65-Talak


1- Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırını aşarsa, şüphesiz kendisine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki, Allah bunun ardından (gönlünüzde sevgi gibi) bir hal meydana getirir.

işte ilk aşama ve işte Peygamber Efendimize yönelik bir ifadeyle açıklanan ilk hüküm... "Ey peygamber!.." Sonra bu hükmün Müslümanlara özgü olduğu ve Peygamber Efendimizin şahsı ile ilgili olmadığı anlaşılıyor: "Kadınları boşamak istediğiniz zaman ..." Böyle bir ifadenin arka planında meseleye verilen önem ve konunun ciddiyeti vurgulanıyor. Burada kullanılan ifade tarzı oldukça ilginçtir. Çünkü yüce Allah bu mesele ile ilgili emrini vermek üzere Peygamberinin şahsına seslenirken, buyruğunu diğer Müslümanlar da duyurmuş oluyor. Hiç kuşkusuz bunlar konuya verilen önemi ortaya koymaları bakımından açık psikolojik mesajlar içeren ifadelerdir.

"Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın." Bu ayetin ifade ettiği anlamı açık biçimde ortaya koyan sahih bir hadis mevcuttur. Buhari'de yer alan bu hadisin metni şöyledir: Bize Yahya B. Bükeyr anlattı. Ona da Leys anlatmış, o da Ukeyl'den duymuş, ona da ibni Şihab anlatmış, o da Salim'den Abdullah B. Ömer'in şöyle dediğini haber vermiş: Abdullah B. Ömer, karısını hayızlıyken boşamış, Hz. Ömer gidip bunu Resulallah'a haber vermiş, bunun üzerine Peygamberimiz öfkelenmiş ve şöyle demiş: "Gidip karısını geri getirsin, hayızdan temizlenene kadar yanında tutsun. Sonra kadın tekrar hayız görüp temizlenince, şayet halâ boşamak istiyorsa o zaman temizlenmiş halde ve kendisiyle ilişkiye girmeden boşasın. işte yüce Allah'ın uyulmasını istediği iddet dönemi budur:'

Hadisin Müslim'deki metninde ise şu ifade geçer: "işte yüce Allah'ın kadınların içinde boşanmasını emrettiği iddet dönemi budur."

Buradan anlaşılıyor ki, boşanmanın geçerli olabilmesi için belirli bir zaman gereklidir. Dolayı siyle erkek karısını hayızdan temizlendiği ve bundan sonra da aralarında cinsel ilişki olmadığı zaman ancak boşayabilir. Bunun dışında dilediği zaman karısını boşayamaz. Başka hadisler boşanmanın geçerli olduğu ikinci bir durumun da olduğunu ifade etmektedirler. Bu da kadının açıkça hamile olduğunun belli olduğu dönemdir. Boşanma için bu şekilde bir zaman belirlenmiş olması, boşama eylemini kişide boşama isteğinin belirdiği anın bir süre sonrasına erteleme amacına yöneliktir. Bu süre içinde şayet geçici nedenlere bağlı ise kızgınlık dinebilir, karı koca arasında uzlaşma sağlanabilir. Yine bu zaman ayarlamasında gebelik durumunun olup olmadığının anlaşılması da amaçlanmıştır. Koca karısının hamile olduğunu öğrenirse onu boşamaktan vazgeçebilir. Kadının hamile olduğu anlaşılır buna rağmen adamın bu düşüncesi sürerse bu onun kararlı olduğunu gösterir. Hayızdan temizlendikten sonra cinsel ilişkinin olmamasının şart koşulması kadının hamile kalmaması içindir. Hamileliğin belli olmasının şart koşulması ise bilerek hareket etmek içindir.

Bunlar aile binasında beliren çatlakları onarma amacı ile başlatılan ilk girişimlerdir. Bu binaya yönelmiş yıkıcı balyozları önleme çabalarıdır.

Bu, boşanmanın ancak söz konusu dönemde geçerli olacağı anlamına gelmez. Boşanma her zaman için geçerlidir. Ancak Allah katında hoş karşılanmaz, peygamberin öfkelenmesine neden oluşturur. Bu hüküm, bir müminin zamanı gelene kadar kendini tutması ve yüce Allah'ın bu meselede dilediği gibi karar vermesini beklemesi için yeterli bir ağırlığa sahiptir.

"Ve iddeti de sayın."

Amaç, bekleme günlerinin sayılmaması sonucu boşanan kadının gereksiz yere bekletilmesini önlemek, bu dönemden sonra evlenmesine engel olmakla zarara uğramasına imkan vermemektir. Veya bu sürenin eksik sayılmasını önlemektir. Ki bu durumda birinci amaç gerçekleşmemiş olur. Söz konusu amaç, soyun karışmasını önlemek için boşanan kadının rahminde ceninin olmadığının iyice anlaşılmasıdır. Ayrıca bu, meselenin önemini, gökyüzünün konuyu gözettiğini, ilgili tarafların dikkatli olmasını istediğini anlatan oldukça etkili bir kontrol mekanizmasıdır.

"Rabbiniz Allah'tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları bir yana, onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar."

İlk seslenişin oluşturduğu şaşkınlığın ardından gelen ilk uyarıdır. Kadınların evlerinden çıkmamalarını öngören emirden önce Allah'tan korkmaları hatırlatılarak ilk kez konuya dikkatleri çekiliyor. Ayette kadınların evlerinden söz edilirken kastedilen kocalarının evleridir. Fakat boşanma sonrası bekleme dönemi içinde kadınların bu evlerde oturma hakkına sahip olduklarını vurgulamak amacı ile böyle bir ifade kullanılıyor.

