RAMAZAN
Kameri aylardan dokuzuncusunun ismi. Müslümanların oruç tutmakla mükellef oldukları, dinimizce yüce ve kutsal kabul edilen ay.
Ramazan, bir kelimedir. Bu mübarek ay'a Ramazan isminin verilmesindeki hikmet şöyle belirtilmiştir:
1- Yaz sonunda, güz mevsiminin evvelinde yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına "ramdâ" kelimesinden alınmıştır. Bu yağmurun yeryüzünü temizlediği gibi, Ramazan ay'ı da müminleri günah kirlerinden temizler. Nitekim bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s); Kim inanarak ve alacağı sevabı Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır" (Buhârî, Savm, VI) buyurmuştur.
2- Güneşin şiddetli hararetinden taşların yanıp kızması anlamına olan "ramad" kelimesinden alınmıştır. Böyle kızgın yerde yürüyenin ayakları yanar, zahmet ve meşakkat çeker. Bunun gibi oruç tutan kimse de açlık ve susuzluğun hararetine katlanır, meşakkat çeker, içi yanar. Kızgın yer orada yürüyenlerin ayaklarını yaktığı gibi, Ramazan da müminlerin günahlarını yakar, yok eder.
3- Kılıcın namlusunu veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için yalabık iki taşın arasına koyup döğmek anlamına olan "ramd" dan alınmıştır. Bu ay'a Ramazan isminin verilmesi de Arapların bu ayda silahlarını bileyip hazırladıklarından dolayıdır (bk. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, (t.y), I, 643-4).
Ramazan ay'ına "on bir ayın sultanı" denilmiştir. Bu ayın özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Kur'an-ı Kerim'de ismi açık olarak geçen tek ay Ramazan ayıdır.
2- Kur'an-ı Kerim bu ay içerisinde indirilmiştir. Yüce Rabbimiz; Ramazan ay'ı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidayeti ve hakkı batıldan ayırmayı açıklayan Kur'an, bu ayda indirildi" (el-Bakara, 2/185) buyurmuştur.
3- Kur'an-ı Kerim'de, "bin aydan daha hayırlı" olduğu belirtilen Kadir gecesi bu ay içerisindedir.
4- Dinimizin beş temelinden biri olan oruç ibadeti bu ayda üzerimize farz kılınmıştır. Kur'an-ı Kerim'de; "Sizden kim bu aya yetirirse oruç tutsun” (el-Bakara, 2/185) buyurulur. Ramazan ay'ı girince şartlarını taşıyan kimselere oruç farz olur (bk. Oruç). Ramazarı ayının girmesi iki durumdan biriyle sabit olur:
a- Ramazan hilalinin görülmesiyle (bk. Ru'yet-i Hilal),
b- Hilal her hangi bir sebepten dolayı görülemezse, Şaban ay'ı otuza tamamlanarak Ramazan orucuna başlanır. Hz. Peygamber (s.a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Ramazan ayının hilalini görünce oruç tutunuz (Şevval ayının) hilalini görünce iftar ediniz, oruç tutmayı bırakınız. Şayet gök yüzü kapalıysa Şaban ayının günlerini otuza tamamlayınız" (Buhari, Savm, 5,11).
5- Fıtır sadakası vermek bu aya mahsus bir ibadettir (bk. Fıtır Sadakası).
6- Teravih namazı da bu ay'a mahsus ibadetlerimizdendir. Ebû Hüreyre (r.a)'dan şöyle rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.s)'in Ramazan hakkında şöyle buyurduğunu işittim: Kim inanarak ve sevabını umarak Allah rızası için teravih namazı kılarsa geçmiş günahları bağışlanır" (Buhârî, Teravih,I; ayrıca bk. Teravih).
7- İtikafa girmek: Ramazan ay'ının son on gününde itikafa girmek sünnettir. Hz. Peygamber (s.a.s) Ramazan'ın son on gününde daha çok ibadet ve taatta bulunurdu. Hz. Âişe validemizden şöyle rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.s) Ramazan ayının son on günü girince elini eteğini toplar, geceyi ihya eder ve ev halkını uyandırırdı" (Buhari, Kadr, V). Yine Hz. Âişe (r.a.) dan şöyle rivayet edilmiştir: "Hz. Peygamber (s.a.s) Ramazan'ın son on gününde vefatına kadar itikafa girdi. İrtihalinden sonra da zevceleri itikafa devam ettiler" (Buhari, İtikaf I).
8- Ramazan ayında Kur'an-ı Kerim'i okumak, hayır ve hasenatta bulunmak: İbn Abbas (r.a.) dan şöyle rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.s) insanların en cömerdi idi. Onun bu cömertliği Ramazan ay'ı girip de kendisiyle Cebrail (a.s.) karşılaştığı zaman daha da artardı. Cebrail (a.s.) Ramazan ay'ı çıkıncaya kadar her gece Resulullah (s.a.s) ile buluşup, Resulullah (s.a.s) Kur'an'ı arzeder (okur) du. Resulullah (s.a.s) Cebrail (a.s) ile buluştuğunda insanlara rahmet getiren rüzgardan daha cömert, daha faydalı olurdu" (Buhari, Savm, 7).
Hadis-i şeriften Ramazan ayında Kur'an-ı Kerim'i hatmetmenin sünnet olduğu anlaşıldığı gibi, gücü yetenlerin çokça sadaka vermeleri, hayır ve hasenatta bulunmalarının da sevap olduğu anlaşılmaktadır. Enes (r.a)'dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s)'e; "Hangi sadaka daha faziletlidir?" diye sorulunca, "Ramazan ayında verilen sadaka" buyurmuştur (Tirmizi, Zekat, 28).
Ramazan ay'ı dinimizce en faziletli ve mukaddes bir aydır. Bu konuda Peygamber Efendimiz (s.a.s)'den bir takım hadis-i şerifler rivayet edilmiştir:
Ebû Hureyre (r.a)'dan Resulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ramazan ay'ı girince göklerin kapısı (başka bir rivayette Cennetin kapıları) açılır, Cehennemin kapıları kapanır, şeytanlar zincire vurulur" (Buhari, Savm, V).
