Allah'tan razı ve hoşnud olan insan ruhu. Hayvani nefse
(cana) ve insanı ruha (nefs-i natıka'ya) da "nefis"
denilir. Hayvani nefis, hayvanlarla insanlar arasında müşterektir.
Hayvanlar kendilerinde insanî ruh olmadığı için
nefislerinin gereğini yerine getirmek için yaşarlar. Nefis
(can), tabiatının gereği olarak kendisini korumak,
neslini devam ettirmek ve hayvanî lezzetleri tatmak için çalışıp
çabalar. Hayvanî nefsin mantıkı, canlılık
faaliyetlerine ait isteklerdir. Hayvanî nefis, haz ve zevk alma
prensipleriyle hareket eder.
Ruh'a (nefs-i natika'ya) gelince; aslında temiz ve Allah'ın
emir aleminden olan bu cevher, Allah'a yaklaşmak ve O'na yükselmek
ister. Ruh'a başlıca iki özellik verilmiştir: Akıl
ve vicdan (basiret veya kalb gözü). Vicdan, ruhun temizlenerek iyiliğe
yönelişi, bağlanışı ve Cenab-ı
Hakk'ı izleyişi ve bir nev'i O'na bakış
yeteneğidir. İman ve ilahi bilgilerde yükselmenin mahalli,
ruhun bu yönüdür. İman, kişinin kendi ihtiyariyle akıl
kapısından girer, kalbe (gönüle) yerleşir; nefsaniyet
ve şeytaniyete açılan kapıdan çıkabılir. Ruh,
şeytanın da tesiriyle hayvanî nefsin hükmü altına
girer, aklını ve fikrini onun istekleri doğrultusunda
kullanırsa; bu ruha "nefs-i emmâre" denilir. Bu
durumunda devam ettiği müddetçe ruh günahlara dalarak tamamen
paslanır, kirlenir ve neticede mühürlenir. O halde insanın
ebedi saadeti için ruhunun nefsanî ve şeytanî kirlerden
temizlenmesi gerekir: Muhakkak nefsini (ruhunu) kötülüklerden
temizleyen kurtuluşa erdi. Onu kötülüklerle örtüp kirleten de
zarar ve ziyana uğradı" (eş-Şems, 91/9-10).
İnsani ruh; iman ederek ibadet, zikr ve taat, günahlardan kaçınma,
mücadelede ve riyazet ile temizlenmeye başlar. Temizlendiği
vakit insan ruhunda, temizlik ve saflığına göre ahlaken
yükselme, ilâhî marifetlerde ilerleme gibi bir takım iyi
durumlar meydana gelir. Ruhun temizlenme mertebeşinin ilki;
yaptığı günahların fenalığını
anlayıp bunları işlediğine pişman olma ve
kendini kınama mertebesi olan "nefs-i levvâme"
derecesidir. Bundan sonra, ruh, temizlenme ve Allah'a yaklaşmaya
doğru sırasıyla şu mertebelere ulaşabilir:
Nefs-i mülheme (nefs-i mülhime de denilir), nefs-i mutmainne, nefs-i
râdiye (râziye), nefs-i marziyye nefs-i kamile (nefs-i zekiyye veya
nefs-i safiyye). Bunlardan nefs-i râdiye, insan ruhunun temizlenmeye başladığı
andan itibaren kazandığı sıfat ve durumların dördüncüsüdür.
Bu mertebeye "rıza makamı" da denilir. Nefs-i râzıye;
Allah için ibadet ve zikir ve taat ile meşgul olarak dünyaya hiç
gönül vermeyen, nefs-i hayvani'nin arzu ve isteklerinden tamamen
vazgeçen, Allah'ın sevgi ve rızası
dışında bütün arzu ve isteklerini terkeden kâmil
kimsenin ruhudur. Bu makama gelen ruhta kazaya rıza esastır. Böyle
bir kimse Allah Teâlâ'nın iradesine kayıtsız ve
şartsız teslim olur. Allah'tan gelen her musibet ve nimet
karşısında aynı derecede memnun ve razı olur.