Kadınlar bu evlerden kendi istekleri ile çıkmayacakları gibi çıkarılmayacaklar da. Ancak açık-seçik bir edepsizlik yapmaları durumu bu hükmün dışında tutuluyor. Burada söz konusu edilen edepsizliğin zina sonucu olduğu söylenmiştir. Dolayı siyle böyle bir suç işlemeleri durumunda taşlanarak öldürülmek üzere bu evlerden çıkarılacaklardır. Burada kastedilen edepsizlik kocanın ailesini rahatsız etmesi veya kocasına hakaret etmesi, boşanmış olsa bile kocasını incitecek davranışlarda bulunması da olabilir. Çünkü kadının boşanma sonrası bekleme döneminde kocasının evinde tutulmasının hikmeti tekrar birbirlerine dönmelerine bir fırsat oluşturmaktır. Sevgi ve şefkat duygularını yeniden harekete geçirmektir. Birlikte geçirdikleri günlerin anılarını tazelemektir. Şöyle ki bu dönemde koca boşanma gereği kadından uzak durur ama gözlerinin önünde dolaşır. Bu durum her ikisinin de duyguları üzerinde derin etki bırakır. Ama kadın kocasının evinde zina gibi iğrenç bir suç işlerse, veya kocasının ailesini rahatsız ederse, ya da kocasına hakaret ederse, bu durumda temiz duyguların canlanması, köşede kıyıda kalmış sevgi kırıntılarının harekete geçmesi mümkün ol naz. Bu yüzden boşanma sonrası bekleme döneminde kadını kocasının evinde tutmaya gerek yoktur. Çünkü böyle bir durumda kadının kocasına yakın durması bağları güçlendirmez, aksine kopartır:

"Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur."

Bu da konuyla ilgili ikinci uyarıdır. Buna göre yüce Allah koyduğu bu hükmün gözetleyicisi, bekçisidir. Hangi mümin Allah'ın gözetlediği bir sınırı aşmaya kalkışabilir? Buna kalkışanın sonu felakettir, yok olmadır. "Kim Allah'ın sınırını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur." Allah'ın koruyup gözettiği bir sınırı aşmaya kalkışmak suretiyle kendini Allah'ın azabına atmakla kendine zulmetmiş olur. Aynı şekilde boşadığı karısına haksızlık etmekle de kendine zulmetmiş olur. Çünkü kadın ve erkek tek bir kişiden türemişler. Bu açıdan kadına haksızlık eden kendine haksızlık etmiş olur... Ve sonra...

"Bilemezsin, olur ki Allah bunun ardından (gönlünüzde sevgi gibi) bir hal meydana getirir."

Son derece etkileyici ve derin anlamlar içeren bir mesajdır bu. Boşandıktan sonra kadınların belli bir süre bekletilmesine ve boşanmış kadınların bu süre içinde kocalarının evlerinde kalmalarına ilişkin olarak yüce Allah'ın verdiği emrin arka planında gizli bulunan gaybı ve takdiri kim bilebilir ki? Ayet-i kerime burada bir umut parıltısı gönderiyor. Bir ışık yakıyor. Evet bu dönem baştan sona herkes için hayırlı olabilir. Bütün durumlar değişebilir, karşılıklı uzlaşmaya, hoşnutluğa dönüşebilir. Çünkü Allah'ın kaderi sürekli hareket halindedir. Sürekli değişir ve sürekli olaylarla iç içedir. Şu halde Allah'ın buyruğuna teslim olmak en iyisidir. Onun emrini korumak daha uygun bir davranıştır. Ondan korkmak, onun gözetimini düşünmek burada bir parça işaret edildiği gibi herkes için hayır kaynağıdır.

İnsan ruhu kimi zaman içinde bulunduğu anda kaybolur; bu anın ortaya çıkardığı durumların, şartların arasında boğulur. Geleceğe açılan tüm kapılar üzerine kapanır, içinde bulunduğu anın zindanına hap solur kalır. Bu anın sonsuz olduğunu, kalıcı olduğunu düşünür. içinde bulunduğu anda baş gösteren durumların, şartların peşini bırakmayacağını, kendisini hep kovalayacağını sanır. Bu psikolojik zindan sinirleri kilitler ve çoğu zaman bozulmalarına sebep olur.

Fakat aslında bu durum gerçek değildir. Çünkü Allah'ın kaderi sürekli işliyor, sürekli değişiyor, başkalaşıyor. Daima insanın aklının ucuna getiremediği durumları, şartları ortaya çıkarıyor. Sıkıntının ardından rahatlık, zorluğun ardından kolaylık, darlığın ardından bolluk meydana getirir. Çünkü Allah her gün kulları için değişik durumlar yaratır. insanlar için perde gerisinde olan yeni durumlar ortaya çıkarır.

Yüce Allah bu gerçeğin bu şekilde insanların kafalarında yer etmesini diliyor. Böylece yüce Allah'ın meydana getirdiği olaylara bakış açıları sürekli ve taze olsun diye. Durumların değişmesine yönelik arzu kapıları sürekli açık bulunsun diye. Ruhları arzuyla harekete geçsin, umutla neşelensin, coşsun, giriş kapılarını kilitlemesin, şimdiki zaman zindanında yaşamasın diye. Çünkü bir sonraki zaman diliminde insan aklının ucundan geçmeyen şeyler meydana gelebilir: "Bilemezsin, belki Allah bunun ardından bir hal meydana getirir."

 

2- İddet müddetlerini doldurduklarında onları ya güzelce tutun, veya onlardan uygun bir şekilde ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şahitliği Allah için yapın. İşte bu Allah â ve ahiret gününe inananlara verilen öğüttür. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.

3- Ve ona beklemediği yerden rızk verir. Kim Allah'a güvenirse kendisine yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.