Cabir b. Abdullah Resulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ümmetime Ramazan ayında beş şey verilmiştir ki bunlar benden önceki hiç bir peygambere verilmemiştir":
1- Ramazan ayının ilk gecesi olunca Allah Teala ümmetime (rahmet bakışıyla) bakar. Allah her kime (rahmet bakışıyla) bakarsa ona ebedi olarak azab etmez.
2- Akşamladıklarında ağızlarının kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.
3- Melekler her gün ve gece onlara istiğfar ederler,'Allah'tan bağışlanmalarını dilerler.
4- Allah Teala Cennetine emredip; "Kullarım için hazırlanıp süslen. Onların dünya meşakkatlerinden kurtulup, benim yurduma ve ihsanıma istirahat için gelmeleri yaklaştı" buyurur.
5- Gecenin sonu olunca, Allah hepsini bağışlar. Orada bulunanlardan biri; "O gece Kadir gecesi midir?" deyince: "Hayır, çalışanları görmüyor musun? Onlar çalışıp işlerini bitirince kendilerine ücretleri tam olarak ödenir" buyurdu (Beyhaki'den naklen et-Tergîb, II, 92).
Ubade b. es-Samit (r.a)'dan: Resulullah (s.a.s) Ramazan ay'ının yeni girdiği bir gün şöyle buyurdu:
"Size bereket ayı Ramazan geldi. Bu ayda Allah sizi kuşatıp rahmetini indirir. Günahları bağışlayıp, duaları kabul eder. Allah bu ayda sizin hayır hususunda yarışmanıza bakar ve sizinle meleklerine karşı iftihar eder. Allah'a hayır ameller takdim ediniz. Şaki, günahkar, bu ayda Allahın rahmetinden mahrum olan kimsedir" (Taberani'den naklen et-Tergîb, II, 99).
İbn Hüzeyme'nin naklettiğine göre Selman (r.a) şöyle anlatmıştır; Resulullah (s.a.s) bir Şaban ayının son gününde bize şöyle hitab etti:
"Ey insanlar! Yüce ve mübarek bir ay'ın gölgesi üzerinize bastı. O ayda bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. Allah o ayda oruç tutmayı farz kıldı. Geceleyin ibadet yapmayı (teravih) kılmayı nafile kıldı. O ayda bir hayır işleyen kimse diğer aylarda bir farz işlemiş gibi olur. O ayda bir farz işleyen ise diğer aylarda yetmiş farz işleyen gibidir. O, sabır ay'ıdır, sabrın karşılığı ise Cennettir. O, yardımlaşma ay'ıdır. O ayda müminin rızkı bollaştırılır. O ayda kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden kurtulmasına sebep olur. Aynı zamanda oruçlunun sevabı kadar sevap verilir. Oruçlunun sevabından da birşey noksanlaşmaz. " Ashab; "Ya Resulullah! Hepimiz oruçluyu iftar ettirecek bir şey bulamıyoruz" deyince Resulullah (s.a.s):
Allah bu sevabı oruçluyu kuru bir hurma ile veya bir yudum su ile ya da bir yudum süt karışığı ile iftar ettirene de verir. O öyle bir aydır ki; evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu da Cehennem ateşinden kurtuluştur. O ayda köle ve hizmetçilerinin yükünü hafifleten kimseyi Allah bağışlar ve Cehennem ateşinden kurtarır" (et-Tergîb, II, 94-95).
Durak PUSMAZ
RAMAZAN BAYRAMI
Müslümanların iki büyük bayramından biri. Ramazan ayında tutulan bir aylık orucun bitiminde Şevval ayının ilk üç günü müslümanların bayram günleridir. Ramazan bayramına, o gün fıtır sadakası verilmesinden dolayı "Fıtır bayramı" adı da verilmektedir.
Resulullah (s.a.s) Medine'ye hicret ettiği zaman Medinelilerin eğlenip neşelendiği iki bayramları vardı. Hz. Peygamber Medinelilere özgü olan, cahiliye izleri taşıyan bu bayramların yerine bütün müslümanların sevinip eğleneceği İslâm'ın iki bayramını onlara haber verdi: "Allahu Teâlâ size, kutladığınız bu iki bayramın yerine, daha hayırlısını, Ramazan bayramı ile Kurban bayramını hediye etti" (Sünen-i Ebû Dâvud, Salat, 239). Bayram, Ramazan çıkıp bayramın başladığı Şevval hilalini görmekle, havanın bulutlu olması durumunda da Ramazan'ı otuz gün tutmakla başlar. Ramazan'ın yirmi dokuzunda hilal görünürse, ertesi gün Şevval'in biridir ve bayram yapılır (Sünen-i Ebû Dâvud, 3/306).
Ramazan bayramı, bir aylık oruçtan sonra yeme-içmenin ve her türlü helal nimetten yararlanmanın mübah olduğu; müslümanların eğlenip birbirlerini ziyaret ettikleri, hediyeleştikleri; çocukların, fakirlerin ve kimsesizlerin sadaka verilerek sevindirildiği; kısaca İslâmî kardeşliğin toplumun her kesiminde canlı olarak yaşandığı; bütün bunlarla birlikte Allah'a karşı da sorumluluklarının bilinciyle topluca namaz kılıp birbirine nasihat ettikleri sevinç günleridir. Ramazan bayramında yapılması vâcib olan fıtır sadakası vermek, bayram namazı kılmak gibi ibadetlerin yanında sünnet, müstehab olanları da vardır. Ramazan'ın ilk gününde oruç tutmak ise haramdır.
