Yolculuk, yolculuğa çıkma; sefer mesafesine yolculuk
yapma. Bir fıkıh terimi olarak yolculuk, belirli bir mesafeye
gitmektir. Bu mesafe ise orta yürüyüşle üç günlük, yani on
sekiz saatlik bir uzaklıktan ibarettir. Buna üç merhalelik mesafe
de denir.
Orta yürüyüş, yaya yürüyüşü ve kafile içindeki deve
yürüyüşüdür. Denizlerde ise yelkenli gemilerin mutedil
havadaki üç günlük yolculuğudur.
İşte karalarda böyle bir yürüyüş ile denizlerde
ise mutedil bir havada yelkenli bir gemi ile on sekiz saat sürecek bir
mesafe "sefer süresi" sayılır. Bu yolun yalnız
gidilecek mesafesi esas alınır; yoksa gidiş dönüş
mesafesine bakılmaz. Yolculuk yapan kimse süratli bir araçla
yolculuk yaparak bu mesafeyi günümüzde yeni çıkan
ulaşım vasıtalarında olduğu gibi daha kısa
bir sürede katederse bile yine yolcu sayılır ve
namazlarını kısa kılar. Yolculukta üç günün esas
alınmasında üç günlük mesh süresine kıyas
yapılmıştır. Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Mukim kimse tam bir gün bir gece, yolcu ise üç gün üç gece
mesh eder" (Zeylaî, Nasbu'r Râye, II, 183).
Vatanında veya o hükümdeki bir yerde oturan kimseye
"mukim", buradan çıkıp en az on sekiz saatlik
mesafeye gitmeye başlamış olan kimseye de
"misafir" (yolcu) denir.
Yolculuk hali genel olarak güçlük ve sıkıntılardan
uzak değildir. Bu yüzden İslâm dini yolcular hakkında
bazı kolaylıklar getirmiştir. Yolculukta gece gündüz
aralıksız yolculuğa devam edilemez, istirahata da ihtiyaç
vardır. Bu yüzden günlük yolculuk süresi altı saat olarak
belirlenmiştir. Saatte 5 km. yol katedilmesi esas
alınınca, seferilik mesafesi 90 km. olmuş bulunur.
Bazı yolculukların rahat, meşakkatsiz ve çok kısa sürede
yapılabilmesi, sonucu değiştirmez. Çünkü hüküm ferde
göre değil, cinse göre meydana geleceğinden, bütün
yolculuk hallerini kapsamına alır. Diğer yandan Hanefîlere
göre, yolculukta getirilen kolaylıkların illeti, mücerret
seferiliktir. Güçlük ve sıkıntı bunun hikmetidir.
Hanefîler dışındaki çoğunluğa göre,
namazların kısaltılmasını mubah kılan uzun
yolculuk, zaman bakımından ortalama iki günlük yolculuk veya
ağır yükle ve yaya olarak iki konaklık mesafedir.
Bazı fakihlere göre sefer süresi, on sekiz fersahlık bir
mesafedir. Bir fersah üç mil; bir mil de 1849 metredir.
Bir fersah on iki bin adım; bir mil de dört bin adım
sayılmaktadır. Bununla birlikte fersahlar düz yerler ile dağlık
ve derelik yerlere göre değişir. Meselâ; düz bir yerde bir
fersah bir saatte alınabildiği halde; dağlık bir
yerde böyle bir mesafe 1 saatte alınamaz. Bu yüzden bu konuda
fersah bir ölçü sayılmamalıdır. Ancak fersaha itibar
edilince bir çok meselelerin çözümü kolaylaşmaktadır.
Meselâ; tren veya uçakla yapılacak yolculuklarda yolun kaç
fersah olduğu dikkate alınır. En âz on sekiz fersahlık
bir mesafe katedilmiş olunca, sefer süresi gerçekleşmiş
ve sefer hükmü cereyan etmeye başlamış olur; artık
kara veya deniz aracının hızlı seyreden bir araç
olmasına itibar edilmez.
