VASIYETIN MEŞRUIYETI
Vasiyet, İslam'ın meşru kabul ettiği akitlerdendir. Tarihî açıdan bakıldığında vasiyetin Islâm'dan önce de var olduğu görülmektedir. Mesela Romalılarda aile reisi malında vasiyet yoluyla ve hiç bir kayda tabi olmadan dilediği gibi tasarrufta bulunuyordu. Hatta bazan malının tamamım yabancılara vasiyet edip, kendi varislerini mirastan mahrum bırakabıliyordu. Daha sonra bir takım değişiklikler yapılarak, babanın malının en az dörtte birini çocuklarına bırakması zorunlu hale getirildi. Cahiliye Araplarında da vasiyet sınırsız bir şekilde vardı. Araplar, kendi akrabalarını muhtaç bırakmak pahasına büyüklük taslamak için, mallarının tamamını yabancılara vasiyet ediyorlar ve bununla övünüyorlardı (Zuhaylî, a.g.e., VI, 7). Demek oluyor ki, Islâm vasiyeti ihdas etmedi, hazır buldu. Islah ederek ibka etti, hatta tavsiye etti. Vasiyet, tüm Islâm müctehidlerine göre meşrûdur. Meşrûiyeti, Kitap, Sünnet ve Icma ile sabittir; Bakara sûresinin 180. âyetinde: "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzere bir borçtur'; 240. âyetinde de: "Içinizden ölüp de dul eşler bırakanlara gelince, onlar eşlerinin evlerinden çıkarılmadan bir yıla kadar bıraktıkları terikeden faydalanmaları hususunda vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar kendiliklerinden çıkıp giderlerse, iyilikle kendileri hakkında yaptıklarından size bir günah yoktur. Allah azîzdir hakimdir"buyurulmaktadır. Nisâ sûresinin 11 ve 12. âyetlerinde de ölenin bazı yakınlarının mirastaki hisseleri belirtilirken, bu hisselerin borçlar ödendikten ve vasiyetler tenfiz edildikten sonra hak sahiplerine ödeneceği beyan edilmektedir. Hz. Peygamber'in hadislerinde de vasiyet teşvik edilmiştir. Mesela Ibn Ömer'den rivayet edilen bir hadiste: "Bir Müslümanın vasiyet etmek istediği bir şey olup da, vasiyeti yastığının altında yazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru değildir" buyurmaktadır (Buharî, Vesâya, 1; Müslim, Vesâya,1-4; Ibn Mâce, Vesâyâ, 2). Hz. Peygamber bir başka hadisinde de: "Âllah (c.c) size, amellerinize ziyade olarak ölümünüz esnasında mallarınızın üçte birini tasadduk etti (vasiyet etme yetkisi verdi) "buyurmuştur (Ibn Mace, Vesâyâ, 5; Zeylaî, Nasbu'r Râye, IV, 399, 400). Bu âyet ve hadislerin delaleti doğrultusunda Islâm alimlerinin tümü vasiyetin meşruluğunda ittifak etmişlerdir. Dolayısıyla vasiyet Icma ile de meşrudur (Merginânî, el-Hidâye, IV, 232; Ibn Kudâme, el-Muğnî, VI, 444). Vasiyetin Hükmü Prensip olarak vasiyet müstehap (Merğınanî, a.g.e., IV, 231) veya menduptur (Zuhaylî, a.g.e. VIII,11). Yukarıdaki âyet zahiren vasiyetin farz olması gerektiği izlenimi verebilir. Çünkü âyet-i kerimede vâsiyetin Allah'ın kullar üzerinde bir hakkıolduğu vurgulanmaktadır. Ancak ulema bu âyetin, daha sonra inen miras âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir. Bu âyetin mensuh oluşunun delili sahabelerden bir çoğunun vasiyette bulunmamalarıdır. Çünkü eğer vasiyet farz olsaydı sahabelerin bunu terketmeleri mümkün olmazdı. Zaten Ibn Abbas ve Ibn Ömer vasiyetin farz olacağı izlenimini veren bu âyetin mensuh olduğunu söylemişlerdir (Zuhaylî, a.g.e., VIII, 12). Vasiyetler dînî açıdan beş grupta toplanırlar: a- Vacipvasiyetler: Bir Müslümanın hayatında iken ödemesi gereken ama ödeyemediği borçlarını veya başkasına ait hakları -bu borçlar Allah hakkına taalluk edebileceği gibi kul hakkıda olabilir- ödenmesi veya sahiplerine verilmesi için vasiyet etmesi vaciptir. Dolayısıyla elinde birisine ait emanet mal bulunan, birisine borcu olup, borcun varlığına dair şiir vesîka bulunmayan kişinin bu emanetlerin sahiplerine verilmesini, borçların ödenmesini vasiyet