Ramazan bayramı sabahı erken kalkıp bayramın canlılığını hissetmek, diğer günlerden farklı bir gün olduğunu görmek, cünüp olsun olmasın guslederek temiz (mümkünse yeni) elbiseler giymek, pis kokulu yiyeceklerden uzak durmak, ağzı misvaklayıp fırçalamak, güzel kokular sürünmek, saçı-sakalı, tırnakları ve vücudun diğer yerlerindeki kılları sünnete uygun bir şekilde temizleyip düzene koymak, İslâm'ın adabından olan güzel şeylerdir ve müstehabtır. Ayrıca fertlerin birbirine karşı diğer günlerden daha fazla güleryüzlü davranması, neşeli görünmek, topluca bayram namazına gitmek; namazdan önce varsa hurma, hurma yoksa tatlı bir şey yemek; bunun da bir, üç, beş gibi tekli olmasına dikkat etmek; namaza giderken Allah'ı zikretmek, karşılaşılan müslüman kardeşlerle selamlaşıp bayram sevincini paylaşmak, bu günü daha bir anlamlı kılacak davranışlardır ve Hz. Peygamber'in sünnetleridir. Yakın akrabaların birbirini ziyaret edip sorması, ihtiyaç içinde olanlara yardımcı olunması gerekir. Ana-babayı unutmamak, hiç olmazsa bayram günlerinde kendilerini ziyaret edip gönüllerini almak müslüman evlatların terketmemesi gereken dinî bir yükümlülüktür.
Zengin olunsun fakir olunsun, bayram gününde güç yettiğince sadaka vermek, daha fazla müslümanla karşılaşıp sevinci paylaşmak için namaza gidilen yoldan gelmeyip başka bir yoldan dönmek sünnettir. Sadakaların dışında, üzerlerine vâcib olan müslümanlar, bayram namazından önce "fitre" adı verilen fıtır sadakalarını verirler. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre sadaka-i fıtır farz, Hanefi mezhebine göre vâcibdir (Tecrid-i Sarih, Tercümesi, 367). Bayram namazından sonra müslümanların birbirleriyle bayramlaşıp musâfaha yapmaları, kucaklaşmaları İslâm'ın hoş karşıladığı güzel geleneklerdir.
Sabah namazından sonra bayram namazına kadar hiç bir namaz kılınmaz. Bu konuda İbn Abbâs'tan gelen bir rivâyet şöyledir: "Nebiyyi Ekrem (s.a.s) fıtır bayramı günü yalnız iki rekât kıldırıp ondan evvel de sonra da hiç bir namaz kılmadı..." (Tecrid-i Sarih Tercümesi III, 174).
Bayram namazının cami-mescid gibi kapalı yerler yerine açık alanda, geniş ve düz bir meydanda kılınması sünnettir. Medine'ye bin arşın uzaklıkta bir yer vardı ki buraya "Musallâ" adı verilmişti. Bayram namazları da burada kılınırdı. Ebû Saîd el-Hudrî diyor ki: "Resulullah fıtır bayramı ile kurban bayramı günlerinde Musallâ'ya çıkardı. İlk başladığı şey namaz olurdu. Sonra namazdan çıkıp, cemaat saflarında otururken ayakta onlara dönüp vaaz eder ve istediklerini tavsiyede bulunurdu. Abdullah b. Sâib şöyle anlatır: "Resulullah (s.a.s) ile bayram namazında bulundum. Namazı bitirince; Biz hutbe okuyacağız, dinlemek isteyen otursun dinlesin, gitmek isteyen de gidebilir" buyurdu (Ebu Davud II, 225).
Bayram namazlarında ezan okunmaz. Bu konuyla ilgili pek çok hadis vardır. Ancak, halkın namazı kaçırmaması için çağrı yapılabileceği yönünde mürsel hadisler de vardır. Örneğin, "Resulullah, bayramlarda essalâtü câmiah (Topluca namaz kılmaya buyrunuz) diye nidâ etmeyi müezzine emir buyurmuşlardır... Dolayısıyla bu rivâyeti kabul edip 'namaza gelin' gibi sözlerle namaza çağırmak mekruh olmaz. Ancak "Hayyaalessalah” gibi ezan cümleleriyle nidâ edilirse bu mekruh olur" (Tecrid-i Sarih, III, 181) diyen âlimler de vardır.
Kadınların bayram namazına gidip gidemeyecekleri konusunda da farklı görüşler vardır. Peygamberimiz zamanında kadınların bayram namazına gittikleri bir çok sahih hadisle sabit olmuş bir gerçektir. Hattâ şu hadis hayızlı kadınların dahi namaza durmamak şartıyla namaz yerine gidebileceklerini göstermektedir: Ümmü Atiyye'nin bildirdiğine göre "Taze, kocaya varmamış kızlara, hattâ hayızlı olanlara varıncaya kadar bütün kadınlar namazgaha çıkar, o günün bereketinden nasiplenmek ümidiyle erkeklerle birlikte tekbir getirir, onlarla beraber dua ederlerdi. Yalnız, hayızlı olanlar Musallanın haricinde kalıp cemaatin tekbir ve dualarında hazır bulunurlar (namaza katılmazlardı)" (Tecrid-i Sarih, III, 183). Diğer bir rivâyette İbn Abbas diyor ki: "Resulullah, kadınların hutbeyi işitmediklerini düşünerek Bilâl'i alıp onların yanına geldi, onlara vaaz ederek sadaka vermelerini emretti. Kadınlar küpesini, yüzüğünü Bilâl'in eteğine atıyorlardı" (Sünen-i Ebu Dâvud, Salat, 239,241). Bütün bunlara rağmen, ahlak ve namusa verilen değerin azaldığı, fitne ve fesadın yaygınlaştığı ortamlarda kadınların cemaate katılmayıp evlerinde durmaları İslâm'ın ruhuna daha uygundur.