Diğer yandan Hanefiler dışındaki üç imam da
fersah ölçüsünü esas almıştır. İmam Malik ve
Ahmed b. Hanbel'e göre sefer süresi 16 fersah yani 48 mildir. Bir mil
ise altı bin el arşınıdır. İmam Şafiî'nin
yeni görüşüne göre de 48 mildir. Eski görüşüne göre
bir gün bir gecedir.
Gidilecek yerin hem denizden hem de karadan yolu bulunsa, yolcunun
gideceği yola itibar edilir. Bu yüzden, bir beldeye meselâ deniz
yoluyla on iki saatte; kara yoluyla da on sekiz saatte gidilecek olsa,
karadan gidenler yolcu sayılır; denizden gidenler
sayılmaz. Bir yerin karadan iki yolu bulunduğu takdirde de hüküm
böyledir, yalnız sefer mesafesinde bulunan yoldan gidenler misafir
olmuş bulunurlar.
Yolculuk, vatan edinilen beldenin veya köyün yola çıkıldığı
tarafındaki evlerinden ayrıldıktan ve en az üç günlük
bir yere gidilmeye niyet edildikten itibaren başlar. Bu yüzden
şehir kenarlarındaki yerleşim alanları şehirle
bütünleşmiş olan köyler veya köyden yola çıkanlar için
"finayı mısır" denilen harmanlık,
mezarlık ve ağıl gibi eklentiler geçilmedikçe yolculuk
başlamış olmaz.
Şehir veya köyün yerleşim alanı
dışında kalan fabrikalar, organıze sanayi
kuruluşları, toptancı halleri, bağlar, bahçeler,
hayvan ve tavuk çiftliği gibi alanlar şehirden sayılmaz.
Seferîliğin Hükümleri
Yolcular için bir takım kolaylıklar, ruhsatlar
getirilmiştir. Ramazanda yolculukta bulunan için orucu geri bırakmak
mübahtır. Yolcunun mesh süresi üç gün üç gecedir. Yolcu
dört rekatlı farz namazlarını ikişer rekat olarak
kılar. Buna "kasrı salat" denir.
Yolculukta dört rekatlı namazların kısaltılarak
kılınması Kur'an, Sünnet ve icma ile câizdir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Eğer kâfirlerin size
fitne vermesinden korkarsanız, yeryüzünde sefere çıktığınız
zaman namazları kısaltarak kılmanızda bir
sakınca yoktur" (en-Nisa, 4/101). Bu âyette kısaltmanın
korku şartına bağlanması o günkü olayı tespit
etmek içindir. Çünkü Rasûlüllah (s.a.s)'in çoğu
yolculukları korkudan uzak değildi. Ashab-ı Kiram'dan
Ya'la b. Ümeyye (r.a) Hz. Ömer'e şöyle demiştir: Biz neden
namazları kısaltarak kılıyoruz? Halbuki güven
içindeyiz. Hz. Ömer de buna cevap olmak üzere şöyle buyurdu:
Ben de aynı durumu Hz.. Peygamber'e sormuştum; şöyle
buyurmuştu: "Bu, Allah'ın size verdiği bir
bağıştır, Allahın sadakasını kabul
edin” (Müslim, Misafir, 4; Tirmizi, Tahare, 4, 20; Nesâi, Taksir,
I).
Hz. Peygamber'in umre, hac veya savaş için yaptığı
yolculuklarında namazları kısaltarak
kıldığı ile ilgili haberler tevatür derecesindedir.
Abdullah ibn Ömer (r.a) şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber (s.a.s)'e yolda arkadaşlık ettim. O,
yolculuklarında iki rekattan fazla kılmazdı. Hz. Ebu
Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman da böyle yaparlardı" (İbn
Mâce, İkâme, 75). Hz. Ömer'in şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Yolcunun namazı, Nebinizin lisanı
üzere kısaltılmaksızın tam iki rekattır"
(Buhârî, Taksîr, 11; Küsûf, 4; İbn Mâce, İkâme, 73,
124).
