Önce bu konu ile ilgli görüşleri âyet ve hadisleri
meallendirecek sonra da bunlarlâ ilgili mülâhazalarımızı
arzetmeye çalışacağız.
1- Nisâ Suresinde, meâlen şöyle buyurulur: "Erkekler kadınlar
üzerine kavvâm (muhâfiz, veliyyülemir, yönetici, gözetici,
kayyûm) dırlar. Çünkü bir kere Allah onların
bazısını bazısından üstün yaratmıştır.
Bir de erkekler mallarından infak etmektedirler. Onun için, iyi
kadınlar itaatkârdırlar. Allah'ın kendilerini
saklaması yönüyle kendileri de gaybi muhâfaza ederler. Serkeşliklerinden
(nüsûz) endişe ettiğiniz kadınlara gelince: Evvelâ
kendilerine nâsihat edin, sonra onları yataklarında
yalnız bırakın, (kâr etmezse) dövün. Dinlerlerse
incitmeye bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok
büyüktür. Eğer karı-koca arasının açılmasından
endişeye düşerseniz bir hakem onûn tarafından, bir
hakem de bunun tarafından gönderin..." Âyetin geliş
sebebi (sebeb-i nüzûlü) şudur: Ensâr'ın ileri
gelenlerinden Sa'd b. Rabî'aya karşı, karısı Habîbe
nüsûz göstermiş (serkeşlik ve dik kafalılık
etmiş), o da ona bir tokat vurmuştu. Babası hemen
kızını alıp Rasulüllah'a giderek şikâyet etmiş,
Rasûlüllah (s.a.s.) da, "Mutlaka ondan kısas
alırız." buyurmuşlardı. Bunun üzerine bu âyet
geldi. Allah Rasûlü (s.a.s.)'de "Biz birşey yapmak istedik,
Allah ise başka bir şey murad etti. Şüphesiz hayır,
Allah'ın diledigindedir." buyurdular.(bk. Elmalılı
N/1350; Ibn Kesir N/256; Kurtubî V/168)
2- Rivâyete göre Hz. Eyyûb (a.s.) bir olay sebebiyle karısına
yüz deynek vurmaya yemin etmişti de Allah (c.c.) ona şöyle
vahyetti.(age VI/4101) "Eline bir deste (sap) al da onunla vur ki,
yeminini bozmuş olmayasın..." (K. Sâd (38) 44) Konumuzla
ilgili görülen âyetler bunlardır. Hadîslere gelince: 1-
"Kadınlar hususunda Allah'tan (c.c) korkun. Çünkü siz onları
Allah'ın emânıyla aldınız ve onları kendinize
Allah'ın kelimesiyle helâl kıldınız. Döşeklerinize,
sevmediğiniz bir kimseye ayak bastırmamaları sizin onlar
üzerindeki hakkınızdır. Bunu yaparlarsa onları;
zarar vermemek sârtıyla dövün. Onların sizin üzerinizdeki
hakkıda, yiyeceklerini ve giyeceklerini, marûf şekilde
vermenizdir..." (Müslim, hac 147) Hadis Rasûlüllah Efendimizin
(s.a.s.) vedâ haccında irad buyurdukları hutbede geçen
cümlelerden biridir. Kocalarının döşeklerine
onların hoşlanmadığı kimselere ayak
bastırmaları, yabancı erkekleri, ya da
yakınları olsa dahi kocalarının
hoşlanmadığı erkekleri eve alıp, kocaları
yokken. onlarla sohbet etmeleri demektir, zinâ etmeleri değildir.
Çünkü zinânın "had" cezâsı vardır ve
bellidir.( bk. Davudoğlu VI/433)
2- "Sizden biriniz karısını köle döver gibi
dövmesin. Sonra aynı günün akşamında beraber
yatacaklardır..."( Buhârî, nikâh 93, tefsir, sûre (91) 1;
Müslim, Cennet 49; Ibn Mâce, nikâh 51)
3- Rasûlüllah (s.a.s.) "Allah'ın kulları olan
kadıncağızları dövmeyin!" buyurmuşlardı.
Bir süre geçince, Ömer gelip, "Ey Allah'ın Rasûlü, kadınlar
kocalarına karşı başkâldırdılar",
diye şikâyette bulununca dövülmelerine izin verdi. Arkasından
da pek çok kadın Rasûlüllah'ın hanımlarını
çevirip kocalarını şikayette bulundular. Bunun üzerine
Allah Rasûlü: "Bir çok kadın Muhammed'in ev halkına
gelip kocalarını (dayak yüzünden) şikâyet etmişler.