Ramazan bayramının tespiti kamerî aylardan Şevval hilalinin görünmesiyle olduğu için, hilalin görünüp görünmediği hakkında kesin bir sonuca varılamaz da Ramazan orucunun otuzuncu günü, o günün bayram olduğu anlaşılırsa, orucu iftar edip bayram yapmak gerekir. Ancak, bayram namazı öğle vaktine kadar kılınabileceği için, eğer o günün bayram olduğu öğleden önce anlaşılmışsa, bayram namazı hemen kılınır; yok eğer öğleden sonra oruçlar açılmışsa, ilk gün bayram namazı kılınmaz. İkinci gün kılınıp kılınmayacağı konusunda İslâm âlimleri arasında görüş farklılığı vardır. "Bir grup insan (binek üzerinde oldukları halde) Resuluüllah'a gelerek, bir gün önce hilali gördüklerine şâhitlik ediyorlardı. Resuûlullah onlara, iftar etmelerini, ertesi sabah da Musallâ'ya gitmelerini emretti" (Sünen-i Ebû Dâvud, II, 227) hadisini delil kabul eden Hanefi ve Hanbelîler, bayram namazının ikinci günü kılınabileceği görüşündedirler. Şâfiîler bayram namazını sünnet kabul ettikleri için, onlara göre ikinci günü kılınmaz.
Bayramlarda eğlenmek ve hattâ oyunlar oynamakta bir sakınca yoktur. Ancak, İslâmî kuralları, haramı, helali, utanma duygusunu, ağırbaşlılığı, israfı ve kâfirlere özenip onlara benzememeyi akıldan çıkarmadan, müslüman şahsiyetine yakışır bir şekilde olmasına dikkat etmek gerekir.
Fedakar KIZMAZ
RÜ'YET-İ HİLAL
Hilal'in görülmesi. Hilal; ay'ın batı tarafında göründüğü sıradaki halidir. İkinci ve üçüncü günü ay'a da aynı isim verilir. "Rü'yet" görme anlamındadır. Rü'yet-i hilal de bu hilallerin izlenerek çıplak gözle görülmesi anlamında bir İslâm fıkıh terimidir.
Güneş ve ayın hareketleri bütün toplumlarda ay ve yıl hesapları için bir ölçüt olarak kabul edilmiştir. Kamerî takvim, ay ve yıl hesaplarında ayın hareketlerini esas alan takvimdir. İslâm dininin temel ibadetlerinden olan oruç ve hac ibadetlerinin vakitleri, ayın dünya etrafındaki dönüşlerine göre belirlenmiştir. Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "Sana hilalleri soruyorlar. De ki: Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir" (el-Bakara, 2/ 189).
Kameri aylar, hilalin batıda görülmesiyle başlar. Hilalin tekrar batıda görünmesi bazen yirmi dokuz bazen de otuz gün sürdüğünden, kameri ayın başlangıcını tesbit etmek ancak onu sürekli izlemekle mümkündür.
Ramazan orucuna başlamak ve orucu bitirmek Ramazan ve Şevvâl hilallerinin görülmesiyle olur. Şaban ayının yirmi dokuzuncu günü hilal gözetlenir; şayet hava bulutlu ise veya hilal gözetlendiği halde görülmezse, Şaban ay'ı otuz güne tamamlanır ve Ramazana böyle başlanır. Kamerî aylardan genellikle yedisi yirmi dokuz, beşi otuz gündür. Hangi ayın yirmidokuz, hangisinin otuz gün olacağı astronomi bilginlerince dahi daha önceden tespit edilemediğinden, İslâm'ın bu iki temel ibadeti olan oruç ve Hacc'ın tam zamanında yapılabilmesi için hilalin her ay veya en azından Recep, Şaban, Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarında izlenmesi gerekmektedir. Hilali izleme, ibadete bir zemin hazırladığı için aynı zamanda bir ibadettir. Cenab-ı Allah'ın (O sayılı günler) Ramazan ay'ıdır. İnsanlar için bir (rehber ve) hidayet kaynağı olan Kur'an bu ayda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu ay'a erişirse (bu ay'ın hilalini görürse) oruç tutsun" (el-Bakara, 2/185) buyurması bu ibadetin başlangıcını belirlemiştir. Dolayısıyla hilalin rü'yeti ile yani görülmesiyle oruç ibadetine başlanır.
Hilal ile ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s)'den bize intikal etmiş hadisler bir hayli çoktur. Ebu Hureyre (r.a), Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu söyler: "Ramazan orucunuzu hilali gördüğünüzde tutun. Hilali gördüğünüzde açın. Şayet hava kapalı olursa (ay'ın tespitine engel olursa) otuza tamamlayınız" (Buhari, Savm, II; Müslim, Siyam, 19, H. No: 1081; Nesâî, Siyam, 9; Darimi, Sivam, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 422).
Başka bir rivayette ise şöyle buyurur: "Hilali görmedikçe orucu tutmayın. Hilali görmedikçe orucu bozmayın. Hilali gördüğünüzde orucu açın. Şayet hava kapalı olursa (hilalin görülmesine engel olursa) otuz gün sayın" (Ahmed b. Hanbel, II, 430, 456).
Abdullah İbn Abbas (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Orucu Ramazan'dan önce tutmayın. Orucu hilali gördüğünüzde tutun. Hilali gördüğünüzde açın. Şayet hilalin görülmesine bulut engel olursa otuz günü tamamlayın" (Nesâî, Siyam, 13; Tirmizi, Siyam 5, H. No: 688).
Diğer bir rivayette: Abdullah İbn Abbâs der ki: Ramazan ayından önce oruca başlayanlara şaşarım. Halbuki Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurdıı:
"Orucu hilali gördüğünüz de tutun ve hilali gördüğünüz zaman açın. Şayet hava kapalı olursa (hilali görmenize mani olursa) sayıyı otuza tamamlayın " (Nesâî, Siyâm, 12; Dârimî, Savm, 2; Ahmed b. Hanbel, I, 221; İmam Malik, Muvatta, Siyam, I, H. No: 3).
Abdullah bin Ömer (r.a)'den Rasûlüllah (s.a.s)'in Ramazan'ı anlatarak şöyle buyurduğu rivayet olunur: "Hilali görmedikçe orucu tutmayın. Hilali görmedikçe orucu açmayın. Şayet hava kapalı olursa (hilali görmenize mani olursa) görüldüğü gibi kabul edin " (Buharî, Savm, 11; Müslim, Siyam, 2, H. No: 1080; Nesâî, Siyam, 10, 11; Dârimî, Savm, 2; Muvatta, Siyam, I, H. No: I).
