|
69 — TERÂVÎH NEMÂZI VE CÂMİ’LERE SAYGI TERÂVÎH NEMÂZI — (Nûr’ül-îzâh) şerhinde ve hâşiyesinde buyuruyor ki, (Erkeklerin ve kadınların, yirmi rek’at terâvîh kılması, sünnet-i müekkededir. İnanmıyan sapıkdır ve şâhidliği kabûl olmaz. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, birkaç gece, terâvîhi cemâ’at ile sekiz rek’at kıldı. [Evlerine gidince, yirmi rek’ate temâmladılar.]Yalnız olarak yirmi rek’at kıldığı da bildirilmişdir. [Dört mezhebde de yirmi rek’atdir.] Sünnet olduğu buradan anlaşıldı. Üç halîfe ve zemânlarındaki Eshâb-ı kirâmın hepsi, cemâ’at ile yirmi rek’at kıldılar. Bu halîfelere ve Eshâb-ı kirâmın icmâ’ına uymamız, hadîs-i şerîf ile emr olunmuşdur). Terâvîh, yatsının son sünnetinden sonra ve vitrden önce kılınır. [Bir kimse, yatsıyı kılmadan önce terâvîhi kılamaz (İbni Âbidîn s. 295). Vitrden sonra da kılınabilir. Sabâh nemâzına kadar kılınabilir. Fecr doğunca kılınamaz. Kazâ da edilmez. Çünki, terâvîh kuvvetli sünnet ise de, akşam ve yatsı son sünnetleri kadar kuvvetli değildir. Bu sünnetler ise, kazâ edilmez. Yalnız farz nemâzlar ile vitrin kazâsı lâzımdır. Terâvîh, şâfi’îde kazâ edilir. Terâvîhi cemâ’at ile kılmak, sünnet-i kifâyedir. Ya’nî câmi’de cemâ’at ile kılındıkda, başkaları evde yalnız kılabilir, günâh olmaz. Fekat, câmi’deki cemâ’at sevâbından mahrûm kalır.] Evde, bir veyâ birkaç kişi ile, cemâ’at ile kılarsa, yalnız kılmakdan yirmiyedi kat fazla sevâb kazanır. Her iki rek’atde bir selâm verilip, hemen sonraki rek’ate kalkılır. Yâhud dört rek’atde bir selâm verilir. Her dört rek’at arasında, dört rek’at kılacak zemân kadar oturup, salevât veyâ tesbîh yâhud Kur’ân-ı kerîm okurlar. Veyâ sessiz otururlar. İki rek’atde bir selâm vermek ve her iftitâh tekbîrinde niyyet etmek dahâ iyidir. Yatsıyı cemâ’at ile kılmıyanlar, toplanıp da, terâvîhi cemâ’at ile kılamazlar. Çünki, terâvîhin cemâ’ati, farzın cemâ’ati olmak lâzımdır. Yatsıyı cemâ’at ile kılmıyan bir kimse, farzı yalnız kılıp, sonra terâvîhi kılan cemâ’ate katılabilir. [74. cü maddeye bakınız!] Terâvîh nemâzına kalkarken okunacak düâ: Sübhâne zil mülki vel melekût. Sübhâne zil izzeti vel azameti vel celâli vel cemâli vel ceberût. Sübhânel melikil mevcûd. Sübhânel melikil ma’bûd. Sübhânel melikil hayyillezî lâ yenâmü ve lâ yemût. Sübbûhun kuddûsün Rabbünâ ve Rabbül melâiketi verrûh. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehre Ramezân. Merhaben, merhaben merhabâ yâ şehrel-bereketi vel gufrân. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehret-tesbîhi vet-tehlîli vez-zikri ve tilâvet-il Kur’ân. Evvelühû, âhiruhû, zâhiruhû, bâtınühû yâ men lâ ilâhe illâ hüv. Terâvîh bitince okunacak düâ: Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ Âli seyyidinâ Muhammed. Biadedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ. Üç def’a okunur ve üçüncüsünde (ve salli ve sellim ve bârik aleyhi ve aleyhim kesîran kesîrâ.) denir. Yâ Hannân, yâ Mennân, yâ Deyyân, yâ Burhân. Yâ Zel-fadlı vel-ihsân nercül-afve vel gufrân. Vec’alnâ min utekâi şehri Ramezân bi hurmetil Kur’ân.
