdıramıyorlardı. Oysa bu meydana gelmesi akla en yatkın konu idi.
"Birbirlerine neyi soruyorlar."
Hangi şeyden sözediyorlar? Sonra cevap veriyor: Yüce Allah'ın onlara bu soruyu yöneltmesi verecekleri cevabı öğrenmeye yönelik değildir. Aksine sorulan sorunun amacı, birbirlerine sorup durdukları olgunun gerçek yüzünü ortaya koyarak ne olduğunu ve nasıl olacağını açıklayarak onların durumlarının Hayrete değer olduğunu belirtmek, olur mu olmaz mı diye kıyamet gününü birbirlerine sormalarının ne kadar garip olduğuna dikkatleri çekmektir.
"O büyük haberi mi?" Yüce Allah, onların birbirlerine sorup durdukları olgunun adını vererek belirlememiş, yaptıkları hareketin Hayrete değer çok büyük bir inkar olduğunu belirtme üslubunun bir uzantısı olarak olguyu büyük bir haber diye nitelemekle yetinmiştir. Anlaşmazlık, görüş ayrılığı, hesap gününün geleceğine inananlarla, bunu inkar edenler arasında idi. Oysa o günün geleceğini kesin olarak inkar edenlerle bundan kuşku duyanların bunu birbirlerine soruşturması sadece müşriklerin arasında meydana gelen bir olaydı.
Sonra yüce Allah, onların birbirlerine sordukları sorulara cevap vermiyor, sorulan haberin gerçek yüzü hakkında bir açıklama da bulunmuyor. O haberin niteliğini belirterek açıklamayı bir yana bırakıyor. Sadece "Büyük haber" demekle yetiniyor ve üstü kapalı bir tehdid ile hesap gününe işaret etmeye başlıyor:
Çünkü böylesi hem açık cevaptan daha etkili, hem de korkutma açısından daha etkileyicidir. "Hayır, yakında bilecekler. Yine hayır, yakında bilecekler." Ayet metninde geçen (Kella) kelimesi "bir kişiyi engellemek ve azarlamak" içindir. Bu nedenle bu sözcük burada verilmesi istenilen çağrışım ve atmosfer için son derece uygundur. "Kella"nın ve başında bulunduğu cümlenin tüm olarak tekrarlanması öyle bir tehdid havası sağlıyor ki sözcüklerle ifadesi mümkün değildir.
KAİNATTAN DERİN UYARILARSonra yüce Allah, onların üzerinde görüş ayrılığına düştükleri bu büyük haber konusunu biraz sonra ele almak üzere şimdilik bir yana bırakıyor ve onların gözleriyle gördükleri olgulara değiniyor. Ve gözle görülen şu kainatta yapılan bir gezinti çerçevesinde insan kalbi iyiden iyiye düşünüp incelerse insanın benliğini kökünden sarsacak yığın yığın varlıklar, olgular, gerçekler ve tablolar sergiliyor.
6- Yeryüzünü bir beşik, 7- Dağları da onun için birer direk kıldık. 8- Ve sizi çift çift yarattık. 9- Uykunuzu dinlenme vakti yaptık. 10- Geceyi bir örtü yaptık. 11- Gündüzü geçiminiz için çalışıp kazanma zamanı yaptık. 12- Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. 13- Oraya parlak kandiller astık. 14- Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl su indirdik ki, 15-16- Onunla taneler, bitkiler ve birbirine sarmaş dolaş olmuş ağaçlı bahçeler çıkaralım.
Bu engin ve alabildiğine geniş kainatın her yöresinde akıllara durgunluk veren yığın yığın tablo ve sahnelerde yapılan gezinti, dar bir çerçevede yoğun sözcük ve ifadelerle yapılmaktadır. Bu özellik yapılan gezintinin insanın duygularına bıraktığı etkiye keskinlik ve ağırlık kazandırmaktadır. Sanki sözcükler ve ifa
deler ardı arkası kesilmeyen ve bir an gevşeklik göstermeyen sürekli vurulup duran çekiç darbeleridir. Ayetlerde dinleyenlere yöneltilen soru kipi özellikle getirilmiştir. Bu kip arap dilinde sorulan kişiye o konuyu kabul ettirme amaçlıdır. Ayetler sanki, gaflet uykusuna dalmışları uyandırmak için sarstıkça sarsan güçlü bir eldir. Çünkü ayetler onların kalplerini ve bakışlarını, gerilerinde herşeyi bir planlayanın ve idare edenin (yönetenin) bulunduğuna, yaratmaya ve yeniden diriltmeye gücü yeten bir güçlü ilahın bulunduğuna, yaratıkları hesaba çekilmeksizin ve yaptıklarına karşılık vermeksizin başıboş bırakmayacak bir hikmetin olduğuna işaret eden yığın yığın olgulara ve yaratıklara çeviriyor. Ve İşte bu noktada yapılan gezinti onların üzerinde görüş ayrılığına düştükleri büyük haberle kucaklaşıyor.
Bu gezintide ilk dikkat çekilen nokta, yeryüzü ve dağlardır.