İşte boşanmanın ikinci aşaması ve işte bu aşama ile ilgili hüküm. Boşanma sonrası bekleme süresinin sonuna doğru koca, boşadığı karısı bu süreyi henüz tamamlamamışken -daha önce açıklandığı gibi bu sürenin miktarı da tartışma konusudur- geri almalıdır. Sadece geri dönmesi boşanmanın geçersizliği için yeterlidir ve bu davranış kocanın karısını yanında alıkoyduğu yani ona tekrar eş olarak kabul ettiği anlamına gelir. Ya da kocası bekleme süresinin bitmesini bekler. Bu ise kadının kesinlikle, bir daha yeni bir evlilik sözleşmesi olmaksızın geri dönmemek üzere boşanması demektir Koca ister karısını geri alsın, ister ondan ayrılsın, her iki durumda da iyi davranmakla yükümlüdür. Geri almak suretiyle karısına zarar vermeye kalkışması yasaktır. Yani bekleme süresinin sonuna doğru karısını geri alması, sonra tekrar boşaması, böylece evlenmeksizin ortada kalma süresini uzatmaya çalışması, veya ortada bırakmak üzere geri alması, intikam almak üzere kadını tuzağa düşürmesi yasaktır. Her iki durum da surenin indiği dönemde fiilen yaşanmaktaydı. Ruhların Allah korkusundan uzaklaştığı her zaman benzeri durumlara rastlamak mümkündür. Hiç kuşkusuz Allah korkusu gerek ayrılık, gerekse birleşmekle ilgili hükümlerin uygulanışının başta gelen garantisidir. Aynı şekilde ayrılma durumunda da kocanın karısına sövmesi, hakaret etmesi, söz ve davranışla incitmesi, kızması yasaktır. Çünkü evlilik bağı iyilikle kurulmuş iyilikle son bulmalıdır. Kalpler de sevgiye yer kalmalıdır. Çünkü yeniden birleşmek söz konusu olabilir. Bir kötülük, yersiz bir söz, kırıcı bir işaret, incitici bir davranış, tekrar birleşme durumunda tertemiz olması gereken hatıralarda kötü bir yer edebilir. Sonra bu, İslam'ın diller ve kalpler için öngördüğü edep tavrının da bir gereğidir.

Gerek ayrılık, gerek yeniden birleşmek için iki adil şahidin tanıklığı gereklidir. Bununla güdülen amaç zihinlerde yer edebilecek kuşkuları gidermektir. İnsanlar boşanmayı duymuş ama yeniden uzlaşma sağlandığını duymamış olabilirler. Dolayı siyle çeşitli dedikodular, kuşkular etrafa yayılabilir. İslam bu tür ilişkilerde, insanların dillerinde ve vicdanlarında temizliğe ve netliğe önem verir. Bazı fıkıhçılar ayrılığın da, birleşmenin de şahit olmadan da olabileceği görüşündedirler. Bazıları da gerek ayrılığın gerekse birleşmenin ancak şahitlerin huzurunda olabileceği düşüncesindedirler. Fakat üzerinde birleşilen görüş, ayrılıktan sonra veya ayrılık esnasında yahut yeniden birleşme anında iki şahidin kesinlikle bulunmasını öngörmektedir.

Bu aşamayla ilgili hüküm açıklandıktan sonra peş peşe gelen mesajlar ve direktifler yer alıyor:

"Şahitliği Allah için yapsın."

Çünkü mesele Allah'ı ilgilendiriyor, bu mesele ile ilgili olarak yapılacak şahitlik te Allah içindir. Bu şahitliği emreden O'dur. Doğru olup olmadığını o gözetliyor ve O bu şahitliğin karşılığını verecektir. Bu konuya el atılırken, karı-koca veya insanlarla değil Allah ile ilişki halindedir insan.

"İşte bu Allah'a ve ahiret gününe inananlara verilen öğüttür."

Bu hükümlerle muhatap olanlar ahiret gününe inanan müminlerdir. Burada yüce Allah onlara özellikleri gereği kendilerine öğüt verdiğini söylüyor. Eğer gerçekten Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa şu halde öğüt alacak, Allah'ın sözlerinden ders alacaklardır. Bu onların imanlarının mihengidir, mümin olduklarına ilişkin iddianın ölçüsüdür.

"Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızk verir."

Dünyada ve ahirette uğrayacağı sıkıntılardan kurtulmasını sağlayacak bir çıkış yolu gösterir. Beklemediği yerden, değerlendiremediği kadar rızk verir. Hiç kuşkusuz bu, genel bir kuraldır, kalıcı bir gerçektir. Fakat bu kuralın burada boşanmanın hükümleriyle bağlantılı olarak hatırlatılması, özellikle bu meselede muttakiler Allah'tan korktukları zaman bu hükümleri özenle gerçekleştireceklerini, uygulayacaklarını ima etme amacına yöneliktir. Bu durumla ilgili olarak bilinç ve vicdan mekanizmasından daha duyarlı, daha dikkatli bir kontrol olamaz. Çünkü bu konuda karşı tarafa oyun oynamak için geniş bir imkan vardır. Allah korkusundan ve vicdan duyarlılığından başka bir şey de bunun önüne geçemez.

"Kim Allah'a güvenirse O, kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir."

Bu tür ilişkilerde karşı tarafa tuzak kurmak için geniş imkanlar ve sayısız yollar vardır. Bazen tuzaktan korunma girişimleri bir başka tuzakla sonuçlanabilir. işte burada bu tür girişimlerin terk edilmesi, sadece Allah'a dayanılıp güvenilmesi mesajı veriliyor. Hiç kuşkusuz Allah kendisine güvenip dayanana yeterlidir. Allah işini kesinlikle sonuçlandırır. Neyi planlarsa o, kesinlikle meydana gelir. Neyi dilerse o da olur. Şu halde O'na dayanıp güvenmek her şeye güç yetiren, ezici güce sahip dilediğini yapan, istediği işi sonuçlandıran bir kudrete dayanıp güvenmektir.

Aslında bu ilke geneldir. Ama burada güdülen amaç, kalpte Allah'ın iradesine ve takdirine ilişkin iman esasına dayalı doğru bir düşünce oluşturmaktır. Şu da var ki bu ilkenin boşanma hükümleri Dolayı siyle hatırlatılması özel bir anlam ve derin etkili bir mesaj taşıyor.

"Allah her şey için bir ölçü koymuştur."

