İslâm dini normal şartlar altında bazı yiyecek
ve içecekleri haram kılmıştır. Murdar ölmüş
hayvan, domuz eti, kan, şarap gibi... Zarûret hâli bulunmadıkça
müslümanların bunları yemesi, içmesi veya damara zerk
etmesi caiz olmaz. Ancak açlık, susuzluk veya şiddetli
hastalık gibi zarûret halleri bu gibi haramları mübah kılar.
Âyetlerde şöyle buyurulur:
"Şüphesiz Allah, size leşi, kanı, domuz elini,
bir de Allah'tan başkası adına kesilenleri haram
kıldı. Bir kimse mecbur kalır, zaruret
sınırını asmadan ve başkalarının
hakkına tecavüz ermeden bunlardan yer ise, ona günah yoktur.
Şüphesiz ki, Allah çok bağışlayan ve çok merhamet
edendi/ " (el-Bakara, 2/173).
"(Ey Nebi) de ki; "Bana vahyolunanlar arasında, yiyen
bir kişinin yediği herhangi bir şeyin haram olduğuna
dair bir hüküm bulamıyorum. Ancak leş veya
akıtılmış kan yahut domuz eti-ki bunlar pistir-
yahut doğru yoldan çıkarak, üzerine Allah'tan başkasının
adı zikredilmek suretiyle kesilen hayvanların yenmesi
haramdır". Kim zaruret içinde kalırsa,
sınırı aşmamak ve başkasının
hakkına tecavüz etmemek suretiyle bunlardan yiyebilir"
(el-En'âm, 6/145; bk. el-Mâide, 5/3; en-Nahl, 16/115; Kurtûbî,
el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'an, II, 232, 275).
Câhiliye Arapları acıktıkları zaman ellerine bir
bıçak veya keskin kemik gibi bir şey alıp hayvanı
yaralar ve ondan akan kanı toplayıp içerlerdi. İslâm
kan içmeyi yasaklamıştır. Çünkü kan hem pis hem de
onun bir takım zararları vardır. Mikropların
taşınması, çoğalması ve gelişmesi için
uygun bir ortam teşkil eden kan, diğer yandan
dışarı atılması gereken birçok zehirli
maddeleri ve idrar karışımını da
taşır. Hele bu, hastalıklı bir insan veya hayvan
kanı olursa tehlike daha da büyür.
Ancak kan, kanamalı bir hastaya, onu ölümden kurtarmak amacıyla
verilirse bu caizdir. Çünkü âyette, zaruret halinde yasağın
kalkacağı açıkça iiade edilmiştir. Hanefilere göre
şifa vereceği kesin olarak bilinen haram yiyecek ve içeceklerle
tedavi mümkün ve caizdir (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, I, 61).
Şâfiîler bu konuda şarabı istisna ederek bunun tedavide
kullanılamayacağı esasını
benimsemişlerdir. Dayandıkları delil Tarık b. Süveyd'in
Rasûlüllah (s.a.s)'a; "Ben şarabı yalnız tedavi için
üretiyorum" demesi üzerine, Allah Rasulünün ona: "O ilaç
değildir, derttir" buyurmasıdır (Müslim, Sahîh,
XIII, 152).
Son devrin fıkıh bilginleri, hastanın
hayatının kurtulması buna bağlı ise, hasta veya
yaralıya kan naklını câiz görmüşlerdir. Hatta
kanın, gayri müslimden bile alınabileceğini söylemişlerdir
(Ahmed eş-Şîrbâsî, Yes'elûneke fi'd-Dinnî ve'l-Hayat, I,
606, 608).
İbn Âbidin, Nihâye isimli eserden naklen şöyle der:
"Tehzîb isimli eserde hastanın idrar veya kan içmesi, murdar
ölmüş hayvan eti yemesi, başka çare yoksa câizdir. Bu da
dindar ve mütehassıs bir doktorun; "ancak onu
kullandığın zaman şifa bulursun" demesiyle olur
(İbn Âbidîn, Reddü'lMuhtar, trc. A. Davudoğlu,
İstanbul 1984, XI, 290, XV, 450). İslâm'daki bu kolaylık
"Zarûretler haram olan şeyleri mübah kılar"
prensibine dayanır.