"Yeryüzünü bir beşik, dağları da onun için birer direk kıldık."
Ayet metninde geçen "Mihad" sözcüğü, "üzerinde yürümeye elverişli düz ve alçak arazi" demektir. Toprağı yumuşak düz arazi tıpkı beşik gibidir. Bu iki sözcük birbirine yakın anlamlıdır. Bu gerçek, insan için hangi bilgi ve medeniyet aşamasında olursa olsun gözle görülür ve elle tutulur bir gerçektir. Yeryüzünü bu bulunduğu biçimi ile kavrayabilmek için derin bir bilgiye ihtiyaç yoktur. Dağların yere çakılmış birer kazık gibi oluşan, ilkel insandan bu yana herkesin çıplak gözle gördüğü bir olgudur. İnsan gerek buna gerekse yeryüzü olgusuna dikkatle eğildiği zaman duygulara etki eden olgulardır bunlar...
Ne var ki bu gerçek, ilkel insanın çıplak duyu organları ile ilk anda duyduklarından çok daha büyük ve çok daha geniş boyutlu bir gerçektir. insanlığın bilgi seviyesi yükselip bu kainatın yapısı ve geçirdiği aşamalar hakkında bilgisi arttıkça, bu gerçek insanın ruhunda daha da büyür. Ve insan, bu gerçeğin arkasında gizli olan büyük ve ilahi planlamayı, hikmetli ve hassas yönetimi, şu varlık alemindeki canlılar arasında yaratılan koordinasyonu ve onların ihtiyaçlarım, bu yeryüzünün insanın yaşamasına ve hayata beşiklik etmeye elverişli olarak hazırlandığı, insanın çevre ile uyumlu ve onlarla anlaşabilecek yetenekte yaratılmasını kavrar.
Yeryüzünün yaşamaya -özellikle insanın yaşamasına- elverişli kılınması, şu görülen varlık aleminin gerisinde herşeyi yöneten bir mantalite'nin olduğuna sağlam bir delildir. Yeryüzünün yapısında var olan ve bu biçimi ile ve tüm şartları ile görülen oranlardan herhangi birinde meydana gelecek en ufak bir dengesizlik veya yeryüzünde sürmesi için yaratılan hayatın yapısında var olan oranlardan birisinin bozulması... Kısacası, yeryüzünde ya da orda süren hayatta meydana gelecek en büyük dengesizlik, yeryüzünü yaşamaya elverişli olmaktan çıkarır ve herkesin kendi bilgisine ve kapasitesine göre kavraması için Kur'an'ın kısaca değinmiş olduğu bu gerçekten ortada hiçbir eser kalmaz.
Dağların kazıklar kılınması da insanın çıplak gözle görüp biçimsel olarak kavrayabileceği bir olgudur. Dağlar bu biçimleri ile çadırların bağlandığı kazıklara en çok benzeyen nesnelerdirler. Ama işin içyüzüne gelince dağların gerçek fonksiyonlarını bizler Kur'an'dan alıyoruz. Ve dağların yeryüzünü sallanmaktan koruduklarını ve oranın dengesini sağladıklarını Kur'an'dan anlıyoruz... Dağların böyle fonksiyonlarının olması akla uzak bir ihtimal değildir. Çünkü dağların zirveleri denizlerin dibindeki derin çukurları dengeliyor olabilir. Evet bu fonksiyonun olması akla uzak değildir, çünkü yeryüzünün derinliklerinde oluşan çekilmeler, büzülmeler ve sarsıntılarla, yer yüzeyindeki sarsıntılar arasında bir denge olması uzak bir ihtimal değildir. Çünkü yeryüzü belirli noktalarda dağlar nedeni ile ağır basıyor ve depremlerden, yanardağlardan ya da iç tabaka sarsıntılarından bu sayede etkilenip de sarsılmıyor olabilir. Dağların yeryüzünü sarsıntı dan kurtarması ve yeryüzünün dengesini sağlaması henüz keşfedilmemiş bir başka nedene de dayalı olabilir. Çünkü Kur'an'ın işaret etmiş olduğu ve insanlığın yüzlerce yıl sonra ancak bir kısmını öğrendiği nice nice gerçekler ve fizik kanunları vardır.
Yapılan bu gezintide ilk dikkat çekilen nokta yeryüzü ve dağlardı. ikinci değinilen nokta da değişik yönleri ve çeşitli gerçekleri ile nefislerin bizzat kendileridir.
"Ve sizi çift çift yarattık."
Bu olgu da her insanın kolayca ve güçlük çekmeden kavrayabileceği bir olgudur. Yüce Allah, insanı erkek ve dişi olarak yaratmış, bu türün hayatını ve tür olarak devamını iki ayrı cinsin farklılığına ve birbirleri ile birleşmelerine bağlamıştır. Bu olguyu her insan kavrar ve bunun gerisinde, rahatlığın, lezzetin, doyumun ve yenilenmenin olduğunu derin bir bilgiye ihtiyaç duymadan hisseder. Dolayısı ile Kur'an-ı Kerim bu olgu ile hangi toplumda olursa olsun insana seslenir ve insan da bunu kavrar, düşüncesini bu gerçeğe çevirip yoğunlaştırdığı zaman bundan etkilenir ve bu gerçeğin içindeki saklı olan iradeyi, koordinasyonu ve yönetmeyi hisseder.