Şu halde her şey miktarı, zamanı, yeri, şartları, sebep ve sonuçları ile, bir ölçüye göre belirlenmiştir. Tesadüfle meydana gelen hiçbir şey yoktur. Gerek bütün evren içinde, gerekse insanın iç aleminde ve hayatında olup biten hiçbir şey gereksiz ve boşuna değildir. Hiç kuşkusuz bu, iman esasına dayalı İslam düşüncesinin önemli bir yönünü oluşturan büyük bir gerçektir. (Furkan suresinin "O her şeyi yaratmış ve bir ön tasarıya göre düzenlemiştir" ayeti ile Kamer suresinin "Biz her şeyi bir ön tasarıya göre yaratmışız" ayetini sunarken bu gerçeği ayrıntılı olarak açıkladık.) Fakat bu genel gerçeğin burada hatırlatılması yüce Allah'ın boşanma ve boşanma devresi, boşanma sonrası bekleme ve süresi, şahitlik ve şahitliğin yerine getirilmesi ile ilgili koyduğu ölçüleri, bu gerçeğe bağlama amacına yöneliktir. Böylece boşanma hükümleri her zaman yürürlükte olan ilahi yasa, genel evrensel kanun niteliğini kazanıyorlar. Bu sayede insanın kafasında meselenin yüce Allah'ın yarattığı tüm varlıkların varlığına esas oluşturan bir ölçüye göre belirlenmiş evrensel düzen kadar ciddi olduğu düşüncesi uyanıyor. , .

 

4- Kadınlarınızın içinden adetten kesilmiş olanlarla, henüz adetini görmemiş bulunanlardan eğer şüphe ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları, doğum yapmalarıdır. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.

5- Bu Allah'ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah'tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükafatını büyütür.

Boşanma sonrası bekleme döneminin süresine ilişkin bu sınırlandırma hayız görmeyen, bir de hamile olmayan kadınlar içindir. Hayız görmeme durumu hem hayızdan kesilmiş kocamış kadınlar hem de yaşının küçüklüğünden veya bir hastalıktan dolayı henüz hayız görmeyen kadınları kapsıyor. Buna göre daha önce Bakara suresinde açıklanan süre hayız gören kadınlar içindir (Bu da üç hayız görme dönemidir veya üç defa hayızdan temizlenmedir. Bu farklılık fıkhi görüş ayrılıklarından kaynaklanır.) Fakat adetten kesilmiş olanlar ve hiç adet görmeyenlerle ilgili hüküm biraz karışıktı. Bu süre neye göre ve nasıl hesaplanacaktı? işte bu ayet indi ve meselenin üzerindeki kuşku havasını ve karışıklığı giderdi. Ve her ikisinin de bekleme süresini üç ay olarak belirledi. Çünkü her ikisi de ötekilerin bekleme sürelerinde esas alınan hayızı görmüyorlardı. Fakat hamile kadınların bekleme süreleri doğumla sınırlandırıldı. Boşanmadan sonra bu surenin uzun veya kısa olması fark etmez. Doğumdan sonra kırk gün loğusalıktan temizlenme dönemi olsa da doğum boşanmış kadının bekleme süresinin sonu olarak kabul edilir. Çünkü doğumla birlikte ana rahminin boş olduğu kesinlik kazanmıştır, Dolayısıyla beklemeye gerek yoktur. Doğumla birlikte boşanan kadın boşayan kocasından kesin olarak ayrılır. Bundan sonra beklemenin bir gerekçesi yoktur. Çünkü kadın yeni bir evlilik sözleşmesi (nikah) olmaksızın artık kesinlikle kocasına dönemez. Kuşkusuz yüce Allah her şey için bir ölçü belirlemiştir. Şu halde onun koyduğu her hükmün bir gerekçesi, bir hikmeti vardır.

İşte mesele ile ilgili hüküm budur. Şimdi de uyarı amaçlı mesajlar ve değerlendirmeler yer alıyor:

"Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir."

İşlerinin kolayca çözümlenmesi her insanın beklentisidir, içinde taşıdığı umududur. Hiç kuşkusuz yüce Allah'ın herhangi bir kulunun bütün işlerini kolaylaştırması; zorlanmadan, sıkılmadan, meşakkat çekmeden, daralmadan işlerinin kolayca hallolması, bilinç ve doğa tasarımda işleri kolayca ele alması, hareket ve davranışta kolayca üstesinden gelmesi, sonuçlarını, akıbetlerini kolayca ve hoşnutlukla elde etmesi ve Allah'a kavuşana kadar kolay, rahat, esenlik dolu bir hayat yaşaması büyük bir nimettir. Dikkat edin! Bu ifade, hayatın diğer alanlarında her işin kolayca çözümlenmesi için kişiyi boşanma işinde kolaylaştırıcı bir rol üstlenmeye teşvik ediyor.

"Bu Allah'ın size indirdiği buyruğudur."

Biraz önceki ile birlikte yer alan ve aynı amaca yönelik bir diğer mesaj. Bu mesaj insanın dikkatini emrin kaynağına çekiyor ve emrin ciddiyetle ele alınmasını ima ediyor. Kuşkusuz bu emri Allah indirmiştir. Ve müminlerin uyması için indirmiştir. Şu halde bu emre uymak imanın anlamının gerçekleşmesidir, onlarla Allah arasındaki iletişimin gerçek mahiyetiyle ortaya çıkmasıdır.

Ve tekrar takvaya, bu meselede sürekli gündeme getirilen Allah korkusuna dönülüyor:

"Kim Allah'tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükafatını büyütür."

Birinci de işlerin kolaylaştırılması... İkincide kötülüklerin silinmesi, ardından verilecek ödülün daha da büyütülmesi... Hiç kuşkusuz bu insanı teşvik eden bir lütuf, coşturan bir öneridir... Ve bu genel bir hüküm, tüm durumları kapsayan bir vaaddir. Fakat bu vaadin gölgesi boşanma konusuna yansıtılıyor, bu sayede insan kalbi Allah bilinci ile, onun engin lütfu ile dolup taşıyor. Öyleyse Allah kendisini kolaylıkla, bağışlanma ve büyük ödüllerle bürüdüğü halde neden kendisi işi zorlaştırsın, içinden çıkılmaz hale getirsin?

 

6- Boşadığınız kadınları gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun, onları sıkıştırıp, gitmelerini sağlamak için zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Sizin için çocuğu emzirirlerse onlara ücretini verin, aranızda uygun bir şekilde anlaşın. Eğer güçlüğe uğrarsanız çocuğu, başka bir kadın emzirecektir.

7- İmkanı geniş olan, nafakayı imkanlarına göre versin. Rızkı daralmış bulunan da nafakayı, Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemez. Allah daima bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratır.

Boşanan kadınların boşanma sonrası bekleme dönemi içinde kocalarının evlerinde kalmaları, ayrıca müddeti tartışma konusu olan bu süre içinde kendilerine ödenecek nafaka meselesini çözüme bağlayan son açıklama budur. Emredilen, kocalarının boşadıkları karılarını boşanma sonrası bekleme süresi içinde kendi evlerinde tutmalarıdır. Kendilerinin bulunduğu yerden aşağı veya güçlerinin ve maddi durumlarının elverdiğinden daha düşük bir yerde oturtmamalıdırlar. Gerek yerlerini daraltmak, gerek kalacakları yerin iç düzenini bozmak, gerekse ev içinde kötü muamelede bulunmak suretiyle onlara zarar vermemelidirler. Nafaka konusu da özellikle hamile kadınlarla ilgili bir meseleymiş gibi sunuluyor. -Oysa bütün kadınlara boşanma sonrası döneminde nafaka ödemek zorunludur-. Ama bunun özellikle hamilelerle birlikte gündeme getirilmesi, hamilelik durumunun normal bekleme süresini aşınca bu dönemde nafaka verilmeyeceğini veya bir süreden az olması durumunda kadına ek ödemede bulunulması gerekeceğini öngören yanlış bir düşünceye meydan vermeme amacına yöneliktir. Buna göre hamile kadına verilecek zorunlu nafakanın süresi doğumla sınırlıdır. Hamile kadın için doğum, yasal uygulama için yeterli açıklık bulunması açısından boşanma sonrası bekleme döneminin sonudur.

Ardından doğan çocuğun emzirilmesi meselesinin çözümüne sıra geliyor. Ve bu iş karşılıksız bir görev olarak anneye yüklenmiyor. Mademki ikisinin ortak çocuğunun emzirilmesi söz konusudur. Şu halde hayatını sürdürmesi ve küçük yavrunun besleneceği sütü sağlaması için annenin belli bir ücret alması yasal hakkıdır. Bu da İslam şeriatında annenin en son noktaya kadar özenle korunduğunun belgesidir. Aynı zamanda anne ve babaya küçük yavrunun durumu ile ilgili olarak işbirliği yapmaları, çocuğun yararı için birbirlerine danışmaları emrediliyor. Çünkü çocuk ikisine birden verilmiş bir emanettir. Şu halde ikisinin hayatlarını birbirinden ayırmalarının kötü sonuçları ikisinin yaptıklarından sorumlu olmayan çocukcağızın omuzlarına yıkılmamalıdır.

İşte bu yüce Allah'ın anne-babayı uymaya çağırdığı kolaylaştırmadır. Fakat anne-baba zorluk çıkarır, çocuğun emzirilmesi ve verilecek ücret konusunda aralarında uzlaşma sağlanamazsa bile çocuğun hakları garantiye alınmıştır. Bu durumda "Çocuğu, başka bir kadın emzirecektir." Anne çocuğun bir başkası tarafından emzirilmesine itiraz edemez ve anne-baba ayrılmalarından sonra birbirlerine çıkardıkları zorluklardan dolayı çocuğun haklarını göz ardı edemezler.

Sonra boşanma sonrası bekleme döneminde kadına verilecek nafakanın miktarı konusu çeşitli yönlerden ayrıntılı olarak ele alınıyor. Bu da kolaylık, yardımlaşma ve adalet olarak nitelendiriliyor. Bu konuda erkek zorbalık yapmamalı kadın da zorluk çıkarmamalıdır. Yüce Allah'ın bol rızk verdiği kimse bu zenginliği oranında nafaka vermelidir. Gerek kalacak yer, gerek geçim nafakası gerekse emzirme ücreti konusunda cömert davranmalıdır. Ama eli dar olan da zorlanmamalıdır. Çünkü yüce Allah kişiye ancak gücünün kaldırabileceği bir nafaka yüklemiştir. Çünkü rızk veren Allah'tır. Hiç kimse Allah'ın vermediği bir şeyi elde etme gücüne sahip değildir. Allah'ın dışında rızk verecek bir kaynak, onun hazinelerinden başka bir hazine yoktur:

"Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemez."

Bunun ardından, karı-kocaya karşılıklı hoşnut bırakmayı, ücret ve süre bakımından birbirlerine toleranslı davranmalarını tavsiye eden ve her ikisinin duyarlı tellerine dokunan bir mesaj yer alıyor:

"Allah, daima bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratır."

Şu halde, darlıktan sonra genişlik, zorluktan sonra kolaylık meselesi yüce Allah'ı ilgilendirmektedir. Dolayı siyle karı-kocanın bütün meseleyi Allah'ın öngördüğü şekilde çözüme bağlamaları, bu meseleyi ele alırken hep ona yönelmeleri, onun gözetimini hissetmeleri, ondan korkmaları ve tüm meseleyi ona bağlamaları gerekir. Çünkü veren de alan da O'dur. O'dur rızkı daraltıp genişleten. Darlık-genişlik, zorluk-kolaylık, sıkıntı ve bolluk O'nun elindedir.

Buraya kadar boşanma ve boşanma sonrası meydana gelen sorunlara ilişkin hükümler ele alınmış oluyor; boşanmanın ortaya çıkardığı tüm meseleler kesin bir çözüme bağlanıyor; yıkılan evden geriye bir enkaz, ruhları dolduran, kalpleri bürüyen bir toz-duman bırakılıyor. Bu yıkımdan sonra merhem sürülmemiş bir yara, dindirilmemiş bir ağrı, ızdırap veren dert bırakılmıyor.

Aynı şekilde buraya kadar kalplerde geçebilecek olumsuz düşünceler, vesveseler giderilmiş; karşılıklı hoşgörü, kolaylaştırma ve meseleyi iyilikle ele alma sayesinde bunların önüne geçilmiş oluyor. Böylece boşadığı karısını evinde barındırdığı, bol nafaka ödediği ya da çocuğunu emziren kadına fazla bir ücret verdiği zaman kocanın kalbinden fakirlik korkusunu, malın azalıp yok olması düşüncesini gideriyor. Yine kısıtlı bir nafakadan dolayı kadının içinde baş gösteren sıkıntıyı veya daha fazla nafaka koparmakla eski kocasının malına zarar verme arzusu atılıyor. Ayrıca Allah'tan korkanlar için zorluktan sonra kolaylık, sıkıntıdan sonra genişlik ve beklenmedik yerden rızk geleceği vurgulanıyor. Bunun yanı sıra dünyada verilecek rızkın ötesinden ahirette de bol rızk verileceği, işlenen hatalar silindikten sonra büyük ücretler bahşedileceği pekiştirilerek ifade ediliyor.