Bu kocalar sizin iyileriniz değillerdir." buyurdu.( Ebu Davud,
nikah (N/245); Ibn Mâce, nikâh 51)
4- Âişe vâlidemiz dediler ki: "Allah Rasûlü, ne bir
hizmetçisine bir tokat vurdu, ne de bir karısına..."(
Ibn Mâce, nikâh 51)
5- Kâsım b. Muhammed'in nakline göre: "Rasûlüllah kadınları
dövmeyi yasakladı. Bunun üzerine dediler ki, "Ey Allah'ın
Rasûlü, kadınlar işi azıttılar." O da: "Öyleyse
dövün ama; kötü olanlarınızdan başkası da dövmez."
buyurdular: (el-Hâzimî, el-itibâr 142; Burhanuddîn el-Câberî,
Rusûhul-ahbâr 232) Bu hadisle anlatılan olay, üçüncü hadisle
anlatılan olayın değişik ifadelerle nakledilmesinden
başka bir şey olmamalıdır.
6- Habibe bt. Sehl, Sâbit b. Kays b. Semmâs'ın nikâhında
idi. Sâbit ona vurdu ve bir tarafını kırdı. Habibe
gelip durumu Allah Rasulüne anlattı.
O da Sâbit'i çağırdı ve "bir miktar
malını al ve ondan ayrıl." buyurdu. Sâbit: "Bu
uygun olur mu, ey Allah'ın Rasulü?" diye sordu. "Evet
olur." cevabını aldı. Sâbit:"Ben ona iki
bahçe mehir olarak vermiştim, şu anda da onlar elinde"
dedi. Allah Râsulü; "O halde onları al ve ondan
ayrıl." buyurdu. O da öyle yaptı.(Ebû Dâvûd, No:
2228; Ibn Kayy im, Zâdü'1-Mead V/189)
Konuyla ilgili belli başlı naslar bunlardır.
Şimdi bunlarla ilgili değerlendirmelerimize ve mutâlâalarımıza
geçebiliriz.
Önce başta mealini verdiğimiz âyetlerle ilgili bazı
noktalara işaret etmekle işe başlayalım:Erkeklerin
"kavvâm" (hakim, idareci, kayyum) olmasına iki sebep gösteriliyor:
Bunlardan birisi vehbî (Allah vergisi) dir ki, "Insanların
bazısını-diğerlerine üstün kılması"
cümlesiyle ifade edilmiştir. Ancak bu ifade öyle ince bir
güzelliğe sahiptir ki, en azından ev reisliği konusunda
erkeklerin üstünlüğüne işaret etmekle beraber, açıkça
"erkekleri kadınlara üstün kıldığı için"
denmemiş de, "Insanların bazısını
bazısına üstün kıldığı için"
buyurularak, üstünlük her bakımdan (mutlak manada) erkeklere
verilmemiş, böylece kadının da erkekte bulunmayan
bazı meziyetlere sahip olmakla, ondan üstün olabileceği yönlerinin
bulunabileceğine işaret edilmiştir.(Elmalılı N/
1348-19) Bu vehbî (Allah vergisi) olan sebepte, yani idarecilik
kabiliyetinde nâdir de olsa bazı kadınlar kocalarından
daha başarılı olabilirler. Bu durumda ikinci ve kesbî (iş
sahasında, cinsiyete dayalı rolle ilgili) olan sebep yine
erkeklerin "kavvâm" olmasını gerektiriyor ki, bu,
ev için harcama yapma, dolayısıyla kazanma
sorumluluğunun erkeğe yüklenmiş olmasıdır. Bu
erkeğin "kavvâm" oluşunun kesbî (kendisinin oluşturduğu)
sebebidir. Elmalılı Merhumun ifadesi ile, "şu halde,
eşinin hakkını yerine getirmeyen, kadın malına
göz diken ve harcama (infak) görevini yapmayan ve ailenin ırz ve
namusunu korumayan erkekler "ricâl= kâmil erkekler" den sayılmazlar"(age.
N/1350) dolayısı ile dövme izni verilen erkeklerden
olamazlar. Kurtubî de aynı şeyi söyler: "Erkekler,
mallarından harcamaları sebebiyle..." cümlesinden
âlimler şunu anlamışlardır: Erkek,
kadının nafakasını temin edemezse."kavvâm"
olma yetkisini kaybeder: Erkek "kavvâm" olamayınca da
kadın için, nikâhı fesih hakkıdoğar, (bk. Kurtubî
V/169. Ancak bu, Mâlikî ve Şâfiîlerin görüşüdür.
Hanefiler ise fesih olmayacağı görüşündedirler. (Aynı
yer)) der.
Ikinci anahtar kelime "nüsûz" kavramıdır.