Hava bulutlu olduğu takdirde ise, Ramazan hilali bir âdil kişinin, Şevvâl hilali de iki âdil kişinin şahitliğiyle sabit olur.
Hilali gözleyen ve gördüğünü beyan eden kimsenin, âdil olması şarttır. İmam-ı Merginanî (Hilali gördüğünü söyleyen kimsede) mutlaka adâlet aranır. Zira İslâmi meselelerde, ibadet hususunda fâsıkın haberi makbul değildir. Tahavî'nin "ister âdil olsun, ister âdil olmasın" sözünün tevili mestur olması (âdil mi, değil mi bilinmemesi) halindedir" (İmam Merginanî, Şerhu Bidayetil-Mübtedi, Kahire 1965, I, 121) diyerek, önemli bir konuya işaret eder. Hilali tek başına gördüğünü iddia eden fasık bir kimse "Ulûl-emr" ve "kadı'ya" müracaat eder. Eğer mü'minlerin velayetine haiz olan bu kimseler hilali gördüğü hususundaki bu beyanını tasdik ederlerse mesele yoktur. Bu durumda bütün mü'minlerin oruca başlaması gerekir. Ancak âdil olan bir kimse hilali gördüğünü ilân ederse, kadı (hakim) tasdik etsin veya etmesin, bunu duyan kimselerin oruca başlamaları farzdır (Fetavay-ı Hindiyye, I,197-198). Çünkü Ramazan ayının girdiği, âdil bir kimsenin beyanıyla sabit olmuştur.
Ramazan orucunun başladığını tespit için tek kişinin hilali gördüğüne dair şahitliği, şu hadis-i şeriflere dayanılarak yeterli görülmüştür.
1- Nafi' Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın şöyle söylediğini rivayet eder:
"İnsanlar hilali izliyorlardı. Ben Rasûlüllah (s.a.s)'e onu (hilali) gördüğümü haber verdim. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s) oruç tuttu ve insanlara orucu tutmalarını emretti" (Ebu Davud, Savm, 7, H. No: 2342; Dârimi, Savın, 3; Hâkim, el-Müstedrek, I, 423).
İkrime, Abdullah İbn Abbas'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Bir bedevî Rasûlüllah (s.a.s)'e geldi. "Ben hilali gördüm" dedi. Rasûlüllah, "Lailahe illallah Muhammedur-Rasûlüllah'a şahitlik eder misin?" dedi. Bedevi "Evet" dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz "Ey Bilal, insanlara bildir de yarın oruç tutsunlar" buyurdu (Tirmizi, Savm, 7, H. No: 691; İbn Mace, Savm, 6, H. No:1652; Ebu Davud, Savm, 14, H.No: 2340, 2341; Nesâî, Siyam, 8, H. No: 2115; Dârimî, Savm, 7; Hakim, Müstedrek,
Tirmizi, bu hadisi şerifi rivayet ettikten sonra şunları söylüyor: "İlim ehlinin çoğu bu hadisle amel ederek oruç tutmak için yalnız bir kişinin şahitliği de makbuldur demişlerdir. Nitekim İbnul Mübarek, Şâfiî, İmam Ahmed ve Küfe ehli bu görüştedir. Buna mukabil orucun bozulması için en az iki şahidin gerekli olduğunda ittifak vardır".
"Ramazan'ın bittiğini gösteren Şevvâl hilalini tesbitte iki şahid gereklidir" derken, şu hadislere dayanılmaktadır:
1- Rib'i İbn Haris, Peygamber Efendimizin sahabelerinden birinin şöyle buyurduğunu rivâyet eder: "İnsanlar Ramazan'ın son günü hakkında ihtilafa düşmüşlerdi. Bu sırada iki bedevî geldi ve "Dün akşam hilali gördük" diyerek Rasûlüllah (s.a.s)'in yanında Allah'a yemin edip şahitlik ettiler. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s) insanların orucu bozmalarını emretti" (Ebu Davud, Savm, 13).
Bu ravilerden zikredilen ikinci bir rivayet şöyledir: "Rasûlüllah (s.a.s) Ramazan'ın otuzuncu gününü tamamlamak üzere ve oruçlu iken sabahleyin iki bedevi geldi. Allah'tan başka ilah olmadığına yemin ederek önceki akşam hilali gördüklerine dair şahitlik ettiler. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s) emriyle oruca son verildi" (Dârekutnî, Siyam, 14).
Yine aynı ravilerden nakledilen üçüncü bir rivayet şöyledir: "Müslümanlar Ramazan'ın otuzuncu gününü tamamlamak üzere oruçlu iken sabahleyin iki bedevî geldi. Allah'tan başka ilah olmadığına ve dün hilali gördüklerine dair şahitlik ettiler. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s)'in emriyle oruca son verildi" (İbn Hanbel, IV, 314).
Ebu Umeyr İbn Enes der ki: "Rasûlüllah (s.a.s)'in sahabilerinden olan Ensar kabilesine mensup amcalarım şu hadisi rivayet ederek dediler ki: Havanın elverişsizliği yüzünden Şevval ayının hilalini göremedik ve oruç tutuyorduk. Gündüzün geç vakitlerinde bir kafile geldi; dün hilali gördüklerine dair şahitlik ettiler. Bunun üzerine (Rasûlüllah (s.a.s) insanların oruçlarını bozmalarını ve ertesi gün bayram namazına gitmelerini emretti" (İbn Mace, Siyam, 6 H. No: 1653; Nesâî, el-İdeyn, 21; Ahmed b. Hanbel, V, 87).
Hz. Enes (r.a)'den şu hadis-i şerif nakledilir: "Enes'in amcaları Rasûlüllah (s.a.s)'in huzurunda hilali gördüklerine dair şahitlik ettiler. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s) insanlara oruçlarını bozmalarını ve ertesi gün bayram namazına gitmelerini emretti" (Ahmed b. Hanbel, III, 279).