Bu gerçeğin değerinin ve derinliğinin belli belirsiz hissedilmesinin gerisinde insanın bilgi ve duygu basamaklarında yükseldiğinde hissedeceği başka değerlendirmeler de vardır. iki sperm arasında gözle görülür bir fark olmamasına rağmen, bir spermden erkek, bir diğerinden dişi meydana getiren planlayıcı güç ve kudret düşünülmeye değerdir. Çünkü bu kudret, bir spermi sonunda erkek olsun diye yola koyarken bir diğerini de dişi olsun diye yönlendirmektedir. Bütün bunları, yaratıcı kudretin iradesine, gizli yönetimine ve latif yönlendirmesine bağlamak gerekir. Ve yine bütün bunlar, o yaratıcı kudretin bir sperm için erkeklik, bir diğeri için dişilik özelliklerini istemesi ve vermesinden başka bir şey değildir. Çünkü yaratıcı kudret onlardan hayatın kendileri ile geliştiği ve yükseldiği iki çift yaratmayı hedeflemiştir.
"Uykunuzu dinlenme vakti yaptık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü geçiminiz için çalışıp kazanma zamanı yaptık."
Uykunun insanoğlunun başına gelen bir alıkoyucu olması, insanı belirli bir süre zihinsel ve bedensel etkinliklerden alıkor. İnsanların vücutlarını ve sinirlerini dinlendirir. Uyanıkken çalışıp didinirken ve hayatın problemleri ile uğraşırken vücutlarının ve sinirlerinin harcadığı gücü onlara yeniden kazandırır. Ölüme ve hayata benzemeyen bir konuma yani uyku durumuna sokulmaları yüce Allah'ın planlamasının ürünüdür. Ve bütün bunlar insanın gerçek yüzünü kavrayamadığı, kendisinin iradesinin zerre kadar rol oynamadığı ve kendi benliğinde nasıl olup da meydana geldiğini gözlemlemesinin imkansız olduğu Hayret verici bir olgudur. insan uyanıkken uyku halinde nasıl olduğunu bilmez. Uykuda iken de, uykuda olduğunu kavrayamaz ve uyku durumunu gözlemleyemez. Bu durum, canlının oluşum sırlarından birisidir ve bu sırrı ancak bu canlıyı yoktan var eden, kendisine bu sırrı veren ve hayatın ı bu sırra dayalı kılan yaratıcı bilebilir. Belirli bir süre hariç hiçbir canlı uykusuz kalmaya dayanamaz. uyanık kalsın diye dıştan gelen baskıları bunalan canlı uykusuz kalmaya dayanamaz ve kesinlikle ölür.
Uykuda vücudun ve sinirlerin ihtiyaçlarım karşılamaktan başka sırlar da vardır. Uyku ruhun girmiş olduğu şiddetli hayat mücadelesinde, yapmış olduğu ateş-kestir. Öyle bir ateşkes ki, insanın başına gelir gelmez ruh, ister-istemez silahını ve kalkanını bir yana bırakır, kendini güvenli bir esenliğin, su ve ekmek gibi muhtaç olduğu esenliğin kucağına bir süre atar. Bazı durumlarda bu olay mucizeye benzer şekilde gerçekleşir. Şöyle ki, ruh yorgundur, sinirler yıpranmıştır, ruh huzursuzdur, gönül korku içindedir. İşte tam bu esnada gözlere uyku çöker. Bazen birkaç dakikayı aşmayan bu uyku, bu kişinin benliğinde tam bir değişim meydana getirir ve sadece gücünü değil, hatta tüm benliğini yeniler. Öyle bir yenilenme ki insan uykudan uyandığında adeta yeni bir canlıdır. Bu mucize açık olarak Bedir ve Uhut savaşlarında yorgun düşen Müslümanların başına gelmiştir. Yüce Allah, onlara bu mucizeyi anlatarak kendilerine verdiği nimeti hatırlatmaktadır:
"Hani Allah korkunuzu gidermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı." "Sonra o kederin ardından Allah, üzerinize içinizden bir grubu saran bir güven duygusu bir uyuklama indirdi." (Ali İmran 154) Birçok kimse buna benzer olaylarda bu durumu yaşamıştır.
Ayetin deyimi ile bu "sübat" yani uyku ile zihinsel ve bedensel etkinliklere ara verme, canlı varlıkların oluşumları için gerekli elemanlardan birisi, yaratıcı kudretin sırlarından bir sır ve ancak Allah'ın verebileceği nimetlerden bir nimettir. Kur'an'ın uyguladığı bu metod ile bakışların bu nimete çevrilmesi, insanın dikkatini kendi varlığının özelliklerine, bu özellikleri kendi benliğine yerleştiren kudret eline çekmekte ve insanda düşünce, tefekkür ve etkilenme uyandıracak bir dokunuşla ona dokunmakta ve etkilemektedir.
