Bir dükkan veya işyerini kira ile tutacak kimseden, kira bedeli
dışında karşılıksız olarak
alınan bedel.
İslâm hukukuna göre kira akdinin geçerli olması için
şu şartların bulunması gerekir:
1- Tarafların rızası. Satım akdinde olduğu
gibi, kira akdinde de tarafların rızası gerekir (en-Nisâ,
4/29). Malı malla mübâdele niteliği yüzünden kira akdi de
ticârî bir muamele sayılır.
2- Akdin konusu olan "yararlanma"nın,
anlaşmazlığa yol açmayacak şekilde belirli
olması. Bu şart; kiralanan malın, kira süresinin ve iş
akdinde, yapılacak işin belirlenmesini gerektirir. Çoğunluk
bilginlere göre, kira süresi kısa olsun, uzun olsun akit geçerlidir.
Hatta kiralanan malın var olabileceği süreye kadar akit yapılabilir.
Çünkü süre belli olunca yararlanma miktarı da belirlenmiş
olur. Ancak Hanefîlere göre, vakıf ve yetim mallarında
kiracının mülk iddiasında bulunmaması için,
bunlara ait gayr-i menkullerde en uzun kira süresi üç yıl,
menkullerde ise bir yıl olarak
sınırlandırılmıştır (el-Kâsânî,
Bedâyiu's-Sanâyi', IV, 179, 180; es-Serahsî, el-Mebsût, XVI, 43;
İbnü'l-Hümâm, Tekmiletü Feti'l-Kadîr, VII, 150; el-Meydânî,
el-Lübâb, II, 88).
Diğer yandan kiralanan kiracıya tesliminin mümkün olması
ve yararlanma şeklinin meşrû bulunması da gereklidir.
Bu duruma göre, bir kimse menkul veya gayri menkulünü, peşin
veya ay, ya da yıl sonlarında alacağı kira bedeli
ile kiraya verebilir. Kira bedelinin bir bölümünü peşin, yani
akit yapılırken topluca; geri kalanın da sözleşmeye
veya örfe göre va'de sonlarında alabilir. Peşin
aldığı meblağ, akitte şart koşulan
ücretin peşin bir parçası sayılır. İleride ay
veya yıl sonlarında ödenecek kira ise, peşin kirayı
tamamlayan başka bir parçayı oluşturur. Kısaca, mal
sahibinin, gerek ilk kiraya vermede ve gerekse kiralananın
başlaması hâlinde, daha sonraki kiraya vermelerinde bu hakkı
vardır.
Kiracının, menkul veya gayr-i menkul üzerinde, kira
akdinden doğan "yararlanma hakkı"ndan üçüncü bir
şahıs lehine feragat etmesi
karşılığında alacağı bedele gelince,
şu temelde mücerred bir hakkı başkasına satmak
demektir. Hanefîler şuf'a hakkı gibi mücerred haklarını
bir bedel karşılığında
satılmasını câiz görmemişlerdir. Ancak Hanefilerin
çoğu, imamlık, hatiplik ve müezzinlik gibi görevlerden bir
bedel karşılığında feragatın câiz olduğuna
fetvâ vermişlerdir. Bu fetva, zarurete ve örfe; Kıyas olarak
ise, iki hanımlı bir evlilikte bir kadının
kocasının nöbetini diğer eşe
bırakmasının câiz olduğu esasına dayanır.
Çünkü bunlardan her biri, mücerred hakkı düşürmek anlamındadır.
Nitekim vakıf nâzırı da, hâkim önünde, görevinden başkası
lehine bir bedel karşılığında feragat ederek
kendisini azledebilir.
Hanefiler dışındaki İslâm hukukçuları ise
yararlanma hakkı verme mücerred hakların
satımını caiz görürler. Ancak kira akdinde kiracının
bir bedel karşılığında ferâgatının
akit süresi içinde olması gerekir. Şâfiîler bu konuda, bir
görevden, bedel karşılığı feragatın caiz
olduğu prensibine dayanır (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî
fî Uslübihi'l-Cedîd, Dımaşk (t.y) I, 566, 567).
ez-Zühaylî bu konuda müteahhirûn âlimlerine ait
"Tunuslulara Göre Hava parası ve Yararlanma Hakkından
Ferâğat Konusundaki Ölçü ve Fetvâlara Toplu Bir Bakış
(Cümletu Tekâdîr ve Fetâvâ fî'l-Huluvvât ve'l İnzâlât
ınde't-Tûnusiyyîn)" adlı bir risaleden söz eder.
Burada, hava parasının örf ve âdet deliline göre câiz olduğu
belirtilir ve şöyle denir: Kiracı, kiralanan maldan
yararlanma hakkına sahiptir. Bu hakkından kira akdinde
olduğu gibi bir bedel karşılığında,
âriyette olduğu gibi bedelsiz feragat edebilir. Diğer yandan
hava parasını mugâreseye (bk. Mugârese) benzetenler de olmuştur.
Ancak hava parası yararlanma karşılığı
olduğu için, bununla kuru mülkiyet üzerinde bir hak meydana
gelmez (ez-Zühaylî, a.g.e., I, 567, 568).