Abdurrahman b. Ebi Leyla şöyle der: "Ömer (r.a)'le beraber bulunuyorduk. Ona bir adam gelip "Şevvâl hilalini gördüm" deyince Hz. Ömer (r.a) "Ey insanlar orucunuzu bozun" dedi" (Ahmed b. Hanbel, I, 28).
Her ne kadar Hz. Ömer (r.a)'den rivayet edilen bu haber tek kişinin şahitliği ile Ramazan orucunun bozulabileceğini ifade ediyorsa da, diğer hadislerde iki veya daha çok kişinin şahitliği beyan edildiği için, Ramazan orucunun sona erdiğine karar vermek üzere en az iki şahidin gerektiği hükmü verilmiştir. Bununla beraber, tek kişinin şahitliğini kabullenen alimler de vardır.
Hanefi mezhebine göre Ramazan hilalinin görülmesinde aranan şahit sayısı Şevval hilalinin görülmesinde aranandan farklı olduğu gibi, her iki ayda da havanın açık veya kapalı olması durumunda da aranan şahit sayıları değişmektedir:
A- Orucun başladığını bildiren Ramazan hilalinin görülmesinde gerekli olan şahit sayısı:
a) Havanın kapalı (bulutlu veyâ sisli) olması halinde Ramazan hilali için tek bir kişinin hilali gördüğüne dair şahitliği yeterlidir. Erkek veya kadın olması farksızdır. Ancak, şahidin müslüman, âdil, akıllı veya baliğ olması şarttır.
b) Havanın açık olması halinde iki görüş zikredilmiştir:
aa-Tercih edilen görüşe göre; haberleri zann-ı galib ifade edecek sayıda çok kişinin hilali gördüklerine dair şahitlik etmeleri gerekmektedir. Bu kişilerin sayılarını da tayin etmek Müslüman Ulul-emre (idareciye) bırakılmıştır.
bb-Diğer bir görüşe göre ise; iki âdil şahidin şehadeti yeterli sayılmıştır. Günümüzde bu görüşün alınmasını uygun görenler vardır.
B- Orucun (Ramazanın) bittiğini belirten Şevval hilalinin görülmesinde gerekli olan şahit sayısı:
a) Havanın kapalı olması halinde: âdil iki erkeğin veya bir erkek iki kadının hilali gördüklerine dair şahitlikleri yeterlidir. Şahitlerin müslüman, akıllı, baliğ, hür ve âdil olmaları şarttır.
b) Havanın açık olması halinde; yine iki görüş zikredilmiştir
aa-Tercih edilen görüşe göre, haberleri zann-ı galib ifade edecek sayıda şok kimsenin şahitlik etmeleri gerekir.
bb-Diğer bir görüşe göre ise, iki âdil şâhidin şahitliği yeterli sayılmaktadır. Bu zayıf görüştür (Hilal hakkında Hanefi mezhebinin görüşleri için bakınız: (Bedâyiü's-Sanâyi', II, 985, 989; Serahsi, el-Mebsut, Matbuatu's-Saade Kahire (t.y.), III, 139-140).
Şâfiî hukukçuları ihtilaf-ı metali, yanî boylam farkını gözönünde bulundururlar. Buna rağmen, onlara göre hilal doğuda görülürse onların batısında kalan bütün müslümanların bunlara uyması gerekir. Ama batıda görülürse doğudakileri bağlamaz. Aynı meridyen üzerinde olanlar da birbirlerine tabi olurlar. Diğer fıkıh ekollerine göre ise buna itibar edilmez. Dünyanın neresinde olursa olsun, hilalin görülmesi diğer yerler hakkında da geçerlidir. Hilâl bir yerde görüldüğünde diğer bütün müslümanların bayram yapmaları gerekir. Bu da İslam ümmeti arasındaki birliği sağlamaya daha uygundur.
Fukahânın büyük çoğunluğuna göre rasathane hesaplarına itibar edilmez. Hilalin görülmesi gerçekleşmediği takdirde önceki ayı otuza tamamlamakla kamerî ay başlar. Şâfiilerden bazı âlimlerle çok az sayıdaki hanefi âlimlere göre ise, rasathane hesaplarına da itibar edilir. Ancak yukarıda kaydettiğimiz bütün hadislerde hesap ile hilalin tespiti asla söz konusu edilmemiştir. Rasûlüllah (s.a.s)'den sahih senedlerle rivayet edilen bu hadislerde hilallerin sübutunu, hilalin gözle görülmesine bağlamaktadır.
Bu anlamda rivayet edilmiş bütün hadislerin hiçbirinde hesaba itibar edileceğine dair bir işaret mevcut değildir. Hatta Rasûlüllah (s.a.s) bir hadislerinde "Biz ümmî bir ümmetiz: yazı bilmez, hesap bilmeyiz" (Buhârî, Savm, 13; Müslim, Siyam, 15; Ebû Davûd, Savm, 4) buyurarak hesaba itibar edilmeyeceğini kesin olarak belirtmiştir. Sahabenin ittifakı da hesap üzere değil, rü'yet üzere olmuştur.
İslâm dini, belli bir zümrenin değil, her sınıf ve milletten insanların dinidir. Hilalin gözle gözetlenmesi havâs-avâm herkesin imkanı dahilinde olan bir husustur. Hesap esas alındığı takdirde ancak bu işten anlayanlar tahkiki bir bilgiye dayanarak hilali tesbit edebilirler. Genel halk tabakası ile bu işten anlamayanlar onları taklit etmek zorunda kalırlar. Tahkiki bir bilgiye dayanarak bütün müslümanların Ramazan orucuna başlamaları ve bayram yapmaları mümkün olmaz. Bununla beraber rü'yeti esas alan âlimlerden bir kısmı, hilalin hesapla kesin olarak tesbit edilebileceğini de kabul etmezler.