Yolcunun dört rekatlı farz namazları kısaltması
zorunlu mudur; yoksa kısaltmakla tam kılmak arasında
serbest midir?
Hanefîlere göre, yolcunun namazları kısaltarak
kılması vacib ve aynı zamanda azimettir. Yolcunun bilerek
iki rekattan fazla kılması mekruhtur. Bununla birlikte iki
rekat kılıp da teşehhütte bulunduktan sonra iki rekat
daha kılacak olsa farzı eda etmiş, son iki rekât da
nafile olmuş olur. Ancak selâmı tehir etmiş
olmasından ötürü kötü bir iş yapmış
sayılır. Fakat birinci teşehhüdü terketse veya ilk iki
rekatta kıraatta bulunmamış olsa farzı eda
etmiş olmaz. Nitekim sabah ve cuma namazlarında da hüküm
böyledir. Hz. Aişe (r.anha)'den şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Namaz ikişer rekat olarak farz
kılındı, sonra hazarda ziyade olundu, seferde ise
olduğu gibi bırakıldı (Buhari, Salat,1; Müslim,
Misafirin,1; Ebû Davud, II, 3). ibn Abbas (r.a)'ın şöyle
dediği nakledilmiştir: "Allah Teâla namazı,
Peygamberimizin dili ile hazarda dört rekat, seferde iki rekat olarak
farz kılmıştır" (Müslim, MüŞâfirîn, 5,
6; Ebû Davud Sefer, 18; Nesâî, Havf 4; İbn Mace İkame, 75).
Malikilere göre, seferde namazı kısaltarak kılmak müekked
sünnet, Şafiî ve Hanbelilere göre ise yolculukta namazları
kısaltarak kılmak, muhayyer olmak üzere ruhsattır. Seferî
kişi namazlarını kısaltarak da, tam olarak da
kılabilir. Ancak Hanbelîlere göre kısaltmak mutlak olarak
tam kılmaktan daha faziletlidir. Çünkü, Hz. Peygamber ile dört
halife bu şekilde yapmaya devam etmişlerdir.
Yolculuk ister ibadet için, ister mübah veya masiyet bulunan bir
amaçla olsun, her türlü yolculuk sırasında namazları
kısaltmak caizdir. Meselâ; yol kesmek, meşrû olmayan bir eğlenti
yapmak veya başka bir haram işlemek için yolculuk yapan kimse
de ruhsatlarından yararlanır. Zira bu konudaki nasslar bunun
ifadesidir; "Yeryüzünde yürüdüğünüz zaman sizin için
namazları kısaltmanızda bir sakınca yoktur"
(en-Nîsa, 4/104) âyetinde yolculuğun meşrû veya gayri meşrû
olması arasında bir ayırım
yapılmamıştır (İbnül-Hümâm, a.g.e., I, 405
vd.; İbn Abidin, Reddül-Muhtar, I, 733, 736).
Hanefiler dışındaki çoğunluk müctehidlere göre
ise; yol kesmek, şarap ve haram şeylerin ticaretini yapmak
gibi Allah'a isyanın söz konusu olduğu yolculuklarda, sefere
mahsus olan namazların kısaltılması,
birleştirilmesi oruçlunun iftar etmesi, mestler üzerine üç gün
mesh etmek, binek üzerinde nafile namaz kılmak gibi ruhsatlar mübah
olmaz. Çünkü, bu gibi kimseler Allah'a isyan için yolculuk yapmış
sayılır. Bu konudaki kaide şudur:
"Ruhsatlar masiyet ve kötülük işlemeye dayanak
yapılamaz". Yine Allah Teâlâ darda kalana ölü hayvan etini
yemeyi "haddi aşmama ve Allah'a isyanda bulunmama"
şartına bağlamıştır (el-Bakara, 2/173). Bu
durumda ruhsatlar günah ve kötülük işlemeye dayanak
yapılamaz (İbn Kudame, el-Muğnî, Kahire 1970, II, 261;
Zühaylî, II, 323 vd.; İbn Rüşd Bidâyetül-Müctehid, I,
163).