CÂMİ’DE YAPILMASI CÂİZ OLMIYAN ŞEYLER YİRMİİKİDİR: İbâdet yapmak için, toplanılan yerlere (Ma’bed) veyâ (İbâdethâne) denir. Yehûdîlerin ma’bedlerine (Sinagog) ve (Havra) denir. Hıristiyanların ma’bedine (Kilise) ve (Bî’a) veyâ (Savme’a) denir. Müslimânların ma’bedine (Mescid) ve (Câmi’) denir. Ma’bedlerde ibâdet yapılması ve dinlerin emrleri, yasakları, öğretilir. Şimdi ma’bedlerde konuşan vazîfeliler iki şey üzerinde durmakdadırlar: 1 — Parlak, yaldızlı sözlerle, acıklı hikâyelerle, nağmeli hazîn okumalarla, hattâ çalgı ve ho-parlörlerle, dinleyicileri rikkate, heyecâna getirmek, kalbleri alarak, onların teslîm olmalarını, bir gâyeye sürüklenmelerini sağlamak. 2 — Dînin emrlerini, yasaklarını öğretmek ve bunlara uyulmasını sağlamak. Bugün hıristiyanların kiliselerinde ve yehûdîlerin havralarında, kalblerin, rûhların değil de, yalnız nefslerin, düşüncelerin birleşdirilmesine çalışılmakdadır. Dînî vecîbeler olarak da, eski din adamlarının koydukları ve her zemân, her yerde başka olan şeyler öğretilmekdedir. Bunun için, kiliseler, havralar, bir ma’bed değil, bir politika, bir konferans yeri olup, insanları uyuşdurarak, liderlerin, şeflerin arzû ve düşüncelerine sürüklemekdedirler. Câmi’lerde de, din adamları arasına sızarak, böyle siyâset ve kazanc gâyesi ile konuşan her zemân görülmüşdür. Bunlar, islâm âlimlerinin kitâblarını okumamış, mezhebsizlerin, sapık kimselerin bozuk kitâblarına aldanmış din câhili (Yobaz)lardır. İslâmiyyetin îcâblarını öğretmek ve yapdırmak şöyle dursun, kendileri bile öğrenememiş zevallı kimselerdir. Bunlar, doğru dürüst abdest ve gusl almasını, şartlarına uygun ve ihlâs ile nemâz kılmasını bilmiyen câhil ve sapık kimseler olup, her asrda müslimânları şaşırtmışlar, islâmiyyete ve millete zararlı olmuşlardır. Uzun cübbe, büyük sarıkla, minberlerde, va’z kürsîlerinde tegannî ile, nota ile okuyup, yaldızlı sözlerle, heyecânlı hikâyelerle konuşarak, dinleyicileri köksüz ve geçici bir te’sîr altına alabilen birer hatîb, konferanscı olmuşlardır. Siyâsî partilerin, diktatörlerin, faşist idârecilerin ve kiliselerin sözcüleri gibi, geçici heyecân vererek dindârları aldatmışlardır. Âlimlerimiz bunlara din adamı değil, din ve îmân hırsızı, (Yobaz) demişlerdir. İslâm âlimlerinin kitâblarından anlatan ve sözleri, hâlleri, işleri, bu kitâblara uygun olan hakîkî din adamları, islâmiyyeti bunların zararlarından korumuşlardır. Ebüssü’ûd efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” fetvâsında buyuruyor ki, (Bir köyde veyâ mahallede mescid olmayıp, cemâ’at ile nemâz kılmasalar, hükûmet bunlara zorla mescid yapdırmalıdır. Cemâ’ati ihmâl edenleri ta’zîr etmelidir. 940 [m. 1533] senesinde bu husûsda her vilâyete emr gönderilmişdir). (Mecmû’a-i cedîde)de diyor ki, (Eski bir mescid, cemâ’ati alamazsa, mahalle halkı kendi paraları ile bunu yıkarak genişini yapmaları câizdir). (Halebî-yi kebîr), 613. cü sahîfede diyor ki, (Mahalle mescidinde, cemâ’at az olsa dahî, nemâzı burada kılmak, cemâ’ati çok olan büyük câmi’de kılmakdan efdaldir. Mahalle câmi’indeki cemâ’ati kaçıranın, başka câmi’deki cemâ’ate gitmesi efdaldir. Başka câmi’ cemâ’atine yetişemezse, yalnız kılmak için, mahalle mescidini tercîh etmek efdaldir. Mahalle mescidinde imâm, müezzin bulunmazsa, cemâ’atden biri, bu vazîfeyi yapar. Başka câmi’e gitmezler. Mahalle mescidinin imâmı, yatsı nemâzını, beyâzlığın gayb olmasını beklemeyip, dahâ erken güneşin batdığı yerde kırmızılık gayb olunca kılarsa, bununla birlikde, erken kılmayıp, beyâzlığın da gayb olmasını bekleyip, yalnız kılmak efdaldir. [Ya’nî dahâ iyidir. Büyük şehrlerde yatsı ezânları erken okunuyor. İmâm-ı a’zamın ictihâdına uyulmıyor ise de, imâmeyn kavline göre okunduğu için, bu cemâ’at ile kılmak câizdir.] Mahallenin imâmı fısk ile meşhûr ise, ya’nî büyük günâh işliyorsa,[meselâ, ezânı ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olarak okumuyorsa] başka mescidin cemâ’atine gitmelidir. Çünki, mekrûhdan sakınmak, sünnet işlemekden dahâ önce gelir). İbni Âbidîn buyuruyor ki: 1 — Câmi’ kapısını kilidlemek mekrûhdur. Hırsız tehlükesi varsa, mekrûh olmaz. 2 — Câmi’ üzerinde cimâ’, tahrîmen mekrûhdur. Kâ’be-i mu’azzama ve câmi’ üzerine basmak da mekrûhdur. Câmi’ üzerine cünüb çıkmak harâmdır. 3 — Câmi’ üzerine abdest etmek tahrîmen mekrûhdur. [Câmi’in altına ve mihrâb dıvarının önüne abdesthâne yapmanın mekrûh olduğu (Tergîb-üs-salât)da yazılıdır.] Çünki, câmi’lerin üstü, semâya kadar mesciddir. Altı da böyledir. Altını şadırvan, hamâm yapmak câizdir. 4 — Câmi’den ba’zan geçmek câizdir. Yol hâline getirmek mekrûhdur. Özr olursa, mekrûh olmaz. Hergün mescide ilk girişde (Tehıyyet-ül-mescid) kılar. Sonraki girişlerinde kılmaz. Hamevî (Eşbâh) şerhinde diyor ki, (Câmi’e girenin (Tehıyyet-ül-mescid) olarak, iki rek’at nemâz kılması, sözbirliği ile sünnetdir. Ba’zan, müstehab deyince sünnet anlaşılır. Kur’ân-ı kerîm okunuyorsa, tehıyyet kılınmaz. Çünki, Kur’ân-ı kerîmi dinlemek farzdır. Farz-ı kifâye için dahî sünneti terk etmek evlâdır. Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okumak ve bunu dinlemek harâmdır). [Dört vakt nemâzın sünnetlerini kazâ niyyeti ile kılmak lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır.] (Kâdîhân)da diyor ki, (İmâm tegannî ile okuyorsa, başka mescide gitmek efdaldir. Zânî veyâ fâiz yiyici ise [veyâ başka harâm işlediği, zevcesini, kızını açık gezdirdiği ma’lûm ise] başka mescide gitmelidir). Zarûretsiz câmi’den geçmeği âdet eden, fâsık olur. Câmi’e hangi ayakla girip çıkılacağı, 70. ci madde başında yazılıdır. 