Gözle görmenin esas olduğunu söyleyen âlimlerin bir kısmı, hesapla hilalin tespitini, müneccim ve kâhinlerin sözlerini kabul etme ile aynı durumda görür ve bu gibilerin sözlerine itimat etmenin İslâm'da yasaklandığını ifade ederler.
Hanefilerin bu husustaki genel görüşleri ise şöyledir: Astronomi âlimlerinin ayın hareketlerini esas alarak yaptıkları hesaplara itibar edilerek Ramazan ayının girdiği ilan edilemez. İbn Abidin şöyle der: "Muvakkitlerin (zamanı hesaplayan uzmanların) sözüne itibar yoktur. Yani halka oruç farz olmak için, onların sözü delil olmaz. Müneccimlerin hesabı ile amel etmek caiz değildir. Muvakkitlerin, filân gecede hilâl gök yüzünde şöyle görülecektir demeleri ile oruç tutulmaz." Fetavay-ı Hindiyye'de "Hilal meselesinde müneccimlerin haberlerine müracaat edilmeyeceği gibi; geçerli olan görüşe göre, onların sözleri de kabul edilemez. Hatta bir müneccimin bu hususta yaptığı hesapla, kendisinin amel etmesi caiz değildir" denilmektedir (Fetavay-ı Hindiyye, I, 197).
Meselenin özü şudur: İslâm bilginleri, astronomi ilminin sonuçlarını inkâr noktasında değildir. Ancak hilalin gözlenmesi, nassla sabit olan bir ameldir. Nitekim Hanefî fukahası bunun vacib olduğunda ittifak etmiştir. İlmin ilerlemiş olması her hangi bir vacibi ortadan kaldırmaz. Kaldı ki; gözle görmenin kalbe vereceği rahatlıkla, takvim yaprağına bakmak arasında büyük bir fark vardır.
Çoğunluğun katıldığı sahih görüşe göre müneccimlerin ve astronomî bilginlerinin bu husustaki sözlerine itibar edilmez. Çünkü hesaplar kesin olsalar da bunları yapanlar hatadan masum değildirler. Nitekim memleketlerin takvimlerinin birbirinden farklı oluşu da bunu göstermektedir. Diğer yandan, hesaplara göre kamerî aylar mutlaka otuz veya yirmi dokuz değildir. Sürekli değişkendir. Bir yıl otuz gün süren bir ay, ertesi yıl yirmi dokuz olabilir. Allah Teâlâ, kullarına kolaylık olması için orucun yirmi dokuz olacağını Peygamberi vasıtasıyla bizlere bildirmiştir. Abdullah İbn Ömer (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu ifade ediyor: "Ayın yirmi dokuzuncu gecesi olunca hilali görmeden orucu açmayın. Şayet hava kapalı olursa (görmenize mani olursa) sayıyı otuza tamamlayın" (Buhârî, Savm, 11).
Abdullah (r.a)'dan nakledilen diğer bir rivayette şöyle der: "Rasûlüllah (s.a.s) Ramazan'dan bahsetti. İki elini birbirine vurarak; Bir ay şöyle şöyle ve şöyledir dedi. Üçüncü defasında baş parmağını kapattı ve şöyle buyurdu: "Orucu hilali gördüğünüzde tutun ve hilali gördüğünüzde açın. Şayet hava kapalı olursa (size engel olursa) ayı otuza göre takdir edin " (Müslim, Siyam, 2, H. No: 1080).
Abdullah'dan nakledilen diğer bir rivayet ise şöyle varid olmuştur: "Bir ay yirmi dokuz olur. Hilali görmeden orucu tutmayın ve hilali görmedikçe orucu açmayın. Şayet hava kapalı olursa (görmenize engel olursa) onu takdir edin" (Müslim, Siyam, 3 (7), H. No: 1080; Ebu Davud, Savm, IV, H. No: 2320; Dârimî, Savm, V; İmam Malik, Muvatta, Siyam, I). Bu hadis-i şerif'te zikredilen "onu takdir edin" ifadesinden neyin kastedildiği hususunda alimler arasında görüş farklılıkları vardır.
a) İmam Mâlik, İmam Şâfiî, İmam Ebu Hanife, Selef ve Halefden Cumhur-u Ulema diğer hadisleri delil göstererek bunun manasının "Şayet hilali göremezseniz ay'ı tam sayı olan otuza göre takdir edin" olduğunu söylemişlerdir.
b) İmam Ahmed İbn Hanbel ise "şayet hilali göremezseniz onun bulut altında olduğunu takdir edin" manasını ifade ettiğini bildirmiş ve ayın yirmi dokuzunda hava açık olur da hilal görülmezse, otuza tamamlanacağını; buna mukabil, hava bulutlu veya sisli olur da görülmezse, hilalin var sayılacağını ve o ay'ın yirmi dokuz kabul edileceğini söylemiştir.
c) İbn Şureyh, İbn Kuteybe gibi bir kısım âlimler ise buradaki "onu takdir edin" ifadesinden "Şayet hilali görmezseniz, astronomik hesaplara göre onu takdir edin" anlamının kastedildiğini ileri sürmüşler, ancak bu görüşleri âlimler tarafından kabul görmemiştir. Çünkü diğer bir rivayette "... Şayet hilali görmenize hava durumu mani olursa ay'ın sayısını otuz güne takdir edin" diye varid olmuştur (Buhârî, Şerh Umdetul-Kari, Muniriye matbaası, Mısır baskısı, X, 201; Müslim, Şerhi Nevevî, VII, 190).
Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: Ramazan ayının başlangıç ve bitiş tarihlerinin tesbitinde başvurulacak yol, hilale bakmaktır. Hilal görülmediği takdirdedir ki birinci görüşe göre bu ayın otuz olduğu takdir edilecek; ikinci görüşe göre ise astronomik hesapların takdirine başvurulacaktır. Bu son görüşün kabule şayan olmadığı belirtilmiştir.
Abdullah İbn Ömer (r.a) Rasûlüllah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Allah hilalleri, vakitleri bildiren vasıtalar kıldı. Hilali gördüğünüzde orucu tutun; hilali gördüğünüzde orucu açın. Şayet hava kapalı olursa (buna mani olursa) takdire çalışın ve bilin ki bir kameri ay otuz günden fazla olamaz” (Hakim, Müstedrek, I, 423).