Bu mertebede insan ruhuna, bütün hallerinde kemal-i rıza ile
muttasıf olduğu için, nefs-i râdiye denilmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu nefs-i natıkaya "Ey güvenceye kavuşmuş
nefis! Razı olmuş ve (Allah tarafından) razı ve
hoşnud olunmuş olarak Rabbi'ne dön" (el-Fecr, 89/27-28)
sözüyle hitab etmiştir. Cenab-ı Hakk'ın nefs-i râdiye'ye
bu hitabı ya bedeninden ayrıldığı (ölümü)
zaman, ya ba's zamanında veyahud da ahirette hesabının
tamamlanmasından sonra olacaktır, denilmiştir. Kur'an'da
bildirilen nefs-i râdiye için bu hitab, bu üç zamana da şamil
olur. Bir kısım müfessirler; imanda kemale ermiş nefs-i
mutmainne'ye dünyada Cenab-ı Hakk'ın bu hitabının
doğrudan doğruya meydana geldiği kanaatine
varmışlardır. Bu takdirde "dönmek" emri,
ihtiyar ve istekle bütün işlerinde gönül verip razı olarak
Allah Teâlâ'ya ve O'nun emir ve takdirine dönme emridir. Sıkıntı,
musibet, genişlik ve sevinç hallerinde kaza ve kadere rıza ve
bu suretle bu imtihan âleminde çeşitli zorluklara güzel ve
büyük bir metanetle göğüs germek nefs-i mutmainne'nin kemal
mertebesi olan nefs-i râziye'nin hasletidir. Ve marzıyye (Allah
katında makbul ve O'nun hoşnutluğuna ermiş olmak) da
bunun arkasından gelir.
Ruhun bu râdiye mertebesi ve makamı ancak zevk ile bilinir;
tatmayan bilmez.
Râdiye makamına yükselmiş olan insanî nefse ikram edilen
sıfatlar; vera' (şüpheli şeyleri terketmek), ihlâs,
muhabbet, üns, huzur (muhadara), keşif ve keramettir. Nefs-i râdiye,
Allah'tan ve O'nun rızasına erdirecek olanlardan
başkasını terkettiği gibi, hatta masivayı
(Allah'tan başkasını) dahi unutur. Radiye mertebesinde
olan kâmil kişi Cemal-i Mutlak'ın şuhûdunda müstağrak
olur. Âlemde başına her ne gelirse, onu gönül hoşluğuyla
kabul edip zevkini alır. Bu durumlarında bile halka nasihatta,
emr-i bil-ma'rûf ve nehy anil-münkerde bulunur. Böylece halkı
irşad etmekten geri durmaz. Sohbetinde bulunan onun sözlerinden
istifade eder. Bu makamın sehibi huzur-ı Hakk ile edeb
deryasına dalar. Duası Allah katında reddolunmaz. Fakat
edeb ve hayası galib geldiğinden, zorunlu kalmadıkça
kendisi için bir şey taleb edemez.
Nefs-i râdiye mertebesine gelmiş kâmil kişi Allah
katında aziz ve mükerremdir. İnsanlar ona saygı gösterirler.
Halkın ona saygısı cebrî ve kahrîdir. Onu sayanların
çoğu, ona niçin ve ne sebeble saygı gösterdiklerini
bilmezler. Böyle bir zat, asla zalimlere boyun eğmez ve
onları sevmez; zalimlerin zulümlerinden de selamet bulur. Eğer
fakir olup da kendisine yardım ederlerse, yardım edenler bile
onu Rabbiyle meşgul olmaktan alıkoyamazlar. Bu makamda bulunan
kâmil, daha çok Allah'ın "Hayy" ism-i şerifini söylemekle
meşgul olur, bu isimle fenası zail olur; "Hayy" ile
beka bulur ve "mardiyye" makamına yükselir. Allah
Teâlâ'nın esma ve sıfatlarının tecellisine mazhar
olur. Böylece ilmel-yakinden aynel-yakin mertebesine ve mardiyye makamına
gelir. Ve buradan nefs-i kâmile makamına yükselir ve kendisinde
Hakkal-yakin hasıl olur. Hak yoluna giren bu kâmil, asla yanlış
bir itikada sapmadığı gibi, bütün hallerinde ahkâm'ı
şer'iyye'yi kendi nefsinde icra etmekten zerre kadar ayrılmaz.
(İbrahim Hakkı, Marifetnâme, İstanbul 1310, s.
491-493; Bursalı İsmail Hakkı, Ruhul-Beyan, ilgili
ayetler. Şeyh Abdul-Hadi, Kitab-ü babil-Fütûh li-ma'rifet-i
Ahvâli'r-Ruh. Mısır, Matbaatül-Hayriyye; Mehmed Ali Aynî,
Tasavvuf Tarihi, el-Hacc Mehmed Nuri Şemsüddin en-Nakışıbendi,
Miftahul-Kulûb).