5 — Câmi’lere necâset sokmak mekrûhdur. Üzerinde necâset bulunan kimse, câmi’e giremez. Necs yağ ile kandil yakmak câizdir. (Fetâvâ-i fıkhiyye)de diyor ki, (Mescidde necâset gören kimsenin, bunu hemen temizlemesi lâzımdır. Temizlemeği özrsüz gecikdirirse, günâh olur. Nemâz kılanın üzerinde, secde yerinde necâset görenin, bunu ona bildirmesi lâzımdır. Bunu haber vermek ve nemâzı geçecek olanı uyandırmak vâcib değildir, sünnetdir). 6 — Necs su ile yapılmış harç ve çamur ile câmi’ sıvamak mekrûhdur. Temiz su ile yapılmış, tezek karışık çamurla sıvamak mekrûh olmaz. Çünki, bunda zarûret vardır. [(Hindiyye).] Ellialtıncı maddeye bakınız! 7 — Câmi’de, kap içine abdest bozmak mekrûhdur. Kan aldırmak da böyledir. Yel kaçırmak mekrûh olmaz. 8 — Necâset bulaşdıracak olan deliyi ve küçük çocukları câmi’e sokmak harâmdır. Necâset tehlükesi olmazsa, mekrûhdur. 9 — Câmi’de pazar kurmak, yüksek sesle konuşmak, nutk söylemek, kavga etmek, silâh çekmek, cezâ vermek tahrîmen mekrûhdur. [Cum’a ve bayram hutbelerinde nutk verir gibi okumak, konuşmak harâmdır.] 10 — Sokakda gezilen na’lın, ya’nî ayakkabı ile câmi’e girmek mekrûhdur. Temiz mest ve na’lın ile nemâz kılmak, çıplak ayakla kılmakdan efdaldir. Yehûdîlere muhâlefet olur. Birinci kısm, 68. ci maddeye bakınız! [Na’leyn, altı deri, üstü açık ve tasmalı ayakkabıdır. Altı tahta na’leyn ile gezmek mekrûhdur]. Bir odası mescid yapılmış olan ev üzerine ve içinde mushaf bulunan oda üzerine abdest bozmak ve cimâ’ etmek mekrûh olmaz. Cenâze ve bayram nemâzları kılınan yerler de böyle ise de, buralardaki imâma, câmi’deki cemâ’at uyabilir. Buralara, câmi’ avlularına, medrese ve tekkelere, hâid kadın ve cünüb girebilir. 11 — Câmi’lerin kıbleden başka dıvarlarını süslemek câizdir. Fekat, bu parayı fakîrlere harc etmek efdaldir. Kıble dıvarını kıymetli şeylerle, renklerle süslemek mekrûhdur. Yan dıvarların fazla süslü olması da mekrûh olur. (Dürr-ül-muhtâr)da nemâzın mekrûhları sonunda buyuruyor ki, (Câmi’lerin efdali Kâ’be-i mu’azzama, sonra bunun etrâfındaki (Mescid-i harâm), sonra Medîne-i münevveredeki (Mescid-i Nebî)dir. Sonra, Kudüsdeki (Mescid-i aksâ), sonra, Medîne-i münevvere şehri yanındaki (Kubâ) mescididir. Mescid-i Nebînin yüz zrâ’ eni, yüz zrâ’ boyu vardı. Bir zrâ’ yarım metredir. Sonra, zemânla genişletildi. Şimdiki hâlinde de efdaldir). [En kıymetli toprak, kabr-i se’âdetde, cesed-i Peygamberîye “sallallahü aleyhi ve sellem” temâs eden topraklar olup, Arşdan, Cennetlerden dahâ kıymetlidir. Ona yakın olan zemân, mekân, evlâdı, bütün eşyâ, Ona uzak olanlardan dahâ kıymetli, efdaldir. Câmi’ler ve Peygamberler, bundan müstesnâdır]. 12 — Câmi’lerde, [sarkıntılık ederek] dilenmek harâmdır. 13 — Câmi’de, sarkıntılık eden dilenciye sadaka vermek harâmdır. 14 — Gayb olan şeyleri, câmi’de araşdırmak mekrûhdur. 15 — Mü’minin hicvi, aşk, ahlâksızlık gibi harâm şeyler bulunan şi’ri okumak tahrîmen mekrûhdur. Va’z, nasîhat, hikmet, Allahü teâlânın ni’metleri bulunan, mü’minleri medh eden şi’rleri [ya’nî ilâhî ve mevlid] tegannî etmeden okumak sevâb ve târihî şi’rleri nâdiren okumak mubâh ise de, şi’rle meşgûl olmak makbûl değildir. Câmi’lerde ilâhî ve mevlidleri [nemâz kılanlara mâni’ olmamak şartı ile], ara sıra okumak câizdir. Her zemân okuyup, âdet hâline getirmek câiz değildir. 