Rü'yeti esas alanlar, şahitlerin yalan şahitlik etme ihtimali üzerinde de durarak, bunun mümkün olduğunu kabul eder ve derler ki: Şeriat zâhir ölçüleri esas almıştır. Her şahitlik hakkında bu durum söz konusudur. Bâtını ancak Allah bilir (İbn Abidin, a.g.e., s. 214). Bu ihtimali hesaba katan Hz. Peygamber (s.a.s) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
"Orucunuz, oruç tuttuğunuz gündür. Fıtır bayramınız, bayram yaptığınız gündür. Kurban bayramınız da bayram yaptığınız gündür" (Tirmizi, Savm, 11).
Hesaba itibar edileceğini söyleyenlerin delilleri:
Peygamber (s.a.s)'in "Biz ümmî bir ümmetiz: yazı bilmez, hesap bilmeyiz"şeklindeki hadisi o günkü bir vakıayı dile getirmektedir. Peygamber (s.a.s) İslâm ümmetinin bu hal üzere devam edeceğini söylemiyor. Hesaba başvurmanın müneccimlik ve kahinlikle de bir ilgisi yoktur. Kâhinler, yıldızların hareketlerinden fert ve toplumun geleceği hakkında mana çıkarır, kehânetlerde bulunurlar. Oysa rasathane hesapları bir ilimdir, ilmî usullerle neticeye varır.
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de güneş, ay ve yıldızların belli ölçüler dahilinde hareket ettiklerini, kâinatın tamamına bir nizamın hakim bulunduğunu ve bu nizama bir değişikliğin arız olmadığını haber vermektedir. Astronomi ile meşgul olanlar, hassas aletlerle donatılmış rasathanelerde bu hareketleri hesap ederler. Hilalin hesapla tespiti müslümanlar arasında birliği sağlar. Böylece müslümanlar aynı günde oruca başlama ve aynı günde bayram yapma imkanına kavuşmuş olurlar.
Hesaba itibar edilmesini savunan âlimler, yukarıdaki delillerine ek olarak, orucun da namaz gibi bir ibadet olduğunu, namaz vakitlerini tespit ederken nasıl hesaba itibar ediliyorsa, oruç konusunda da hesaba itibar edilmesi gerektiğini söylerler.
Şâfiî âlimlerden İman Sübkî, hesaba itibar etmenin ötesinde hesabın esas alınması gerektiğini savunur. Ona göre şahitler, hilâli gördüklerine dair şahitlik etseler, hesap ehli de o gün görülmeyeceğini söyleseler, hesap ehlinin görüşüyle amel edilir. Çünkü hesap, kesindir, şahitlerin şahitliği ise zannîdir (Sübkî, İlmul-Menşur fi İsbati'ş-Şuhür, Mısır 1329, s. 26). Aynı mezhebe bağlı İbnu'l-Hacer ise, bu durumda hesaba uyabilmek için hesap uzmanlarının ittifakını şart koşar (İbn Abidin, a.g.e., s. 227).
Bu görüşte olan âlimler, her hesap uzmanına güvenilemeyeceğini, vereceği bilgiye dinî bir ibadet dayandırılacağından mü'min ve âdil olması gerektiğini belirtirler (Muhammed Bahît, İrşâdu Ehlil-Mille ila İsbatil-Ehille, Mısır 1329, s. 271).
Meselenin özü şudur: Bir kimse, Şevval hilalini gördüğünü veliyyülemr veya kadı'ya müracaat ederek beyan ederse, onlar tasdik ettiği anda Ramazan bayramı ilân olunmuş demektir. Laik olan (yani din ile devlet işlerini ayrı mütalaa eden) devletler Ramazan-ı Şerif ayının başlangıcını ve bayramını ilân etme hakkına sahip değildirler. Zira bu dini (İslâmî) bir meseledir. Onların bu konuda velayet hakkı yoktur. Velev ki ilân etseler dahi, hükmen geçerli değildir. Zira velayet hakkı bey'at sonucu ortaya çıkar. Halbuki laik devlet, hangi dinden olursa olsun, bütün vatandaşları eşit kabul etmek durumundadır. Nasıl yahudilerin ve hristiyanların bayram günlerini ilân etmiyorsa, müslümanların bayram günlerini de ilân edemez. Ettiği takdirde, vatandaşlar arasında eşitliği bozmuş ve din istismarı yapmış olur.
Son yıllarda rü'yet-i hilâl konusunda, farklı siyasî coğrafyalarda bulunan müslümanlar arasında bir ihtilaf görülmektedir. Bunun giderilmesi için rüyet-i hilâl toplantıları yapılmış ve bazı kararlar alınmıştır. Fakat pratikte bu kararların hiç bir faydası olmadığı müşahade edilmektedir. Müslümanlar yine ayrı ayrı günlerde Ramazan orucuna başlamakta ve farklı günlerde bayram etmektedirler. Bunun sebebini Kemalüddin İbnül-Hümam'ın şu tespitinde bulmak mümkündür: "Müslümanların kendi içlerinden bir emir seçmelerinin sebebi; İslâm'ın emirlerini (ve hükümlerini) hakkı ile eda etmek içindir" (Kemalüddin İbnül-Hümâm, Kitabû'l Müsayere, İstanbul 1979, 265) O, bu ifade ile siyasi şuurun temelini tespit etmiştir. Mü'minlerin kendi içlerinden seçtikleri bir emire itaat etmeleri, nassla emrolunmuştur. Günümüzde bu mahiyette bir emir sahibi bulunmadığı için rüyet-i hilal konusundaki ihtilaflar devam edecektir. Mükellef olan her mü'min, bu durumu iyi düşünüp tağutî güçlerin din istismarı karşısında direnmelidir. Tağutî güçleri reddetmenin bir iman meselesi olduğu asla unutulmamalıdır.
Şamil İA