Kainatın hareketinin canlıların hareketlerine uygun olarak yaratılmış olması da yüce Allah'ın planlamasının ürünüdür. Yüce Allah nasıl insana çalışıp çabaladıktan sonra uyku ve çalışmaya ara verme sırrını bahşetmiş ise, kainata da içinde uyuyup dinlenmenin ve bir köşeye çekilmenin oluştuğu, insanı örten bir elbise gibi olması için gece olgusunu ve içinde hareket ve çalışmanın meydana geldiği kazanç sağlama zamanı olsun diye de gündüz olgusunu bahşetmiştir. Allah'ın yaratıkları İşte böylece birbirlerine uyum sağlar ve ahenkli olurlar. Bu alem canlılara verilen özelliklere cevap verecek uygun bir ortamdır. Buna karşın canlılara da hareketleri ve ihtiyaçları kainata bahşedilmiş özelliklerle ve şartlarla uyum gösteren bir yapı bahşedilmiştir. Canlılar ve kainat; benzersiz yaratan, yöneten ve yönetimi en hassas bir ahenk içinde olan, kudret elinden çıkmıştır.
Baştan beri yapılan bu gezintide üzerinde durulan üçüncü nokta gökyüzünün yeryüzü ile ve canlılar ile ahenkli bir biçimde yaratılmasıdır.
"Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. Oraya parlak kandiller astık. Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl su indirdik ki, onunla taneler, bitkiler ve birbirine sarmaş dolaş olmuş ağaçlı bahçeler çıkaralım."
Ayet metninde geçen ve Allah'ın yeryüzündeki canlılar üstüne kurduğu "yedi sağlam"dan maksat , yedi kat gökyüzüdür. Başka bir yere göre, yedi tabakadır. Tam olarak neyin kastedildiğini ancak yüce Allah bilir. Ayette geçen "yedi sağlam" yedi galaksi grubu olabilir. Bir galaksi yüz milyon yıldızın bir araya geldiği yıldız topluluğudur. Bu durumda bu yedi galaksi kümesi bizim yeryüzümüzle ve güneş sistemimizle ilişkisi olan kümedir. Belki de kastedilen yedi kat gökten ve yedi galaksi kümesinden başka, bu kainatın yapısını oluşturan nesnelerden birisi olan ve ancak yüce Allah'ın bildiği insanoğlunun ise pek azını bilebildiği bir şeydir.
Ayetin kesin olarak işaret ettiği birşey varsa o da, bu "Yedi sağlam"m yapısının, çok sağlam, kuruluşunun çok güçlü olduğu, kendisini dağılmaktan ve eğilmekten koruyan bir güçle birbirine bağlı bulunduğudur. Bizler gökyüzü sözcüğünü kullandığımız zaman herkesin anladığı manada yıldızların ve yörüngelerin yapısı üstüne bildiğimiz ve gördüğümüz budur. işaret edilen bir başka nokta da bu " edi sa lam"ın yeryüzü ve insan dünyası ile uyumlu olduğudur. Yüce Allah'ın insan n ve yeryüzünün hayatını planladığı ve yönettiği sunulurken "yedi sağlam"dan da söz edilmesi İşte bundan dolayıdır. Bu yargımızın doğruluğuna ayetin devamı tanıklık etmektedir. Çünkü ayetin devamında: "Oraya parlak kandiller astık" buyurulmaktadır. Ayet metninde geçen "sirac" sözcüğü ile kastedilen dünyayı aydınlatan, yeryüzünün ve içindeki canlıların yaşaması için gerekli ısıyı sağlayan, yeryüzünde engin okyanuslardan ısısı ile suların buharlaştırıp onları atmosferin yüksek tabakalarına çıkararak ayetin deyimi ile "Mu'sırat"m yani bulutların oluşmasında rol oynayan güneştir. "Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl su indirdik: ' Bulutlar sıkıştırıldığı zaman içindeki sular damla damla düşmeye başlar. Kimdir bulutları sıkıştıran? Rüzgarlar olabilir. Atmosferin tabakaları arasında bulunan elektrik akımlarının boşalması da olabilir. ister rüzgar olsun, ister elektrik akımlarının boşalması olsun, kainata bu etkileyicileri bahşeden, bunların gerisinde gizli olan kudret elidir. Kandil deyince yanma, ısı ve ışık akla gelir. Bu özellikler güneşte de bol, bol vardır. Kur'an'da "Kandil" sözcüğü rastgele değil, aksine son derece özenli bir seçimin ürünüdür.
