Bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı bir söz
söylemek, çekiştirmek; meydanda olmama, kaybolma hâli.
Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek
şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği
zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din
kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız
anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile
aynı anlamda kullanılır.
Gıybet, insan veya insanla ilgili birtakım şeyler
üzerinde olur. Kişinin bedeni, nesebi, ahlâkı, işi,
dini, dünyası, elbisesi, evi, bineği... dedikodu konusu
olabilir. Gözün şaşılığı, saçların
döküklüğü, uzun veya kısa boyluluk, siyah veya sarı
renkte olmak... Bunlardan alaylı bir şekilde bahsedilmesi sözkonusu
kişinin kalbini kırar.
Kur'an ve Sünnet, gıybeti yasaklamıştır:
"Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini
yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek
ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi?" (el-Hucurat, 49/12);
"Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde
anmandır" (Tirmizî, Birr, 23; Dârimî, Rikat, 6; Mâlik,
Muvatta, Kelâm,10; Ahmed b. Hanbel, II, 384, 386).
Başkalarına kardeşinin ayıplarını
anlatmak onun hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek demek olduğundan,
ancak dil ile söylemek haram olmuştur. Kaş-göz işareti
yapmak, imâ, işaret ve yazı gibi gıybet anlamı
ifade eden her hareket de gıybettendir. Meselâ elle birisinin uzun
veya kısa boyluluğuna işaret etmek, bir şahsın
ayıpları hakkında yazı yazmak gıybettir.
Gıybeti tasdik etmek de gıybettir. Gıybet yapılan
yerde susan kişi gıybete ortak olmuş olur. Diliyle
gıybetçiye karşı duramayanın kalbiyle inkâr etmesi
gerekir. (İmam Gazzâli, Zübdetü'l-İhya, Trc: Ali Özek,
İstanbul 1969, 362, 363). Allah Resulu şöyle buyurur:
"Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü
yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyâmet
gününde insanların önünde rezil eder" (Tebarâni).
- "Her kim gıyabıda kardeşinin
kusurlarını söyletmezse, kıyâmet gününde Allah da
onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder" (İbn
Ebi'd-Dünya).
- "Ey kalbiyle değil, sadece diliyle iman edenler
topluluğu! Müslümanların gıybetini
yapmayınız, ayıplarını
araştırmayınız. Zira kim kardeşinin ayıp
ve kusurlarını araştırırsa Allah do onun
kusurlarını araştırır. Allah, kimin kusurunu
araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil ve rüsva
eder (Ebû Dâvud, İbn Ebî Dünya).
İslam dininde kardeşlik olgusunun, "Müminler ancak
kardeştir. İhtilaf ettikleri zaman, iki kardeşinizin
arasını düzeltin; ve sakının ki, merhamet
olunasınız" (el-Hucurat, 49/10) ilâhi buyruğu ile
kurulmuş olması, İslâm toplumunu bu iman kardeşliği
üzerinde yükselen güçlü bir toplum yapmaktadır. Böyle bir
toplumda gıybet yoktur. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.s)'in buyurduğu
gibi, "Mümin müminin aynasıdır. Mümin iki el gibidir,
birisi diğerini temizler." Bu ölçüler, toplumu fitne ve
bozgunculuktan uzak tutar.
Gıybetin sebepleri:
1. İntikam duygusunu tatmin, 2. Arkadaşlara muvafakat, 3. Gösteriş
ve büyüklük; başkalarını küçültme, kendini
büyütme, 4. Kıskançlık, 5. Hoşça vakit geçirmek,
güldürmek için başkalarının ayıp ve
kusurlarının ortaya serilmesi, 6. Küçük düşürmek
için alay (Gazzâlî, İhyâu Ulûmiddin, Trc: Ali Arslan,
İstanbul 19'72; VI, 522 vd).
Gıybetten korunmak için kişinin öncelikle kendi kusurlarıyla
uğraşması gerekir. Şuralarda gıybet câizdir:
1) Haksızlık karşısında: "Hak sahibinin
söz hakkı vardır" (Buhârî, Müslim).
2) Fetva istemede: Utbe kızı Hind, Resulullah'a gelerek
kocası Ebû Süfyan'ı cimriliğiyle, çok az nafaka bırakmasıyla
çekiştirmiş ve kocasının malından haberi
olmadan alıp alamayacağını sormuştu. Allah
Resulu de "Sana ve çocuğuna yetecek miktarda, iyilikle
al" buyurdu.
3) Bir kimseyi kötülükten menetmek:
4) Kişiyi meşhur olan lakabıyla anmak.
5) Kişinin fısk-u fücûrunu alenen yapması,
yaptıklarından dolayı gurur duyması,
yaptıklarının söylenmesinden dolayı üzüntü
duymamasıdır. Yaptıklarıyla övünmesi yüzünden
onları anmak gıybet sayılmaz.
Gıybetçinin günâhtan kurtulması için pişmanlık
duyması, tövbe etmesi, gıybetini yaptığı kimse
ile helâlleşmesi gerekir. Gıybeti yapılan da merhametli
davranır, affeder. Düstur: "affa yapış(mak), iyiyi
emret(mek), cahillerden uzak ol(maktır) (el-A'râf, 7/ 199).