Seferi kimse bir beldede on beş gün ve daha fazla kalmaya niyet
edince mukîm olur ve artık namazlarını tam kılar.
Eğer on beş günden az kalmaya niyet ederse seferîliği
devam eder. Bu konuda dayanılan delil, kadınların
temizlik süresine kıyastır. Temizlik süresi, hayız
sebebiyle kadının üzerinden düşen namaz ve orucun
edasına dönmeyi gerektirir. İkamet yerinde bulunmak da sefer
sebebiyle kişinin üzerinden düşen bazı vecibelerin
yapılmasına geri dönmeyi gerektirir. Bu yüzden temizlik
süresinin on beş gün ile sınırlanması gibi, en az
ikâmet süresinde on beş gün olarak takdir edilmesi gerekir. Bu
görüş İbn Abbas ve İbn Ömer (r.a)'dan nakledilen
şu söze dayanır: Seferî olduğun halde bir beldeye girer
ve bu beldede on beş gün kalmaya niyet edersen namazını
tam kıl. Eğer buradan ne zaman sefere çıkacağını
bilmezsen namazlarını kısaltarak kıl" (ez-Zühayli,
el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, II,
323).
Bir yolcu, bir beldede belirli bir ihtiyacını görmek için
beklerse, bekleme işi yıllarca sürse bile namazlarını
kısaltarak kılar. On beş günden fazla kalmaya, niyet
etmediği için seferîlik hali devam eder. Nitekim İbn Ömer
(r.a) Azerbaycan'da altı ay kalmış ve
namazlarını bu şekilde kısaltarak
kılmıştır. Bir kısım sahabenin de böyle
yaptığı rivayet edilmiştir.
Ordu bir beldeye girse, askerler burada on beş günden daha
fazla kalmaya niyet etseler bile namazlarını kısaltarak
kılarlar. Çünkü orada kalmak veya yenilip çekilmek ihtimali
bulunduğu için süre ile ilgili niyet geçerli değildir.
Şâfiî ve Malikilere göre, yolcu bir yerde dört gün kalmaya
niyet ederse namazlarını tam kılar. Çünkü sünnette,
dört günden az ikâmetin, seferin hükmünü kesmeyeceği açıklanmıştır.
Rasülullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Muhacir hacdaki ibadetlerini yaptıktan sonra üç gün
ikâmet eder. " Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), umre yaptığı
zaman Mekke'de üç gün süreyle kaldığı halde
namazlarını kısaltarak kılıyordu"
(eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, III, 207 vd.).
Hanbelîlere göre yolcu, dört günden fazla veya yirmi vakitten
fazla kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Bundan
az olursa kısaltarak kılar.
Yolculuk ve ikâmet hallerinde, tabi olanın değil, tabi
olunanın niyeti geçerlidir. Bu yüzden asker, komutanının;
işçi işvereninin; öğrenci hocasının;
kadın kocasının niyetine göre mukim veya yolcu olmuş
olur.
Yolculuk konusunda henüz erginlik çağına girmemiş
olan çocuk hakkında da sefer hükümleri cereyan etmez. Şâfiîlere
göre ise, mümeyyiz çocuğun yolculuğa niyeti geçerli olup,
namazını kısaltarak kılabilir.
Yolculukta bulunan kimse tabi olduğu kimsenin nereye
gideceğini ve niyetini bilmediği ve sorusuna da cevap
alamadığı takdirde üç günlük mesafeye kadar namazlarını
tam kılar, ondan sonra kısaltmaya başlar.