Tutuşmuş kandilden yani güneşten ve ondan kaynaklanan ışıktan ve ısıdan sonra sıkışmış bulutlardan ve bulutlardan sıkışma sonucu dolu dolu akan sulardan, arka arkaya elektrik yükü boşaldıkça ayetin deyimi ile Seccac dan yani sağanak sağanak akan yağmurlardan... Evet kısacası İşte bu sudan ve şu güneş ışınlarından, daneleri yenilen taneli bitkilerle bizzat kendisi yenilen sebzeler biter. Ayet metninde yer alan "cennatün elfaf" ise ağaçlarının sık dalları birbirlerine geçmiş çok ağaçlı bahçeler demektir. Kainatın tasarımındaki bu ahenk ancak ve ancak kendisini böylesine uyuma sokan bir el, planlayan bir hikmet ve yöneten bir iradenin eseridir. Duyularını bu gerçeğe bu biçimde yönelten herkes, kalbi ve hissi ile onu kavrar. insan bilgi ve marifet basamaklarında yükselince önünde kainattaki bu ahenk üstüne akılları yerinden oynatan ve kalpleri dehşete düşüren yepyeni ufuklar ve bilimsel ilerlemeler açılacaktır. Ve bu ilerlemeler, bütün bunların sırf bir tesadüfün sonucu olduğunu ileri süren görüşü üzerinde tartışmaya bile değmeyecek kadar basit bir görüş durumuna düşürdüğü gibi, bu kainattaki koordinasyonun ve ahengin bir irade ve bir yönetimin sonucu olduğu görüşünden kaçmayı üzerinde durmaya değmez kör bir inat durumuna getirir.
Gerçek şu ki bu kainatın bir yaratıcısı vardır. Ve bu kainatın gerisinde kainatı yöneten, planlayan ve koordine eden bir yaratıcı vardır. Bu gerçekler ve sahneler bu ayetlerde şu biçimde peşi peşine sıralanmaktadır. Yeryüzünün üzerinde gezip yaşamak için elverişli bir beşik, dağların yeryüzünün kazıkları olarak yaratılması, insanların bedensel ve zihinsel etkinliklerden ve hareketlerden sonra uykularının bu etkinliklere ara vermesi ve bununla birlikte gecenin herşeyi örtmek ve bir köşeye çekilmek için elbise gibi kılınması, gündüzlerin zihinsel ve bedensel etkinliklerle geçim sağlama zamanı kılınması, arkasından "yedi sağlam''ın kurulması, parıl parıl yanan kandilin (güneşin) yaratılması, taneli bitkilerle sebzelerin ve otların yerden bitip çıkması, bahçelerin yeşerip gelişmesi için sıkışmış bulutlardan şarıl şarıl suların indirilmesi... Bu gerçeklerin ve sahnelerin bu biçimde arka arkaya sıralanışı ortada çok hassas bir ahengin, yönetimin, planlamanın olduğunu ilham etmekte ve herşeye gücü yeten hikmet sahibi bir yaratıcının olduğunu insana hissettirmektedir. Ve insan kalbine, gaflet uykusundan uyarıcı dokunuşlar yapmakta ve bu hayatın gerisinde bir irade ve bir hedefin olduğunu ilham etmektedir. İşte bu noktada ifadenin akışı onların üzerinde görüş ayrılığına düştükleri büyük haberle kucaklaşıyor.
HESAP GÜNÜBütün bunlar, amel ve nimetle ilgili idi. Bütün bunların arkasında bir hesaba çekilme ve yapılanlara verilecek bir karşılık vardır. Ayet metninde yer alan "Fasıl günü" herşeyi hükme bağlamak için vakti belirlenmiş hesap günüdür.
17- Muhakkak ki hüküm günü, belirlenmiş bir vakittir. 18- Sur â üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz. 19- O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur. 20- Dağlar yürütülür, serap haline gelir.
Gerçek şu ki insanlar boş yere yaratılmamışlardır ve asla başıboş kendi hallerine bırakılacak da değillerdir. Onların hayatlarını geçen ayetlerin değindiği gibi planlayan ve onu ifade edildiği gibi üzerinde yaşadıkları kainat ile ahenkli kılan Yaratıcının hiç müdahale etmeden onları kendi hallerine yaşamaya bırakması ve kendi başlarına ölmeye terk etmesi mümkün değildir. Kimi dünyayı düzeltsin,kimi orda bozgunculuk etsin sonra da bunların tümü yaptıklarına hiçbir karşılık görmeden toprakta çürüyüp gitsin. Kimi dünya hayatında doğru yolu bulsun o yolda yürüsün, kimi de sapıtsın sonra da her iki zümre aynı akıbeti paylaşsın. Kimi adil olsun, kimi zulümden ayrılmasın sonra da adalet de zulüm de heba olup gitsin. Ve yüce Allah da buna müdahale etmesin, bu asla mümkün değildir. Elbette ahirette, tüm yapılanların hükme bağlanacağı, iyi ile kötünün birbirinden ayrılacağı, her davanın görülüp hükme bağlanacağı bir gün vardır. Bu gün, çizilmiş, va'dedilmiş ve yüce Allah'ın katında belirli ve bilinen bir süreye bağlanmış bir gündür.
"Muhakkak ki hüküm günü belirlenmiş bir vakittir."
O gün, bu kainatın düzeninin alt-üst olacağı ve bu sistemi birbirine bağlayan bağların darmadağın olacağı bir gündür.
