|
69 — ÜÇÜNCÜ CİLD, 15. ci MEKTÛB Bu mektûb, mîr Muhammed Nu’mâna “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” yazılmış olup, sevgiliden gelen sıkıntıların, acıların, seven kimseye, Onun ni’metlerinden, tatlılarından dahâ tatlı olduğunu bildirmekdedir: Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği, sevdiği kimselere selâmlar olsun! Kıymetli seyyid kardeşim! Dikkatle dinleyiniz! İyi düşünceli olan kardeşlerimizin derdlerden kurtulmamız için, her çâreye baş vurduklarını, hiçbirinin fâide vermediğini haber aldım. (Allahü teâlânın yaratdıklarında, gönderdiklerinde hayr, iyilik vardır) hadîs-i şerîfi meşhûrdur. İnsan olduğumuz için, başımıza gelenlerden, bir aralık üzülmüşdük. İçimiz sıkılmışdı. Birkaç gün sonra, Allahü teâlânın lutfü ile, üzüntü ve sıkıntılar gitdi, hiç kalmadı. Onların yerine sevinc, genişlik geldi ki, bizimle uğraşanlar, Allahü teâlânın istediğini istemekde ve yapmakdadırlar. Böyle olunca, sıkılmanın, üzülmenin yersiz olduğu, Allahü teâlâyı seviyorum diyenin böyle olmaması gerekdiği anlaşıldı. Çünki, sevene, sevgilinin gönderdiği acıların da, Ondan gelen iyilikler gibi sevgili ve tatlı olması lâzımdır. Sevgilinin iyilikleri tatlı geldiği gibi, Onun acıtması da tatlı gelmelidir. Hattâ, Ondan gelen acılarda, tatlılardan dahâ çok lezzet bulmalıdır. Çünki, acılar, sıkıntılar nefse tatlı gelmez. Nefs, böyle şeyleri istemez. Her bakımdan güzel olan, herşeyi güzel olan Allahü teâlâ, bir kulunu incitmek dileyince, Onun irâdesi, isteği, bu kula elbette güzel gelmelidir. Dahâ doğrusu, bundan zevk almalıdır. Bizimle uğraşanların diledikleri, istedikleri, Allahü teâlânın dilediğine uygun olduğu için ve bunların dilekleri, O sevgilinin dilediğini gösterdiği için, bunların diledikleri ve yapdıkları da, elbette güzeldir ve tatlı gelmekdedir. Sevgilinin işini gösteren bir kimsenin işi de, sevene sevgilinin işi gibi, sevimli ve tatlı gelir. Bunun için bu kimse de, sevene sevgili olur. Şaşılacak şeydir ki, bu kimsenin vereceği acılar, sıkıntılar, ne kadar çok olursa, sevenin gözüne o kadar çok tatlı görünür. Çünki, onun verdiği sıkıntılar, sevgilinin düşman gibi olduğunu göstermekdedir. Bu yolda aklı gidenlerin işlerine akl ermez. Demek ki, o kimseye karşılık yapmak, onu kötü bilmek, sevgiliyi sevmeğe uymaz. Çünki, o kimse, sevgilinin işlerini gösteren bir ayna gibidir. Bizimle uğraşanlar, incitenler, başkalarından dahâ sevimli görünüyorlar. Kardeşlerimize, dostlarımıza söyleyiniz! Bizim için üzülmesinler, sıkılmasınlar. Bizi incitenleri kötü bilmesinler. Onlara kötülük yapmasınlar! Bunların yapdıklarına sevinseler, yeridir. Evet, düâ etmekle emr olunduk. Allahü teâlâ, düâ edenleri, Ona boyun bükenleri ve yalvaranları, sızlıyanları sever. Böyle yapmak, Ona tatlı gelir. Belâların, sıkıntıların gitmesi için düâ ediniz! Afv ve âfiyet için yalvarınız! O kimsenin incitmesi, sevgiliyi düşman gibi göstermekdedir dedim. Evet çünki, sevgilinin düşmanlığı, düşmanlar içindir. Dostlarına düşmanlığı, görünüşdedir. Bu ise, merhametini, acımasını bildirmekdedir. Böyle düşman görünmesinin, sevene nice fâideleri vardır ki, anlatılmakla bitmez. Bundan başka, dostlarına düşmanlık gibi görünen işler yapması, bunlara inanmıyanları harâb etmekde, onların belâlarına sebeb olmakdadır. Muhyiddîn-i Arabî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”, (Ârifin niyyeti, maksadı olmaz) buyuruyor. Ya’nî, Allahü teâlâyı tanıyan kimse, belâdan kurtulmak için birşeye başvurmaz demekdir. Bu sözün ne demek olduğunu iyi anlamalıdır. Çünki, derd ve belâların, sevgiliden geldiğini, Onun dileği olduğunu bilmekdedir. Dostun gönderdiği şeyden ayrılmak ister mi ve o şeyin geri gitmesini özler mi? Evet düâ ederek, gitmesini söyler. Fekat, düâ etmeğe emr olunduğu için, bu emre uymakdadır. Yoksa, gitmesini hiç istemez. Ondan gelen herşeyi de sever, hepsi kendine tatlı gelir. Doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlâ selâmet versin! Âmîn. (Miftâh-un-necât) da yazılı hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, mü’minler için, hergün yirmibeş kerre, istigfâr okursa, Allahü teâlâ, bu kimsenin kalbinden gıl ve hasedi çıkarır. İsmi, Ebdâl ismleri arasına yazılır. Ona, bütün mü’minler adedince, sevâb yazılır. Kıyâmet günü, bütün mü’minler: Yâ Rabbî, bu kulun bizim için, istigfâr okurdu. Sen de onu afv eyle! derler) buyuruldu. Gıl, hîyle demekdir. Ebdâl, Evliyâdan bir sınıfın ismidir. Hergün (Allahümmagfir lî ve li-vâlideyye ve lil-mü’minîne vel-mü’minât vel-müslimîne vel-müslimât el-ahyâ-i minhüm vel-emvât bi-rahmetike yâ Erhamerrâhimîn) okumalıdır. Bu düâ, (Kitâbüssalât) kitâbımızda da yazılıdır. M Ü N Â C Â T Gel ey Dâ’î, hemen başla düâya, Nice zemânların âh boşuna geçdi, Şimdiden sonra insâfa gel bârî, Kalbimden söyledim (Estagfirullah), Olup nâdim elim çekdim hevâdan, Hevây-i nefse ve şeytâna uydum, İnâbet eyleyip geldim kapına, Yüzüm kara, günâhım çok, elim boş, Beni gören sanır ki bir Velîyim, Eğer bende olaydı akl-i kâmil, Temizler rahmetinin suyu İlâhî, Ümmîdim kesmem hiç senden İlâhî, Yüzüm karasına bakma İlâhî, Yüzüm yokdur, sözüm yokdur İlâhî, Bu Beykozlu Dâ’î kapında bir aç, Atâ eyle, ganîsin yâ İlâhî, Beni sen yokdan var etdin yâ Rabbî, Aldandım ins ve cin şeytânlarına, Nasîb oldu şimdi bana hidâyet, Niyâz edip, yüzüm sürmeğe geldim, Düâma eyle yâ Rabbî icâbet, Kanâ’at ver, tâ olmasın gözüm aç, Boyun eğdirme yâ Rab bir habîse, Rızkımı halâl yoldan nasîb eyle, Azrâîle verdiğin zemân fermân, Vereyim îmân ve Kur’ânla cânı, Eyleme kabrimi hufre-i nîrân, Gelince Münker ve Nekîr melekler, Bana yumuşak etsinler süâli, Geldiğinde (Men Rabbüke) hitâbı, Hem, (Men nebiyyüke) deyince bana, Sorduklarında dîn-i mübîni, Diyem sordukda kıblemle imâmım, Sen et yâ Rab bana o zemân telkîn, Diyem ol demde Münkerle Nekîre, Hayâtımda bunu her vakt der idim, Diyeler bana ol dem (tâbe mesvâh) Râhat et, tâ olunca rûz-i mahşer, Yâ Rab! Kabrimi (Ravda-i Cennet) et, Hem et âbâ ve ecdâdıma rahmet, Husûsâ vâlideynim eyle magfûr, Ölen ma’sûmlarıma magfiret et, Kimin evinde yidimse bir kez nân, Kelâmında buyurdun çünki ey Hak, Dahî evlâdımı, ey yüce Hâlık, Önümde bunları izzü şeref kıl, Masûn et sû-i ef’âlden İlâhî, Edeler dâimâ tahsîl-i irfân, İlâhî eyledim sana emânet, Edip sâlih amellerle mu’ammer, Bu Dâ’îden edenler istifâde, Husûsâ Muhammed ve Mustafâya, Ayırmadın cihânda birbirinden, Olunca yâ İlâhî rûz-i mahşer, Mülâkat nasîb et Cennetde yâ Rab, Hele Muhammedin kalbi pür nûrdu, Onbeş yaşındayken o fener söndü, Kamu üstâdıma hem rahmet eyle, Cenâbından budur bir dahî maksûd, Bu günlerdir husûsâ ıyd-i edhâ, Bu günlerde açıkdır bâb-ı rahmet, Bu aşkla dökdüm gözyaşını bol bol, [Yukarıdaki münâcât, Beykozda muallim Muhammed bin Receb efendinin 1059 [m. 1649] da yazdığı (Nevha-tül-uşşak) kitâbından alınmışdır.] |