16 — Özrü olmıyanların Kur’ân-ı kerîmi dinlemeleri farz-ı kifâyedir. İş görenler, uyuyanlar ve câmi’de nemâz kılan, va’z veren yanında yüksek sesle Kur’ân-ı kerîm okumağa başlamak günâhdır. [Radyoyu, teybi açan gibi, bunlara sesini vermiş olan hâfız da, Kur’ân-ı kerîme hurmetsizlik etmiş, günâh işlemiş olur.] 17 — Câmi’lere abdest suyu sıçratmak, balgam, sümük bulaşdırmak mekrûhdur. Câmi’de husûsî hâzırlanmış yerde abdest almak câiz olur. Zemzem kuyusunun etrâfında abdest almak ve gusl etmek câiz değildir. Çünki, burası câmi’ içindedir. Buraya cünüb girmek câiz değildir. 18 — Câmi’lere, lüzûmsuz ağaç dikmek mekrûhdur. Câmi’in rütûbetini çekmek, gölge yapmak gibi umûma fâidesi olursa, câiz olur. Şahsî menfe’ati için dikmek, mekrûh olur. 19 — Câmi’de birşey yimek, uyumak mekrûhdur. Müsâfir olan müstesnâdır. Müsâfir, câmi’e girerken (İ’tikâf)a niyyet etmeli, önce tehıyyet-ül-mescid olarak, nemâz kılmalıdır. Sonra, yiyebilir ve dünyâ kelâmı konuşur. İ’tikâf eden yiyebilir, yatabilir. İ’tikâf sünnet-i müekkededir. İ’tikâfı terk etmek, beş vakt nemâzın sünnetlerini özrsüz kılmamak gibi olduğu (Berîka)da yazılıdır. Câmi’de soğan, sarmısak gibi fenâ kokulu şeyleri yiyene [sigara içene] mâni’ olmalıdır. Kasabları, balıkcıları, ciğercileri, yağcıları, üzerleri pis ise ve pis kokarsa ve üzeri pis kokanları ve cemâ’ati dili ile incitenleri, câmi’den çıkarmalıdır. İlâc olarak kokulu şey özr ile veyâ unutarak yiyen, cemâ’ate gelmez. Ma’zûr olur. Pis koku insanlara ve meleklere eziyyet verir. 20 — Câmi’de, alış veriş olan her akd [sözleşme] mekrûhdur. Nikâh yapmak ise müstehabdır. 21 — İbâdet etmeyip, câmi’de dünyâ kelâmı ile meşgûl olmak tahrîmen mekrûhdur. Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, câmi’de dünyâ kelâmı konuşmak da, insanın sevâblarını giderir. İbâdetden sonra, mubâh olan şeyleri, hafîf sesle konuşmak câizdir. İslâmiyyetin beğenmediği şeyleri konuşmak, her zemân câiz değildir. 22 — Câmi’de kendine muayyen yer ayırmak mekrûhdur. Fekat, dışarı çıkarken, kimse oturmasın diye, yerine ceketini bırakırsa, gelince oraya tekrâr oturabilir. Umûmi yerlerde, Minâda, #Arafâtda, [vapurda, otobüslerde de] böyledir. Ya’nî oturmağı âdet etdiği yere başkası oturmuş ise, kaldıramaz. Kendine, ihtiyâcından fazla yer ayırırsa, fazlasını başkası alabilir. Bu yerin fazlasını, iki kişi isterse, hangisine verirse, o oturur. İkisi de istemeden, bu fazla yere biri oturursa, bundan alıp ikincisine veremez. Fekat, burayı, onun emri ile, onun için ayırdım, kendim için ayırmadım diye yemîn ederse, kaldırabilir. Satıcıların pazar yerinde yerleşdikleri yer de böyle olup, önce geleni sonra gelen yerinden kaldıramaz. Bütün bu umûmî yerlerde, ilk oturan, herkese zararlı olmuş ise, kaldırılabilir. Nemâz kılanlar