"Sur'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz. O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur."
Ayet metninde geçen "Sur" boru demektir. Bizler sur adına, ancak onun adını ve kendisine üfürüleceğini biliyoruz. Bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek için uğraşıp didinmek, bize düşmez, zaten bu, imanımıza iman katmayacağı gibi, yeni elde edeceğimiz bilgi de daha fazla etkilenmemizi sağlamaz. Yüce Allah gücümüzü, ne olduğunu araştırmak amacı ile bilmediğimiz bilinmezlerin peşine takılıp da dağılmaktan korumuştur. Ve bize bilinmezlerin bilgisinden yararlı olacak kadarını vermiştir. O halde bunun daha ötesine geçmek bize düşmez. Biz ancak insanları yeniden dirilten ve insanların kendisine doğru bölük bölük geleceği, herkesi toplayıcı olan üfürmeyi kafamızda canlandırabiliyoruz... Şu sahneyi ve varlıkları nesil nesil kaybolan ve sınırlı yeryüzü kendilerine dar gelmesin diye orayı kendinden gelen nesillere bırakan insanları canlandırabiliyoruz. Bütün bu yaratıkların sahnesini canlandırabiliyoruz. Bölük bölük... Yeniden dirilmiş, ayağa kalkmış, her yoldan toplanacakları yere akan insan kalabalıklarını kafamızda canlandırabiliyoruz. Açılmış kabirleri ve bunca yaratıkların orada ayağa kalktıklarını düşünebiliyoruz. ilk giden nesillerin, kendilerinden sonra gelenleri tanımadığı, biraraya gelmiş yığın yığın insan topluluklarını hayal edebiliyoruz. Bugünden başka hiçbir vakitte ve hiçbir zamanda bir araya gelmemiş olan şu yığın yığın kalabalıkların verdiği dehşeti kafamızda canlandırabiliyoruz. Ama ne zaman? Bunu bilemiyoruz. Bildiğimiz şu kainatta büyük olayların ve muazzam korkunç değişikliklerin olacağıdır.
"O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur. Dağlar yürütülür, serap haline gelir."
Sağlam yapılı gökyüzü, başka surelerde ve başka yerlerde değinildiği gibi, bizim daha önce bilmediğimiz bir biçimde açılacak ve kapı kapı olacaktır. Gök yarılıp birbirinden ayrılacaktır. Birer kazığı andıran köklü sabit dağlar yerlerinden yürütülecek ve birer serap birer hayal olacaktır. Dağlar ufalanmış, hurda haş olmuş, aşınmış, başka surelerde ve başka yerlerde değinildiği gibi havanın hareket ettirdiği uçuşan toz-toprak zerrecikleri haline gelmiştir. Bundan dolayı dağların gerçek olmayan serap gibi varlığı kalmıştır. Ya da dağlar birer toz zerrecikleri halinde iken kendilerine ışık vuracak ve serap gibi görüneceklerdir. Gözle görülen kainatta olacak değişikliklerden ortaya çıkacak korku, sura üfürüldükten sonra toplanma günü belirecek korku gibidir. İşte bir hikmet ve yönetim uyarınca planlanmış olan "hesap günü" budur.
İNKARCILARA LAYIK SONİfadenin akışı sura üfürülmesinin ve mahşere toplanmanın ardından bir adım daha atıyor ve azgınlarla, zalimlerle; muttakilerin akıbetlerini sergiliyor. Buna ilk gruptan yani o günü yalanlayanlardan ve o büyük haberi birbirine soranlardan başlıyor.
21- Cehennem de suçluları gözetleyip durmaktadır. 22- Orası azgınların varacağı yerdir. 23- Orada sonsuza dek kalacaklardır. 24- Orada ne bir serinlik ne de içilecek bir şey tadarlar. 25- Yalnız kaynar su ve irin içerler. 26- Yaptıklarına uygun bir ceza olarak 27- Çünkü onlar bir hesab görüleceğini ummuyorlardı. 28- Ayetlerimizi de tamamen yalanlamışlardı. 29- Biz de herşeyi sayıp yazmıştık. 30-Şimdi tadın, artık size azabtan başka bir şeyi artırmıyacağız.
Gerçek şu ki cehennem yaratılmış ve var edilmiştir ve azgınları bekleme yeridir. Gerçekten cehennem onları beklemekte ve gözetmektedir, azgınlar oraya vardıkları zaman bir de ne görsünler cehennem kendileri için hazırlanmamış mı! Bir de ne görsünler? Kendilerini karşılamak için hazır değil mi! Sanki azgınlar ve zalimler, yeryüzünde bir yolculuğa çıkmışlar sonra da asıl barınaklarına geri dönmüşlerdir. Sanki onlar yıllarca sürecek, upuzun yeni bir yerleşim için yuvalarına ve barınaklarına geri gelmektedirler.
"Yaptıklarına uygun bir ceza olarak orada ne bir serinlik ne de içilecek bir şey tadarlar. Yalnız kaynar su ve irin içerler."