Yine buraya kadar ki açıklamalarda, boşanma ile sonuçlanan çekişme ve geçimsizliğin geride bıraktığı kin, öfke, duygu ve vicdanı bürüyen toz-duman gibi kalıntılar gideriliyor, kalpler huzura kavuşturuluyor. Şefkat ve güzellikle bütün bunlar bir kenara atılıyor ve bu kalplere ilahi rahmet meltemleri estiriliyor Allah'a yönelik umutla dolduruluyor. Allah korkusu, ona yönelik umut ve ,onun hoşnutluğunu beklemeye ilişkin mesajlarla kalplere sevgi ve iyilik pınarlarından duygular akıtılıyor.

İşte bu kapsamlı ve çok yönlü tedavi bu derin etkili psikolojik uyarılar, sık sık vurgulanan bu pekiştirilmiş ifadeler... Evet bu meselede belirlenen kuralların uygulanışının tek güvencesi budur. Çünkü vicdanların duyarlılığından ve kalplerin takvasından başka bir kontrol mekanizması söz konusu değildir. Çünkü ortada tek engel kanun olursa karı ve kocanın her biri duygularını bastırmak için ötekine çeşitli zararlar verme imkanına sahip olur. Bu yüzden bazı emirler bütün bunları kapsayacak şekilde erdemliliğe yöneliktir. Çünkü karı-kocanın karşılıklı olarak birbirlerine zarar vermemeleri emrediliyor: "Onlara zarar vermeyin." Bu emir karı-kocanın birbirlerine vereceği her türlü zararı kapsıyor. Bir kanun maddesi ne kadar geniş kapsamlı olursa da bu etkinliği sağlayamaz. Bu mesele vicdani duyarlılığı uyandıran etkenlerle, takva duygusunu coşturmakla, bütün sırlardan haberdar olan, her şeyi ilmiyle kuşatan Allah korkusu ile ele alınıyor. Buna karşılık yüce Allah'ın dünya ve ahirette muttakiler için vaad ettiği nimetler özellikle de değişik açılardan gündeme getirilen rızk bağışı hatırlatılıyor. Çünkü meseleyi kolaylaştırmak ve boşanma durumunun neden olduğu sert havayı yumuşatmak için gerekli olan en önemli etken budur.

Bu hükümler ve direktiflerin ışığında eşler birbirlerinden ayrılabilirler. Ama içlerinde ölmemiş sevgi tohumları kalır. Bu tohumlar yerde bir yağmur çisin tisi ile canlanır yeniden yeşerebilirler. Bu, aynı zamanda İslam'ın Müslüman toplumun yaşam biçimine egemen kılmak ve toplumun her tarafında yaygınlaştırmak istediği güzel ve üstün bir edep tavrıdır.

İNANMIŞ AKIL SAHİPLERİ

Surenin akışı bütün bunları sunduktan sonra, ders alınacak son ibret tablosunu, Rablerinin ve onun gönderdiği elçilerin emirlerini çiğneyen, kendilerine okunan ayetleri dinlemeyen, olumlu karşılık vermeyen toplumların bu suçlarından dolayı başlarına gelen acıklı akıbetten örnekler sunarak çiziyor. Bu ibret tablosunu, Allah'tan korkmayan, ona itaat etmeyen kimseyi bekleyen acı akıbeti, aynı şekilde bu sureye ve surenin içerdiği hükümlere muhatap olan müminlere yönelik Allah'ın nimetlerini hatırlatacak şekilde başlarının üzerine asıyor:

 

8- Nice şehirler var ki Rabbinin ve elçilerinin emirlerine baş kaldırdı, biz de onu çetin bir hesaba çektik ve ona görülmemiş şekilde azab ettik.

9- Onlar yaptıklarının karşılığını tatmışlardır. işlerinin sonu tam bir hüsran olmuştur.

10- Allah onlara şiddetli bir azab hazırlamıştır. Ey inanan akıl sahipleri. Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı kitab indirmiştir.

11- İman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir peygamber göndermiştir. Kim Allah â inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. Allah böylesine gerçekten güzel bir rızk vermiştir.

Burada uzun bir uyarı, sahneleri ayrıntılı biçimde gözler önüne serilen bir sakındırma yer alıyor. Bunun yanı sıra yüce Allah'ın iman ve nur şeklinde beliren nimetine ve rızkın en güzeli ve onur vericisi olan ahiret ödülüne ilişkin vaadini hatırlatan derin etkili bir mesaj sunuluyor.

Şu halde yüce Allah'ın, kendi emrine karşı çıkan ve peygamberlerine teslim olmayan toplumları cezalandırması her zaman yürürlükte olan bir yasadır: "Nice şehirler var ki Rabbinin ve elçilerinin emirlerine baş kaldırdı, biz de onu çetin bir hesaba çektik ve ona görülmemiş şekilde azab ettik." Yüce Allah'ın bu toplumları cezalandırması ayrıntılı olarak anlatılıyor. Sonra çetin hesaplaşma ve görülmemiş azap sahnesi detaylı olarak sunuluyor. Ardından akıbet ve başa gelen kaçınılmaz musibet tasvir ediliyor: "Onlar yaptıklarının karşılığını tatmışlardır. İşlerinin sonu tam bir hüsran olmuştur." Hüsranla noktalanan acı akıbeti yansıtan tablonun sunuluşu ise bir sonraki ayete erteleniyor: "Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır." Bütün bunlara sahneyi biraz daha uzatmak, adımları ve aşamaları daha çok açmak amacıyla başvuruluyor. Hiç kuşkusuz bu, duyguda derin etki bırakmak, sinirler üzerindeki etkiyi uzun süreli kılmak için Kur'an-ı Kerim'in başvurduğu ifade yöntemlerinden biridir.