sıkışıyorsa, kılmıyanları kaldırabilirler. Mahalle mescidi dar geliyor ise, o mahalleden olmıyanları, dışarı çıkarabilirler. Mahalle câmi’inin gelirini toplaması, ta’mîrini, masraflarını idâre etmesi için, mahalle halkının bir (Mütevellî) ta’yîn etmesi câizdir [ve lâzımdır]. Câmi’in bir tarafında hâfız Kur’ân-ı kerîm okuyor, bir tarafda da Ehl-i sünnet olan sâlih bir kimse va’z veriyor ise, va’z dinlemek efdaldir. [Hele hâfız fâsık ise, tegannî ile okuyorsa, dinlemek câiz değildir. Câmi’, kubbesi, minâresi olan binâ demek değildir. İçinde, hergün beş kerre, cemâ’at ile nemâz kılınan binâ demekdir. Nemâzdan evvel veyâ sonra, bu cemâ’ate va’z vermek de câizdir. Va’z, Ehl-i sünnet i’tikâdında olan bir zâtın, Ehl-i sünnet âlimlerinden birisinin bir kitâbına bakarak okuduğu veyâ ezberden söylediği bir sözünü açıklaması demekdir. Mezhebsizlerin, ingiliz câsûslarının ve misyonerlerin konuşmalarına va’z denmez, nutuk ve konferans vermek denir. Câmi’lerde nutuk ve konferans vermek ve bunları dinlemek câiz değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin her sözü, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin tefsîrleri, îzâhlarıdır.] Câmi’lerdeki yarasa ve güvercinleri koğmak ve yuvalarını dışarı atmak câizdir. Çünki, câmi’leri kirletirler. Câmi’lerin temiz olması için bunlar çıkarılır. (Fetâvâ-i kâri-ül-Hidâye)de ve (Cevâhir-ül-fetâvâ)da diyor ki, (Câmi’leri kirleten kuşları çıkarmak mümkin olmazsa, öldürmek câizdir. Eziyyet veren hayvanlar heryerde öldürülebilir). Câmi’ dışındaki kuş yuvalarını bozmak, câiz değildir. Kâdîhân “rahmetullahi aleyh” fetvâsında diyor ki, (Bir şehrde, bir köyde, bir mahallede ezân okunmazsa, hükûmetin zorla okutması lâzımdır.) (Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Ezân, câmi’in dışında veyâ minârede okunur. Yüksekde okumak ve sesini çoğaltmak için kendini zorlamamak sünnetdir). Görülüyor ki, ezân ve ikâmeti ho-parlör ile okumağa lüzûm yokdur. Çünki, her mahallede ezân okunmakdadır. İbâdetleri teyp, radyo ve ho-parlörle ve televizyonla yapmak bid’atdir. Bid’at büyük günâhdır. [Müezzin ezânı ve imâm efendi kırâeti câmi’ cıvârında bulunan ve câmi’deki cemâ’ate işitdirecek kadar tabi’î sesleri ile okur. Uzaklardan işitilmesi için, kendilerini zorlamaları mekrûhdur. Ho-parlör [Mizmâr] kullanmağa lüzûm olmadığı buradan da anlaşılmakdadır. (Müncid)de diyor ki, her dürlü ses çıkaran âletlere (Mizmâr) denir. Davul, def, ney, zurna, keman, ud, ho-parlör, teyp, televizyon, birer mizmârdır. İbni Hâcer-i Mekkî, (Keffür-reâ’ an muharremât-ilâ lehvi vessimâ’) kitâbında diyor ki, (Hadîs-i şerîfde (Davulu ve mizmârı yok etmek için emr olundum) ve (Bir zemân gelir ki, Kur’ân-ı kerîmi mizmârlardan okurlar. Okuyanlara ve dinleyenlere Allahü teâlâ la’net eder) buyuruldu.) Ezân ve mevlid okumak da böyledir. 3.cü kısmda, 52.ci maddeye bakınız!] Kişi noksânını bilmek gibi, irfan olmaz!
Bî-vefâdır ey denî dünyâ
senin her ni’metin. |