Sonra yüce Allah bu yargının yani hiçbir şey tadamayacakları yargısının istisnasını getiriyor... Aman Allah'ım istisna daha da acı daha da felaket. "Yalnız kaynar su ve irin..." Ancak boğazlarını ve karınlarını yakıp kavuracak kaynar suyu tadacaklar. Serinlik namına bulacakları budur İşte. Ve yine ancak yananların vücutlarından akan ve damlayan irini tadacaklar. içecek namına bulacakları da budur.
"Yaptıklarına uygun bir ceza..." Amel birikimlerine ve yaptıklarına uygun ceza budur... "Çünkü onlar bir hesab görüleceğini ummuyorlardı." Ve cehennem gibi bir barınağa varacaklarını beklemezlerdi. "Ayetlerimizi de tamamen yalanlamışlardı." ifadede yer alan sözcüklerin tonundaki şiddet, onların yalanlamalarının şiddetini ve bunda ne kadar ısrarlı olduklarını ilham ediyor.
Yüce Allah onlara yaptıkları herşeyi hiçbir harfi dışarda bırakmaksızın inceden inceye sayarken ve "Biz de herşeyi sayıp yazmıştık." derken tam bu sırada belki verilen ilahi kararda bir değişiklik olabilir ya da yapılan azap hafifletilebilir şeklinde doğacak her ümidi boşa çıkaracak kınama geliyor. Ve "Şimdi tadın artık size azaptan başka birşeyi artırmayız." buyuruyor.
İNANANLARA LAYIK OLDUKLARI MÜKAFATSonra, cehennemdeki azgınların ve zalimlerin sahnelerinin ardından, karşı sahne, nimetler içinde yüzen müttakilerin sahnesi gelmektedir.
31- Takva sahipleri içinde başarı ödülü vardır. 32- Nice bahçeler, bağlar, 33- Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve 34- Dolu dolu kadehler 35- Orada ne boş bir söz ve ne de yalan işitirler. 36- Bunlar Rabbinin katından yaptıklarına karşılığı verilenlerdir.
Ahiret yurdunda cehennem azgınlar ve zalimler için bir gözetleme yeri ve barınak olduğuna göre, oradan asla kurtulamayacaklarına ve başka bir yere gidemeyeceklerine göre, müttakiler de buna karşın (Bahçeler ve üzüm bağları) şeklinde simgelenen kurtuluş yerine ve barınağa gideceklerdir. Yüce Allah'ın bunca meyvenin arasından üzümü seçmesi ve onu belirlemesi, Kur'an'ın ilk kez seslendiği o günkü Arap toplumunun, üzümü tanımış olmalarındandır. Ayet metninde yer alan "Kavaib" memeleri büyüyüp tomurcuklanmış genç kızlar "etrab" ise bir yaşta ve aynı güzellikte "Ke'sen dihaka" ise, dolu kadehler demektir.
Burada sıralanan nimetler insanın kavrama yeteneklerine yaklaştırıldıkları için duyu organları ile dış yüzleri kavranabilir somut nimetlerdir. Ama tatlarının gerçek niteliklerine ve bunlarla doyuma ulaşmaya gelince yeryüzü sakinleri bu yeryüzünün kavrama yeteneklerine ve düşünce yapısına bağlı kaldıkları sürece, bunun nasıl olacağını asla kavrayamazlar.
Bir de bu nimetlere ek olarak, kendilerine, vicdanın tadına vardığı ve aklın kavrayabildiği bir atmosfer sağlanmıştır. "Orada ne boş bir söz ve ne de yalan işitirler." Orada yaşadıkları hayat, boş sözlerden ve tartışmanın eşlik ettiği inkarcılıktan korunmuş bir hayattır. Çünkü gerçek, üzerinde tartışmaya ve inkar etmeye ve içinde hiçbir yarar olmayan boş söze yer olmayacak kadar apaçık ortadadır. Bu öyle bir yücelik öyle bir doyumdur ki tam edebiyat yurduna layıktır.
"Bunlar Rabbinin katından yaptıklarına, karşılığı verilenlerdir."
Burada, ifadede güzelliği ve ayette yer alan "ceza" ve "atâ" sözcüklerinin birbirinden ayrılarak sağlanan müzikal ahengi sezebiliyoruz... Nitekim hemen hemen surenin ayet sonu kafiyelerine yerleştirilmiş olan etkiyi de görüyoruz. Zaten bu, tüm cüzde kısaca göze batan apaçık bir olgudur.
RAHMANIN HUZURUNDAYukarda sıralanan tüm bu olayların olduğu, soranların birbirlerine sordukları ve bazılarının üzerinde görüş ayrılığına düştükleri o günün sahnelerini tamama erdirmek için surede son sahne gelmektedir Bu sahnede Cebrail (a.s.) ile Melekler Rahmanın huzurunda boyunlarını eğmiş korku içinde saf tutarak ayakta beklemektedirler. O yüce ve heybetli huzurda ancak Rahmanın izin verdiği kimseler konuşabilmektedir.