İslâm devlet başkanı, sefere niyet etmeksizin ülkesi
içinde bir süre dolaşacak olsa, namazlarını tam
kılar; fakat, sefer süresi dolaşmaya niyet ederse,
namazlarını kısaltır. Doğru olan budur.
Mukîmin kazaya kalan namazları, yolculuğa çıkmasıyla
ve yolcunun kazaya kalan namazları da ikamete niyet etmesiyle
değişmez. Bu yüzden seferde iken kazaya kalan namazları
ikişer rekat olarak kılar. Bir yolcu da ikâmet zamanında
kazaya kalmış namazlarını dörder rekat olarak kılar.
Mukîm, müsafire; müsafir de mukîme uyabilir. Burada müsafir iki
rekatın sonunda selâm verince, mukîm kalkar -sağlam görüşe
göre- kıraatta bulunmaksızın namazını
tamamlar; yanılırsa secde de etmez. Çünkü, bu mukîm bir
lâhik mesabesindedir (bk. "lahik" mad.). İmam olan müsafirin
namazdan önce "Ben seferîyim, siz namazlarınızı
tamamlayın" demesi müstehaptır.
Yolcu ise ancak vakit içinde mukîme uyabilir. Bu durumda dört
rekatlı bir farz namazını mukîm gibi tam olarak kılar.
İmama vakit içinde uymakla farz namazı iki rekattan dört
rekata dönüşmüş olur. "İbn Abbas "Seferî'nin
durumuna ne dersiniz? Yalnız başına kılınca iki
rekat, mukîm olarak dört rekat kılıyor" sorusuna;
"Bunu yapmak sünnettir" cevabını
vermiştir" (ez-Zühayli, a.g.e., II, 335).
Nâfi' şöyle demiştir: "İbn Ömer seferî olduğu
zaman imamla birlikte kılınca dört rekat kılar;
yalnız başına kıldığı zaman ise iki
rekat kılardı" (ez-Zühayli, a.g.e., II, 335).
Bir kimse müsafir iken kazaya kalan dört rekatlı bir
namazında mukîm imama uyamaz. Çünkü bu namaz daha önceden iki
rekat olarak meydana gelmiştir.
Yolculuk veya yağmur, kar gibi bir mazeretle iki namazı bir
vakitte kılmak caiz değildir. Yalnız Arafat'ta öğle
ile ikindi, Müzdelife'de akşam ile yatsı
namazlarını birleştirip cemaatle kılmak caiz görülmüştür
(bk. "Namazın Vakitleri").
Hanefîler dışında üç mezhep imamına göre bir
mazeret bulununca öğle ve ikindi veya akşam ile yatsı
namazlarını takdim veya tehir şekliyle bir vakitte
birleştirmek caizdir. Meselâ; öğle namazı ile ikindi
namazı öğle vaktinde kılınabileceği gibi,
ikindi vaktinde akşam ile yatsı birleştirilerek iki
vakitten birinde yani takdim veya te'hirle kılınabilir. Hanefîlerin
dışında kalan alimler takdim ve te'hir'in caiz
olduğu kanaatindedirler.
Mukîm iken kazaya kalan namazlar, yolculuğa çıkmakla veya
yolcu iken kazaya kalan namazlar mukîm olmakla değişikliğe
uğramaz. Bu yüzden yolculukta kazaya kalan dört rekatlı
namazlar, ister yolculuk sırasında isterse mukîm iken kaza
edilsin, kısaltılarak kılınır. Mukîm iken
kazaya kalan namazlar da yolculuk halinde kaza edilecekse tam olarak kılınır.
Yolculuğun Sona Ermesi:
Aslî vatana dönüp gelmekle yolculuk hali sona erer. Burada
oturmaya niyet edilip edilmemesi sonucu değiştirmez. İkâmet
vatanına dönüşte ise, oturmaya niyet gereklidir.