İslam'ın inanç esaslarını inceleyen ilim. Tarih
boyunca hem adı, hem de muhtevası çeşitli
değişikliklere uğradı. Sözgelimi iman temellerini
(akide) incelediği için Akaid ve Usuli'd-Din; konularının
ağırlığımı Allah'a iman, Allah'ın
birlenmesi (tevhid) ve sıfatları oluşturduğu için
İlm-i Tevhid ve Sıfât; fıkhın inançla ilgili
yönlerini ele aldığı için Fıkhu'l-Ekber (Büyük Fıkıh);
temel yöntem olarak düşünme ve akıl yürütmeyi seçtiği
için İlm-i İstidlal ve Nazar gibi adlarla anıldı.
Kelâm ilmi kelâmcılar tarafından konusu ve amaçları
açısından farklı biçimlerde tanımlanmıştır.
Konusuna göre Kelâm ilmi, "Allah'ın zat ve
sıfatlarından, peygamberlikle ilgili konulardan,
başlangıç ve sonları bakımından
varlıkların durumlarından İslâm'ın teınel
nasları doğrultusunda söz eden ilim" olarak tanımlanır.
Tanıma "başlangıç ve sonları
bakımından" kaydı Kelâm'ı tabii bilimlerden;
"İslâm'ın temel nasları doğrultusunda"
kaydı da felsefeden ayırmak için konulmaktadır. Kelam,
amaçları açısından da "kesin delillere dayanarak
muhaliflerin ileri sürdüğü şüphe ve itirazları
ortadan kaldırmaya ve bu yolla İslâm inançlarını
ispatlamaya çalışan ilim" olarak tanımlanır.
Kelâm ilminin muhtevası, tarihi içinde giderek genişlemiştir.
Başlangıç döneminde Kelâm ilminin başlıca konusu
Allah'ın zatı, sıfatları ve fiilleridir. İslâm
dünyasında felsefenin yaygınlık kazanmasından sonra
Kelâm'ın konusu genişleyerek "varlık"
(mevcud)u da içine aldı. Ancak Kelâm "varlık"ı
tabii bilimler gibi değil, başlangıcı ve sonu açısından
(mebde ve mead), yaratılışı ve döneceği yerle
ilgili meseleler açısından konu edinir. Gazalî'den
(ö.505/1111) sonraki kelâmcılar döneminde Kelam ilmi'nin
muhtevası daha da genişleyerek felsefenin konularıyla
birlikte mantığın birçok temel konusunu da içine aldı.
Bu dönemde Kelâm, bir bilgi nesnesi (malum) olabilen hemen tüm
konularla ilgilenmeye başladı. Bu dönemde Kelâm ilminin
ilgilendiği bilgi konuları iki ana öğeden
oluşuyordu. Birinci öğeyi mesâil ve makasıd denilen
temel dini inançlar; ikinci öğeyi de mebâdi ve vesâil adı
verilen, temel dini inançları ispatlamaya yarayan bilgiler meydana
getiriyordu. Örneklemek gerekirse, "Allah vardır ve
birdir" gibi inanç esasları mesail ve makasıdın;
"cevherler arazlardan hali değildir, evren sonradan
varolmuştur, hadistir" gibi hükümler de mebadi ve vesail
konuları içinde yer alıyordu. Ondokuzuncu yüzyıldan bu
yana Kelâm'ın muhtevasında yeni değişiklikler gözlendi.
Yeni İlm-i Kelâm dönemi olarak adlandırılan bu dönemde
Kelam ilmi, felsefi bir görüş olarak materyalizmi bütün
biçimleriyle reddeden, dine karşı yapılan biyolojik ve
psikolojik eleştirileri cevaplayan, yeni felsefe
akımlarını İslâm esasları açısından
eleştiren, tabii bilimlerden yararlanarak Allah'ın
varlığını kanıtlayan, İslâm'ın inanç
ilkelerini açıklayan bir ilim durumuna geldi.
Kelâm bilginlerine göre Kelâm ilminin çeşitli amaçları
vardır. Bunlardan ilki, Kelâm'la uğraşanlara
ilişkindir. Bu amaç, kişiyi taklit düzeyinden araştırma
ile elde edilen kesin bilgi (tahkik) düzeyine yükseltmektir. Kelâmla
uğraşmayanlara ilişkin olan ikinci amaç, inanç sorunlarını
açıklığa kavuşturarak doğru yolu
arayanları aydınlatmak ve şüpheleri, itirazları
ortadan kaldırarak inanmamakta inat edenleri susturmaktır.
İslâm'ın temel inançlarına ilişkin olan üçüncü
amaç, temel inanç ilkelerini yanlış yoldakilerin ortaya
attıkları şüphelerle sarsılmaktan korumaktır.
Dördüncü amaç, diğer İslâm ilimlerine ilişkindir.
Bu, İslâm ilimleri için üzerinde hareket edebilecekleri sağlam
bir inanç temeli hazırlamaktır. İnsanın
davranışlarına, edimlerine ilişkin olan beşinci
amaç, kişinin davranış ve edimlerindeki niyet ve
inancı güçlendirmek, sağlamlaştırmaktır.
Nihayet bütün bu amaçların toplamıyla ulaşılacak
asıl büyük amaç ise kişiyi dünya ve âhiret mutluluğuna
ulaştırmaktır.
Kelâm ilmini ortaya çıkaran nedenler Hz. Peygamber (s.a.s)'in
ölümünden hemen sonraki döneme kadar uzanır. Hz. Peygamber
(s.a.s)'in ölümünden sonra İslâm toplumunda giderek artan anlaşmazlık
ve toplumsal olaylar inanç konularına ilişkin görüş
ayrılıklarının ortaya çıkmasına yol açtı.
Hilafet tartışmaları, iç savaşlar, çeşitli
din ve kültürlerle başlayan ilişkiler, felsefi düşüncenin
çeviriler yoluyla yaygınlık kazanması, kimi âyet ve
hadislerin farklı biçimlerde yoruma imkan tanıması gibi
etkenlerle Allah'ın sıfatları, kader, büyük günah
(kebâir) işleyen insanın durumu, imamet gibi konularda çeşitli
görüşler oluştu. İlk yüzyılın sonuna kadar süren
tartışmalar, ikinci yüzyılın başında bütün
bu konuları sistemli biçimde ele alan ilk kelâm okulunun doğmasına
neden oldu. Vasıl b. Ata (ö. 131/748) ve Amr b. Ubeyd (ö.144/761)
tarafından kurulan bu Kelâm okulu Mutezile olarak adlandırıldı.
Mutezile okulu, iki yüzyıl boyunca tek okul olarak inanç konularındaki
anlaşmazlıkları belli bir sistem içinde çözümlemeye,
İslâm'a yöneltilen eleştirileri cevaplamaya çalıştı.
Ancak kendi içinde bütünlüğünü koruyamayarak ayrıntılara
ilişkin kimi küçük görüş ayrılıkları
üzerine kurulan çok sayıda kola ayrıldı.
Kelâm ilmi alanındaki Mutezile egemenliği, dördüncü
yüzyılın başlarında Mutezile içinde yetişen büyük
Kelam bilgini el-Eş'ari (ö.324/936) tarafından kurulan ilk Sünni
Kelâm okulu ile sona erdi. El-Eş'ari, kelam
anlayışını Basra ve Bağdat'ta yayarken,
aynı zamanda Maveraünnehir'de Maturidi (ö.333/944) tarafından
sünni Kelâm'ın ikinci büyük okulunu ortaya çıkardı.
Kurucularının adından hareketle Eş'ariye ve Mâturidiyye
olarak adlandırılan bu iki okul, küçük farklarla Sünnî
inanç esaslarını belirledi ve zamanla İslâm dünyasında
etkinlik kurdu. Mutezile okulu ise, varlığını ancak
çok sınırlı bir çevre içinde sürdürebildi.
Sünnî Kelâm ilmi, tarih içinde geçirdiği aşamalar açısından
başlıca dört dönemde incelenir. el-Eş'ari ile
başlayan ve Gazali'nin hocası el-Cüveyni (ö.478/1085) ile
sona eren ilk dönem, Mütekaddimin (Eski Kelamcılar) dönemi
olarak adlandırılır. Gazali ile birlikte ikinci dönem başlar.
Müteahhirin (Sonraki Kelamcılar) dönemi olarak adlandırılan
bu dönemde Kelâm ilmi felsefe ile yoğun bir ilişki içindedir
ve bu nedenle "felsefe ile meczedilmiş Kelâm devri"
olarak da tanımlanır. Hicrî sekiz Miladi ondördüncü yüzyıl
ortalarından başlayarak Miladi ondokuzuncu yüzyılın
sonlarına kadar süren üçüncü dönem, Kelâm ilminin duraklama
ve gerileme dönemidir. Bu dönemde, önceki kelâmcıların
eserlerine yorum ve açıklamalar yazılmakla
yetinilmiştir. Kelâm ilmi, on dokuzuncu yüzyılın
sonları ile yirminci yüzyılın başlarında yeni
bir döneme girdi. Çağın istek ve ihtiyaçlarına cevap
verme zorunluluğunun doğurduğu bu yeni dönem Yeni
İlm-i Kelâm dönemi olarak anılır.