37- O, göklerin yerin ve ikisi arasında olanların Rabbidir. O, önünde kimsenin konuşamayacağı Rahman olan Allah'tır. 38- Cebrail ve meleklerin dizi dizi durdukları gün, Rahman olan Allah'ın izni olmadan kimse konuşamayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir.
Geçen bölümde anlatılan bu karşılık, yani azgınların ve zalimlerin cezaları ile müttakilerin mükafatları evet bu karşılık "Senin Rabbindendir." Evet tüm bu karşılıklar "Göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların Rabbinden"dir. Bu ifadeler, biraz sonra değinilecek büyük gerçek ve dikkat çekilecek nokta için hazırlanmış uygun bir ortamdır. Bu gerçek, tüm insanları kapsadığı gibi, gökleri, yeryüzünü dünyayı ve ahireti kapsayan bir tek ilahın olduğu gerçeğidir. Bu gerçek, her zulüm ve azgınlığa ve her takvaya hak ettiği karşılığı verecek olan ve dünyanın da ahiretin de sonunda varıp kendisine dayanacağı bir tek ilahın olduğu gerçeğidir... Sonra o yüce ilah "Rahman"dır. Azgınlara ve müttakilere verecek olduğu bu karşılık rahmetinin gereğidir. Dahası azgınlara ve zalimlere vereceği azab bile yüce Allah'ın rahmetinin eseridir. Kötülüğün cezasını bulması ve sonunda akıbetinin iyilikle aynı olmaması da, O'nun rahmetinin eseridir.
Rahmetin yanısıra büyüklük ve ululuk vardır. Çünkü, o korkunç ve dehşetli günde, Cebrail'in ve diğer meleklerin "Konuşmadan dizi dizi durdukları" o günde "O'nun izni olmadan kimse konuşamayacaktır." Ancak Rahman'ın izin verdiği konuşacaktır ve doğruyu söyleyecektir. Zaten Rahman da ancak doğru söyleyeceğini bildiği kimseye konuşma izni verecektir.
Yüce Allah'a yakın olan ve her türlü günahtan ve isyandan temiz ve uzak olan meleklerin sergiledikleri manzaralar, evet onların böylesine susmuş ancak izin verildikten sonra ve ölçülü konuşmalarının manzaraları, sunulan atmosfere, heyecan, korku, heybet, yücelik ve vakar vermektedir. İşte bu sahnenin ışığı altında bir uyarı haykırışı ve yaptığına aldırmayan mahmurluk içinde gaflet uykusuna dalmışları sarsacak, bir sarsıntı kopar.
39- işte gerçek gün budur. Dileyen kimse Rabbine götürecek bir yol benimser. 40- Sizi yakın gelecekteki azabla uyardık; o gün kişi elleriyle sunduğuna bakar ve inkarcı da "Keşke toprak olsaydım" der.
"Bu gerçek gün"ün bir gün geleceği hakkında, kuşkuya düşüp de birbirlerinin görüşünü soran o kimselere çok sert bir sarsmadır bu. Bu gerçek gün, birgün kaçınılmaz olarak gelecektir. Bu konuda soruşturma yapmaya ve görüş ayrılığına düşmeye hiç yer yoktur. Fırsat henüz daha eldedir. Dileyen, cehennem kendisine gözetleme yeri ve barınak olmadan "Rabbine götürecek bir yol benimser."
Meleklerin sergilediği sahnenin ışığı altında ortaya çıkan uyarı da gaflet uykusuna dalmışları kendilerine getirecek bir uyarıdır. "Sizi yakın gelecekteki azapla uyardık: ' Evet bu azap yakındır uzak değildir. Cehennem sizleri beklemektedir, sizleri gözetlemektedir. Hem de bu ayetlerde gördüğünüz biçimi ile... Çünkü içinde yaşadığınız dünya bütünü ile kısa bir yolculuktan ve yakında bitecek bir ömürden ibarettir. Ve ardından bir korku azabı gelmektedir. Kafire yok olmayı var olmaya üstün tutturacak bir azaptır bu. "O gün kişi elleriyle yaptıklarını görür ve kafir de `Keşke toprak olsaydım' der." Kafir bu sözü ancak dayanılmaz sıkıntıya ve şiddete düştüğü zaman söyler.
Bu öyle bir ifade ki, atmosfere heybet ve pişmanlık vermektedir. Hatta insan denen varlık yok olup ortadan kalkmayı kimsenin önem vermeyeceği değersiz bir nesne haline gelmeyi temenni eder. Ve insan yok olmayı, ya da değersiz bir nesne olmayı, o şiddetli ve korkunç durumla yüzyüze gelmekten daha hafif bulur. Evet insan o büyük haber hakkında birbirlerine soruşturma yapanların sorularına, kuşkuya düşenlerin kuşkularına ahirette bir karşılık olan o durumla yüzyüze gelmektense, yok olmayı ya da değersiz bir nesne olmayı tercih eder.
Herhangi bir yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.
mucahid dizayn: info@mucahid.net