"Nüsûz" .kelimesinin kökündeki "yükseklik"
ânlamından hareketle; baş kaldırma, isyan, hukukunu
tanımama, eşlerden her birinin diğerini ikrah etmesi gibi
manalara gelir. (bk. Kurtubî V/ 170-171; Elmalılı N/1351; Ibn
Kesîr N/257) Şu halde bu âyetle kendisine dövme hakkı
verilen erkek "kavvâm" olabilme vasfına sahip "kâmil
erkek" (bk. Elmalılı, agk.) tir ve dövülmesine müsaade
edilen de kadın değil, "nâsize" dir: Zâten âyet-i
kerîmenin devamından da anlaşılacağı üzere,
artık durum o kerteye gelmiştir ki "sikak" tan, yani
evliliğin parçalanmasından endişe edilmektedir. Bir
başka ifade ile; bu noktada ya "kâmil racul" olan erkeğe,
işi yuvanın yıkılması kertesine geçiren
"nâsize"ye, karakol komiseri gibi küçük bir ceza uygulama
yetkisi verilip, mesele dallandırılmadan, âilenin
parçalanmaması için en son ihtimale de başvurulacak, ya da
her türlü sosyal, psikolojik ve ekonomik zararına rağmen
derhal yuvanın yıkılmasına müsaade edilecektir.
Âyet birinci yolu tavsiye etmektedir. Bunda aynı zamanda âile sırlarının
mahkemelerde fâs olmaması hikmeti de söz konusudur.Naslardan
sonra bunlar da naslarla ilgili bazı noktalara işaretlerdir.
Şimdi de işin felsefesine geçebiliriz:
1- Önce Islâm kadın dövme meselesini ihdas etmemiş,
aksine pek çok yönden. bunu önlemeye çalışmıştır.
Hanımının gözünü şişiren, kolunu,
kafasını kıran, mahkemeye intikal ettirilirse, eş
(yaralama bedeli) öder, diyet öder, ya da kısas olunur.
Kadın ona Allah'ın bir emanetidir ve Rasûlüllah (s.a.s.)
"AIlah'ın kızcağızları" tabir
ettiği kadınların dövülmemesini istemiştir. Müslümaların
en büyük örneği olarak kendisi hiç dövmemiştir;
kadınlarını dövenlerin iyi müslümanlar olmadıklarını
haber vermiştir. Hiç bir hukuk sisteminin, jandarmasının
sokamadığı dört duvar arasında, yani âilede,
güçlü olanın kafası kızdığında
ezebileceklerini ezmesine bu ölçüde mâni olabilecek bir müeyyide
yoktur. Gazâplanıp karısını dövme noktasına
geldiği halde, sırf müslüman olduğu ve Rasûlüllah'ın
bu tavsiyelerini düşündüğü için karısını
dövmeyen pek çok insân vardır ama, Insan Hakları Dernegi
ya da Feminizm öyle istiyor, diye karısını dövmekten
vazgeçen birisinin olacağını sanmıyoruz. Çünkü
mer'î kanunların ulaşamadığı yerlerdeki zulümleri,
eğitim de, medeniyet de önleyemez. Zavallı Şirin
Tekeli, yukarıda söz konusu edilen âyetle ilgili olarak :
"Bu bin yıldan eski klasik metni ayrıca yorumlamaya
herhalde hiç gerek yok"(S. Tekeli Kadınlar Için s. 410)
diyor ama,"yapılan kısmî araştırmalar,
kadının sosyo -ekonomik düzey , eğitim vb. den
bağımsız olarak hemen her durumda dayak
yiyebildiğini ortaya koyuyor."(age. s. 403) demekten de
kendini alamıyor. Keşke müslüman âileleri de tanıma
fırsatı bulabilselerdi.
Eşini Gıybet Etmek
Bir araya geldiklerinde hanımların, ailesinden,
eşlerinin iyi ve kötü yönlerinden bahsetmeleri uygun olur mu?
Bu sorumuzla ilgili olarak hadîs kitaplarımızda çok
ilginç bir ömek vardır. Âişe Vâlidemiz, oturup kocalarının
herşeyini birbirlerine anlatma sözü veren onbir kadının
konuşmalarını hikâye eder. Içlerinden birisi kocanın
kendine yaptığı iyilikleri anlatmıştır.
Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s) Âişe Vâlidemize: "Işte
ben de sana göre öyleyim" buyurmuşlardır.( Buhârî,
nikâh 82; Müslim, fedâil 92;) O kadınlar, birbirlerine
kocalarını vasfetmekle kötü etmişlerdir,
dememişlerdir. Gerçi o kadınlar Islâm'dan önceki kadınlarmış,
ve kim oldukları da belli değilmiş. Her neyse, bu uzun
hadiste kadınların bu huyunun kötülügünden söz edilmiyor.