etmesi gerekir. Aynı şekilde, hac, zekat, oruç gibi ibadetler kendisine farz olduğu halde eda edemeyenler, üzerinde keffaret borcu olanlar hac ve zekâtın edasını, orucun fidyeşinin verilmesini, kefaretlerin ödenmesini vasiyet etmek zorundadırlar (Ibn Kudâme, a.g.e., VI, 444; Ibn Abidîn, Reddu'l-Muhtar, VI, 648, haylî, a.g.e., VIII, 12). b- Müstehap vasiyetler: Hali vakti yerinde olan kişinin, varis olmayan akrabalarına, yoksullara ve hayır kurumlarına vasiyette bulunması müstehaptır. c- Mübah vasiyetler: Akrabalardan veya yabancılardan zengin olanlar için vasiyette bulunmak mübahtır. d- Mekruh vasiyetler: Fakir varisi olanların, mallarını vasiyet etmeleri ittifakla mekruhtur. Ayrıca Hanefilere göre, kim olursa olsun fisku fücur ehline vasiyette bulunmak da tahrimen mekruhtur. e- Haram olan vasiyetler: Haram bir işin yapılması için vasiyette bulunulması ittifakla haramdır. Mesela, bir Müslümanın kilise yapılması, şarap fabrikası inşası gibi haram olan bir şeyi vasiyet etmesi haramdır. Bu tür vasiyetlere uyulmaz. Ayrıca meşru cihetlere bile olsa malın üçte birinden fazlasının vasiyet edilmesi de caiz değildir. Şayet vasiyet edilmişse, varislerin, malın üçte birisinden fazla olan kısmında bu vasiyete uymaları mecbur değildir. Ancak, isterlerse uyabilirler. Hambelilerdeki sahih görüşe göre bu tür bir vasiyet mekruhtur (Ibn Kudâme, a.g.e., VI, 445; Zuhaylî, a.g.e., VIII, 12, 13). Vasiyetin Rüknü Ebu Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre vasiyetin rüknü; hibe, alım satım, icare vs. akitlerde olduğu gibi, icap ve kabuldür. Yani, mûsî vasiyette bulunacak, mûsa leh de kabul edecektir. Mûsa lehin kabûlünün bulunmaması halinde vasiyet tamamlamış olmaz. Mûsa lehin kabulü, sarahaten olabileceği gibi, kabul veya red etmeden ölmesi durumunda olduğu gibi delâleten de olabilir. Vasiyetin kabulü ancak, mûsînin ölümünden sonra olur (Kâsânî, Bedâiu's-Sanâî, VII, 331). Imam Züfer'e göre ise, vasiyetin rüknü sadece icaptır. Mûsînin vasiyetini mûsa lehin kabul etmesi gerekmez. Çünkü, musa lehin durumu varisin durumu gibidir. Nasıl varis mîrası red imkânına sahip değilse, musa leh de vasiyeti reddetme imkânına sahip değildir (Haskefı, Dürrü'l Muhtac VI, 650). Vasiyette icab ve kabul, vasiyet kelimesi ile olabileceği gibi vasiyete delâlet eden başka kelimelerle veya yukarıda belirtildiği gibi delâleten de olabilir. Bu hüküm Hanefilere göredir. Cumhura göre ise delâleten kabul olmaz, mutlaka sözle yapılması gerekir (Zühaylî, a.g.e., VIII, 18). Vasiyetin tahakkuku için kabulün şart olduğu görüşüne göre, kabul veya reddin fevrî (îcabın hemen peşinden) olması şart değildir. Mûsa leh, vasiyyeti, mûsînin ölümünden sonra olması kaydıyla ve reddetmemişse uzun süre sonra da kabul edebilir. Şafiîlere göre mûsa lehin kabul veya red ettiğine dair bir şey söylememesi durumunda vârisler ondan görüşünü açıklamasını talep edebilirler. Bu isteğe rağmen, görüş açıklamaktan imtina etmesi durumunda bu, vasiyeti red sayılır. Vârislerin zarara uğramamaları bakımından Şafiîlerin bu görüşü tatbike daha elverişlıdır. Mûsa leh, kendisine vasiyet edilen şeyin hepsini kabul veya red zorunda değildir. Hepsini kabul veya red edebileceği gibi bir kısmını kabul, bir kısmını reddetmesi de mümkündür (Zühaylî, a.g.e., VIII, 18, 19). Prensip olarak mûsa leh vasiyeti kabul veya red ettikten sonra bu tasarrufundan rucû edemez. Ancak, varisler buna icazet verirlerse rucû caizdir. Varislerin hepsi veya birisi, mûsa lehin kabulden sonra rucunu kabul ederlerse vasiyet reddedilmiş olur, mal varislere geri döner. Şâfiî ve Hanbelilere göre mûsa leh vasiyeti kabul edip kazbettikten sonra artı geri dönemez.
|