Bu uyarı karşısında bir süre duruyoruz ve yüce Allah'ın, emirlerine karşı çıkan gönderdiği peygamberlere başkaldıran şehirleri birer birer cezalandırdığını görüyoruz. Ayrıca bu uyarının burada boşanma ve boşanma hükümleri Dolayısıyla yer aldığını da görüyoruz. Böylece boşanma ve boşanma hükümleri bu genel yasaya bağlanıyor. Boşanma ile bu evrensel yasa arasında kurulan bu bağlantı boşanma sorununun aile veya eşlerin dar sınırları içinde bir olay olarak algılanmadığını, aksine bütün Müslüman ümmeti ilgilendiren bir bir sorun olarak ele alındığını gösteriyor. Şu halde bu konuda Müslüman ümmet sorumludur. Bu konuda Allah'ın şeriatına uymakla yükümlüdür. Müslüman ümmetin bu konuda Allah'ın şeriatına ters düşmesi -tıpkı bu düzenin hükümlerinden herhangi birine yahut insan hayatına egemen olması için gönderilen bu eksiksiz sistemin herhangi bir ilkesine ters düşmesi gibi- Allah'ın emrinin dışına çıkmaktır, O'na baş kaldırmaktır. Bu durumda sadece bu suçu işleyenler cezalandırılmaz. İçinde bu tür bir başkaldırı yaşanan, hayatla ilgili meselelerde Allah'ın sisteminden sapan, onun emrine ters düşen tüm şehir cezalandırılır. Çünkü Allah'ın dini itaat edilsin, eksiksiz uygulansın, tüm hayata egemen olsun diye gelmiştir. Bu yüzden fertleri ilgilendiren kişisel meselelerde bile- Allah'ın dininin ilkelerine ters düşen biri daha önce böyle bir suç işleyipte sorumlu tutulan şehirlerin tabi tutuldukları değişmez ilahi yasaya muhatap olacaktır.

İşte adı geçen şehirler durumlarının gerektirdiği cezayı çekmiş ve sonunda da zarar etmişlerdir. Son hesaplaşma gününden yani kıyamet gününden önce daha bu dünyadayken cezalarını çekmişlerdir. Evet, bu cezayı yüce Allah'ın yeryüzüne egemen olması için gönderdiği hayat sisteminden sapan, ilkelerini çiğneyen bütün şehirler, bütün milletler ve bütün halklar çekmişlerdir. Biz ve bizden önceki kuşaklarda bu durumu gözlerimizle gördük. Allah'ın koyduğu sistemi rafa kaldıran, onun ilkelerini çiğneyen toplumların bir sosyal bozulma ve çözülme sürecini yaşadığına, yoksulluk ve kıtlık çektiğine, zulüm ve baskı altında inim inim inlediğine, can güvenliğinden, barıştan, istikrar ve huzurdan yoksun korkulu bir hayat yaşadığına şahit oluyoruz. Her gün bu uyarıyı doğrulayan olaylarla karşılaşıyoruz!

Bütün bunların yanı sıra yüce Allah'ın koyduğu hayat sistemini tanımayanları bekleyen çok şiddetli bir azap vardır. İşte yüce Allah buyuruyor: "Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır." Ve Allah en doğrusunu söyler.

Bu din -Saff suresinde değindiğimiz gibi- toplumsal bir hayat sistemidir. Kendine özgü bir hayat düzeni olan Müslüman bir toplum meydana getirmek için gelmiştir. Bu toplumun tüm hayatını yönlendirmek için gelmiştir. Bu yüzden toplumun tümü bu dine karşı sorumludur. Hükümlerinden sorumludur. Bu hükümlere ters düştüğü zaman, geçmişte Allah'ın emrine ve Allah tarafından kendilerine gönderilen peygamberlerin sunduğu mesaja karşı çıkan, baş kaldıran şehirler gibi bu uyarının gerektirdiği cezayı hakkeder.

İşte bu uyarılar ve uyarıları somut olarak gözler önüne sunan sahnelerin karşısında ayet-i kerime iman eden akıllı kimselere, akıllarının yol göstericiliği ile imanı algılayanlara sesleniyor. Onları, kendilerine uyarıcı bir kitap indiren Allah'tan korkmağa çağırıyor: "Allah size gerçekten bir uyarıcı kitap indirmiştir." Ayet-i kerime bu uyarıyı somutlaştırıyor, Peygamber Efendimizin şahsı ile birleştiriyor. Onun saygın kişiliğini uyarının kendisi veya canlı bir ifadesi olarak sunuyor: "Allah apaçık ayetlerini okuyan bir peygamber göndermiştir."

Bu ayet, çeşitli anlamlara gelen doğru, derin etkili, olağanüstü bir ifade tarzı ile sunulan ve dikkatlerimizi önemli bir nokta üzerinde toplayan bir mesaj içermektedir.

Allah katından gelen bu uyarı, bu kitap Hz. Peygamberin dosdoğru kişiliği aracılığı ile onlara ulaşmış ve sanki bu uyarı doğrudan onların içlerine girmiştir. Peygamberin şahsı bu uyarının içerdiği hiçbir gerçeğe perde olmamıştır.

Bu ayetin işaret ettiği gerçeği bir de şu şekilde ele almak mümkündür: Hz. Peygamberin şahsı doğrudan doğruya bir uyarı niteliğine bürünmüştür. Hz. Peygamber bu uyarının somut bir örneğidir. Sözlü olarak bu uyarıyı ifade etmiş ve kendisi de bu uyarının gerçekliğini yansıtmıştır. Dolayı siyle Hz. Peygamber Kuran'ın içerdiği gerçeklerin canlı bir tercümesidir. Doğrusu Peygamberimiz böyleydi. Nitekim Hz. Aişe onu şu şekilde tanıtmaktadır: "O'nun ahlâkı Kuran'dı." Peygamberimiz hayatın sorunları karşısında Kuran'ı bu şekilde algılamıştı. Bizzat kendini canlı bir Kur'an olarak sorunları ele almıştı.

Yüce Allah'ın bahşettiği uyarıcı kitap, aydınlatıcı nur, yol gösterici ve yapıcı mesaj şeklinde somutlaşan nimetin ötesinde bir de içinde sonsuza dek kalınacak cennet nimetleri vaad ediliyor. Bu rızkın en güzel olduğu hatırlatılıyor. Yeryüzünde bahşedilen diğer rızklarla karşılaştırılamayacağı vurgulanıyor: "Allah böylesine gerçekten güzel bir rızk vermiştir."Allah hem dünyada hem de ahirette rızk verir ama bu her türlü rızktan daha iyi bir rızktır. Ve bunu en güzel bir rızk olarak seçmesi gerçeğe dayalı ve onurlandırıcı bir seçimdir.

Böylece rızk konusuna bir kez daha değiniliyor. Bu işaretle cennette verilecek rızk karşısında dünya rızkının önemsizliği, basitliği vurgulanıyor. Bununla birlikte surenin ilk bölümlerinde dünya rızkının da bollaştırılacağı vaad edilmişti.

ALLAH HER ŞEYE KADİRDİR

Ve surenin sonunda şu dehşet verici evrensel mesaj sunuluyor. Böylece surenin konusu, surede yer alan yasal düzenlemeler ve direktifler Allah'ın uçsuz bucaksız evrene egemen kaderine, tüm evreni kontrolünde tutan gücüne ve tüm evreni kuşatan bilgisine bağlanıyor.

 

12- Allah yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yarattı. Allah':n buyruğu bunlar arasında iner ki, böylece Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.

Yedi kat göğün ne anlama geldiğini, boyutlarının ve alanının ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Yedi kat yer de öyle. Şu anda üzerinde yaşadığımız dünya bu yedi kat yerden biri olabilir ve ötekiler de yüce Allah'ın bilgisinin kapsamında olabilirler. Ayette geçen "Mislehunne - bir o kadarı" ifadesi ile bu yeryüzü-nün de yapısı ve özellikleri bakımından göklerle aynı türden olduğuna işaret edilmiş olabilir. Her halükârda bu ayetleri pozitif bilimlerin verilmesine göre yorumlamak diye bir zorunluluğumuz yoktur. Çünkü beşeri bilimler tüm evreni kuşatamamıştır ki biz de kesin olarak "İşte Kur'an-ı Kerim bunu demek istiyor" diyelim. Ne var ki insanoğlu kesin olarak evrenin yapısının bütünüyle öğrenmediği sürece böyle bir şey söyleyemeyiz .. Bu ise uzak hem de çok uzak bir temennidir.

Biz bu işaretin vurgulamak istediği gerçeğin psikolojik boyutundan ve iman esasına dayalı, doğru ve evrensel düşüncenin inşasına yönelik mesajından yararlanıyoruz.

"Allah yedi kat gök ve yerden bir o kadarını yarattı." şeklinde ifade edilen akıllara durgunluk veren evrene yönelik bu işaret karşısında insan duygusu donakalıyor. Kalp Allah'ın gücünü uçsuz bucaksız mülkünü gözler önüne seren sahnelerden birinin karşısında buluyor kendini. Bırakın dünya mülkünün bir kısmını bırakın dünyada olup biten bazı olayları, bırakın kocanın ödediği veya kadının indirim yaptığı birkaç kuruş parayı... Bütün yeryüzü bu uçsuz bucaksız mülk karşısında küçülüveriyor, önemsizleşiyor...

İşte şu yedi kat gökyüzü ve yedi kat yer veya yerler arasında iner Allah'ın emirleri. Şu anda bu surede onlara yöneltilen emir de bunlardan biridir. Şu halde bu emir, insanların güçleri oranında zaman ve mekana ilişkin düşüncelerinden kaynaklanan ölçüler bakımından da oldukça önemlidir, olağanüstüdür. Bu emre karşı çıkmak, gökler ve yerler arasında yankılanıp duran, yüceler aleminin ve göklerde ve yerlerde yüce Allah'ın yarattığı diğer varlıkların dinlediği emre karşı gelmektir. Bu öylesine ağır bir cürümdür ki, akıl sahibi hiçbir mümin buna yeltenemez. Kendisini karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kendisine Allah'ın açık ve anlaşılır ayetlerini okuyan, göklerle yerler arasında yankılanan bu emri bildiren bir elçi gelmiş bulunan hiçbir mümin bu iğrenç suçu işleyemez.

Göklerle yer arasında inen bu emir, müminin kalbine Allah'ın her şeye gücünün yettiğine, hiçbir şey O'nun iradesini engelleyemeyeceğine, O'nun bilgisiyle her şeyi kuşattığına, bu uçsuz bucaksız mülkünde olup biten veya kalplerin derinliklerinde gizlenen hiçbir şeyin onun bilgisinden kaçamayacağına ilişkin inancı yerleştirir. Bu mesaj iki açıdan önemlidir.

Birincisi: Her şeyi ilmiyle kuşatan Allah, boşanma ile ilgili hükümlerin uygulanmasını emrediyor. Çünkü yüce Allah onların içinde bulunduğu şartları, yaşadıkları ortamı, onların çıkarını ve kapasitelerini göz önünde bulundurarak bu hükümleri indirmiştir. Şu halde bu emre uymak ve en ufak bir konuda bile bu emrin dışına çıkmamak yapılacak en uygun davranıştır. Çünkü bu hükümleri koyan, her şeyi ilmiyle kuşatan yüce Allah'tır.

İkincisi: Bu hükümler doğrudan doğruya vicdanların duyarlılığına bırakılmıştır. Çünkü yüce Allah'ın bilgisinin ve her şeyden haberdar olduğunun bilincinde olmak, göğüslerde geçen her türlü duyguyu bilen Allah'tan korkmaktan başka bir şey düşünülmeyen bir mesele karşısında vicdanların daha da duyarlı olmalarının garantisidir.

Böylece sure, kalpleri boyun eğmeye, itaat etmeye zorlayan bu dehşet verici, bu ürpertici mesaj ile son buluyor. Kalpleri yaratan, onların kıvrımlarını, gizli açık bölmelerini bilen Allah yücedir, noksan sıfatlardan uzaktır.

 


Herhangi bir yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.

mucahid dizayn: info@mucahid.net