Ama böyle olması elbette bunun iyi olduğunu da göstermez:
Kur'an-ı Kerim'de kadınlar için: "Onlar size bir elbise,
siz de onlara bir elbisesiniz..."(K. Bakara (2) 287) buyurulur.
Bunun bir anlamı da; karı ile kocadan her birinin,
aralarında cereyan eden şeyleri başka insarlardan
gizlemesidir.( bk. Taberî N/163) Yani her biri diğeri için, başkalarının
görmesini ve duymasını istemediği yönlerine bir örtü
olmalıdır. Sonra gıybette karı ile koca istisna
edilmemiş ve "din kardeşinin, gıyabında söylenen
ve duyduğunda hoşlanmayacağı her şey
gıybettir." buyrulmuş ve kötülenmiştir. Buna göre
böylece kocanında gıybeti yapılmış olur. Bir
hadîs-i şerifte: "Kıyamet gününde Allah indinde
emanete hiyanetin en büyüklerinden biri, karı-koca birbiriyle
haşır-neşir olduktan sonra kocanın
karısının sırını
yaymasıdır." buyurulur.(Müslim, nikâh 123,124) Karının
kocanın sırrını yayması da elbette bundan hafif
olmaz: Bir başka hadîs-i şerifte: "Kadın
kadınla (bir elbise içerisinde) cilt cilde gelmesinler, çünkü
gider onu kocasına vasfeder; o da sanki ona bakıyor gibi
olur." denir:(Buhârî, nikâh (son kısımlar)) Sebep,
karı ile koca arasına fıtne girmesi, kocanın
diğer kadını düşünüp, kendi karısındân
soğuma ihtimalinin bulunmasıdır.(bk. aynî XVI/423)
Râsûlüllah Efendimiz bir hadislerinde de kadınlâra:
"Cehennem ehlinin çoğunun sizlerden olduğunu gördüm,
çünkü siz çok lânet okur ve kocanızın iyiliklerine
karşı nankörlük edersiniz... Aman, siz çok sadaka
verin..." buyurmuşlardır.(Buhârî, hayz 9; Müslim,
imân 132) Demek ki, kadınların oturup kocalarını
çekiştirmeleri, onların hep kötü yönlerini dillerine
dolamaları çirkin birer davranıştır.
Kısaca:
l- Kadınların başkalarına, kocasıyla kendi
ârasındaki her türlü cinsel davranışları gerek
yokken söz etmesi çirkindir, hafifliktir ve belki de bir cinsel sapma
ve hastalık belirtisidir.
2- Kocanın cinsel ilişkiler dışındaki iyi
yönlerini, övünme biçiminde olmaksızın dile getirmesinde
mahzur yoktur.
3- Karı-kocanın, başka kadın ve erkekleri, vücut
güzellikleriyle birbirlerine vasfetmeleri çirkindir. Başkalarının
da avret yerlerini arkadaşlarına gösterip buna imkân
vermemeleri gerekir.
Kadın, kocanın izni olmadan onun malından sadaka,
hediye, hibe vb. şeyler verebilir mi? Her defasında izin almak
zorunda mıdır?
"Kadın kocanın evinden birşey tasadduk ederse
(sadaka verirse) kendisi bir ecir, bir o kadar da kocası ve bir o
kadar da hizmetçi alır ve hiç biri diğerinin sevabından
bir şey eksiltmez. Koca bu sevâbı o şeyi
kazandığı için, kadın da hayırda
harcadığı (infak) için haketmiştir"( Ebû
Dâvûd, buyû 84; Nesâî, zekât 57)
Mekke'nin fethinin ardından yaptığı konuşmada
da şöyle buyurmuştur: "Hiç bir kadının,
kocanın izni olmaksızın bir atiyye (bahşiş,
hediye) vermesi câiz değildir." (Nesâi, zekât 58)Ibn
Mâce'deki rivayetinde: "Kocası ondan sorumlu olduğu sürece
hiç bir kadının kocanın malından, ondan izinsiz
vermesi câiz olmaz."(Nesâi, zekât 58) denir. Bir defasında Kâ'b'ın
karısı Allah Rasûlüne bir mücevher getirmiş ve "ben
bunu tasadduk ettim." demişti. Bunun üzerine Allah Rasullü:
"kadının, kocasından izinsiz onun malından
vermesi câiz olmaz. Sen Ka'b'dan izin aldın mı?" diye
sordu. O da, "evet", dedi, ama Allah Rasulü adam gönderip
Kâ'b'a yine de sordurdu: Onun da, "evet", demesi üzerine
Hayra'nın tasaddukunu kabul etti.(agk. (zayıf
isnadla)Fıkıhçılar her konuda olduğu gibi, bu
konudaki nasları da (hadisleri) toptan göz önünde bulundurmuşlar
ve ona göre hüküm çıkarmışlardır. Buna göre: